XIX. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ -
ABD SİYASÎ İLİŞKİLERİ
Nurdan ŞAFAK * |
GİRİŞ
Günümüz olaylarının anlaşılmasında önemli bir yere sahip olan tarihi
hadiseleri bilmek geçmişi anlayarak geleceğe yön vermede mühim bir
parametredir. Osmanlı-Amerikan ilişkileri bu açıdan değerli ip uçları
taşımaktadır. Bugün ABD için vazgeçilmez partner olan Türkiye bu konumuna
Osmanlı birikimiyle gelmiştir. Dünyanın jeopolitik ve jeostratejik açıdan
önemli bir merkezinde bulunan Türkiye dünya tarihinde her zaman önemli bir
rol oynamıştır. ABD`nin ticarî çıkarlarıyla başlayan Osmanlı-Amerikan
ilişkileri XIX. yüzyılın farklı dilimlerinde değişiklik göstermiştir.
Yaklaşık iki yüzyıla yaklaşan Türk-Amerikan ilişkilerini Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemi (ya da II. Dünya Savaşı sonrası) olmak üzere iki döneme
ayırmak mümkündür. Bu yazıda Osmanlı dönemindeki Türk-Amerikan ilişkilerine
Osmanlı arşiv belgeleri ışığında değinilecek aynı zamanda 21. yüzyılda dünya
siyasetine yön veren ABD´nin bugünlere nasıl geldiğini ve yıllarca hangi
Müslüman devlete vergi ödediğini merak edenler için de sanırız önemli
bilgiler verilecektir.
Avrupa devletlerinin emperyalist politikalarının dışında kalmak istemeyen
ABD Yakın Doğu`ya nüfûz etmek için, XIX. yüzyılda bölgenin tek hâkim gücü
olan Osmanlı Devleti ile resmî temasa geçmek istemiştir. ABD`nin Doğu
Akdeniz ticaretinde etkin olması gibi ticarî nedenlerle başlayan
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ekonomik sebeplerden çok, siyasî amaçlar
belirleyici olmuştur. Bu anlamda ticaret, ABD tarafından siyasî alana nüfûz
etmenin anahtarı olarak kullanılmıştır. İki devlet arasında çıkan problemler
de genellikle siyasî meselelerden kaynaklanmıştır. Osmanlı-Amerikan
ilişkilerine dair tespit ettiğimiz binlerce arşiv belgesinin yaklaşık yüzde
80`i siyasî konulara ilişkindir. Bu da, siyasî ilişkilerin ağırlıkta
olduğunun göstergesidir. Kısaca Osmanlı-Amerikan münasebetlerinde, ekonomik
faktörlerin öne çıktığı görünse de aslında siyasî kaygıların birinci sırada
olduğu görülmektedir.
Osmanlı Devleti-ABD İlişkilerinin Seyri
18. yüzyılın sonunda bağımsızlık bildirgesiyle dünya siyaset arenasına çıkan
ABD dönemin büyük bölgesel gücü olan ve üç kıtaya yayılmış Osmanlı Devleti
ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu ilginin temelinde ekonomik çıkarlar
saklıdır. ABD`nin özellikle Akdeniz havzasında bulunan devletlere verdiğe
özel önem sayesinde Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin temelleri atılmaya
başlanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri Akdeniz`e ticaret gemilerini çıkarabilmek için
bölgeye hâkim olan Osmanlı Devleti´ne bağlı ve yarı özerk statüde Kuzey
Afrika´daki Garp Ocakları adı verilen Cezayir, Tunus ve Trablus
beylikleriyle antlaşma yapmak zorundaydı.
Cezayirli gemicilerin izinsiz dolaşan iki Amerikan gemisine el koyması ABD`nin
adımlarını çabuk atmasına neden olmuştur.[1] Amerikan hükûmeti 1795
senesinde Cezayir, 1796`da Trablus ve 1797`de Tunus ile antlaşma
imzalamıştır. Antlaşma çerçevesinde Birleşik Devletler sadece Cezayir`e
yılda 12.000 altın veya eş değerde askerî mühimmat olmak üzere yirmi yıl
(1795-1815) boyunca vergi ödemiştir.[2] Bu olay günümüzde dünya
jandarmalığını üstlenmiş ve istediği devletlere her türlü ambargo
uygulayabilen ABD´nin Müslüman bir devlete yıllarca vergi ödemek zorunda
olması açısından çok ilginçtir.
Osmanlı Devleti`nin ABD ile ilk münasebeti Cezayir, Tunus ve Trablus
beylikleriyle yapılan antlaşmalarla dolaylı olarak başlatılabilir. Çünkü
söylediğimiz gibi bu beylikler Osmanlı Devleti`ne bağlı, Türk yöneticilere
sahip yarı özerk yapıda idiler. Ayrıca Cezayir ile yapılan antlaşma metni
Türkçe olup Osmanlı diplomatiğine ait belge türü olan “âhidnâme”
terminolojisiyle yazılmıştır.
Amerikalıların doğrudan Osmanlı sınırlarına girmesi ise Amerikan ticaret
gemileri vasıtasıyla gerçekleşmiş ve 1797`den itibaren Amerikalı gemiciler
İngilizlerin himayesinde İzmir limanı başta olmak üzere Osmanlı sularına
giriş yapmıştır. Amerikalılar bu görev için İngilizlere yüklü meblağlar
ödemek zorundaydılar.[3] Amerikan ekonomisine gelen malî yük ABD`nin Osmanlı
yöneticileriyle karşılıklı antlaşma müzakeresine başlamasını
hızlandırmıştır. Bunun yanında Amerikan hükûmeti 1799 yılında Portekiz
elçisi olan William Smith`i İstanbul elçisi olarak görevlendirmiştir. Ancak
bazı pürüzler nedeniyle elçi İstanbul`a gelememiştir.[4] ABD ilgisini
Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştırarak daha sonra da İzmir`e William
Stewart isimli bir görevliyi konsolos olarak tayin etmiştir. 1802`de İzmir`e
gelen konsolos Bâbıâli tarafından tanınmadığından 1803`te geri dönmek
zorunda kalmıştır. Dolayısıyla Amerikan hükûmetinin diplomatik çabaları
sonuçsuz kalmıştır.
1810`dan sonra Amerikan ticaret gemilerinin seferlerini sıklaştırmasıyla
beraber Amerikan hükümeti ekonomik ilişkileri kolaylaştırmak adına iki
devlet arasında resmî bir antlaşma yapılarak münasebetleri resmî zeminde
sürdürmek üzere uğraş vermeye başlamıştır. Aslında Jefferson döneminde
Osmanlı Devleti ile bir antlaşma yapılmasının gündeme geldiği ancak daha
sonra çeşitli sebeplerle bu işten vazgeçildiği bilinmektedir. Bu amaçla
Amerikan heyetleri Osmanlı Devleti`ni ziyaret etmiştir. 1823`te, Birleşik
Devletler İzmir ticarî temsilcisi olan David Offley Bâbıâli tarafından
resmen tanınmıştır. Bu tanıma bir anlamda diplomatik ilişkilerin başlangıcı
olarak kabul edilebilir. Bu arada bir çok Amerikan heyeti antlaşma yapmak
üzere gelmiştir. 1829`da yeni bir müzakere heyeti İstanbul`da hükümeti
ziyaret ederek resmî bir antlaşma teklifini yinelemiştir. 1829 yılı iyi bir
strateji ve zamanlama eseridir. Çünkü 1827`de Navarin baskınında Osmanlı
donanması yok edilmiştir. Osmanlı donanmasının yenilenmesi için bir dış
yardıma ihtiyaç duyulması ve büyük deniz gücü olan İngiltere`nin Osmanlı
donanmasını yok etmesindeki önemli rolü/etkisi İngiltere dışındaki
alternatifleri zorunlu hale getirmişti. Aslında antlaşma imzalanmadan önce
askerî ilişkiler de başlamıştı. Navarin baskınından hemen sonra ABD`den
savaş gemisi satın alındığı arşiv belgeleriyle kayıtlıdır. II. Mahmud`a ait
olan hatt-ı hümâyûna göre 1244/1828 yılında ABD`den korvet satın alınmıştır.
[5]
Bu konjonktür ve ABD`nin deniz gücü Osmanlı yönetici erkinin ABD ile
antlaşma yapmaya sıcak bakmasında önemli bir etken olarak görülebilir.
Nitekim Padişah II. Mahmud Amerikan heyetinin teklifine ”Amerika cumhûrunun
bu istidaları cevâbsız kalmak münasib değildir...” şeklinde olumlu mesaj
vermiştir. Konu sadrazam ve kaptan-ı deryanın yer aldığı üst düzey
yöneticilerle istişare edilmiş ve İngiltere`den gelebilecek tepkiler önemli
bir çekince nedenini oluşturmuştur.[6] Osmanlı dış politikasında bölgesel
dengelerin rolü bu çekincenin temel sebebidir. Aynı zamanda o dönemde Mısır`ın
işgali nedeniyle Fransa ile Osmanlı Devleti`nin ilişkilerinin kötü olması bu
çekincede önemli bir diğer faktördür. Bunun yanında Osmanlı donanmasının
denizaşırı seyahat yapabilecek güçten yoksun olması Amerikan hükûmeti ile
antlaşma yapılması halinde bundan ABD`nin daha fazla yararlanacağı ihtimali
çekincede diğer bir sebeptir.
Bütün bunlara rağmen Birleşik Devletlerin yoğun çabası semeresini vermiş ve
1830`da Osmanlı Devleti ile ABD arasında bir ticaret ve seyr ü sefayin
antlaşması imzalanmıştır. Dokuz maddelik antlaşmanın en önemli maddesi;
Osmanlı Devleti´nin ABD`yi en ayrıcalıklı devletler” statüsü verdiğine
dairdir. Buna göre ABD Osmanlı Devleti`nde ticaret yaparken imtiyazlı
devletler oranında vergi ödeyecek bunun dışında vergi istenmeyecekti.[7] İki
devlet arasındaki münasebetler bu antlaşma ile resmî zemine kavuşmuştur.
Antlaşmayla ABD temsilcilik açma hakkını elde etmiştir.[8] Bunu ekonomik
imtiyazlar izlemiştir. Aynı zamanda bu sözleşme 1820`lerden itibaren Osmanlı
topraklarına gelmeye başlayan Amerikalı Protestan misyonerlerin sayılarının
artmasına neden olmuştur. Zira bir çok şehirde misyonerler yasal zeminden
yararlanarak Amerikan konsoloslarıyla birlikte çalışma imkânını elde
etmişlerdir.
1830`larda hâlâ önemli bir güç olan Osmanlı Devleti`nin ABD gibi dünya
siyasetinde etkinliği olmayan bir devletle antlaşma imzalamasındaki temel
nedeni Osmanlı dış siyasetine farklı alternatifler getirme çabası olarak
açıklamak mümkündür.
Türk-Amerikan ilişkilerinde resmî temaslar kurulması teklifinin Osmanlı
Devleti`nden geldiği yönünde görüşler vardır.[9] Ancak arşiv belgelerinde bu
iddiaları kanıtlayacak argümanlar bulunmamaktadır. Hatta belgeler
tartışmalara son noktayı koyacak niteliktedir. 1795 yılına ait bir hatt-ı
hümâyûnda ABD`nin bağımsızlığını elde ettikten sonra dünyanın çeşitli
devletlerine elçiler yolladığı ve Osmanlı Devleti`ne de elçi göndermek
istediği yönünde bilgiler mevcuttur. Antlaşma metninin yer aldığı Amerika
Nişan Defteri`nde antlaşmanın girizgâh kısmında “... Devlet-i aliyye-i
dâimi´l-karârımla Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti beyninde şimdiye
kadar bir gûne muâhede-i resmiyye cereyân etmemek hasebiyle bu defa devlet-i
müşârun-ileyhâ tarafından Devlet-i aliyye-i sermediyyi´l-kıyâm ile ticâret
ve muâmelât mevâddını mutazammın muâhede akdine kemâl-i hâhiş ve arzu
zuhûruyla...” şeklinde geçen ifadeler antlaşma için talebin ABD hükûmetinden
geldiğini ortaya koymaktadır.[10]
ABD antlaşmaya dayanarak Osmanlı Devleti`nin bir çok şehrinde konsolosluk
açmıştır. Gayri resmî olarak ilk kez İzmir`de açılan Amerikan konsolosluğunu
Beyrut ve İstanbul konsoloslukları izlemiştir. 2 Mart 1831`de David Porter
resmen İstanbul maslahatgüzarı olarak atanmıştır.[11] Konsoloslukların
sayısında ise 1840`lardan sonra önemli bir artış vardır. Amerika Birleşik
Devletlerin`de ilk Osmanlı konsolosluğu tesisi ise 1845`te Zapçıoğlu Abraham
adlı şahsın şehbender olarak gönderilmesiyle gerçekleşmiştir. Ancak
şehbenderler daha çok ticarî faaliyetleri yürütmek amacıyla gönderildiğinden
siyasî alanlarla ilgilenmemekteydiler. Mehmed Ali Paşa meselesi ve Yunan
isyanı gibi siyasî sorunların zamanla Osmanlı Devleti aleyhinde bir kamuoyu
oluşturmaya yönelik olarak kullanılması Bâbıâli`nin dış temsilciliklere özel
önem atfederek şehbenderliklerin yanı sıra konsolosluk açılmasına hız
vermesine neden olmuştur. Washington`a Osmanlı konsolosu gönderilmesine
1866`da karar verilmiş[12] olmasına rağmen 1867`de Fransız asıllı Edme
Blacque (Bulak/Blak) Bey Washington elçisi olarak göreve başlamıştır.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı-Amerikan ilişkileri daha çok tesis
aşamasındadır. ABD`nin Osmanlı Devleti`ndeki ekonomik ve siyasî çıkarları
iki devlet arasındaki ilişkilerin yönünü belirleyen önemli sebepler
arasındadır. Bu yıllarda ABD`nin Osmanlı Devleti`ne karşı tutumu günümüzde
Türkiye Cumhuriyeti`nin Amerikan hükûmeti karşısındaki tavrıyla benzerlik
göstermektedir. Bütün dünyadaki güçlü Osmanlı imajı Amerikan hükûmeti için
de geçerlidir. 1850`de resmî ziyaretle Amerika Birleşik Devletleri`ne giden
Bahriye Mektebi Hocası, Binbaşı Emin Efendi`ye gösterilen itibar bunun somut
örneğidir. Binbaşı Emin Efendi Washington`da üst düzey devlet erkânı gibi
karşılanmıştır. İkametine tahsis edilen binanın önünde tören yapılmış ve
Amerikan Kongresi tarafından resmen kabul edilmiştir. Daha sonra Beyaz
Saray`da başkan tarafından ağırlanmıştır. Gösterilen bu itibar Emin Efendi`nin
yanı sıra diğer yabancı temsilcileri de şaşırtmıştır. Emin Efendi Bâbıâli`ye
göndermiş olduğu raporda “Bu misillü iltifât ve ikrâm sâir devletler
tarafından gelenlere bir vakitte vukū‘ bulmuş değil ve bu tarafta Nemçe
maslahatgüzârı ziyâdesiyle hayrette kalup acaba sebep nedir? bu tarafta bu
derecelerde iltifat olunmak deyü tecessüs etmekte bulunduğu...” şeklinde
hayretini dile getirmiştir.[13] Bu karşılama sanırız Osmanlı Devleti`nin
dünya siyasetindeki konumunu göstermesi açısından önem taşımaktadır.[14]
Türk-Amerikan İlişkilerinde Farklılaşma
Süreci: ABD'nin Etkinliği Artıyor
1850`den sonra Osmanlı Devleti`nin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik
konjonktür Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin farklılaşmasında belirleyici
olmuştur. ABD`nin açtığı siyasî temsilcilikler ve misyonerler Amerikan
nüfûzunun oluşmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti`nin Protestanları ayrı bir
millet olarak 1850`de tanımasıyla Amerikan misyonerlik çalışmaları ivme
kazanmıştır. Bu süre zarfında kurumsallaşan misyonerlik çalışmaları Amerikan
eğitim kurumları şekline bürünmüştür. Bu kurumlar Amerikan hükûmeti ve
temsilcilerinin işlerini kolaylaştıran siyasî ve kültürel zemini
oluşturmuştur. Tabii ekonomik faktörleri de göz ardı etmek mümkün değildir.
1830 Antlaşmasıyla Amerikan tüccarlarının sayısı artmış ve ticaret hacmi
büyüme trendini girmiştir. Fakat Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ticaret
hiçbir zaman büyük boyutlarda gerçekleşmemiştir.[15] Başbakanlık Osmanlı
Arşivi`nde yaptığım araştırma sonucunda ticaretle ilgili belgelerin
sayısının az olduğu görülmüştür. Bu açıdan iki devlet arasındaki ilişkilerde
ticarî hedeflerin belirleyici olduğunu öne sürmek güçtür. Nitekim XIX.
yüzyıl ekonomik ve siyasî açıdan-1880`lere kadar- İngiltere hegemonyası
asrıdır. Osmanlı-Amerikan ilişkilerini diğer devletlerle olan ilişkiden
farklılaştıran esas unsur siyasî faktörlerdir. ABD XIX. yüzyıl boyunca
izlediği izolasyon siyasetine rağmen misyonerlik faaliyetleriyle her zaman
siyasî etki alanı oluşturma gayreti içinde olmuştur. Bunun temel dayanağı
Amerikan felsefesiyle izah ilgilidir. Amerikan düşüncesine hâkim olan
görüşlerden biri olan Amerikan düşünce tarzını dünyaya yayma gerektiği
fikrî, izolasyonla misyonerlik gibi birbirine çelişen görüşlerin aynı anda
uygulanmasına imkân tanımıştır.
Kırım Savaşı`ndan sonra Osmanlı ekonomisinin açmazlarının artması ve bunun
iç/dış siyasete yansımaları ABD ile olan ilişkilerin de boyutunu farklı
zemine taşımıştır. Osmanlı Devleti`nin yabancı ülkelere olan bağımlılığının
artması bir ölçüde dış politikada manevra alanını daraltmıştır. Buna rağmen
Osmanlı-Amerikan ilişkileri “iyi” olarak nitelendirilebilecek çerçevede
sürmüştür. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) sonunda güç toplayan ABD dünya
siyaset sahnesinde etkin olma sürecine girmiştir.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ikinci bir dönüm noktası 1862 antlaşmasıdır.
Avrupalı büyük güçlere aynı dönemde yapılan antlaşmalarla verilen imtiyazlar
sonucu ABD de yeni imtiyazlar kazanmıştır. İmzalandığı tarihten itibaren
yedi yıl yürüklükte kalacak olan yirmi üç maddelik bu yeni antlaşmayla ABD
verilen hakların sınırları genişletilmiş ticarî konulara ilişkin imtiyazlar
ayrıntılarıyla ortaya konmuştur. En önemlisi de gümrük vergisi oranının
yüzde 3`ten kademeli olarak yüzde 1`e indirilmesidir. Ayrıca 1830
antlaşmasındaki silah ticaretiyle ilgili yasak kaldırılmıştır.
1862 yılından sonra getirilen ekonomik kolaylıklar siyasî alanda da etkisini
göstermeye başlamıştır. Amerikan eğitim kurumları bu tarihten sonra sayısal
olarak büyük artış göstermektedir. 20 yüzyılın başında 500´e yakın Amerikan
kurumunun Osmanlı topraklarında varlığı bilinmektedir. Örneğin Robert Kolej
1863 yılında açılmıştır. Bu dönemde dikkati çeken bir diğer önemli husus da
silah ticaretidir. 1830 antlaşmasındaki yasağın 1862`de kaldırılmasıyla
1870`ten itibaren ABD`den silah satın alımı başlamıştır. Amerikan İç Savaşı`ndan
sonra elde kalan silahlar büyük ölçüde Osmanlı pazarına satılmıştır. 1880-82
arasında silah ticareti iki devlet arasındaki ticarî ilişkilerin yüzde 30`nu
oluşturmuştur.[16] Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı döneminde ABD`den
büyük miktarlarda silah satın alınmıştır. Ancak savaşın mağlubiyetle
sonuçlanması Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş ve diğer sorunlarla
birlikte ekonomi zora girmiştir. Bu nedenle de ABD`den satın alınan
silahların bedeli güç ödenmiş ve çoğu zaman zamanında ödeme
gerçekleştirilemediğinden iki devlet arasında sorunlar çıkmıştır. Ancak
arşiv belgelerinde görüldüğü üzere ekonomik problemler karşılıklı
ilişkilerde büyük sorunlara yol açmamış sorunların merkezini siyasî
anlaşmazlıklar teşkil etmiştir.
Yeni Bir Dönem: Gerilim Tırmanıyor
1877-78 Savaşı, Osmanlı tarihinde bir çok açıdan dönüm noktası olduğu gibi
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde de önemli bir milattır. Bu tarihten sonra
Osmanlı siyasetinin içinde barındırdığı bunalımlar artmış ve bir çok
Avrupalı büyük gücün yanı sıra ABD de Ermeni sorununu bahane ederek Osmanlı
iç işlerine karışma sürecine katılmıştır. Dış markajın daraltılmasıyla
birlikte Osmanlı Devleti`nin pazarlık gücü önemli ölçüde zayıflamıştır. ABD
dış konjonktüre uygun hareket ederek Bâbıâli`yi Ermenilere kötü muamele
yapmakla suçlamıştır. Özellikle Amerikan basını Ermenileri destekler yönde
yayın yapmıştır. Bu yayınlarla Ermenilere Osmanlı topraklarında baskı
yapıldığı iddia edilmiştir. Ancak II. Abdülhamid yönetimi bu yayınları çok
iyi düzeyde takip ederek tekzip etmiştir.[17]
Türk-Amerikan ilişkileri farklı bir dönemece girince Amerikan hükûmetini
yanı sıra misyonerler ve konsoloslar da Osmanlı Devleti`nin iç işlerine
karışmaya başlamıştır. Bunu yeni Amerikan konsoloslukları açılması
meselesinde görmek mümkündür. Örneğin ABD Erzurum (1895) ve Harput`ta
konsolosluk açmak istemiş ancak bu istek Bâbıâli tarafından kabul
edilmemiştir.[18] Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, Ermeni meselesinin
uluslararası boyut kazandırıldığı günlerde, Amerikan konsolosluğu açılması
Bâbıâli tarafından uygun görülmemiştir. Bu mesele iki devlet arasında büyük
siyasî sorunlara neden olmuştur. Çünkü 1830 antlaşmasına göre ABD`nin
istediği yerde konsolosluk açma hakkı vardır. Bunun yanında bir devletin
yabancı bir ülkenin toprağında konsolosluk tesis etmesinde başka bir
meselede o bölgede kendi vatandaşının bulunması zorunluluğudur. Amerika
Birleşik Devletleri`nin Erzurum ve Harput`ta ise hiç vatandaşı yoktur.
Amerikan hükümeti tayin ettiği Erzurum konsolosunun resmen tanınmadığı
takdirde Amerikan Kongresi`nde Osmanlı aleyhinde konuşmalar yapılmasının
kaçınılmaz olduğu şeklinde tehditte bulunmuştur. Bunun üzerine ABD´nin
Erzurum konsolosu kerhen tanınmıştır.
Konsolosluklarla ilgili meseleler ve Amerikan okullarına resmî izin
talepleri iki devlet arasındaki ilişkilerin zaman zaman gerginleşmesine
neden olmuştur. 1892`de Amerikan Dışişleri tarafından çıkarılan bir
bildiride Osmanlı-Amerikan ilişkileri kapsamında Amerikan hükûmeti için
öncelikli husus şu satırlarda açıklanmaktadır: “Zuhûr eden müşkilâtın
ekserisi tüccâr ve seyyâhinden ziyâde misyoner ve muallimlere müteallikdir”.[19]
Amerikan hükûmeti bu meseleyle bağlantılı sorunlarda sert beyanatta
bulunmuştur. Örneğin yabancıların satın aldıkları emlâkin okul olarak
kullanılamayacağı yönünde getirilen yasağın kabul edilemez olduğu
bildirilerek “Ecnebilerin hukûk ve imtiyâzâtını kasr ve tahdîde çalışmak ve
kuvve-i cebriyye isti‘mâliyle taleb ve iddiâ edilemeyecek şeyleri tedrîcen
nez‘ ile ref‘ etmek Devlet-i Aliyye politikasına mahsûs gibi görünüyor”
şeklinde Bâbıâli`nin izlediği siyaset eleştirilmiştir.[20]
Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ilişkileri diğer devletlerden farklı
kılan unsurlarda Amerikan misyonerleri ve onların kurumsallaşma çabaları
önemli bir yer tutmaktadır. Her ne kadar Fransa, İngiltere, İtalya gibi
devletler benzer çalışmalarda bulunmuşlar ise de uzun vadede hiçbiri
Amerikalılar kadar etkili olmamıştır. Bu açıdan “Amerikan hükûmeti Osmanlı
Devleti tarafından her zaman farklı değerlendirilmiştir” saptaması
yapılabilir. Burada psikolojik faktörlerde etkili olmuştur. Özellikle iki
devlet arasında savaş yapılmamış olması ve Avrupalı devletlerde olduğu üzere
Haçlı seferleri benzeri kötü bir tarihî geçmişin izleri bulunmaması Osmanlı
yöneticileri ve halkı üzerinde olumlu etkiler yapmıştır. Aynı zamanda XIX.
yüzyılda ABD`nin dünya ve Osmanlı siyasetinde İngiltere gibi doğrudan
müdahaleci bir tavır sergilememesi de önemli sebepler arasındadır. Bu açıdan
Amerikan hükûmeti görünürde izlediği tarafsızlık politikasının yararlarını
görmüştür.
İki devlet arasındaki siyasî ve ekonomik münasebetleri Avrupalı devletlerden
ayıran bir diğer etken de ABD`nin bulunduğu coğrafyadır. Denizaşırı
mesafenin verdiği güven ikili ilişkilerde yakın tehdit algılanmasının fazla
yaşanmamasına neden olmuştur.
Misyonerlikle Müslümanları Hıristiyanlaştıramayan Amerikalı misyonerler
sözde Ermeni soykırımı yapıldığını iddia ederek özellikle Amerikan basınını
kullanarak ABD ve dünyada olumsuz Osmanlı/ Türk imajının oluşmasına sebep
olmuşlardır.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin daha iyi değerlendirilmesinde XIX. yüzyılda
Osmanlı Devleti`nin dış temsilciliklerinin bulunduğu şehirlerin yerleri
önemli ip uçları verecek niteliktedir. 1889`da Viyana, Londra, Paris,
Berlin, Tahran, Petersburg, Roma, Tahran, büyük elçilik statüsünde iken
Washington, Atina, Brüksel, Bükreş, Belgrad, Lahey ve Madrid orta elçilik
statüsündeydi.[21] Böylelikle ABD`nin Osmanlı dış siyasetinde Belçika gibi
ikinci derecede önemli devletler arasında yer aldığı görülmektedir. Siyasî
temsilciliklerin bulunduğu ülke ve şehirler aynı zamanda XIX. yüzyıl dünya
büyük güçler haritasını oluşturmamızı sağlamaktadır. ABD ancak XX. yüzyılda
(1906) Washington ve İstanbul elçiliklerinin büyük elçilik statüsüne
çıkarılmasını yoğun diplomatik çabalar sonucu ve biraz da zorlamayla elde
etmiştir. [22]
1890`lardan itibaren İstanbul elçiliğini büyük elçilik derecesine çıkarmak
isteyen ABD bu konuda Osmanlı Devleti´nden talepte bulunmuş ancak bu talep
Washington`daki elçiliğine de aynı paye verilmesi gerektiği ve bunun da
Osmanlı ekonomisine ayrı bir yük getireceği ileri sürülerek reddedilmiştir.
[23] Ekonomik mazeretler geçerli olmakla birlikte aslında Bâbıâli`nin temel
endişesi Amerikan hükûmetinin Osmanlı Devleti üzerinde nüfûzunu arttırma
çabasından ileri gelmekteydi. Bu da ABD`nin Bâbıâli`nin iç işlerine alenen
karışacağı ihtimalini kuvvetlendirdiğinden Osmanlı yöneticileri tarafından
uygun görülmemekteydi.
1862 yılında 1830 Antlaşması`nın genişletilmesinden oluşan yeni bir ticaret
sözleşmesi imzalanmıştır. ABD`ye verilen ekonomik imtiyazlar arttırılarak
gümrük vergisi kademeli olarak yüzde 1`e indirilmiştir. Bu iki antlaşma,
Osmanlı Devleti`ndeki Amerikan faaliyetlerini kolaylaştıran önemli
hamlelerdir. Nitekim Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası
niteliğindeki uygulamaların tarihleri iki devlet arasındaki ilişkilerin
yapısı hakkında fikir verecek niteliktedir. 1830 Antlaşması`ndan hemen
sonra, Amerikan varlığı özellikle misyonerlik ve eğitim sektöründe kendisini
hissettirmeye başlamıştır. Zira ekonomik imtiyazlar aynı zamanda siyasî
hayat alanları kazanılmasına neden olmuştur. 1830-1862 ticaret
antlaşmalarının imzalandığı yıllar ise Osmanlı Devleti`ndeki misyonerlik
hareketinin genişleyerek yerleştiği döneme tekabül etmektedir. Özellikle
1862 sözleşmesinden bir yıl sonra Robert Koleji`ne (1863) resmî izin
verilmiştir. Bu tarihten sonra Amerikan okulları büyük bir artış
göstermiştir. Aynı şekilde misyonerlik faaliyetleri kurumsallaşmıştır.
II. Mahmud (1808-1839) döneminde resmî olarak başlayan Osmanlı-Amerikan
ilişkileri, II. Abdülhamid (1876-1909) devrinde zirveye ulaşmıştır. ABD`den
silah satın alınması[24], bazı Amerikan eğitim kurumlarına resmî izin
verilmesi hep bu döneme rastlamaktadır. Bütün bunlara rağmen II.
Abdülhamid`in otoriter idaresinin sona ermesi ABD tarafından memnuniyetle
karşılanmıştır.[25]
Osmanlı-ABD diplomatik ilişkileri, 1917`de kesilmiştir. ABD`nin Almanya`ya
savaş ilan etmesi ve Osmanlı Devleti`nin müttefiki olan Avusturya-Macaristan
hükûmetiyle aralarındaki ilişkinin kesilmesi üzerine Bâbıâli, Meclis-i
Vükelâ kararıyla siyasî ilişkilere son vermiştir. Ancak bu kararın
diplomatik ilişkilerin noktalanmasından ibaret olduğu ve ABD vatandaşlarına
iyi muameleye devam edilmesi gerekliliği bildirilmiştir.[26] Bir çok belgede
ABD kurumlarına ve vatandaşlarına kötü davranıştan kaçınılması lüzumu
tekrarlanmaktadır.[27] Osmanlı Devleti siyasî ilişkilere son verince
ABD`deki Osmanlı çıkarlarının korunması görevi İsveç sefaretine
bırakılmıştır.[28]
SONUÇ
Amerika Birleşik Devletleri`nin Akdeniz ticaretinde etkin olmak için,
Osmanlı Devleti ile resmî temasa geçme zorunluluğundan başlayan
Türk-Amerikan ilişkileri Osmanlı Devleti`nin iç ve dış siyasetteki gücüyle
doğru orantılı olarak değişim göstermiştir. Osmanlı Devleti ile ticaret
antlaşması imzalamak için yoğun çaba harcayan ABD`nin 1830`a kadar ki durumu
bugün AB kapısında bekleyen Türkiye`nin durumuna benzetilebilir. Zira ABD
Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması yapmak için yaklaşık otuz yıl uğraş
vermiştir. Bu süre zarfında iki devlet arasındaki siyasî ve ticarî ilişkiler
1830 Ticaret Antlaşması`na kadar resmî düzlemde yürümediğinden kayda değer
değildir.1830 antlaşmasına kadar Osmanlı Devleti etkin ve özne konumundadır.
Karşı taraf yani ABD, Osmanlı Devleti ile resmî ilişki kurmak isteyen
talepkâr ve pasif bir devlet pozisyonundadır.
Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması imzalamak için yoğun çaba harcayan
Amerikan hükûmeti, 1830 ve 1862 antlaşmaları ile elde ettiği ekonomik ve
siyasî imtiyazlarla, tutumunu değiştirmeye başlamıştır.
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde XIX. yüzyılın son yarısında yaşanmaya
başlanan problemler genellikle misyonerler ve Amerikan okullarından
kaynaklanmıştır. Verilen imtiyazların sınırlarını kendileri genişletmeye
başlayan Amerikalılar, Osmanlı Devleti ile anlaşmazlığa düşmüşlerdir. İlk
yıllarda Osmanlı Devleti tarafından çok fazla önemsenmeyen misyonerlik,
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin bazen gerginleşmesine neden olmuştur.
Misyonerlik faaliyetiyle Ermeni milletini hedef kitle seçen Amerikalılar,
Ermeni isyanlarının çıkmasında başka pek çok faktörle birlikte rol
oynamışlardır. Nitekim Osmanlı-Amerikan ilişkilerine dair arşiv belgelerinin
büyük kısmı, misyonerlik ve Amerikan okulları nedeniyle çıkan
anlaşmazlıklara ilişkindir. Bütün bunlara rağmen İngiltere ve Rusya gibi
devletlerin tutumlarına göre ABD, Osmanlı Devleti tarafından her zaman daha
ehven bir Batılı devlet olarak görülmüştür.
1880`den sonra Osmanlı-Amerikan münasebetleri, ABD`nin özellikle Amerikan
okullarına resmî izin isteği gibi meselelerde tehditle yürür hale gelmiştir.
Çoğu zaman Amerikan Hükûmeti, istediği imtiyazlara izin verilmediği
takdirde, Amerikan Kongresi`nde Osmanlı Hükümeti aleyhinde sert konuşma
yapmaya mecbur kalacakları tehdidini tekrarlamıştır. Ermeni meselesi bahane
edilerek Osmanlı Devleti`ni markaja almaya çalışan bu çabalar, genellikle
ABD`nin istediği şekilde sonuçlanmıştır. Yine Amerikan Hükûmeti Osmanlı
Devleti`nden taleplerine karşılık bulamadığında Akdeniz`e savaş gemisi
göndermiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan savaş
gemileri İstanbul limanına gelmiş ve her ziyaret sonunda ABD isteklerinin
karşılığını almıştır.
Osmanlı-Amerikan ilişkileri, karşılıklı yakın tehdit endişesi bulunmaması ve
denizaşırı mesafeden kaynaklanan güven sebebiyle genellikle dostluk
çerçevesinde gelişmiştir. Tabii, iki devlet arasında savaş yapılmaması da
önemli bir husustur. Devletler arasındaki dostluk çıkarlar devam ettiği
sürece var olagelmiştir. Osmanlı döneminde, Türk-Amerikan ilişkileri
özellikle 1890´dan sonra, 21. yüzyılla benzer bir şekilde, daha çok ABD`nin
yararlandığı ekonomik ve siyasî tavizlerle sürmüştür denebilir.
* Doktora Öğr.
[1] Mine Erol, “Amerika`nın Cezayir İle Olan İlişkileri (1785-1816)”, İÜEF
Tarih Dergisi, XXXII/32, s.690.
[2] Erol, s.721.
[3] Örneğin ABD aracılık yapan İngiltere`ye 1799-1811 yılları arasında
65.500 dolar konsolosluk masrafı ödemiştir. Bkz. Orhan F. Köprülü, “Tarihte
Türk-Amerikan Münasebetleri”, Belleten, LI/200 (Ağustos 1987), s. 930.
[4] “... mahsûs bir elçi ta‘yîn ve intihâb kılınmış ise de ol esnâda
tehaddüs eden bazı avârız-ı rüzgâr elçi-i mersûmun hareket-i azîmetine mâni
olduğundan...”
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümâyûn (HH) 4139, 1245.
[5] BOA, HH 28202, 1244.
[6] Arşiv belgesinde bu husus “...Rusyalunun mahzûziyetini ve ba‘zı cihetle
İngilterenün küllî iğbirârını müeddî olması sûretlerinden...” şeklinde dile
getirilmiştir.
[7] Ayrıntılı bilgi için bkz. Nurdan Şafak, Osmanlı Arşiv Kaynaklarıyla XIX.
Yüzyılda Osmanlı-Amerikan İlişkileri:Gelişim Süreci ve Yoğunlaştığı Alanlar
(yüksek lisanstezi), Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri
Enstitüsü, İstanbul 2000, s.67 (antlaşmanın birinci maddesi).
[8] ABD`nin siyasî temsilcilik açabilme hakkı Amerika Ahkâm Defteri`nde bir
çok yerde
“...Amerika Devleti tarafından umûr-ı ticâretin idâresi zımnında mevki-i
ticâret olup lüzûmı tebeyyün eden mahallere kendü cinslerinden berevât ve
evâmir-i aliyye ile konsolos ve konsolos vekîli nasb u ta‘yîni...” şeklinde
ifade edilmektedir. (BOA, Amerika Ahkâm Defteri 2/2, s.71/212, 71/213,
72/216 vd.)
[9] Fuat Köprülü`ye göre Londra elçisi olan İsmail Ferruh Efendi bu konuda
gayret göstermiş ve ABD`nin Londra elçisini ikna etmiştir. Bkz.
Köprülü,s.928. Akdes Nimet Kurat`a göre ise Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin
Paşa 1800`de İstanbul`a gelen Amerikan G. Washington gemisi kaptanı
Bainbridge`e iki devlet arasında resmî münasebetlerin önemini anlatmıştır.
Kurat, s.12-13.
[10] BOA, Amerika Nişan Defteri 1/1, s.7.
[11] Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu`daki Amerika 19. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu`ndaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul 1989, s.50.
[12] BOA, İrade-Hâriciye 13008, 1283.
[13] Fuat Ezgü, Osmanlı İmparatorluğu-Amerika Birleşik Devletleri, İktisadi,
Siyasi ve Kültürel Münasebetlerin Kuruluşu ve Gelişmesi (1795-1908), [İÜ
Edebiyat Fak. Yayınlanmamış Doktora Tezi], İstanbul 1949, s.96-97.
[14] Bazı yazarlar bu üst düzey karşılamanın siyasî çıkarlar nedeniyle
olduğunu öne sürmektedirler. Örneğin F. Ezgü bu ilginin o dönemde gündeme
gelen Macar mültecileri meselesinden kaynaklandığını iddia etmektedir.
Amerikan Hükûmeti Osmanlı Devleti`ne sığınan Macar mültecilerin ABD`ye
gitmelerini sağlayabilmek için Emin Efendi`ye olağanüstü bir ilgi
göstermiştir. (Ezgü, s.98.)
[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivi`nde ABD ile ilgili belge ve defterlerin
yaklaşık yüzde 10`u ticarete ilişkindir. Bu rakam iki ülke arasındaki
ticaret hacmini göstermesi açısından açıklayıcı olabilir. Ayrıca Şevket
Pamuk`un yayınlamış olduğu Osmanlı dış ticaret istatistiklerinde de ABD, ilk
10 devlet içinde üstten ancak 8. sırada yer almaktadır. (Şevket Pamuk, 19.
Yüzyılda Osmanlı Dış Ticareti, I, s.68)
[16] Pamuk, s.67.
[17] Başbakanlık Osmanlı Arşivi`nde özellikle Yıldız Tasnifi`nde Amerikan
gazetelerinde Ermenilerle ilgili çıkan haberler ve bunların tekzip
edildiğine dair yüzlerce belgenin haberler ve bunların tekzip edildiğine
dair yüzlerce belgenin varlığı bunun somut kanıtıdır.
[18] Meclis-i Vükelâ kararıyla Harput ve Erzurum`da Amerikan konsolosluğu
açılmasına gerek görülmediği bildirilmiştir. Bkz. BOA, Meclis-i Vükela (MV)
85/78, 23 Rebiyülevvel 1313.
[19] aynı belge.
[20] gös. yer.
[21] Hâriciye Nezâreti Salnamesi 1306, s.270-274.
[22] Kurat, s.37.
[23] BOA, Yıldız Mütenevvi Maruzat (Y.MTV) 214/69 lef 2, 8 M 1319.
[24] ABD`den silah satın alınması ile ilgili belgeler için bkz. BOA, Yıldız
Resmi Maruzat
(YA.RES) 14/45, 18.2.1299; YA.RES 15/7 18.4.1299. Ayrıca II. Abdülhamid`in
tahta çıkmasından sonra gittikçe artan Rus gailesi ve nihayet 1877-1878
Osmanlı-Rus savaşı yıllarında ABD`nin Bâbıâli`ye ihracatının yüzde 90`nın
silah ticareti ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Bkz. Kurthan Fişek-Oral
Sander, ABD Dışişleri Belgeleriyle Türkiye-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı
1829-1929, Ankara 1977, s.17.
[25] Kurat, s.37.
[26] BOA, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi (DH.ŞFR) 75/192, 28 C 1335.
[27] BOA, DH.ŞFR 76/15, 11 B 1335.
[28] BOA, DH.ŞFR 76/26, 13 B 1335. |