OĞLU, BABASINI İRŞAD ETTİ
Yaşı bir hayli ilerlemesine rağmen, günlük işleri kendisini o kadar meşgul eder,
o derece kendini içinde bulunduğu meşguliyete kaptırırmış ki; sanki uğraştığı
işte fâni olur, bunların dışında ebedî hayatın olduğunu, asıl kazanç veya kaybın
âhiretle alâkalı kazanç veya kayıp bulunduğunu asla hesaba katamazmış..
Onun bu hâline, İslâmî şuûra ermiş genç çocuğu, çok üzülür, fakat bir münasip
fırsat bulup da:
- Baba, bu senin fâni olurcasına meşgul olduğun şeyler gelip geçicidir. Bizim
için bir de âhiret hayatı, uhrevî kazanç vardır. Biraz da hayatımıza bu ölçü ile
bakıp, İslâmî vazifemizi îfa ederek çalışalım.." diyemezmiş.
Bir sabah oğluyla yine çarşıya çıkan baba, bir file dolusu erzak alıp oğluna:
- Bunu bizim eve götür, sonra da gel, işlere devam edelim, demiş.
Çocuk gitmiş ve biraz sonra dönmüş. Akşama kadar yine malûm olduğu üzere
işlerinde fâni olurcasına çalışmışlar. Yaşlı baba, ezanların okunup, namaz
vakitlerinin girişinden tınmamış bile..
Akşam, yorgun-argın eve dönmüşler. Önlerine getirilen sofranın çeşitsiz olduğunu
görünce hiddetlenen baba:
- Hanım, bu ne beceriksizlik? Akşama kadar nefes almaksızın çalışıyoruz,
yerimizden kımıldayacak tâkatimiz kalmıyor, sen de bizi böyle yemekle mi
karşılıyorsun?
- Ne yapayım, alsaydın bir şeyler yapardım! Evde bulunan buydu, ancak bunları
yapabildim.
- Oğlum, seninle gönderdiğim fileyi ne yaptın?
- Ne yapayım baba, dediğin yere götürdüm!
- Ben, eve götür demiştim!..
- Ben de öyle yaptım.
- Ne münasebet? Bak, annen, bir şey yoktu, diyor.
- Baba, ben onu senin evine götürdüm!
- Oğlum, ne demek istiyorsun? Benim evim burası değil mi?
- Hayır baba, sen burada misfirsin, senin evin burası değil!..
- Ya neresi?
- İstersen buyur, evini göstereyim?
Böylece çocuk, babasının önüne düşer, doğruca etrafı çevrili bir bahçeden içeri
girerler ve bir toprak yığınının yanına gelirler!..
Burası mezarlıktır, üzeri toprak yığılı mezarın yanındaki açık bir mezar da
çoktandır boş beklemektedir. Çocuk yanıbaşında dikili duran bir ağaca dayanarak
konuşur:
- Babacığım, işte şurası senin evindir. Gönderdiğin malzeme de fileyle birlikte
işte çukurdadır. Sonra sen burada yalnız da değilsin. Bütün konşularımız
buradalar. Belki şu kasabamızın halkı buraya yüz defa boşalmış. Hiçbiri de şu
anda beklediğimiz evlerde ebedî kalmamış, misafirlik müddeti bitince asıl
evlerine dönmüşlerdir. Senin bunlardan müstesna kalacağını sanmıyorum.
Yaşlı adam derin düşünceye dalar ve sonra sakalının beyazlarından aşağı
gözyaşları akarken titrek sesle konuşmaya gayret eder:
- Oğlum, ömrüm boyunca kimseden almadığım dersi şu anda senden almış
bulunuyorum. Beni irşad ettin. Halbuki bu irşad vazifesi bana düşmekteydi. Ne
yazık ki ben koskoca bir ömür boyunca âhiretimi unutmak pahasına bir
dünyaperestliğe düştüm, îkaz vazifesini sen yaptın. Bundan böyle muvakkat dünyam
için nasıl çalışıyorsam, ebedî âhiretim için de öyle, belki daha fazla
çalışacağım. Namazlarımı kılıp oruçlarımı tutacağım. Berhüdâr ol evlât.. (Ahmed
Şahin, Esas Nokta).