Hz.
Ali’nin tavsif ettiği Türk milleti[1]
ve onun çatısını oluşturan Osmanlıyı kendi zamanı içerisinde payidar eden
husus, madde ile manayı bir tutup beraber yoğurmasındandır. Mayayı atmış,
içinden dışlamamıştır. İ’la-yı Kelimetullah uğruna savaşmış,Kur’an-ın Cihad
emrini uygulamıştır.[2]
Bu Cihadın hikmetlerinden biri de;düşmanın cezalandırılması,rezil edilmesi ve
de mü’minlerin öfkelerinin
dindirilmesidir. Aksi durumda bu dışa karşı gösterilmeyen öfke iç de patlak
verecektir.[3]
Öldürmek amaç değildir.Amaç şerri def ve müdafaadır. Öyle ki;Ölmek,öldürmekten
daha üstündür. Ancak öldürmek veya ölmemek için ölmek. Diğer ifadeyle; Şehadet
gazilikten daha efdaldir. Şehidlik de cennetlik olmak, kafir eliyle zirveye
çıkmak,gazilikte cehenneme göndermek, kafiri layık ve münasip olduğu yere
göndermek.. Bir de onun hidayet durumu söz konusu ise, daha ahsen bir durumdur.
Aksi olarak ğayr-ı meşru, zulüm ile öldürmek söz konusu olursa,gayet vahim bir
durum. Hassasiyet içerisinde bir mücadele..Amaç düşmanı yok etmek olmadığı
belki adaleti te’sis söz konusu olduğu gibi, köle yapmakta söz konusu değildir.
Zira Ahmed Cevdet Paşanın da belirttiği gibi:” Köle almak köle
olmaktır.”Nitekim Peygamberimizin muamele ve emirlerinde de belirttiği üzere:”
Yediğinizden yedirin,içtiğinizden içirin ve onlara iyi muamele edin.”
Türkler
gittikleri yerlere adaleti göndermiş ve
oralardaki tebaalarca da alkışlarla karşılanmıştır. İşte Çanakkale misalleri:
Avustralyalı
Resmi Anzak savaş muhabirinin dehşet verici bir çok ifadelerinin birinde
Charles Bean, 8 Ağustos 1915-de yazdığı satırda;” Bu gün Pazar. Bu topraklara
ayak basalı 15 hafta oldu. Bu gün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan
birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısın da 100 kadar Türk ile iki Alman
esirin barındığı tutukevinde çevresine benzin döküp tutuşturuldu. Türklere çok
yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine
üşüştüler. Ama acı akibetten kurtulamadılar. Bu görüntüyü seyredip gülüşenler
arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanların ağzını
burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok muydu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı.
Çünki bu esirlere yapılan muamele
insanın yüzünü kızartacak derece de. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir
düşen asker ve subaylarımıza olağan üstü iyi davranıyorlar.”[4]
Ve
işte Kore savaşları: Türkler Kore-ye
hürriyet ve barışı sağlamak için gitmiş[5].
İki milyon civarında olan kayıba Türh Silahlı kuvvetlerinin kaybı 937 şehid ve
2038 yaralıdır.[6]
Bu Ruslara karşı, kominizmi durdurmak
içindir. Nitekim “Koministlerin hızlarını kore harbinden 4 yıl önce ilk
olarak kesen yine Türkler olmuştur.”[7]
Ve “Çağdaş Tarih Dergisinin incelemesi sonucunda;”Eğer Türkiye olmasaydı,
batının can damarı orta doğu petrolleri Rusların eline geçerdi.”[8]
Bir araştırmada da;” Türklerle ruslar 13 meydan muharebesi yapmış,fakat
birbirlerine üstünlük sağlayamamışlardır.”[9]
Dünya basını da bu başarıyı onaylamıştır.[10]
En büyük sıkıntı göç de yaşanmış 7,5 milyon insan göç etmişti[11]
Mao ve Stalin vahşetin iki simgesi idi.[12]
Düşman 8-10 katı olmasına[13]
rağmen,imanın gücü galib geliyordu.[14]
Ve
şimdiki acı çeken Kosova. Bütün bu farklı unsurlar Osmanlının idaresinde
asırlarca yaşadı.1998 şubatında başlayan dram, 1999 Martında ilticalarla sürdü.
Kilometrelerce göç kuyruğu. Dükkanlar,içindeki mallar,evler ve içindeki eşyalar
hep gitmiş yok olmuştu. Evler basılıyor,çocuklar ve babalar öldürülüyordu.
Kadınlara tecavüz ediliyor. Toplu mezarlara konularak insanlar imha ediliyordu.
Natonun bombardımanıyla susmuş gibi olsa da sırp sırtlanı,kosava yanıyordu.[15]
Varlığını bize,Osmanlıya borçlu olan
sırp,borcunu zulmüyle ödüyordu.
İslâmdan önce de olan
“Hılf-ül Fudul” –Faziletlilerin Yemini- sözleşmesiyle korunan mağdurları kurum haline getirerek “Ahilik Teşkilatı”yla
esnafları ve esnafları bir yandan korurken diğer yandan da düzenlemiş oldu.
Öyle ki bunu her alandaki başarıyla devam ettirdi. Hamamlar da bile müslüman
başını tıraş eden usturanın kafir olanınkinden farklı olmasından, havlu ve
peştemallerin ayrı olmasına, yüzü silen havlunun aynı olmamasına kadar
gösterilecek hassasiyeti tüzük haline getirmiştir.
II.
Abdulhamid Belgrat ormanlarına zarar veren köylüleri toptan sürmesi olayına
kadar her alanda varlığını göstermiş ve hissettirmiştir.
Eğitim
alanında da Nizam-ül Mülk-ün Nizamiye Medreseleri ile yaptığı atılım, Fatih
Sultan Mehmet-in genişleterek yaptırdığı “sahn-ı Saman Medreseleri” ile
bölümlendirilip,geliştirilmiştir.
Harun
Reşid, Me’mun devirlerinde Bağdad da ilim alanındaki büyük gelişmeler ve bir
çok dalda yetişmiş ilim adamları mevcuttu.[16]
Ve
sarayda yamancıların asker, sanat ve de devlet adamı yetiştirilmeleri
Enderundan, Şehzadelerin ilk tahsillerini yaptıkları Şehzadegan ve musiki
öğrenimi görülen meşkhane eğitimleri. Ve toplumun genelini ilgilendiren medrese
eğitimlerinde insanların temel dini eğitimleriyle beraber,almış oldukları fen
eğitimleri. Ve II. Mahmudun 1824- de
yayınladığı bir fermanla mevzii olarak 1839-a kadar mecburi kılınan ilk öğretim
zorunluluğu tanzimat-da da devam etmiştir
Osmanlının
hakkıyla tanınmamasındaki en büyük amil bilgi ve belgeden mahrum olmuş veya
bırakılmaktan kaynaklanmaktadır. Tarih adına okullarda görülen eğitim 75 yıllık Cumhuriyet ve geçmişin
karalanması üzerine bina edilmektedir.. Kısa ve Kısır bilgiler..
Ve
aynı zamanda; Osmanlının tanınmasında belge oluşturabilecek arşivlerin yüzde
doksanının ya Bulgaristana kağıt fiyatına
okkası yani 1330 gr. 3 kuruşa satılması,[17]
ya yakılıp imha edilmesi, toplanıp saklanması veya mevcut olanlarında büyük
çapta okunmamasına rağmen onun büyüklüğünden pek de bir şey kaybetmemiş, kendi
büyüklüğünü korumuş olduğunu görmekteyiz. Bunca karalamalara rağmen o
küçültülememiş, karalama kampanyaları onu küçültememiştir. Düşünmek gerekir ki,
Osmanlı belgeleriyle anlaşılmış ve anlatılmış olsaydı onun büyüklüğüyle beraber
kendi küçüklüğümüzü daha net görüp anlayacaktık. Küçültme kampanyaları küçüklük kompleksinden ileri gelmektedir.
Osmanlıdaki
dahi şahsiyetleri çıkardığımızda,gerek içimizde ,gerekse de dışta ne kadar dahi
bulabiliriz. Nitekim,Mikail beyin iki oğlundan askeri dahi olan Çağrı bey,
siyasi dahi olan Tuğrul bey gibi umumi teveccühü kazanan üstün
şahsiyetler..Tuğrul bey “Umumi teveccüh neticesinde Halife Kaim bi Emrillah 15
Aralık 1055 Cuma günü Bağdatta hutbenin Tuğrul bey adına okutulmasını
emretmiştir. Böylece Tuğrul bey, İslam aleminden manevi destek de temin etmiş
oluyordu.”[18]
Ta Fatih Sultan Mehmede kadar.O Fatih ki;
Manayla maddeyi,akıl ile kalbi birleştirmeye ve maneviyat eli Akşemseddin ile
birleşmeseydi, Fatih olup fethe müyesser olamazdı. Zira kendisini fethedemeyen
başkalarını fethedemez. Belki o iyi bir kahraman olabilir,iyi kılıç
kullanabilir,iyi bir fedai olabilirdi. Ancak hiçbir zaman Fatih olamazdı. Bir
Hristiyan olsaydı, İslam ve imanın nuruyla nurlanmasaydı,iyi bir şövalye
olabilirdi. Ancak Fatih ve Hadis de müjdelenen –İyi bir komutan- olamazdı.
Kendi dünyası karardığı için çok insanlarında dünyalarını karartır, kapatırdı.
Açan değil,kapatan olurdu. Fatih top misal ise, Akşemseddin onu ateşleyen ateş
ve kıvılcım oldu. Kıvılcımsız top patlar mı?
Fatih,Yavuz
ve Kanuni Osmanlının bel kemiğini oluşturup;Osmanlının çağ açmasında,Yavuz’un
engelleri kaldırması ve büyümesinde,Kanuni ise sahib olduğu Barbaros Hayreddin
Paşa ile de,geliştirip büyüterek emri altına almak suretiyle hükmetmesinde rol
oynayan üç Osmanlı padişahıdır.
Tarihçi
Hammer’in ifadesiyle:”Gerçekten denebilir ki,bütün protestan hristiyan
hükümdarlar,selametlerini Muhteşem Süleyman’a borçludur.”[19]
1962’de
istiklaline kavuşan Cezayir milli hareket lideri Albay Muhandul Hacc
beyanatında;”Her şeyi hatta bir millet oluşumuzu Türklere borçluyuz. Osmanlılar
geldiği zaman bizler korsandık. Yüzlerce kabileden müteşekkildik.
Osmanlılar,başımıza bir paşa getirdiler. Dağınık aşiretleri bir araya
topladılar.Onları bir kavim haline koydular. Bu kavim,300 yıl,merkezi Türk
idaresinde kaldı. Birliğin kudretini öğrendi. Türklerin yardımıyla millet
haline geldik.” [20]İşte
Osmanlı farkı...
Öyle
bir geniş alana sahib olunmuştur ki:”Dünyanın bilinen ülkeleri 64 milyon km.2
olduğu halde 44 milyon km.2. ‘sine sahib bulunuyorlardı ve bu topraklar
üzerinde 300 milyon nüfusun yaşadığı hesablanıyordu.”[21] Moğollar döneminde böyle iken;
Osmanlının
hakim olduğu dönem içerisinde;”Şu veya bu tarihte hakim olduğu bütün
toprakların yekunu 23 milyon km.2.’yi bulur.”[22]
Böylece;”1954
sonbaharı Osmanlı cihan devletinin zirvesi sayılır. Toprakça en büyük genişliğe
erişilmiştir. Sonbahardan itibaren iniş başlar.”[23]
Teslim
edilmiş bir gerçektir ki;”...Osmanlılar,yeni zaman tarihinde devletlerini
kurarlarken,dini hürriyet prensibini temel taşı olmak üzere vaz etmiş ilk
millettir.”[24]
Osmanlının
dindeki hususiyetleri:”İstanbuldan gönderilen Kadı’lar Hanefi idi. Fakat
müftüler o mahallin mezhebinden idiler. Büyük şehirlerde 4 sünni mezhebin ayrı
müftüsü bulunurdu.”[25]
Padişahların
ortak çizgisi:”Din’e,Allah’a,Peygambere,Ashaba saygısız tek kişi çıkmamıştır.”[26]Sefâheti
ve ihmali bulunsa bile...
Nitekim:”İslam
dinini,Hindistan kıt’asına kudretle sokan,Sevik Tegin ve oğlu Sultan Mahmud
Gaznevi’dir.”[27]
“1481’den
1925’e kadar 444 yıl Fatih’in başı ucunda Kur’an sesi bir an susmadı.”[28]
Elbetteki
Osmanlıyı Osmanlı yapan faktör maddi saltanatını manevi saltanatla
kuvvetleştirmiş ve desteğini sürdürmüş olmasındandır. Bununda başında Hilafet
gelir.
Osmanlı
Hilafetinin meşruluğu dört esasa dayandırılmaktadır: “İlahi iradenin tecellisi
Ecdattan tevarüs etmek,siyasi ve askeri güç sahibi
olarak İ’layı Kelimetullah için fütuhatta bulunmak; Ulema,devlet
adamları,askerler ve halkın tasvib ve biatı.”[29]
Bu
biatın önem ve te’yidindendir ki Bediüzzaman:” Sultan Selime biat etmişim,onun
ittihadı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o, Vilayat-ı Şarkiyeyi ikaz etti, onlar da ona biat
ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamandaki şarklılardır.”[30]
Halifelik
Abbasilerden Osmanlılara 1517 yılında geçmiştir.[31]
Fitneyi
önlemek amacıyla Hadiste:” İki Halifeye biat edilmesi halinde diğerinin /
sonrakinin öldürülmesi icab ettiği...”[32]
nakledilmiştir.
Osmanlı
sultanlarının hilafetleri de meşru olup Yavuz Sultan Selimin yani Saltanat ve
Hilafeti birleştirmesiyle güç kazanmış ve yükselmiştir.[33]
Ve
bu mana devamlı halka hissettirilmiş ve hayata yansıtılmıştır. Nitekim
“Hülefayı Raşidin döneminden itibaren genellikle halifeler namazlarda bizzat
imamlık yapmakta ve Cuma günleri hutbe
okumaktaydılar.;vilayetlerde ise bu iş valiler tarafından yapılıyordu. Abbasi
halifesi Razi Billah-dan sonra halifeler Cuma günleri nadiren hutbe okumuş ve
mu dönemden itibaren hatiplere bırakılmıştır.”[34]
Hattı
Hümayunda bir Osmanlı Sultanının Şer’i Şerife bağlılığını ifade eden sözünde;”
Cümlemizin başı Şeriatı mutahharaya bağlı olduğundan kaffe-i ef’al ve
harekatımızı ona tatbik etmeye sa’yeder isek ol vakt ruhaniyatı Peygamberi dahi
hoşnut ve razı olarak Cenâb-ı Hayrun Nasırin devlet-i Aliyyemizde fevz ve
nusret ve tevfikatı Samedaniyyesine mazhar edeceğine kat’an şüphe yoktur.”[35]
Halifelik;halk
üzerinde,sosyal hayatta muvaffakiyeti sağlayan en önemli unsur idi,göz ardı
edilemezdi. 17. Yüz yıl Papalıkta müessir olan Vicenza Piskoposu Baroldi
Monteguclio şöyle der;” Biz haçlı seferlerinde Türklerin kılınçlarından
çok,sosyal düzenlerine,aile ve toplum değerlerine,adalet ve İslam Türk hukuk kaidelerine
mağlub olduk.”[36]Bu
gerçek onlarca da göz ardı edilemezdi. Ve öyle de oldu.
Hz.
Âdemden Peygamberimize bir devre, Peygamberimizin devresinden zamanımıza olan
ikinci devre de hep fetihler ve yükselişler olmuştur. İslam-ın güneş gibi
doğuşuyla ufuktaki ve kalblerdeki karanlıklar da izale olmuştur. Selçuklu,
Osmanlı, İstanbul-un fethi ve dünyanın fethi devreleri süregelmiştir.
Her
kemalin bir zevali olması şu noksan dünyanın bir gereğidir.
Baş
da siyasi dahi İngiliz-in girişimleri bu hilafeti sona erdirdi. Bu amaçla bir
yandan; İngiltere-nin hedefi Osmanlıya alternatif bir halife ihdas ederek kendi kontrolünde onu
yönlendirmeyi amaçladığından; 1916-daki Şerif Hüseyinin isyanı bunun bir
tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.”[37]
İslâm
devletlerinin başlarındaki gerek idarecilerde,gerekse idaredeki,halk ile olan
uyumsuzluk da İngiliz entrikasının
mevcut olduğunu İngiliz ajanı Hemper kendisi ifade eder.
Yani:”1878’den
sonra İngiltere’nin an’anevi Osmanlı dostluğunun yerini Mutlak Osmanlı
düşmanlığı aldı.” [38]Buda
bir yandan ticaretin düşmesinde rolünü gösterdi.
Toplumu
ölmüş gitmiş,hiçbir faydası olmayan insanların münakaşasıyla uğraştırır.
Onların kendi aralarında bir meselesi yokken,insanları onlarla problem sahibi
yaparlar.[39]
Hassas
noktanın hilafetten kaynaklandığını biliyordu. Bu düşünceyle;” 1878-1880
yılları arasında İngiltere-nin İstanbul büyük elçisi olan Henry Loyard-ın
“Sultan(II. Abdulhamid,Halifelik sıfatı hakkında gösterdiği hassasiyeti başka
hiçbir meselede göstermemektedir. Onun en büyük gayelerinden biri ünvanını
muhafaza etmektedir. Halife ünvanını Sultan ünvanından daha kutsal ve ehemmiyetli görmektedir.”[40]
Bunda
dini bazı problemlerin çıkacağı durumu,önemli rol oynadı. Çünki halifelik
kalkarsa Dar’ul Harb olan memleketlerin de dini mükellefiyetler zora düşecekti[41]
Bu
düşüncelerle Hindistanlı hilafet hareketi heyetinin 1920 Martında İngiltere
başbakanı Lioyd George’a yaptıkları Osmanlının dini ve siyasi statüsünün
değişmemesi teklifi sert tepkiyle karşılanmıştır.[42]
Ve bizde
de başlangıçta büyük kabul gören hilafet,daha sonra ilgasıyla son bulmuştur.
Nitekim “ Türkiye Büyük Millet Meclisi reisi Mustafa Kemalin Son Halife
Abdulmecid-e meclis tarafından hilafet makamına seçildiğini bildiren 19 Kasım
1922 tarihli tebliği”[43] bildirdiği
belgeyle sabittir. Buna istinadendir ki;Halife Abdulmecid-in halifelikten
çekilmediği[44]
kuvvet kazanmış olmaktadır.
Aynı
zamanda “22 Kasım 1923-de gerçekleştirilen Cumhuriyet halk fırkası
toplantısında fırkanın genel başkanlığına seçilen İsmet Paşa Halifenin ziyaret
edilmesine temas edip, “ Tarihin her hangi bir devrinde bir halife zihninden bu
memleketin mukadderatına karışmak arzusu geçirirse o kafayı behe-mahal
koparacağız.”[45]
der.
Osmanlı-Rus
savaşından sonra imzalanan 1774 küçük Kaynarca anlaşması;” batılı bir devletin
Osmanlı padişahlarını bütün müslümanların halifesi sıfatıyla tanıdığını
gösteren ilk resmi belge olması bakımından önemli.”[46]
Olmasına rağmen; “ İngiltere de 19. Yüz yılın ikinci yarısında ortaya çıkan
Osmanlı hilafeti karşıtı propağandalar..”[47]
yıkılışı ve kopmaları hızlandırır. Nitekim “ Kırım Osmanlılardan özel bir
hukukla ayrılan ilk İslam toprağıdır. Osmanlı devleti daha önce hiçbir gayr-i
müslim devletle,bir zamanlar kendi sınırları içinde yer alan bir ülkedeki
müslümanların geleceğini tartışmamıştır. Padişahlar bu tarihten sonra da
Osmanlı sınırları dışındaki müslümanlarla hilafet hukuku çerçevesinde
ilgilenmeyi sürdürmüşlerdir.”[48]
“Hammer,büyük
Osmanlı tarihini bu 1774 Kaynarca muahedesi ile bitirir. Cevdet Paşa’da 50 yıllık
büyük Osmanlı tarihine bu muahede ile başlar.”[49]
Osmanlının
yıkımında şu üç andlaşmanında önemli olduğu görülür;1)1699 Karlofça
anlaşması. 2)1878 Berlin anlaşması. 3)1913 Londra anlaşması.[50]
Birincisiyle;
kendisi başkalarının istiklal ve büyüklüğünü tanıyordu.
İkincisiyle;Topraklarını onlara geri iade ediyordu. Üçüncüsüyle de;elleri
kolları bağlanarak zoraki tanınıyordu. Aldı,verdi,sınırlı kaldı. 1923 Lozan ile
de bunların tescili gerçekleşmiş oldu.
Karlofça
anlaşması;(26-1-1699)”Avrupa lehine ve Türk aleyhine ilk anlaşma idi.” 1699
yılı,tarihin en mühim yıllarından biriydi. Asyanın üstünlüğünün Avrupaya
geçtiğini gösteriyordu.”[51]
Katib
Çelebi’nin özetle ifade ettiği gibi;Kişinin ihtiyarlığına alamet nasıl ki saç
ve sakal ağarması ise;devletin kocadığının alameti de,özellikle baştakilerin
saltanata,zinete düşkünlüğü,rahatlık,zevk,makam,şan-şeref gibi hastalıklar
olduğunu söyler.[52]
Abdulhamid
Han hatıratında:” İmparatorluğumuz din,iman ülkesidir ve öyle kalacaktır. EĞER
DİN ANLAYIŞI YIKILIRSA İMPARATORLUĞUMUZUN SONU GELMİŞ DEMEKTİR. Dindaşlarımızla
meskun olan memleketlerin,büyük devletlerin elinde olması pek acıdır. Devlet-i
Aliye-deki yirmi milyon müslüman kalmıştır,buna rağmen bütün müslümanların gözü
İstanbul-dadır.”[53]
Ve bunun hilafet ile İslam alemini koruyup,İslam aleminde de ittifakı temin
etmeye sebep olacağını söyler ve bu amaçla da
Şam ve Mekke demir yollarını inşa eder.[54]
Muhyiddin-i
Arabi;Osmanlının kuruluşundan bir asır önce yaşadığı halde,Osmanlı döneminde
zuhur edecek olan olaylardan yaşamış ve yaşanmış gibi bahsetmektedir.[55]
Hilafetin
kalkmasında öncü olan Rıza Tevfik gibiler pişmanlığını şöyle itiraf ediyor:”
1908 ihtilalinden evvel,bizleri baş-da İngiliz sefiri olmak üzere
Fransız,İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyas-da fikir
muaveneti (yardım) ve teşvik gördük...Hey Rıza! Meğer kimlere hizmet etmiş?”[56]
Ve Rıza Tevfik İstanbul-daki İngiliz elçisi (1909) lorduna sorar:” İngiltere
Devlet-i fahimesini,Hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alakadar
ediyor?
Ha...Dostum
Rıza Tevfik Bey...Biz Mısır-da,bilhassa Hindistan da İslam kitlelerini idaremiz
altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık,muvaffak olamadık. Halbuki
Sultan?Yılda bir defa bir “ Selam-ı Şahane”,bir de “Hafız Osman Kur’an-ı
Kerimi” gönderiyor,bütün İslam ümmetini,hudutsuz bir hürmet duygusu
içinde,emrinde tutuyor.
İşte
biz ihtilalden ve siz Jön Türklerden ihtilal sonunda,sultanların da,
hilafetinde,yani bir Selam-ı Şahane ve bir Hafız Osman Kur’aniyle kitleleri
avucunda tutan kuvvetinde devrilmesini bekledik,aldandık. İşte bu sebeple bir
soğuk adem-i kabul gördünüz.”[57]
Bu
amaçla her fitneyi meşru gören İngilizlerin bu entrikalarını te’yid eden Albay
İsmail Erdoğan-ın şu itirafı ışık tutmaktadır:”Henüz yeni zabit çıkmış çiçeği
burnunda birer mülazım (Teğmen) idik. İttihatçılar,bize de nefer elbisesi
giydirdiler.(Cahillerin birleşerek yaptıkları bir gerici isyan diye gösterilen
31 Mart fesadını er esvabı giydirilmiş ittihatçı subayların idare ettiği ve
gerisinde İngiliz-Siyon parmağı bulunduğu...Ayrıca bu vakanın Sultan Hamidi
devirerek-sonunda- imparatorluğumuzu yıkmak hedefi güttüğü böylece sabit
olmuştur.)31 Mart hadisesine karıştık. Fakat bu katılmamıza mükafat
olarak,terfi zamanını beklemeden bir üst rütbeye terfi ettik. Bir rütbe kıdem
aldık.”[58]
“1950’den
sonra Hamid rejiminin büyük düşmanlarından ve ittihad ve terakki erkanından
ünlü gazeteci Hüseyin Cahid Yalçın;”İmar ile siyasi iktidar mümkün
olsaydı,Sultan Abdulhamid ölümüne kadar tahtta kalırdı.”der.[59]
Bunun
getirdiği kaybı Mısır-da “El- İtisam”dergisinin Ağustos 1988 tarihli sayısında:” Laik,şeytani ve
Yahudi dönmesi Atatürk, Türkiye ye her şeyini kaybettirdi. Bu kayıp öylesine
büyük oldu ki,Türkler,tarihlerini ve batıyı kahrederek,İslâmiyeti Avrupanın
kalbine kadar götüren Fatih Sultan Mehmet-lerini bile elden çıkardılar.”[60]
İsmet
İnönü ye karşı Adnan Menderes samimi idi. Parlamentonun gücünden dolayı:” Siz
isterseniz Hilafeti bile getirirsiniz.”diyordu.
Ancak
bütün bu sebeplere rağmen kaderinde bir hükmü vardı ve de hükmetti.
Osmanlı
Şer’i Şerife uygun hareketini son 150 yıldaki ihmali neticesiyle,tanzimatın
başlamasına sebep olan düzenlemeler adıyla 3 Kasım 1839-da Gülhane Hatt-ı
Hümayununu ilan etmiştir.
Bu
şura meclisi yavaş yürümesi neticesinde de
batının zorlamasıyla 18 Şubat 1856 tarihli Islahat fermanıyla da gayr-ı
müslimlere bazı hakların tanınması veya tanınan hakların uygulanmasına gidilmiş
olmaktadır.[61]
“Islahat
fermanı Tanzimat fermanına göre daha ayrıntılı idi. Tanzimat fermanı Osmanlı
tebaasını kapsarken,ıslahat fermanı,Osmanlı ile ecnebi,gayrı müslimleri de
kapsamakta idi. Tanzimat iç dinamiklerin,ıslahat dış etkilerin tesiriyle
çıkarılmıştır.[62]
Böylece;Hz.
Ebu Bekir-den beri devam eden hilafet,102. Halife olan II. Abdulmecidle 3 Mart
1924 tarihinde tamamen İngiliz baskısıyla lağvedilmiştir.[63]
12-09-1999
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Nehcül Belağa.Heyet. Sh.162.
[2] Bkn.Medine Dönemi ve CihadDoç.İ.S.Sırma,Maruf ve Münker.S.C. el-Amra.Terc.M. İslamoğlu.Sh.129.
[3] Bkn.Tevbe Suresi. 14-15.
[4] Bkn.Aksiyon Derg. 13 Mart.1999, sayı.223,Sh.37.
[5] Kore Harbinde Türklerle.N.Dündar Sayılan. Sh.474.
[6] Age.Sh.462.
[7] Age. Sh.438.
[8] Age.Sh.438.
[9] Age. Sh. 439.
[10] Age. Sh. 177,58.
[11] Age. Sh. 62-63.
[12] Age. Sh. 41.
[13] Age. Sh.43.
[14] Age. Sh. 25.
[15] Geniş bilgi için bak.zaman gazt.7-10-Temmuz.1999.
[16] Fuzuli. Prof.A. Karahan. Sh. 118-119.
[17] Bak.Türkiye gaz.11-3-1997,4-3-1997.
[18] Yeni Asya gazt.1.Eylül.1980.
[19] Age. 1 / 203.
[20] Age. 1 / 175.
[21] Age. 1 / 47.
[22] Age. 1 / 307.
[23] Age. 1 / 302,306.
[24] (Gibbons)Osmanlı devleti Tarihi. 2 / 144.
[25] Age. 2 / 10.
[26] Age. 2 / 12.
[27] Age. 1 / 43.
[28] Osmanlı Devleti Tarihi.Y.Öztuna. 2 / 164.
[29] İslam Ansiklopedisi.TDV.17/547,İslam Ceza Hukuku. Ve Beşeri Hukuk. A. Udeh.terc.A.Nuri.Sh.1/192-202,Bkn.İslam Anayasası.Doç.A.Akgündüz.Sh.29.Müslüman Kardeşler Hareketi.C.Kutay.Sh.181,İslam Kültür Atlası.İ.R. ve L.L. Faruki.terc.178-182
[30] Tarihçe-i Hayat.B.S.Nursi. Sh.63.
[31] İlmihal.İsam. II /274,Halifelik için bkn.age. II /270-288, 297-303.
[32] Müslim-İmare. 61, Bkn.İslam Ans. 17 / 539.
[33] İslam Ans.age. 17/548.
[34] Age.17/543.
[35] Bilinmeyen Osmanlı.Prof.A.Akgündüz.S.Öztürk.Sh.390.
[36] Bkn.Zaman gazt.7-12-1998.
[37] İslam Ans.age. 17/ 548-549.
[38] Osmanlı Devleti Tarihi.age. 2 / 236.
[39] Bkn.Hempher’in İ’tirafları. M.S.Gümüş. Sh.5-6,16.
[40] Age. 18 /109.
[41] Age. 18/ 110.
[42] Age. 18 /108.BknMüslüman Kardeşler Hareketi.age.Sh.258.
[43] Age. 17 / 549,Din-Devlet İlişkileri.H.H.Ceylan.1 / 37.
[44] Din-Devlet İlişkileri. age. 1 / 136.
[45] İslam Ans. 17 / 550.
[46] Age. 17 / 546.
[47] Age. 17 / 546,548.
[48] Age. 17 /547.
[49] Osmanlı Devleti Tarihi.Y.Öztuna. 1 / 454.
[50] Age. 1 / 571.
[51] (Gernard)Age. 1 / 419.
[52] Bak. age. 1 / 215-216.
[53] Temellerin Duruşması. Ahmet Kabaklı. Sh. 124,169-179.
[54] Bkn. age. Sh. 125-126.
[55] Bak.Şeceret-ün Nu’maniye.Terc.Efrani.Edirne kütüphanesinde.Bak.İnancın Gölgesinde.(I) F.Gülen.sh.83.
[56] Temellerin Duruşması.Age.Sh.135,152,160,164.
[57] Age. Sh. 136-137.
[58] Age. Sh. 137.
[59] Osmanlı Devleti Tarihi.age. 1 / 589.
[60] T.Duruşması.Age. Sh.168.
[61] Bkn.B. Osmanlı.age.Sh.396.
[62] Bkn. İslam Ans. age. 19 /187.
[63] Age. Sh. 303.