RADYO   VE    GAZETE

 

            Radyo bir nimeti ilahiyedir.Her var olan gibi buda kullanıldığı yönüyle faydalı veya zararlı bir hal almaktadır.

            Radyo bir vesiledir,gaye değildir.Hedefe gitmede kısa ve kapsamlı bir yoldur.

            Göze de hitab eden Televizyon ise daha da etkili ve faydalıdır.

            Bugün genel olarak radyolarda bu fayda yüzdelik itibarıyla tam yerinde kullanılmadığı,genelde zevk ve eğlenceye hasredildiği içindir ki,adeta radyonun kendisi zararlı addedilme zorunluluğu veya ihtiyaç duymama düşüncesine sevketmiştir.

            Bu zarar televizyonlarda daha çok görülmektedir.Ancak bu onun genel olarak zararlı bir şey olduğunu değil,bu zararı ve menfi yayınları veren kanalın zararlı olduğunu göstermektedir.

            Bu her ikisi de eğitimin uzun zamanlarda yapamadıklarını kısa ve keskin bir şekilde daha etkili olarak yapabilen çok güzel bir iletişim araçlarıdır.

            Bediüzzamanın hava aleminin yapmış olduğu harika vazifeleri Hüve Nüktesi adlı eserinde genişçe dile getirmektedir.Özetle:

            “Havanın belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar manevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin. Çünki bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var.”[1]

            Elbette bu hava zerresinin kendi işi ve becerisi değildir.Cenâb-ı Hakkın ona taktığı vazifelerdir.

            Başa gelen belalarda da radyonun yanlış yönde kullanılmasının da büyük etkisi vardır.

            “Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş'e ve sürur ile sarhoşçasına gayet heveskârane şarkıları ve bazan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.”[2]

Küfrü temsil eden Deccalın çıkışının alameti olarak da gösterilmiştir.

"Deccal'ın çıktığı vakit, umum dünya işitecek" olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir.”[3]

            Radyo adeta yapılan sihir gibi insan üzerinde etki yapmaktadır.Siyasiler bunu çok iyi kullnmakta ve de başarılı olmaktadırlar.

            “Siyasî diplomatların radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını vahşiyane mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları…”[4]

            Radyo bir ihtiyaçtır.İhtiyacı kadar kullanılmalı ve alınmalıdır.Bu da kişiler ve kişilerin durumlarına göre farklılık arzetmektedir.

“Tam iki sene Kastamonu'da ve yedi sene başka menfalarında bütün yakın ve görüşen dostlarının şehadetiyle, küre-i arz yüzündeki boğuşmaları ve harbleri ve sulh olmuş ve olmamış ve daha kimler harb ettiklerini bilmeyen ve merak etmeyen ve sormayan ve üç sene yakınında konuşan radyoyu üç defadan başka dinlemeyen…”[5]

            Radyo aleyhinde olmak kabil değildir.

“Hem en garibi şudur ki; bir yerde demişim: Cenab-ı Hakk'ın büyük nimetleri olan tayyare ve şimendifer ve radyoyu, büyük şükür ile mukabele lâzım iken; beşer şükür etmedi, tayyarelerle başlarına bombalar yağdı. Ve radyo öyle büyük bir nimet-i İlahiyedir ki ona mukabil şükür ise, o radyo milyonlar dilli bir küllî hâfız-ı Kur'an olup zemin yüzündeki bütün insanlara Kur'anı dinlettirsin. Yirminci Söz'de Kur'anın medeniyet hârikalarından gaybî haber verdiğini beyan ederken, bir âyetin işareti olarak, kâfirler şimendiferle âlem-i İslâmı mağlub ederler demişim. İslâmı bu hârikalara teşvik ettiğim halde bir sebeb-i ittiham olarak şimendifer, tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hazıra aleyhindedir diye sâbık mahkemelerin bazı müddeiumumîleri bizi ittiham etmiş.”[6]

            Allah kendi kudretini ve varlığının delillerini radyo vasıtasıyla alemde yaymaktadır.

            “Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor.”[7]

            Kur’an da buna işaret edilmiştir.

            “Hazret-i Süleyman'a kuş dilini öğrettik manasında “Ve Süleyman Davud'un yerine geçip dedi ki: «Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden verildi. Şüphesiz ki bu apaçık bir lütufdur.»[8]olan âyet-i kerime; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me'hazdir.”[9]

            Evelden islama olan zarar ferdi ve cüz-i idi.Şimdi ise radyo ve televizyonlan gibi iletişim araçlarıyla bu küllileşti.Buna karşı müdaffanın da külli olması gerek.Malayaniyattan uzak,hakikatların arşı kılınması gerektir.

            “Evet haricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merak ile onlara göre malayani ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki; ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.”[10]

            Namaz ve cemaata teşvik etmeli,onlardan alıkoymamalıdır.

            “Çokları meraklarından, cemaati belki de namazı terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinliyor. Mimsiz medeniyetin sefahet ve dalalet ve İslâm'a ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokadlara ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadarane dikkat etmekle; ve nefesi zehirli ve başı sarhoş şahıslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.”[11]

 

            Radyo vasıtasıyla sevablarda günahlarda bir kalmamakta çoğalmaktadır.

“Müteaddid vücuhundan radyomla anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar.” Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek. Nasılki havarik-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehennem'e gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor.”[12]

            Verilen her şey bir bedel karşılığındadır.

            “Evet radyonun küllî nimetiyet ciheti, küllî bir şükür iktiza eder. Ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın kelâm-ı ezelîsinin şimdiki bütün muhatablarına birden yetiştirmek için, küllî yüzbin dilli semavî bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur'an'ı okumalıdır. Tâ o nimetin küllî şükrünü eda ve o nimeti idame etsin.”[13]

            Radyo gıybet ve dedikodu aracı olmamalıdır.Bunda bir fayda söz konusu değildir.

            Radyo havanın madden ve manen düzelmesinde ve bozulmasında büyük etki yapmakta,kişileri menfilere taraftar kılarak zulme ortak yapmaktadır.

“Şimdi gözümün önündeki makinecik ve radyo kabı, Kur'anı dinlemek için odama getirilmişti. Baktım, on hissede bir hisse kelimat-ı tayyibeye veriliyor. Bunu da bir hata-yı beşerî olarak anladım. İnşâallah beşer bu hatasını tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âlî ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeğe vesile olan bu radyo nimetine bir şükür olarak beşerin hayat-ı ebediyesine sarfedilecek kelimat-ı tayyibe, beşte dördü olacak.”[14]

            Radyo ile hava unsurunun harekete geçmesiyle,ilahi kudretin cevelan ve tecellisi tezahür etmekte ve cevelan etmektedir.

            “Kelimelerin enva'ının kabı ve mahfazası olan yanımdaki bu radyo makineciğindeki bir avuç hava, kat'iyyen gösteriyor ki; şimdi elimizde baktığımız radyo istasyon cedveli namındaki listede yazılı ikiyüze yakın merkezden bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafelerden aynı dakikada bir tek kelime-i Kur'aniye, meselâ "Elhamdülillah" kelâmı tam hurufatıyla ve şivesiyle ve söyleyenin mahsus sadâsının tarzıyla, bu makinedeki bir avuç havanın zerreleriyle hiç tegayyür etmeden kulağımıza gelmek için ve muhtelif kelimat-ı Kur'aniyeyi ayrı ayrı sadâ ile, çeşit çeşit şive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve bozulmadan bizim kulağımıza getirmek için o bir avuç havanın her bir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihatalı bir irade ve bütün rûy-i zemindeki merkezlerde o Kur'anı okuyan hâfızların ayrı ayrı şivelerini bilecek ihatalı bir ilim ve onları bütün görecek ve işitecek muhit bir göz ve her şeyi bir anda işitebilir bir kulak olmazsa, elbette bu mu'cize-i kudret vücuda gelmeyecek. Demek bu bir avuçtaki hava zerreleri, yalnız ve yalnız bütün kâinatı ihata eden bir ilim ve iradenin, sem' ve basarın sahibi bir zâtın ve hiç bir şey ona ağır gelmeyen ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine kolay gelen bir Kadîr-i Mutlak'ın kudreti ve iradesi ve ilmiyle bu mu'cizat-ı kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ı havaiyede mevcudiyeti tevehhüm edilen serseri tesadüfün ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın icadına yer vermek; her bir zerreyi, bütün zemin yüzündeki küre-i havaiyede bulunan her şeyi görür, bilir ve yapar hâkim-i mutlak etmektir. Bu ise yüz bin derece akıldan uzak, muhal muhaller içinde bir hurafedir. Ehl-i dalalet gelsinler, mezhebleri ne kadar akıldan uzak ve hurafe olduklarını görsünler.”[15]

            Hava fotokopi makinesı gibi,kelimelerin çoğalmasına vesiledir.

            “Meselâ: Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak, cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiği gibi;

    âyetinin remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, âdeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi; manevî ve makbul hakikatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin acib bir mu'cizesinin zaman-ı Âdem'den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri ayn-ı hakikat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-ı mütenahî bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazır ve nâzırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler herbir zerre-i havaînin küçücük kulağına girip, incecik dilinden çıktığı halde karışmıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor.”[16]

            Bir kanunu ilahi ile devam eden hava,beşerin fiili gayretleri sonucu ona ikram ve ihsan edilmiştir.

            Daha öteyede vararak,akıldan geçenleri okumak ve de onları parmaklar gibi akıldan geçirmekle adeta düymeye basmak gibi uygulama yoluna gitmektedir.Artık parmakla basarak değil,akıldan geçmesiyle akıl bir parmak durumuna gelebilecektir.

            “Yüzbin hârikaları tazammun eden bir kanun-u İlahîyi, beşerin istifadesine vesile olmak için bir keşfiyat, yani fiilî dualarına bir nevi kabul hükmünde bir ilham-ı İlahî ile keşfolan radyo ile, beşer istifadesine vesile olan bîçare, âciz-i mutlak bir insana; "Hah!.. Radyoyu filan keşşaf icad etti ve elektrik kuvvetini buldu. Ve bazı keşşaflar da, beşerin kafasını okumak için bir madde icad etmeye çalışıyorlar."[17]

            Hava ile bir şey milyarlar defa çoğalarak,herkesin gözüne ve kulağına değişmeden aynısıyla girip görülmesi tam bir ilahi tasarruf ve tecellinin tezahürüdür.

Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasiyle bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.); umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi.. öyle de: Okunan bir Fâtiha dahi, (meselâ) umum ehl-i îman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle mânevî âlemde, mânevî havada çok mânevî elektrikleri, mânevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasıl ki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.”[18]

            Bu hakikatların neşrinde radyo büyük bir hizmet görecektir.Tahdis-i nimet olarak söyleyebiliriz ki;biz bu külliyat eserlerini radyoda okuyarak bitirip inşallah bu mananın bir cihette tahakkukuna vesile olduk.

            “Evet; Türk Milletini ve bu vatan ahalisini ve Âlem-i İslâmı ebede kadar şerefle yaşatacak ve mâzide olduğu gibi istikbalde de, tarihin altın sahifelerine, Kur'an ve İslâmiyet hizmetinde Âlem-i İslâmın pişdarı ve namdar kumandanı olarak kaydettirecek medar-ı iftiharı Risale-i Nurdur. Büyük bir vüs'at ve külliyeti taşıyan ve Anadoluda ve İslâm Âleminde zuhur edip her tarafda hüsn-ü kabule ve te'sire mazhariyetle gittikçe inkişaf ve intişar eden bu eser; Kur'anın malıdır, Âlem-i İslâmın ve ehl-i imanın malıdır ve bu vatan ahalisinin İslâmî bir medar-ı iftiharıdır. Bu memleketde hükmeden bir hükûmetin nokta-i istinadı, hem aynı zamanda bütün dünyaya duyuracağı muazzam hakikatlar manzumesidir ki, inşâallah bir zaman gelip radyo ile bütün âlemlere ders verilecek ve ilân edilecektir.”[19]

            Ancak radyo vesilelikten gaye yerine ikame edilmemeli sadece kudsi hizmete hizmet etmelidir.

            "Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiç gazete okumadım. Bu sekiz aydır bir defa, Cihanda ne oluyor? diye sormadım. Üç senedir buradan işitilen radyoyu dinlemedim, tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki : Îman hizmeti, îman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkındedir.”[20]

            Üstad radyo aleyhinde olmamıştır.

            “Hem, medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmesinden hatır ve hayâlime gelmiyen bir şeyi, zabıtnamelerde isnad ediyor. Güya ben, radyo (Hâşiye), tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum, diye terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor.

(Hâşiye): Radyo gibi azîm bir ni'met-i İlâhiyeye karşı azîm bir şükür olmak için, "Radyo, Kur'ân'ı okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara dinlettirip küre-i havanın bir hâfız-ı Kur'ân olmasıdır." demiştim.”[21]

            “Radyo, zemin yüzünü bir mekteb-i imanî hükmüne getirmeye vesile olacaktır.”[22]

            Radyo gibi bu nimetlerin keşfinde,ilahi ilhamlar ve kaderi müsaadelerin rolleri unutulmamalıdır.

 

 

GAZETE

 

            Hakikatlar gazete gibi okunmamalıdır.[23]

Gazeteler ve onlara olan taraftarlık kişiyi zulme ortak etmemelidir.

“Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat'î şahid, o vakitten beri sekiz senedir birtek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin.”[24]

Bugün gazetelerin menfi rolleri küçümsenmeyecek kadar büyük olup,dördüncü kuvvet olarak öne çıkarılmaktadır.Perde altında çok menfi şeyler yaptırılmaya,konuşanlar susturulmaya çalışılıyor.

            “Yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi ne okumak ve ne sormak merakım olmadığı halde, pek çok teessüf ile, yalnız bir kısım zaîf kardeşlerimizin hatırları için bugün bir gazetenin bir bahsini gördüm. Bundan bildim ki; perde altında ve üstünde ehemmiyetli cereyanlar rol oynuyorlar.”[25]

            Bazen fare fil bazende fil fare olarak gösterilmeye çalışılıyor.Sürekli irticanın kızdırılarak piyasaya temcid pilavının sürülmesi gibi…

            “Habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir.”[26]

Bediüzzaman vazifeli bir şahsiyettir.Ondandır ki bütün mesaisini vazifeli olduğu tek noktaya hasretmiştir.

“İhtar-ı manevînin kısa bir işareti şudur: Bana yirmibeş sene siyaseti ve gazeteleri ve sair çok fâni şeyleri terkettiren ve onlarla meşguliyeti men'eden gayet kuvvetli bir vazife-i uhreviye ve tesirli bir halet-i ruhiye benim bu mes'elenin teferruatıyla iştigal etmeme kat'iyyen mani oluyorlar. Sizler, bazan arasıra iki dava vekilinizle meşveretle benim vazifemi dahi görürsünüz.”[27]

            “Ben gazeteleri merak etmezdim. Fakat bu sırada hem Ehl-i Sünnet, hem Sebilürreşad'ın lehimizdeki yazıları herhalde aleyhimizdeki kıskançları ve gizli düşman zındıkları şaşırtmış. Bunlar o dostları susturmak için çalışmak ihtimali beni meraklandırdı.”[28]

            “İ'lem ey hitabet-i umumiye sıfatı ile gazete lisanıyla konferans veren muharrir! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeair-i İslâmiyeye zıd ve muhalif olan herzeler ile İslâmiyeti lekelendirmeğe kat'iyyen hakkın yoktur.

            Seni kim tevkil etmiştir? Fetvayı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalaletini neşr ve ilân ediyorsun? Milleti, ümmeti kendin gibi dâll zannetme. Dalaletini kime satıyorsun? Burası İslâmiyet memleketidir, Yahudi memleketi değildir. Cumhur-u mü'minînin kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalalete davettir, hukuk-u ümmete tecavüzdür. Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı halde, koca bir milletin belki âlem-i İslâmın hukukuna hangi cesarete binaen tecavüz ediyorsun? Ağzını kapat!..”[29]

            “Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle: Riyayı şan ü şeref ile iltibas etmiş. İnsanları da o pis ahlâka sevkediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi milletlere hattâ unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar "hamiyet-i cahiliye" ünvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir.”[30]

            “Bu lâhikalarda görüleceği gibi, Nur Müellifi Aziz Üstadımız Risale-i Nur'un neşri, okunup yazılması gibi bizzât Nurlarla iştigale ehemmiyet vermekte, talebelerini daima teşvik etmektedir. Bunun lüzum ve hikmeti ise, şübhesiz izahtan vârestedir. Zira asrımızda kâinat fenleri ve maddî ilimler revaçta olup, yeni yetişen nesiller bu ilim ve fenleri okudukları; hem tabiiyyun ve maddiyyunun din ve maneviyat aleyhindeki neşriyatı; hem küfr-ü mutlak cereyanı ki, hiçbir din ve maneviyatı tanımayan ve Allah'a iman hakikatına karşı muaraza ederek dinsizliği neşreden, İslâmî fikri zedeleyen ve bütün beşeriyeti tehdid eden, yeni nesillere ve gençliğe imansızlık fikr-i küfrîsini aşılamak isteyen kitab, broşür, gazete gibi neşir vasıtalarının İslâm ve iman düşmanlarınca ön plâna alındığı böyle acib ve dehşetli bir zamanda elbette Risale-i Nur'a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var.”[31]

“Onüç sene evvel, günde belki dokuz gazete okurken, dokuz senedir biz şehadet ediyoruz ki, bir tek gazeteyi bile ne okudu ve ne de okutturdu, ne istedi ve ne de arzu ettirdi.”[32]

“Üstadımıza ve Risale-i Nur'a dört-beş sene bazan hizmet eden ve okutturan ve cidden tarafdar bulunan bir zât, birden bir gün elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nur'un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiblerine tarafdarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstadın canı çok sıkıldı. Bir-iki gün sonra şiddetli fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var." O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişti, çabuk kurtuldu.”[33]

“Şimdiki gazeteciler ve baştakiler, hakikatları tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve aramalı; ve kıymetini takdir edip müşteri olduktan sonra onların yardımını kabul eder.”[34]

“Dört-beş aydan beri bir zât, bana buraya bir gazete gönderiyormuş; ben yeniden haber aldım ki, bana gönderiliyormuş. Buradaki dostlarım âdetimi bildikleri içindir ki, değil gazete, Nur'dan başka hiçbir kitabı, hiçbir mecmuayı kabul etmediğim gibi, yeni yazıdan hiçbir harf bilmediğim için korkmuşlar, bana haber vermemişler ve göstermemişler. Şimdi bir zât, bir mektub içinde bir sahifesi benimle konuşan bir gazetecinin, fakat dost ve hemşehri bir zâtın mektubunu gösterdi. Dediler ki: "Çoktan beri senin namına bir gazetenderiyordu, biz korktuk sana göstermedik." Ben de dedim: "O zâta benim tarafımdan çok selâm ediniz. O dostun eski bildiği Said değişmiş, dünya ile alâkası kesilmiş. Hem hasta, hem hususî mektubu kardeşime de yazamadığımdan o zât gücenmesin."[35]

“Müellifi otuzbeş seneden beri siyaseti terk edip bir gazeteyi okumamış ve şakirdlerine de "siyasetle meşgul olmayınız" daima demesi, bu suç unsurunu tamamıyla keser.”[36]

“Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki Firavunların dünyevî şan ü şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfîden mana-yı ismîyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile; eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ü şerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur'daki a'zamî ihlası kırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garbda, hem kim olursa olsun okudukları Fatihalar o ruha gider.”[37]

            “Bazı gazetelerin zaman zaman yaptıkları neşriyattan anlaşılıyor ki: Din ve İslâmiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar. İmansızlığın, ahlâksızlığın revaç bulmasını te'min etsinler. Demokrasi devrinde ve din hürriyetine müsaade edildiği bu zamanda böyle olursa; "Din zehirdir" diye millet kürsüsünden ilânat yapıldığı bir devirde dindarlara, hususen İslâmî gelişme ve inkişafa hizmet edenlere nasıl davranıldığı kolayca anlaşılır...”[38]

            “Hürriyeti sû-i tefsir etmemek ve meşrutiyeti meşrutiyet-i meşrûa olarak kabul etmek lâzım geldiğini ileri sürerek bu hususta dinî gazetelerde makaleler neşrediyor ve hitabelerde bulunuyordu. Bu makale ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar beliğ ve mukni idi. Ehl-i ilim ve ehl-i siyaset, Said Nursî'nin bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir.”[39]

“Gazeteler; iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile, ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar ve efkâr-ı umumiyeyi perişan ettiler. Ben de, gazetelerle onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki:

            - Ey gazeteciler! Edibler edebli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten, bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki siz, iki kıyas-ı fâsidle, yâni: Taşrayı İstanbul'a ve İstanbul'u Avrupa'ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz; ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira elifba okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez! Ve erkeğe, tiyatrocu karı libası yakışmaz! Ve Avrupa'nın hissiyatı, İstanbul'da tatbik olunmaz! Akvamın ihtilâfı; mekânların ve aktârın tehalüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek, Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz! Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten çıkar.”[40]

“İşittim "İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.)" nâmiyle bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübarekin altında, bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism-i mübareki, bazı mübarek zevat, Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar; daha basit ve sırf ibadete ve sünnet-i seniyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat-ı alâka ettiler; siyasete karışmayacaklar; lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki dindar müteaddit cemiyete bir cihetle mensubum. Zira, maksatlarını bir gördüm. Kezalik, o ism-i mübareke intisab ettim. Lâkin târif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedî'nin (A.S.M.) târifi budur ki: Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir; dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetülvahdeti ve irtibatı, Tevhid-i İlâhîdir; peyman ve yemini, imandır. Müntesibleri, kalûbelâdan dahil olan umum mü'minlerdir; defter-i esmâları da Levh-i Mahfuzdur; bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir; günlük gazeteleri de İ'lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden umum dinî gazetelerdir. Klüb ve encümenleri, cami ve mescidlerdir ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir, merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir. Böyle cemiyetin reisi Fahr-i Âlemdir (A.S.M.) ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yâni ahlâk-ı Ahmediye (A.S.M.) ile tahallûk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet ve eğer zarar etmezse nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi, Sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evâmir ve nevahi-i şer'iyedir ve kılınçları da berâhin-i katıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak, ikna iledir, icbar ile değildir! Taharri-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, İ'lâ-yı Kelimetullahtır. Şeriatta; yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir, yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulûlemirlerimiz düşünsünler.”[41]

“Bildiğime göre, edibler edebli olurlar. Edebsiz bazı gazeteleri, nâşir-i ağrâz görüyorum. Eğer edeb böyle ise ve efkâr-ı umumiye böyle karmakarışık olsa, şahid olunuz ki, böyle edebiyattan vazgeçdim; bunda da dahil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında, yâni Bâşid başındaki ecram ve elvâh-ı âlemi, gazetelere bedel mütalâa edeceğim.”[42]

           “Said Özdemir’in başından geçenler bunlarla sınırlı değildir. Dava uğruna geçen hayatında bakın daha neler yaşamıştır. Bir keresinde Ankara garına ilan asar o ve arkadaşları: “Yüksek merdivenleri getirdik, işçi elbiselerini diydik. Ankara Garı’nda ilan afişi astık. Sonra Ankara Belediyesi’nin yolcu taşıma otobüsleri olan EGO’da 40 otobüse reklam verdik. 40 adet renkli levha yaptırdık. ‘İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder...’ Risale külliyatından. İsteme adresi Pk. 444 Ankara diye. Bir hafta gezdirdiler onları. İzin almıştık ama bunları koyacağımızı bilmediler. 15 sene sonra onları bulduk, şimdi depoda duruyorlar.” Said Özdemir ve arkadaşları bir de Ankara Radyosu’na ilan verirler: “O zamanlar sıkı zamanlardı. Memlekette yalnız Ankara Radyosu vardı. Gittik, görevliye ‘Reklam vermek istiyoruz’ dedik. Görevli ‘30 kelime, bir günlüğü 300 lira’ dedi. ‘Al sana 900 lira, üç gün olsun’ dedik. ‘Ne zaman olsun? dedi. ‘Herkesin evine geldiği, çayını, kahvesini içtiği saat 8’de olsun’ dedik. Herkes radyoların başına geçti. Hakikaten o saatte spiker aynen şunu okudu: ‘Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur. Sözler, Mektubat, Lemalar, Tarihçe—i Hayat, Mesnevi—i Nuriye çıkmıştır. İsteme adresi Pk. 444 Ankara.’ Tekrar ‘Risale—i Nur, Risale—i Nur, Müellifi Büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nur’ dedik ve bütün düya duydu. Ertesi gün yine radyonun karşısındayız, baktık yok. Üçüncü gün oldu, yine yok. Celal Bayar telefon açmış bizzat. Ama o bir gün yetti bize.”
            Said Özdemir’in bir de o dönemde radyoda vaazı vardır, unutamadığı anıları arasında: “Risaleleri basmak için Seka’dan kağıt alıyorduk. Çünkü orada daha ucuzdu. Fakat belirli gruplar daha sonra bize kağıt vermemeye başladılar. Genel müdürle tartıştık. Benim canım sıkıldı ve ağlamaklı bir şekilde çıktım dışarıya, ‘Bu memleketin evlatları için kitap basacağız ama bize kağıt vermiyorlar’ diye kendi kendime söyleniyorum. Bir hafta sonra, benim tam o bulunduğum yerde bir vapur battı ve 250—300 çocuk şehit oldu. Onların babaları mevlit okutmak istedi. Ben de o zaman resmi vaizim. Valiliğe müracaat ettim ve kabul edildi beraat gecesi mevlit okunacak radyoda, ben de vaaz yapacağım. Üstad Hazretleri’ne telgrafla durumu bildirdim. O gece Hacı Bayram Camii’nde ben çıktım kürsüye. Radyo idaresinden birisi geldi ‘Senin konuşmanı iptal ettiler. Zaman vermemişler’ dedi. Ben de ‘İsteseydiniz verirlerdi’ dedim. Başladım 17. Mektup’tan, Tarihçe’den bazı kısımları okumaya. Vakit 10 dakika idi, 25 belki 30 dakikayı buldu bizim konuşmamız. Üstad Hazretleri de taksideki radyodan dünya kulağı ile dinlemiş ve çok hoşuna gitmiş ve ‘Said beraat etti’ demiş.”
           
“Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse onu iyice araştırın, sonra bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”[43]

 

MEHMET   ÖZÇELİK

17-02-2006


 

[1] Sözler.161.

[2] Age.171.

[3] Age.345,Şualar.359,581,589.

[4] Şualar.267.

[5] Age.350.

[6] Age.367.

[7] Age.685.

[8] Neml.16.

[9] İşarat-ül İ’caz.208.

[10] Kastamonu lahikası.38.

[11] Age.39.

[12] Age.72.

[13] Age.72.

[14] Emirdağ lahikası.2/67-68,100.

[15] Age.2/68.

[16] Age.2/121.

[17] Age.2/126.

[18] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.69.

[19] Tarihçe-i Hayat.155,163.

[20] Age.300.

[21] Age.400,405.

[22] Bediüzzaman Cevap Veriyor 210.

[23] Mektubat 42.

[24] Age.62.

[25] Şualar.335.

[26] Age.336.

[27] Age.492.

[28] Age.531.

[29] Mesnevî-i Nuriye.89.

[30] Age.188,265.

[31] (Barla Lâhikası 7.

[32] Age.301.Haşiye.1,358.

[33] Kastamonu Lâhikası 51.

[34] Emirdağ Lâhikası-1 109.

[35] Age.1/273.

[36] Age.2/131.

[37] Age.2/204.

[38] Tarihçe-i Hayat 24.

[39] Age.55.

[40] Age.65.

[41] Age.66.

[42] Age.77.

[43] Hucurat.6.