NİZAM-ÜL MÜLK
Nizamül-Mülk Ve Nizamiye Medreseleri
Melikşah döneminin ünlü veziri Nizaınül-Mülk, devletteki görevinin yanında, âlim
bir kişiliğe sahipti. Fıkıh, hadis, tefsir, kelam, edebiyat ve fen ilimlerini
iyi derecede öğrendi. Alimleri himaye ettiği gibi onlara geniş maddî imkanlar
sağladı. Vezirlik görevini sürdürdüğü yıllarda "Nizamiye" adıyla ün salan
üniversiteler açtırdı. Böylece yüksek öğretim bu medreselerde yapılmaya başladı.
Binlerce talebenin öğrenim gördüğü bu eğitim kurumlarından yüzlerce büyük âlim
ve mütefekkir yetişti, Bağdat. Nişabur, Herat, Merv, Belh, Isfahan ve Musul'da
açılanları bunların Önde gelenleriydi. Bu okulların bir benzerleri Anadolu
Selçukluları tarafından Konya, Kayseri, Sivas ve Erzurum'da açılmıştı. Buralarda
uygulanan ders programları da oldukça kapsamlı idi. Dini ilimlerin yanısıra.
müsbet ilim dallarından tıp. astronomi, matematik, felsefe ve tarih de
okutulmaktaydı. '""Yine bu müesseselerde hocalık yapacakların yabancı dil
bilmesine ve ahlâkî yönüyle fazilet sahibi kimselerden olmasına dikkat edilirdi.
Talebeleri de zekâ yönüyle ileri seviyede olanlar arasından seçilip
belirlenirdi. Bir dönemin bilim merkezi olarak toplumu aydınlatan Nizamiye
Medreseleri Osmanlı, medreselerine de örneklik etmiştir. İmam-ı Gazali gibi
büyük bir şahsiyet Nizamiye medresesinde baş müderrislik (rektör) görevinde
bulunmuş, âlim ve fâzıl biri olarak onlarca talebe yetiştirmişti.
****1092 senesinde, önce Selçukluların ünlü veziri Nizamülmülk, Hasan Sabbahın fedailerinden bir batınî tarafından; arksından Sultan Melikşah, Bağdatta zehirlenerek şehit edildiler. Melikşahın ölümüyle başlayan saltanat mücadelesinde Şam meliki Tutuş, derhal sultanlığını ilan etti. Bu arada Melikşahın hanımı Terken Hatun da, küçük oğlu Mahmudu sultan ve torunu Caferi halifenin veliahdı yapmak için bütün gücüyle uğraştı ve 1092de Mahmudun saltanatını ilan ederek, namına hutbe okutmaya muvaffak oldu.
****Daha sonra Selçuklular devrinde yine İslâm hukuku bütün yönleri ile uygulanmıştır. Hatta Müslüman Türkler tarafından İslâm hukuku alanında hazırlanan ilk resmi hukuk kodu devrin sultanı Melikşah tarafından hazırlattırılmıştır(1072-1092). Bu dönemin en önemli eseri günümüzde dahi en önemli kaynaklar arasında yer alan Nizamül Mülk'ün Siyasetname'sidir.
Ne var ki, bu dönemde yavaş yavaş müctehit imamlar devrindeki hukuki gelişmeler durmuş ve artık taklit devri başlamıştır. Hatta 1258 Moğollar'ın İslâm aleminin ilim merkezi olan Bağdat'ı işgal etmeleri ile İslâm hukukunda fetret devri başlamıştır. Başka bir ifade ile, bu devirdeki çalışmalar tamamen şekilden ibaret kalmıştır.
****Ebu Hamid ibn Mehmed ibn Mehmed Gazali: “İmam Gazali”. Zamanının en ünlü kelamcısı, eleştirmeni ve imancı filozofuydu. Şafii mezhebindendir. Horasan’daki Tus kentinde, 1058'de doğdu. Oradan Nişabur’a öğrenime gitti. Genç yaşında büyük bir yetenek olduğunu gösterdi. Kelam ve felsefedeki derin bilgisi, Selçukluların büyük veziri Nizamül Mülk’ün dikkatini çekti. Nizamül Mülk, Bağdat’ta kurmuş olduğu Nizamiye Medresesi’nin yönetimini ona verdi. Gazali o zaman 33 yaşındaydı ve oldukça büyük bir ün kazanmıştı. Birkaç sene sonra hacca gitmek için görevini bıraktı. Dönüşte zaman zaman Kudüs,Ş am, İskendireye’de araştırmalar ve çalışmalar yaptı. İskendireye’den Mağribe giderek Murabitin hükümdarı Yusuf bin Taşfin’i ziyaret ettiği söylenir. Yusufun ölümünden sonra yeniden Kudüs’e döndü ve orada inziva hayatı yaşamaya başladı. Bu sırada pek çok eser yazdı: Bu eserlerin genel konusu İslamiyetin diğer dinlere üstünlüğü,dinin felsefeye üstünlüğünü savunmadır.
NİZÂMÜ’L-MÜLK’E GÖRE DEVLET İDARESİNDE MÂNEVÎ GÜÇLERİN ROLÜ (*) Doç. Dr. M. Es'ad COŞAN Aşağıda bir hatırasını anlatacağımız Nizamül-mülk, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun ünlü vezirlerinden ve müslüman Şark'ın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarındandır. 1018-1092 yılları arasında yaşayan bu değerli insan, Horasan'ın eski kültür merkezlerinden Tûs şehrine bağlı, Nukan adlı bir kasabada dünyaya geldi. Asıl adı ''Hasan" olup, babası kasabanın dihkanı, yâni idarecisi idi. Varlıklı ve itibarlı bir aileye mensup olduğundan; iyi bir tahsil yapma imkânı buldu. O'nun tahsili bizim için hayli dikkat çekici ve mânidârdır: 11-12 yaşlarında Kur'an-ı Kerîm'i ezberleyip hıfzını tamamladı. Kısa zamanda fıkıh ilminde temayüz etti. Edebiyat ve hitabette ileri bir seviyeye ulaştı. Kardeşi Ebu'l-Kasım Abdullah da, o zamanların ünlü fakîhlerinden olmuştu. İyi ve kuvvetli bir dinî tahsil temelinde, zamanla yüksek bir edebî kültür ve idarî kabiliyet kazanmış olan Nizamü'l-mülk, 1083 milâdî yılında Sultan Alparslan'ın vezirliğine yükseldi. Şehzade Melikşah'a da atabek olarak, siyaset ve idare işlerinde onun yetişmesine nezaret etti. Vezirliği, tahta geçmesine yardımcı olduğu Sultan Melikşah zamanında da devam ederek, toplam 29 yıl kadar sürdü. Nizamü'l-mülk'ün askeriye, adliye ve devlet teşkilâtında yaptığı yenilik ve düzenlemeler, daha sonraki bütün İslâm-Türk devletlerine esas ve örnek olmuştur. O, Selçuklu İmparatorluğunun idarî, siyasi, askerî, malî, içtimaî ve kültürel yönleri için kıymetli bir vesika mahiyetinde olan; devlet idaresi ve toplum yapısı hakkındaki kendi görüşlerini ve icraatının gerekçelerini ihtiva eden, SİYASET-NÂME adlı, çok değerli bir eser de kaleme almıştır. Kendi sahasındaki diğer telifattan muhtevaca çok yüksek olan bu kitabın Farsça aslı birkaç defa neşredilmiş ve çeşitli Garp dillerine tercümeleri yapılmıştır. Türkçe tercümesi de vardır. Fakat, mütehassısların incelemelerine göre, en doğru ve iyi yazma nüshası, Süleymaniye Eski Eserler Kütüphanesi, Molla Çelebi Kitapları 114 numarada bulunuyor ve buna dayanılarak kitabın yeniden neşri ve tercümesi gerekiyor.
Tahsilinin ve yetişme tarzının tabiî bir sonucu
olarak Nizamü'l-mülk, islâm dinine büyük hizmetlerde bulunmuştur. O
zamanki Selçuklu İmparatorluğunun siyasî, dini ve fikri Bu maksatla, başta Bağdat olmak üzere, Basra, İsfehan, Nişabur, Belh, Merv, Amül ve Herat'ta kendi adıyla anılan, meşhur NİZAMİYE medreselerini açtırdı, kütüphaneler tesis etti Tasavvufa ve erbabına ilgi gösterdi. Böylece ilmî çalışmaya ve ahlâki terakkiye büyük hız ve canlılık kazandırdı. İslâm âlemi bu hayırlı hamlenin, feyizli meyvalarından uzun zaman istifade etmiş; büyük âlimlerin, ihlâslı bir kadronun yetiştirmesine, değerli eserlerin vücuda getirilmesine şahit olmuştur. Misâl olarak, Kuşeyrî, Gazzalî, Abdullah-ı Ensarî, Pezdevî, Serahsî, Ebû İshak-ı Şirazî, Cüveynî, Şehristânî... gibi dev isimleri zikredebiliriz. Turtuşî'nin (1059-1131) Siracü'l-Mülk adlı eserinden öğrendiğimize göre Nizamü'l-mülk, medreseler ve diğer kültür faaliyetleri için sultanın hazinelerinden yılda 600.000 dinar harcamaktaydı. Bazı müzevirciler durumu Melikşah'a duyurup, bu para ile bir ordu teşkil edilse idi Bizans'ın başşehri Kostantiniye'nin bile fethedilebileceğini söyleyip Sultan'ı vezir aleyhinde tahkik ettiler. Sultan çok kızdı ve Nizamü’l-mülk’ü sorguya çekmek için huzuruna çağırdı. Devletin gücünü sadece maddede, asker, silâh ve orduda gören o zihniyete karşı tecrübeli vezirin cevabı ne kadar zarif ve isabetlidir: “Sultanım! Ben, esir pazarlarında satılsa 5 dinar bile etmeyecek yaşlı bir kimseyim. Sen de savaşçı, güçlü bir Türk gulâmı olarak satışa çıkarılsan belki 30 dinar edersin. Dünyadaki maddî değerin bu kadardır. Zevklere dalmış ve arzularına esir olmuş bulunduğundan ahirette de Allah huzuruna taat ve ibadetlerden ziyade günah ve measî ile çıkacaksın. Düşmana felâketler yağdıran ordun seni ancak iki arşın boyu kılıçlan ve 300 arşına bile erişmeyen okları ile bu kadar mesafe koruyabilir. Onlar da kusurlu ve günahkârdır; içki, oyun ve çalgıya düşkündürler. Seni manevî dert ve belalara karşı savunamazlar. Ben ise senin hem dünya, hem de ahiretini düşünerek, senin için bir mâneviyât ordusu kurdum. Senin ordun uykuya vardığında bu maneviyat erleri uyanıktır. Rablarının huzurunda saf-saf dizilir, gözyaşı döker, tazarruda bulunur, ellerini Allah'ın yüce dergâhına kaldırırlar. Aslında sen ve senin askerlerin onların himayelerinde yaşıyor, onların dinî, ahlakî ve irşadî çalışmalarıyla güçleniyor, onların bereketleriyle suya kavuşuyor ve çeşitli nimetlerle rızıklandırılıyorsunuz. Çünkü onların dua okları, tazarru ve niyazla tâ yedi kat göğü geçer, dergâh-ı izzete ulaşır.” Bu sözler karşısında Melikşah, çok duygulandı ve büyük vezirinin yerinde tedbirlerini takdirle karşıladı. (*) Diyânet Gazetesi, s.153, 15 Kasım 1976, sf.4. |
Alparslan'ın vefatından sonra çok sevdiği ve Veliaht tayin ettiği oğlu Melikşah'a pek genç bir yaşta (12 - 20 yaşlarında) iken büyük bir imparatorluk ile Nizâm ül - Mülk gibi mümtaz bir devlet adamı, büyük bir vezir miras bıraktı. Melikşah'ın bütün bu güzellikler yanında babasının ölümüyle taht mücadelesine giren amcası Kavurt Bey gibi bir sorunu mevcuttu. Çıkardığı taht kavgasında büyük vezir Nizam ül - mülkün himmetiyle bertaraf edilince Melikşah artık İslâm dünyasına hakim oldu.
Daha sonra
1090 yılında Bağdat'a hareket eden Melikşah dünyayı fethetmek kararında idi.
Vezir ise; yanına aldığı 400.000 askeri 700.000'e çıkardığı takdirde Hindistan,
Çin, Habeşistan, Berber ve Rum illerini de hakimiyeti altına alabileceğini beyan
ediyordu. Sultan Bağdat'a varınca hudutlarda meşgul bulunan ordu kumandanlarını
Bağdat'a çağırdı. Yemen ve Aden bölgelerini fethetmeleri için bir ordu gönderdi.
Anadolu ve Suriye'de bulunan ordu ve kumandanlarının gelmesini bekliyordu. İlk
önce Mısır ve Afrika'yı İslâm alemine katmak istiyordu. Bu esnada Bağdat'ta
beklerken kendi doğum yılını bir dünya hükümdarı olarak kutluyordu. Muhteşem bir
merasim düzenlenmiş, şehir ışıklarla aydınlatılmış, Bağdat şehri ışık ve müzik
sesleri içersine gömülmüştü. Eğlenceler Dicle nehrine dolan gemilerle
revnaklaşmıştı. Halk ellerinde meşalelerle eğlenceye katılıyordu. Şehir bir
bayram havasına bürünmüştü. Bu muhteşem doğum günü şiir ve kasidelere mevzu
olmuştu. Bir alevi reisi sultan adına verdiği yemekte 1.000 koç, 100 büyük baş
hayvan kesmiş, bir gece tertiplemişti. Yemekler ipek çadırlarda gümüş kaplar
içersinde yenmişti. Bu da devletin zenginliği bakımından dikkati çeker.
Fakat Bağdat'ta başlayan bu hazırlıklar esnasında kemal zevale yüz tutmamıştır.
İhtiraslara kurban giden eşi Terken Hatun veziri Nizamül - Mülk ile mücadeleye
girişerek sultanla vezirin aralarını açtı. Neticede cihan hakimiyeti teşebbüsü
ile birlikte önce vezirin sonra da 20 yıllık saltanattan (1072 - 92) kırk
yaşlarında genç padişahın da ölümü her şeye nihayet verdi. Hatta Büyük Selçuklu
Devleti de bu yüzden büyük sarsıntılara uğradı.
***SİYASETNÂME
GİRİŞ
Seminer konusu olarak, seçmiş olduğumuz “SİYASETNÂME” veya öteki adıyla
“Siyeru’l- Mülük” , Büyük Selçuklu Devleti veziri Nizamü’l-mülk’ ün eseridir.
Siyasetnâme’nin, öncelikle bir edebi eser türü olarak ne olduğunu açıklayarak,
konuya giriş yapmamız gerekmektedir. Siyasetnâme; siyasetle, devlet yönetimi ile
ilgili eser anlamına gelmektedir. Yazıldığı devrin padişahlarına, ileri
gelenlerine, dolayısıyla daha sonra bu görevi üstlenecek olanlara yol göstermek,
tavsiyelerde bulunmak amacıyla kaleme alınırlar. Siyasetnâmeleri yazanlar,
devirlerinin gereklerini, en iyi devlet idaresinin nasıl olması gerektiğini,
halkın yaşadıklarını dile getiren; başta hükümdar olmak üzere devletin diğer
memurlarına adaleti öğreten, hemen hemen her devirde idarecileri uyaran, nasihat
eden, yol gösteren fikir adamlarıdır.
Siyasetnâmeler esas konu olarak, devlet yönetimini ele aldığına, devletin bütün
güç ve yetkisi de hükümdarda bulunduğuna göre, hükümdarlar için kaleme alınmış
eserler olarak kabul edilirler. Bu eserlerden, çağın sosyal ve toplumsal
hayatını, askeri ve mali örgütlerini, yasa ve tüzüklerini, toplumun dayandığı
gelenek ve görenekleri öğrenmek mümkündür.
Konuyu daha iyi anlamak için, ikinci bölümde, siyasetnâmeyi incelemeye
başlamadan önce siyasetnâmelerin kendi içinde, konularına göre nasıl
sınıflandırılmış olduklarını kısaca inceleyeceğiz.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda, Nizamü’l-mülk’ün yazdığı Siyasetnâme en önemli
eserlerden biridir. Bu tür, Anadolu Selçukluları ile Osmanlı İmparatorluğu
devirlerinde de sürdürülmüştür. Nizamü’l-mülk’ün yazdığı Siyasetnâme, yaygın ve
önemli bir içeriğe sahiptir. Nizamü’l-mülk yalnız nasihat vermekle yetinmemiş,
dönemindeki bazı olayları nakletmiş, Selçuklu Devleti’nin işleyişi, aksayan
tarafları, alınması gereken tedbirler, müesseselere işlerlik, kazandırmak için
yapılması gereken düzenlemeler üzerinde de durmuştur. Bu eseri, hazırladığımız
plan çerçevesine, ilk bölümde Nizamü’l-mülk ve yaşadığı dönem hakkında bilgi
vererek, sonraki bölüme de eseri ayrıntılı olarak inceleyip, konuları daha genel
başlıklar altında açıklamaya çalışacak ve seminerimizin bu yazım kısmını
tamamlamış olacağız.
Siyasetnâme, belirttiğimiz özelliklerinden dolayı, özellikle Selçuklular üzerine
çalışanlar ve siyasetnâmelerle ilgilenenlerin dikkatini çekmiş ve zamanımıza
kadar üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bizim, semineri hazırlarken
yararlandığımız eserler içerisinde incelediğimiz ana kaynak, M. Müderrisi
Çihardihî ve M. Altay Köymen’in yayınlarından istifade edilerek hazırlanmış tam
metin ilk tercümeden yararlanan Nurettin Bayburtlugil’in hazırladığı
“Siyasetnâme” isimli eser olduğunu belirtmekle yarar görüyoruz.
1. BÖLÜM: NİZAMÜ’L -MÜLK VE YAŞADIĞI DÖNEM
Devlet idaresine dair Farsça “Siyasetnâme” (Siyâset Kitabı) ’yi yazarı Selçuklu
veziri Nizamü’l-mülk önemli özellikleri olan büyük bir devlet adamıdır. Soyca,
İranlı olduğu halde, bir Türk devleti olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na,
Alparslan (1063-10729) ve Melikşah (1072-1092) zamanlarında otuz yıla yakın
vezir, bugünkü deyimiyle başbakan olarak hizmet etmiş, bu hizmetlere Çağrı Bey’e
ve imparatorluk tahtına oturmadan önce oğlu Alparslan’a Horasan’da ettiği
hizmetler de eklenirse kırk yılı bulur. Bazı kaynaklar, Nizamü’l-mülk’ten
bahsederken Selçuklu İmparatorluğu’nun, asrın en büyük adamlarından biri
tarafından idare edildiğini belirtiler.
Tûslu Nizamu’l-Mülk adıyla bilinen Hace Ebu Hasan bin Ali bin İshak, 1017’de
Tûs’da doğdu. Babası devlet memuru olduğundan, çok iyi bir tahsil gördü. İlk
önce Gazne saraylarında hizmet verip, sonra Selçukluların hizmetine girdi.
Alparslan’ın 1063’te tahta çıkmasıyla Selçuklu Devleti’ne vezir olarak atandı
(1064). Halife tarafından ona bir çok unvan verildi.
Vezir Nizamü’l-mülk, Sâsâni ve Gaznelileri örnek alarak, Selçuklu
İmparatorluğunun saray teşkilatını ve büyük divanı (merkezi hükümet teşkilatı)
kurmuş, istifa (maliye), arz (milli müdafaa), işraf (teftiş), tuğra (hariciye)
divanlarını ve İslam’a dayanan mahkemeleri oluşturmuş, ayrıca meliklerin emrinde
olan eyaletlere küçük divanlar tahsis etmiştir ki, onun tarafından meydana
getirilen bu idari teşkilat daha sonraki bütün İslam-Türk devletlerinde, ufak
tefek değişiklikler ile devam ettirilmiştir. Nizamü’l-mülk divanları kurduktan
sonra , Mısır Fatimi devletinin Şiî- Batînî kurallarına karşı gelmeye, devlet
aleyhine iç kavgalara sebep olacak bu hareketleri takip ve yok etmeye
çalışmıştır. Kültürel çalışmalarda da bulunmak isteyen Nizamü’l-mülk,
Alparslan’ın emriyle , olan Nizâmiye Medreseleri kurmuş, aynı zamanda askeri
ikta sistemini tam bir düzene sokmuştur.
Bazı kaynaklar Nizamü’l-mülk’ü överken, bazı kaynaklar da bu övgüleri abartılı
bulduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Örneğin, Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen,
Melikşah ile amcası Kavurd arasında geçen savaştan, Melikşah’ı büyük bir
tehlikeden kurtaran Nizamü’l-mülk’e ‘ata-bey’ unvanının verilmiş, İyiliklere ve
bağışlara boğulmuş olmasını haklı bulur ama Nizamü’l-mülk’ün, yaptığı
propagandalarla, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda her işi kendisinin yaptığı
fikrini uyandırdığını söyler. Bu tür faaliyetlerine medreseleri örnek vererek,
Alparslan zamanında bir düzine şehirde açılan üniversitelerin, haksız olarak
“Nizâmiye Medreseleri” adı ile anılır olduğunu belirtmekten kaçınmamıştır.
Yapılan araştırmaların sonucu olarak bunların Alparslan’ın emri ile ve devlet
parası ile kurulmuş yüksek öğretim ve eğitim müesseseleri olduklarının ortaya
çıktığını, Nizamü’l-mülk’ün rolünün Alparslan’ın emrini büyük bir başarı ile
gerçekleştirmiş bulunmaktan ibaret olduğunu iddia etmektedir. Mehmet Altay
Köymen’e göre İslam medeniyetine yön vermiş bu müesseselerin kurma şerefini bir
kişiye, Nizamü’l-mülk’e mal etmek yersizdir. Köymen, bu konu üzerinde durmaya
devam ederek, Nizamü’l-mülk’ün daha başka kötü yönlerinin bulunduğunu ve
suçlunun, İranlıları devlet hayatına ortak eden Türkler olduğunu, İranlıların
Nizamü’l-mülk vasıtası ile sivil teşkilat kadrolarında nüfuz alanlarını
koruduklarını öne sürmüştür.
Nizamü’l-mülk Alparslan devrinin başlangıcından itibaren otuz seneden beri
devlette kendine sarsılmaz bir mevki sağlamıştır. Gerek sultandan sonra tek söz
sahibi olarak titizlikle yürüttüğü idare mekanizmasında kendi otoritesine karşı
kimseye göz açtırmaması, gerek sayısı yirmi bine varan adamlarının aşırı
derecede çokluğu ve memleketin çeşitli yerlerinde önemli mevkilere yerleştirdiği
bir düzineye yakın evlatları vasıtasıyla nüfuz ve iktidarını sıkı bir şekilde
koruması yüzünden yavaş yavaş etrafında bir hasım kitlesi oluşmuştu.
Nizamü’l-mülk’ün, içteki bu hasımlarından başka bir de Hasan Sabbah ve
taraftarları gibi düşmanları da vardı. Bunlarla da uğraşarak devlete zarar
vermelerini engellemeye çalışıyordu. Melikşah’ın saltanatı sırasında ortaya
çıkan Hasan B. Sabbah, hükümdarların adaletsizliklerini cezalandıracak bir mehdi
vaadi ile memleket içinde dolaşan ve halkı kendine inandırmaya çalışan şiî
dâîlerindendi. Fatimilerin propaganda teşkilatını örnek alarak kendi teşkilatını
kurdu. Hasan B. Sabbah, bütün Batı Asya’yı uzun süre uğraştırmıştır.
Bu arada, Sultan Melikşah, devletin ileri gelenlerine, devlerin idaresi ve bunda
görülen aksaklıklar ve alınması gereken tedbirler hakkında kendisine bir tasarı
sunmalarını söyledi. ‘Bizden öncekilerin yapıp da bizim yapamadığımız bir şey
var mıdır? Geçen Sultanların kanun ve kuralları ne idi? Bizim zamanımızda gerek,
divanda mahkemede, sarayda ve kabul salonunda düzgün işlemeyen bir şey var
mıdır?’ gibi sorularla istediği tasarının içeriğini açıkladı. Bunun üzerine
herkes bir şeyler yazıp getirdi. Melikşah Nizamü’l-mülk’ün haricindekileri
beğenmedi. Nizamü’l-mülk’ün yazmış olduğu tasarı, ünlü Siyasetnâme idi.
Melikşah, bunu eksiksiz bulduğunu söylemiştir. Bu konuyla ilgili kaynakların
çoğunda Melikşah’ın bu kitabı yanından ayırmadığını ve idari mekanizmada hep ona
göre hareket ettiği belirtilmiştir.
Melikşah ile veziri Nizamü’l-mülk’ün arası çok iyiydi. İbrahim Kafesoğlu bu
konuda; sultanın, Nizamü’l-mülk’e ‘baba’ diye hitap ettiğinden söz etmektedir.
Nizamü’l-mülk gördüğü bir tehlike karşısında gereken tedbirleri kimin alacağı
konusunda sultana danıştığı, Melikşah’ın, işi vezirine bırakmaktan çekinmediği
söylenmektedir. Bu, sultanın vezirine ne kadar önem verdiğini, diğer taraftan
devletin, içinde bulunduğu zor durumu göstermekte yeterlidir. Sultanın, bu zor
durumda bütün ümidi veziri olmuştur. Onu teşvik için kendisine hediyeler,
paralar, iktalar vermeye devam etmiştir.
Ölümüne yakın yıllarda Melikşah’ın, ihtiyar veziri ile arası açılmaya
başlamıştır. Bunun başlıca sebebi, Nizamü’l-mülk’ün gittikçe daha fazla nüfuz
kazanmasıdır. Sultan ise artık devlet işlerini tamamıyla eline almak
istemektedir.
Nizamü’l-mülk’ün oğulları babasına güvenerek iç karışıklığa neden olan
davranışlarda bulunmuşlardır. Bu durum gittikçe daha belirgin bir hale
gelmiştir. Başlangıçta av ve eğlence ile vakit geçirdiği söylenen Sultan
Melikşah devlet dizginlerini ele alıp, git gide İranlaşmaya doğru yol alan
devleti, her yönü ile bir Türk devleti yapmaya girişmek için, ordusunun başında
yer aldığı zaman karşısında vezirini bulmuştur. Bu konuyla ilgili bütün
kaynaklara göre, Melikşah bunlardan sonra ilk kez vezirine meydan okuyarak,
vezirliğini elinden alacağını söylemiş, vezirine karşı mücadeleyi açığa vurmuş,
o zamana kadar tedbirli davranmaya dikkat edip, böyle durumlarda Melikşah’ı
yatıştırmış olan Nizamü’l-mülk, bu duruma kendisi de meydan okuyarak cevap
vermiş ve kendisinin fikirleri sayesinde devletin ve Melikşah’ın o günkü iyi
durumuna ulaştığını belirterek, “Yazı takımımın ve sarığın ortadan kalkmasıyla
taç ve taht da ortadan kalkar” demiştir.
Bunlardan anlayacağımız gibi Melikşah’a yaptığı hizmetle devlete ortak olmaya
hak kazandığını belirten Nizamü’l-mülk, kendisi olmadan Büyük Selçuklu
İmparatorluğu’nun idare edilemeyeceğini, hatta çökeceğini iddia etmiştir.
Melikşah, bütün bu olup bitenlere rağmen vezirini feda etmeyi göze alamamıştır.
Ama bundan sonra Nizamü’l-mülk’ün gözden düştüğü bir gerçektir.
Her şeye rağmen Nizamü’l-mülk’ün yürüttüğü dini siyaset, kuvvet kazandıkça ve
diğer taraftan, kuvvetli Selçuklu ordusu sağlamlığını muhafaza ettikçe, kendisi
de kurtuluş yolunun daima kapalı kalacağını bilen Hasan Sabbah ise ilk fırsatta
Nizamü’l-mülk’ü ortadan kaldırmayı tasarlamıştır. Bununla beraber, Bâtîni reisi,
ona uzun müddet el uzatamamış ancak Nizamü’l-mülk iç hadiseler dolayısıyla
gözden düştüğü zaman, vezirin öteki düşmanlarının da teşvikiyle, onu fedaisinin
eliyle öldürtmeyi başarmıştır.
Bağdat Abbasi Halifesi ile evlenip mutsuz olduğu söylenen kızının başkenti
İsfahan’a dönmesinden sonra ölmesi üzerine, öcünü almak için 1092 yılı
sonbaharında Bağdat’a hareket eden Melikşah’ın yanında Nizamü’l-mülk de
bulunuyordu. Nihavend yakınlarında konakladığı sırada, Hasan Sabbah’ın Bâtîni
fedailerinden biri, bir dilekçe verme bahanesi ile Sûfî kılığında vezire
yaklaştı, vezir dilekçeyi okurken fedai onu bıçakladı. Hasan Sabbah’ın
öldürttüğü ilk devlet adamı Nizamü’l-mülk’tür.
Sultan Melikşah da bundan aşağı yukarı 35 gün sonra, Bağdat’ta zehirlenerek
ölmüştür. Onu, kızını mutsuz edip ölümüne sebep olduğu için Bağdat’ı 10 gün
içinde terk etmesini istediği halifenin öldürttüğü söylenir.
Arka arkaya uğranılan bu iki kayıptan sonra zaten gittikçe zayıflamakta olan
Selçuklu İmparatorluğu, içte taht mücadeleleri, dıştan Haçlı seferleri yüzünden
karışıklıklara düştü. Hasan Sabbah’ın politikası bundan sonra da devam etmiş,
sultanın ölümüyle başlayan iç mücadele yüzünden Bâtînilere ciddi şekilde
uğraşılamadığından, XIII. yy ortalarına kadar yaşanacak olan İsmailiye
devletinin kurulaması da engellenememiştir.
2. BÖLÜM: SİYASETNÂME
A) EDEBİ ESER OLARAK SİYASETNÂME :
İlk ve orta çağlardan beri halk, adaletli hükümdarlar zamanında rahat yaşaya
bilmiş, zalimlerin yönetimi altında ise, insan haklarından yoksun yaşamışlardır.
Bunun için çağlar boyunca halkın dileği yalnızca adalet olmuştur. Bu adalet,
sadece vezirlerin, kadıların, güç sahibi devlet adamlarının haksız
uygulamalarından, zulümlerinden korunabilmek anlamına gelmiştir. Yoksa halk
sosyal adaleti hiçbir zaman düşünmemiş, güç sahiplerinin üstünlüğünü olağan
bulmuş, toplumsal eşitliği aramamış, her şeyi, sözleri kanun sayılan hükümdardan
beklemiştir.
Halkın durumunu yakından gören fikir adamları, bu isteği dile getirerek, her
fırsatta hükümdarlara, vezirlere adaletli olmalarını söylemişler, adalet
olmadıkça saltanatın dayanaktan yoksun kalacağını anlatmaya çalışmışlardır.
Siyaset-nâmeler esas olarak bu amaçla kaleme alınmış eserlerdir.
Siyaset, Arapça sözlüklerdeki anlamıyla, bir nesneyi dikkatle gözlemektir. Vali
ve hâkim olmak, halkı gözetmek, yönetmek, bu yolda gereken tedbirleri almak
anlamları bu esastan çıkmıştır. Daha sonraları hükümet işleri, politika,
diplomasi yerinde kullanılmıştır.
Siyaset-nâme, giriş bölümünde de belirtmiş olduğumuz gibi; siyasetle, devlet
yönetimiyle ilgili eser demektir. Siyaset-nâmeler, esas karakter bakımından
ahlaki eserler arasında yer alır; bu türün önemli dallarından biri sayılır. İlk
ve orta çağlarda ahlakın temeli din olduğuna göre, siyaset-nameler dini esaslara
dayanır. Kur’an’dan ve hadislerden tanıklar getirilir; tarihten örnekler
verilir. Geçmişteki olayları, zalim ve adil hükümdarlarla devlet ve şeriat
adamlarının bu konudaki tutumlarını belirten hikayeler ve fıkralar anlatırlar.
Gerek dini, gerek ahlaki eserlerin çoğunda adalet, cesaret, cömertlik, ayrı
birer konu olarak yer alır ve yazar bu konuda padişahlara öğüt verir. Bu gibi
eserlerin esas konusu genel ahlak olduğu, yalnız hükümdarlara değil, herkese
hitap ettiği için ahlaki eserler arasında yer alması gerekmektedir.
Siyasetnâmeler padişahlara, vezirlere devlet adamlarına öğütler verdiği için
bunlar birer nasihat-name sayılır.
Doğuda ve Batıda, bu konu ile ilgili bir çok eser yazılmıştır. Bunların hepsi,
birer siyasetnâme değildir; ayrı amaçlarla başka şekillerde kaleme
alınmışlardır, siyasetnâme olarak kabul edilmezler.
Bu tarz eserler, devlet adamlarıyla bazı fikir sahipleri tarafından yazılmış
olup; belli bir dönemde geçen olaylara dayandığından, yalnızca tarihi eserler
arasında yer alsalar da devlet işlerini göz önünde tutarak yol gösterdiği,
öğütlerde bulunduğu için konumuzla ilgili sayılmaktadır.
Doğuda ve İslam devletlerinde eskiden beri, devlet idaresi üzerine yardımcı
birtakım eserler yazılmıştır. Zerdüştilikten İslamiyet’e dönmüş bir İranlı alim
olan İbn Mukaffa’nın Pehlevice’den pek çok eseri ve “Kelile ve Dimne” yi
Arapça’ya tercüme etmesiyle, İslam aleminde siyasetnâme, nasihat-name türündeki
eserler yaygınlaşmıştır. Anlamamız gereken, bu türün eski İran kitaplarından
etkilendiğidir. Türk tarihinde de bu tip eserlerden ilki, 1070 civarında
Karahanlı hükümdarı için yazılan Kutadgu Bilig’dir.
Siyaset-nâmeler genellikle devlet yönetimini ele alırlar. Amaçları devleti idare
edenlere, idare sanatı üzerine önerilerde bulunmaktır. Bunlar genellikle ya
sultanlar için yazılırlar, ya vezirler için yazılırlar, ya da genel olurlar.
Bunları üç başlık altında türlere ayıracak olursak;
1) Sultanlarla ilgili olan eserler : Sultan için gerekli özellikler, saltanatın
esasları ve şartları, sultan için lazım olanlar, zamana göre en iyi devlet
örgütünün nasıl kurula bileceği, sultanın dini ve ahlaki görevlerinden
bahsedilir. Bu eserlere özellikle Nasihatu’l-Mulûk, Tuhfet’l-Mulûk vs. denir.
2) Vezirlerle (Vezir-i Azamla) ilgili olanlar: Vezirliğin gerekleri ve şartları,
yetkileri, görevleri, halka karşı tutumu, iyi vezirlerden örnekler ve bunların
öğütleri, önerileri konu edilir. Bunlara da genellikle Nasihatu’l-Vûzerâ,
Tuhfelu’l-Vüzerâ vs. denir.
3) Genel olan siyasetnâmeler de vardır ki, onlarda da siyaset sanatı dahil her
türlü konu bulunur. İbadet, tasavvuf, âlemin yaratılışı, insanların grupları,
adalet, rüşvet vs.
Eski Hint-İran nasihat-nâme ve siyasetnâmelerinde devlet, hükümdarın kuvvet ve
otoritesinden başka bir şey değildir. Siyaset ise, hükümdarın bu otoritesini
koruma ve kuvvetlendirme ve bunun vasıtalarını, yani askeri ve parayı halkın
hoşnutsuzluğuna sebep olmadan sağlama yoludur. Halkın huzursuzluğu ve
hoşnutsuzluğu, otoriteyi tehlikeye düşüren, fakirliğe yol açan bir durumdur.
Hükümdar bundan kaçınmalıdır. Bu da, daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi adil
olmakla mümkündür.
Bütün bu nasihatnâmelerde ve siyasetnâmelerde hükümdarın sahip olması gereken
vasıflar en önemli konuyu teşkil etmektedir. Çünkü önceden açıkladığımız gibi
siyaset ahlâka dayanır. Her şeyden önce hükümdar idarede akla, ve bilgiye
dayanmalıdır. Hint-İran geleneğinde de akıl ve bilgi üzerinde durulmuştur.
B) NİZAMÜ’L-MÜLK’ÜN YAZDIĞI SİYASET-NÂME:
Seminerin birici bölümünde, Nizamü’l-mülk’ün hayatını anlatırken siyasetnâme
yazmış olduğu konusuna değinmiştik. Kendisinin de eserinin başında belirttiği
gibi; Melikşah 1077-78 yılında, devlet idaresine dair bir kitap yazılması için
kendi devlet adamları arasında bir yarışma açmıştır. Yazılanlar içerisinde tek
beğendiği, Nizamü’l-mülk’ün yazdığı olmuştur. Başta bulunan hükümdarın bir Türk
olduğunu göz önünde bulunduran Nizamü’l-mülk, eserinde ister istemez Türk
adetlerine ve devlet geleneklerine yer vermek zorunda kalmıştır .
Melikşah’ın gerek askeri, gerek sivil, gerekse ticari ilişkilerini kolaylaştıran
bu kitabı, Nizamü’l-mülk otuz dokuz başlık altında sultana sunmuş, fakat daha
sonra bu devletin düşmanları hakkında, kafasında mevcut bazı şeyleri de ilave
ederek elli bölüme çıkarmıştır.
Otuz senelik tecrübenin ürünü olan bu kitap tam bir nasihatnamedir ve konuları
dört esasta toplamak mümkündür.
1) Hikayeler (Bunların kahramanları eski İran kralları, geçmiş halifeler,
emirler ve sultanlardır.)
2) Kur’an’dan ayetler
3) Hz. Peygamber’in hadisleri ve sahabelerin örnek hareketleri
4) Kendi tecrübeleri
Otuz sene çalıştığı devlette uzun tecrübelerine dayanarak tavsiyelerde
bulunmuştur. Ona göre geçmişteki İslam devletlerinin incelenmesi, İslam’ın
emirleri iyi bir devlet kurmak için yeterlidir .
Nizamü’l-mülk’ün esas amacı kendi emrinde bulunan Selçuklu idari mekanizmasını,
olduğu gibi anlamak değildir. Eserinde daha ziyade zamanın inanış ve
düşünüşlerine uygun en iyi devlet uzmanının nasıl olabileceğini ve başarılı bir
hükümdarın neler yapması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.
Siyasetname bittiğinde, Nizamü’l-mülk Melikşah ile Bağdat seferinde idi.
Siyasetname’nin müsveddesini temize çekmek ve eser kendine bir şey olursa
yazılan kitabı padişaha takdim etmek üzere saltanat özel kâtibi Muhammed
Mağribi’ye verdi. Bazı bilgiler, kitabın son şeklini Nizamü’l-mülk’ün ölümünden
sonra aldığını göstermektedir. Kesin olarak bilinen şey de eserin, son şeklini
492-505 / 1098-1115 seneleri arasında aldığıdır.
Nizamü’l-mülk, tecrübelerini anlatırken yalnız İslam memleketlerinden örnekler
vermekle kalmaz, müslüman olmayan memleketlerden de örnekler verir. Dolayısıyla
eseri İran, hatta Çin tarihinden örneklerle doludur. Nizamü’l-mülk’ün metodunu,
yazmış olduğu Siyasetname’nin amacını anlayabilmemiz için yapmamız gereken elli
bir fasıldan oluşan eseri ayrıntılı bir biçimde incelemektir.
Nizamü’l-mülk’kün Siyasetnâme’de yazdıklarını, fasılları doğrultusunda
özetlemeden önce, başka kaynaklardan, bu konular hakkında edindiğimiz bilgilere
kısaca göz atarsak, bunlarla, Nizamü’l-mülk’ün yazdıklarını birlikte
değerlendirip, karşılaştırma fırsatımız olacaktır.
Selçuklu İmparatorluğu, öncelikle güçlü bir Türk-İslam Devleti olup, İslam kamu
hukuku prensiplerinin siyasi hayat ve müesseselerine hakim olmuştur. Horasan’da
kurulmuş olup, teşkilatı bu Müslüman çevrede İran’lı vezirler tarafından
düzenlenen Selçuklu devletinin, askeri, idari, mali bakımdan islami gelenekleri
takip etmesi doğaldır.
Selçuklu İmparatorluğu’nda devlet, başta bulunan hanedanın müşterek malıydı.
Hanedan dahil her prense bir arazi parçası verilirdi. Bu, kontrol altında olan
bir sistemdi. Taht mücadeleleri de bu sistemin bir neticesiydi. Selçuklu
İmparatorluğu muhtelif devletlerin bir araya gelemsinden meydana geliyordu,
bunlar imparatorluğun vassalleri idi. Bunların bazılarının başında Selçuklu
soyundan olan hükümdarlar (Kirman Selçukluları..), bazılarının başında Türk
soyundan olan hükümdarlar (Karahanlılar...), bazılarının başında da Türk
soyundan olamayan hükümdarlar vardı (Büveyhoğulları, Bavendiler...). Bu
devletlerin vassallik statüleri farklıydı. Vassal hükümdarlara melik denirdi.
Hakim zümre Türk olup esas kitlenin üzerinde ince bir tabakadan oluşuyordu.
Selçuklular da başka birçok devlet gibi zamanla İran medeniyeti etkisine
girmiştir. İmparatorluğun sonuna kadar hükümdarlar ve hanedan üyeleri Türkçe’yi
unutmamışlarsa da, devletin resmi dili Farsça olmuştur. Saray diliyle birlikte,
ordu dili Türkçe kalmıştır.
İlk defa, halife Selçuklular zamanında dünyevi görevleri bir anlaşma ile
Selçuklulara devretmiştir. Bu olay din ve dünya işlerinin ayrılmış olması
bakımından İslam tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.
Selçuklu devletinde hükümdar, devletin sorumlusu olup, bütün ülkelerde adına
hutbe okutulur ve para bastırılırdı. Fermanlara, Büyük Divân’ın kararlarına imza
atarak büyük sultanın isminden ibaret olan tuğrası çekilir, emir bundan sonra
yürürlüğe girerdi. Halife tarafından kendine verilen künye ve unvanları
kullanırdı. Sürekli yanında askeri bulunurdu ve bunlar günde beş namaz vaktinde
növbet çalardı. Sultanlar haftanın belli günlerinde devlet önde gelenlerini ve
kumandanları huzuruna kabul eder halkın şikayetlerini dinler, kadıları tayin
eder, devlet başkanlarının hükümdarlıklarını onaylar ve devlete karşı işlenen
suçlarda, yüksek mahkemeye başkanlık ederdi. Saray doğrudan doğruya sultanın
şahsına bağlıydı. Sultanın en güvenilir adamları sarayda görevlendirilir,
bunların emrine askerler verilirdi. Hükümetin saltanat divanı da beş divandan
(bakanlık) kurulmuştu.
Askeri teşkilatta ise, Sultan Melikşah zamanında Ortaçağın en büyük askeri gücü
meydana getirilmişti. Bu ordular daha sonraki Türk-İslam devletlerine örnek
olmuşlardır. Askeri teşkilatı oluşturanlar; saray terbiyesi ile yetiştirilmiş
çeşitli kavimlerden seçilen, en seçkin kumandanlar ve onların yetiştirdiği
askerler, melikler, valiler ve vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askeri
ve tâbi hükümetlerin kuvvetleriydi. Askeri teşkilatta yapılan çok büyük bir
yenilik de askeri ikta idi. Ayrıca gerektiğinde Selçuklu İmparatorluğunda
ücretli askerler de toplanıyordu.
Selçuklu adliyesi şer’i yargı ve örfi yargı olmak üzere ikiye ayrılmıştı.
Kadılar adaleti sağlama konusunda önemli görevlere sahiplerdi.
Selçuklularda haberleşme sistemi gelişmişti. Süratli haber alma teşkilatı,
düzenli bir posta ve askeri, ticari bakımdan önemli yollar üzerinde karakollar
ve daimi kontrol gereken yerlerde gizli istihbarat adamları vardı.
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız Selçuklu saray, divan, ordu, adliye teşkilatı,
küçük farklar ve bazı isim değişiklikleri ile atabey devletlerinde,
Harezmşahlar, Eyyûbîler, 12. yy ikinci yarısındaki Abbasi devlet teşkilatında,
daha başka devlet, beylikler ve Osmanlı İmparatorluğunda da devam etmiş, sekiz
yüz yıla yakın bir zaman İslam doğu dünyasında idare düzenlemesinde örnek
olmuştur.
Eseri oluşturan elli bir faslı incelerken yapmamız gereken, bu fasılları
konularına göre bir araya getirmektir. Çünkü Nizamü’l-mülk bu fasılları belli
bir düzene göre sıralayarak yazmamış, bunları aklına geldiği gibi yazıya
dökmüştür.
Bu fasılları incelerken öncelikle Nizamü’l-mülk’ün en çok üzerinde durmuş olduğu
‘hükümdar’ konusu ile ilgili olanları ele alacağız. Burada belirtmemiz gereken
nokta, bütün fasılların konularının birbirinden kesin olarak ayrılamayacağıdır.
Çünkü, örneğin padişahın görevlerinin belirtildiği bir fasılda, halktan,
ordudan, saraydan ya da öteki memurlardan da bahsedilmiştir. Yine de, fasılları
belli başlıklar altında vermenin, anlatımı kolaylaştıracağı sonucuna vardık.
1)HÜKÜMDAR VE HÜKÜMET İLE İLGİLİ FASILLAR
1. FASIL: Sultanın medhi, halkın ve dünyanın durumu
1.. FASIL: Padişah ve emirlerin Allah Taâlâ’nın nimetini tanıması hakkında
2. FASIL: Padişahın zamanındaki zulümleri yok edip adalet ve hüsn-i niyeti hâkim
kılması
8. FASIL: Din ve dini kanunların, benzerlerinin araştırılması ve tetkiki
11. FASIL: Padişahın huzurunda yazılan fermanlara ve meselelere saygı
gösterilmesi
17. FASIL: Padişahın nedim ve yakınlarının işlerinin nasıl yapılacağı
18. FASIL: Padişahların memleket işleri için alimlere meşveret yapması
20. FASIL: Padişah makamının hazırlanması, süslü ve her çeşit silahların
yapılması
30. FASIL: Şarap meclisinin kurulması ve şartları
31. FASIL: Padişah huzurunda kulların ve hizmetkârların duracakları yer
35. FASIL: Saray muhafızlar, bekçileri ve nöbetçileri
36. FASIL: Çalışan kulların ve hizmetkârların haklarını koruma
37. FASIL: Padişahın sofrası nasıl hazırlanmalı, hizmetkârları kimler olmalı
39. FASIL: Ülke ve padişahlık görevlerinde düşünerek kara verme
40. FASIL: Ceza infâz emri, çubdarlar ve ceza aletleri
41. FASIL: I. Padişah’ın Allah’ın kullarına işlerinde bağışta bulunması /
unvanların
mânası ve dereceleri
42. FASIL: İki işi bir kişiye emretmemek, işsizlere iş vermek ve onları işsiz
bırakmamak, işi dindar ve liyakatli kişilere vermek, dinsizlere iş vermeyip
onları çevresinden uzaklaştırmak
43. FASIL: Tesettür ehli, ordu kumandanlarının sırasının korunması ve
sanatkârlar.
44. FASIL: Ülkenin ve dinin düşmanı, dinsizcilerin ve Haricilerin
davranışlarının
kontrolü
49. FASIL: Padişahın hazineye sahip olması ve onu düzene koyması
50. FASIL: Adalet isteyenlerin sayısını azaltmak, onlara yerinde cevap ve
haklarını
vermek
51. FASIL: Vilayetlerin hesaplarının tutulması ve onların nizama konulması
‘Hükümdar ve Hükümet ile ilgili Fasıllar’ başlığı altında bir araya getirdiğimiz
bu yirmi iki fasıl, Siyasetnâme’de teker teker açıklanmış ve büyük çoğunluğu en
az bir hikaye ya da hadis ile örneklendirilmiştir. Nizamü’l-mülk’ün bunu
yapmaktaki amacı tecrübeleriyle edindiği bilgileri de aktarmak, ve okuyuculara
bu hikayeler ile ders vermek, hadislerle kendi görüşlerinin onaylandığını
ispatlamaktadır. Hükümdar ve hükümet ile ilgili fasılların tümünde toplam kırk
hikaye, on tane de hadise yer vermiştir. Hikayelerde Gazneli Devleti gibi birçok
devlet ve beylikten söz etmiş, konuyla ilgili olayları anlatarak açıklamalarını
desteklemeye çalışmıştır. İkinci fasıldan (Padişah ve emirlerin Allah Taâlâ’nın
nimetini tanıması hakkında) kısa birer hikaye ve hadis örneği verirsek bu
metodun anlaşılmasını kolaylaştırmış oluruz.
“Padişah Allah’ın nimetini tanırsa Allah kendisinden razı olur. Hakk’ın
rızasında, halkıyla birlik olma adaletinin yayılma ihsanı vardır. Çünkü halkın
hayır duası günden güne artarsa onu ebedi kılar. Böyle padişah, devlet ve
zamanından hoşnut olduğu gibi bu dünyada iyi olarak anılır, ahirette de hesabı
kolaylaşıp, saadete erer. Söyle demişlerdir: Melik inkâr ve küfürle ayakta
kalabilirse de zulümle atakta kalamaz.
Hikâye: Hadislerde rivayet edildiğine göre, Yusuf Peygamber (a.s.) vefat
edince, Hz. Yakup ve Hz. İbrahim’in haziresine ve kardeşlerinin yanına defnetmek
üzere getirdiler. Cebrail Aleyhisselâm gelerek şöyle dedi: “Onu yerinde
bırakınız. Melik’in sorularına cevap verdiği için, kardeşleri yanında yeri
yoktur. Kıyamette bunun cevabını vermeliler.” Yusuf Peygamber (a.s.) ‘in durumu
böyle olursa, diğerlerinin nasıl olacağını ve ne cevap vereceklerini seyret.
Hadis: Peygamberimiz (s.a) bir hadisinde, “kıyamet gününde, Allah’ın
kulları üzerine hükümranlık ve emretme yetkisi verilenlerden bir kişiyi elleri
bağlı olarak huzura çıkarırlar. Eğer âdil biri ise adaleti onun ellerine çözer
ve Cennete götürürler; zalimse zaten zulmü ellerini bağladığından götürüp
Cehenneme atarlar”, buyurmaktadır.
Hadis: “Bu dünyada halka, sarayında oturanlara, emri altında çalışanlara
hükmetme yetkisi verilen bir kişi bunlardan sorumludur. Çünkü “sürüyü korumakla
görevli bir çobandan Allah, boynuzlu koyunun, boynuzsuz koyuna vurmasını
kendisinden sorarak, bunun cevabını ister” .
Şimdi bu yirmi iki fasılda Nizamü’l-mülk’ün ne anlatmaya çalıştığını özetleyecek
olursak, Nizamü’l-mülk, Allah’ın insanlar arasında birini seçtiğini, aynı
zamanda onu memleketin barış ve emniyetinden sorumlu tuttuğunu söyleyerek, işe
hükümdarın öneminden bahsederek başlıyor. Hükümdarın öncelikle yapılması gereken
çevresindeki en akıllı, en tecrübeli, en güvenilir adamları seçip, layık
olanlara güvenmek ve görevlerinin bir kısmını onlara devretmek olduğunu
belirtiyor. Nizamü’l-mülk’e göre, hükümdar bütün memurlarına ,halka iyi
davranmalıdır. Nizamü’l-mülk adaletin doğruluğu ve tarafsızlığı üzerinde ısrar
etmiştir. Padişah bütün memurlarına eşit davranmalı, dostlarını göreve
getirmekten kaçınmalı, kanunun uygulanıp uygulanmadığını, davaları kontrol
etmeli, zamanın ihtiyaçlarına göre talimatnameler çıkarmalı, bunlara
uymayanların cezalandırılmalarını sağlamalı, bunun yanında padişahın da bu
talimatnameleri kişisel çıkarlarına dayanarak değil, tecrübeleri, sağlam
görüşleri ve aklına güvendiği insanlara danıştıktan sonra çıkarmalıdır.
Nizamü’l-mülk, bir insanın padişahlık tacını giydikten sonra, milletin iyiliği
için hayatının sonuna kadar çalışacağından, Allah’ın yalnızca milletine
şevkatle, adaletle yaklaşan padişahı kabul edeceğini hatırlatması gerektiğini
belirtmektedir. Padişah, Kuran ve Hadislerle beyan edilen kanuna uygun olarak
davaları görmelidir, fakat zamanının ihtiyaçlarını da göz önünde
bulundurmalıdır. Nizamü’l-mülk’ün birçok fasılda, en çok üzerinde durduğu nokta
padişahın uyanık olması, görevlerini aksatmaması gerektiğidir.
2) HÜKÜMET MEMURLARI VE MEMURLARLA İLGİLİ FASILLAR
4.FASIL: Alimler, vezir ve kölelerin devamlı soruşturulması
5.FASIL: İkta sahipleri ve onların halka b-nasıl muamele ettiklerinin tetkiki
6.FASIL: Kadı, hatip ve güvenlik memurlarının işleri
7.FASIL: Amil ( vergi memuru )’in, kadının, emniyet müdürünün, belediye reisinin
durumlarını soruşturmak ve bunun siyasi şartı
9. FASIL: Devlet ileri gelenleri ve onların geçimleri
16. FASILzel
mevki ve onun işlerinin verimli olması için nasıl yapılacağı
19.FASIL: Müfretler, memleketin selameti için anların maişet ve işlerinin
düzenlenmesi
34. FASIL: Hatta yaptıkları an devlet ileri gelenlerinin cezalandırılması
38. FASIL: İkta sahipleri ve halkın hareketleri hakkında ihtiyatlı olmak
Hükümet memurları ve küçük memurlarla ilgili bilgilerin verildiği bu dokuz
fasılda Nizamü’l-mülk toplam on altı hikâye, bir de hadise yer vermiştir.
Bu fasıllarda Nizamül-mülk’ün üzerinde durduğu noktalar şöyle özetlenebilir:
Hükümdarın yüksek mevkilere tayin edeceği memurların, tayin edildikleri görevde
kişisel bir kazançları, çıkarları olmamasına dikkat edilmeli, onların
görevlerini gayretle, gerektiği gibi yerine getirmeleri takip edilmelidir.
Padişah bu görevlere yalnızca tecrübeli ve azimli insanları almalıdır. Hükümdar,
yakınında bulunan insanları asla devletin yüksek mevkilerine getirmemeli, bir
kişinin üzerinde bir çok görevin toplanmasına izin vermemelidir. Hükümdarın
kendisi ne kadar iyi niyet sahibi de olsa tembel memurlar memleketi felakete
sürükleyebilirler; diğer taraftan bunlar yetenekli, görevleri yerine getiren
memurlar olursa, hükümdar kötü bile olsa, memleketi felaketten kurtarabilirler.
Küçük memurlara gelince ,bir kazanın kiralarını toplamakla görevli bir memur
kimseden fazla para almamalıdır. Kira ödeyenler bu yüzden, padişahın huzuruna
çıkmalıdır. Memur kurala uymazsa cezalandırılmalıdır. Nizamü’l-mülk’e göre,
hakimin görevi ise en zor en dikkatli yapılması gereken iştir. Davaların yanlış
anlaşılıp anlaşılmadığı, alınan kararlar, her zaman kontrol edilmelidir. Bu
memurların kendilerini fazla emniyette hissetmemeleri için bir kazada, o görevde
üç seneden fazla bırakılmamalıdır. Hükümet görevlilerinin en önemlilerinden biri
de vezirdir. Nizamü’l-mülk bu görevin tehlikeler ve tuzaklarla dolu olduğunu
söyler. Bu tehlikeler Nizamü’l-mülk’ün kendi hayatına bakıldığında da
görülmektedir. Vezir Allah’ın emrine uymalı, hükümdarın emriyle hareket etmeli
ve halka da gerektiği gibi muamele etmelidir. Vezir askeri de kontrol etmelidir
çünkü onlar olmazsa saltanat devam ettirilemez.
3) ELÇİLER VE GÜVENLİK İLE İLGİLİ FASILLAR
10. 10. FASIL: Muhabirler, postacılar ve memleket işlerinde tedbir almak
13. FASIL: Memleket ve halkın iyiliği için casuslar göndermek ve tedbir almak
14. FASIL: Sulhun devamlı olabilmesi için elçiler ve haberciler göndermek
15. FASIL: Elçilerin sarhoşluk ve normal hallerinde ihtiyatlı davranmaları
21. FASIL: Elçilerin hal, hareket ve işlerinin düzenlenmesi
Elçiler ve memleket işlerinin güvenliğiyle ilgili bu beş fasılda Nizamü’l-mülk
beş tane de hikaye aktarmıştır.
Nizamü’l-mülk’e göre yabancı elçilerin gerçek hedefi yalnız hükümetlerinden
mesaj getirmek değildir. Bir takım gizli hedefleri vardır. Aynı zamanda
memleketin hükümdarı hakkında bir şeyler öğrenmek isterler. Hükümet işlerine de
karışmaya çalışırlar. Amaçları bu ülke hakkında bilgi edinip, bunu kullanmaktır.
Nizamü’l-mülk, bir hükümdarın önemli bir memuriyete birini tayin edeceğinde, o
kimse için bilmediği birini de bu memurun ne yaptığını bilmek için daima onun
yanında olacak şekilde bir işe tayin etmesi gerektiğini ve casusların, her çeşit
insanla doğrudan doğruya temas edebilmeleri gerektiğini söylemektedir.
Nizamü’l-mülk, padişahın, memurların hareketlerinden haberdar olması konusu
üzerinde çok fazla durmuştur.
4) HALK VE KÖLELER İLE İLGİLİ FASILLAR
11. 11. FASIL: Mühimmat için dergahtan padişaha köle göndermek
26. FASIL: Türkmenlerin, köleleri, Türklerin yönetiminde ve diğer hizmetlerde
kullanmak
27. FASIL: Kölelerin yapacağı işler ve işlerinin yaparken onlara zahmet
çektirmemek
28. FASIL: Saray kölelerinin görevleri
29. FASIL: Halkın ve ileri gelenlerin ziyaretine müsaade etmek
Halk ve daha çok kölelerin konu edindiği bu beş fasıldan yalnızca 28. Fasıl uzun
bir hikaye ile desteklenmiştir.
Bu fasıllarda Nizamü’l-mülk kısaca şunlar üzerinde durmuştur: Önemli eşyaların
temini için saraydan giden kölelerin bazıları halka zulmederler. Köleye, zulmün
uzun sürmemesi, kendine emredilenden fazla bir şey almaması söylenmelidir.
Türkmenlerden her ne kadar bıkkınlık gelmişse de sayıları fazla olduğundan ve
devlet kuruluşunda hizmetleri olduğundan, hepsinin akrabalar ve devlet üzerinde
hakları olduğu unutulmamalıdır. Her gün birkaç köle hizmete alınmalı, onlara çok
zahmet edilmemeli, ihtiyarlayana kadar onları yetiştirip, yapabileceği görevler
vermelidir. Saray kölelerin hizmetlerinden ölçüsü, sanatları derecelerini
artırıyordu.
Padişah belirli günlerde halkı saraya kabul etmelidir. Halk gidip şikayetlerine
padişaha bildirir. Kabul merasiminin bir tertibi olmalıdır. Merasimler sık
yapılmazsa halkın işi aksar, ordu rahatsız olur.
Nizamü’l-mülk, padişahın Orta Asya’da kadınların siyaset üzerine fikir sahibi
olmalarını, hakimiyet kurmalarını önlemesini söyler. Bir kadının temsilciler
meclisine seçilmesine ya da yüksek bir yere tayin edilmesine karşı çıkmıştır.
Son olarak da askeri teşkilat ile ilgili fasılları bir araya getirerek,
Siyasetnâme’nin içeriğini anlamayı tamamlayacağız.
5) ASKERİ TEŞKİLAT İLE İLGİLİ FASILLAR
22. FASIL: Ordunun konaklayacağı yerdeki otlaklar
23. FASIL: Padişahın bütün askerlerinin mallarını belirlemesinin gereği
24. FASIL: Her cins ve kavimden asker bulundurulması
25. FASIL: Padişah saraylarında her cins askerin mukim olması ve iaşesinin
temini
32. FASIL: Ordunun ihtiyaçları, istekleri ve ordugah hizmetleri
33. FASIL: süslemeyi, silahı, savaş levazımatını ve seferi tanımak
44. FASIL: Ülkenin ve dinin düşmanı, dinsizlerin ve Haricilerin davranışlarının
kontrolü
45. FASIL: Mazdek’in ayaklanması, onun dini ve Adil Nuşiveran tarafından
öldürtülmesi
46. FASIL: Ateşperest Sinbad’ın ortaya çıkışı ve Nişabur’da Müslümanlara karşı
ayaklanması
47. FASIL: Karmatî ve Bâtînilerin Kuhistan, Irak ve Horasan’da ortaya çıkışı.
Bu fasıllarda hadis veya hikaye yer verilmemiş, Nizamü’l-mülk koyduğu başlıklar
hakkında söylemek istediklerini kısaca açıklamıştır. 45. , 46. , ve 47.
fasıllar, meydana gelmiş olayları anlatmaktadır ki bu olayların hangileri
olduğu, Nizamü’l-mülk’ün fasıllara koyduğu başlıklardan anlaşılmaktadır.
Nizamü’l-mülk askeri teşkilatla ilgili önemli girişimlerde bulunmuş, getirdiği
yeni düzene Büyük Selçuklu İmparatorluğunun askeri gücünü artırmıştır.
Nizamü’l-mülk, padişahın konaklayacağı her yerde yer ve otlak yapılması
gerektiğini söylemiştir. İkta sahibi askerlerin malı çok iyi bilinmeli bunlar
kontrol edilmelidir. Her cins ve soydan asker bulunmalıdır. Saray askersiz
kalmamalıdır. Nizamü’l-mülk, 24. fasılda, ek olarak anlattığı hikayede Sultan
Mahmud’un Türk, Horasan ,Arap, Hindi, Guri, Deylemli gibi her cinsten askeri
olduğunu belirtmiştir. Nizamü’l-mülk ikta sisteminin gerekleri, askerin
kişilikleri üzerinde durmuş, sistemin çökmemesi için gerekli bir çok önlemden
söz etmiştir.
C) SİYASETNÂME VE NİZAMÜ’L-MÜLK HAKKINDA GÖRÜŞLER:
Nizamü’l-mülk’ün yazmış olduğu Siyasetnâme’yi inceledikten sonra, kendi
görüşlerimizi ve kullanmış olduğumuz kaynaklardan Siyasetnâme üzerine yer alan
görüşleri belirterek, eserin önemini ve bunun yanında eksiklerini de ortaya
koymakta yarar görüyoruz.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu Melikşah’ın veziri Nizanü’l-mülk tarafından
yazılmış olan Siyasetnâme / Siyerü’l-mülûk, üslubunun açıklığı, ibarelerin
doğruluğu, konuyu çok sade olarak anlatması, konuların çeşitliliği yüzünden,
Farsça kitaplar arasında ‘eşşiz’ olarak nitelendirilmektedir. Bu eser nasihat,
hikmet, Kur’an’ı Kerim tesfiri (bazı âyetler), peygamberin sözleri, peygamberin
hayat ve tecrübeleri, adil padişahların hikayeleri, geçmişten haberler içermesi
bakımından önemli bulunmaktadır.
Tarih ve edebiyatçıların söylediklerine göre, Hace Nizamü’l-mülk bu kitabında
dil ve üslup yönünden sanatını zirveye ulaştırmasa da, tarihi olayları tam
olarak ifade edememiş, bazı araştırmacılara göre de mezhep yönünden taassuba
kaçmıştır. Bunlara karşılık olarak Nizamü’l-mülk’ün bir tarih kitabı yazmış
olmadığı, her şey den önce ibret alınacak olayları anlatarak siyaset yolunu
gösteren bir edip olduğu, tarihçi olamadığı öne sürülmüştür. Tarihi yanlışların
nedeninden, o günlerde âdet olmuş mezhep taassubu olduğu, Nizamü’l-mülk’ün de
şerif mezhebini yükseltmek için çok çalıştığı söylenmektedir.
Bazı araştırmacılar, Siyasetnâme’nin bulunan iki yayını arasındaki farklar
üzerinde durmaktadır. Siyasetnâme ilk olarak 1891’de Paris’te yayınlanmıştır.
Charles Schefer eserin Fransızca tercümesini yayınlamıştır. İkinci yayın İran’da
Seyyid Abdürrahim Halhâlî tarafından yapılmıştır. Paris metniyle bunun arasında
büyük farklar bulunmuştur. Bastırılan üçüncü nüshanın da diğer nüshalarda
bulunmayan bazı ilavelere rağmen ,tam ve doğru bir metin olmadığı
söylenmektedir. İstanbul’da Molla Çelebi Kütüphanesinde bulunan nüshanın, yalnız
İstanbul yazmaları arasında değil, Tahran ve Paris’tekilerle
karşılaştırılmasından anlaşılmış olduğu üzere, Avrupa ve İran yazmaları arasında
en iyisi, ve bugün elde bulunmayan asıl metne en yakın olduğu, araştırmalar
sonucunda ortaya konmuştur.
Üzerinde durulan diğer konu da Nizamü’l-mülk’ün metodudur. Metodu bazı
araştırmacılar tarafından tarihi sayılmaktadır. Ortaya koymak için seçtiği bir
prensibin doğruluğu, hemen her durumda, rivayetler veya tarihi olaylarla ispat
etmiştir. Hükümdara, Allah’tan korkan kimseleri kendine memur seçmesini talep
ederken bunu Kur’an’dan peygamberin hadislerinden ve İslâm büyüklerinin
hayatından örneklerle ispat eder. Düşüncelerini ispat ederken yalnız İslâm
memleketlerinden örnekler vermekle kalmaz, gayri Müslim memleketlerden de
örnekler verir . Siyasetnâme oldukça uzun bir zaman içinde yazılmıştır. Bunun
nedeni bütün nüshalarda da açıklanmıştır. Nizamü’l-mülk eserin önce otuz dokuz
faslını yazmış, sonra Haricî-râfizî faaliyetlerin tehlikesini aktarmak amacıyla
on bir fasıl daha ilave etmiş, bu arada eskiden hazırladığı fasılları da
tavsiyelerle tamamlamıştır. Nüshaların hepsinde de fasılların düzen içinde
birbirini takip etmediği ve gelişi güzel sıralandığı görülmektedir. Birçok
araştırmacının en çok eleştirdiği nokta bu olmuştur. Bu karışıklığın ,vezirin,
eseri müsvedde halinde teslim etmesinden kaynaklanmış olduğu düşünülmektedir.
Müsveddeler, okunduktan sonra Nizamü’l-mülk tarafından tekrar gözden
geçirilememiştir.
Son olarak değineceğimiz görüş ise, Nizamü-mülk’ün kaleminden çıkan asıl esere
değişik zamanlarda, şartlara göre değişen ilaveler yapıldığı konusudur. Yazarın
ölümünden sonra şu veya bu sebeple ilaveler yapılmıştır ama bu eserin
Nizamü’l-mülk’e ait olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Siyasetnâme hakkında
yapılan kötü eleştirilerde olsa, iyi yönleri daha çok ön plana çıkmıştır.
SONUÇSelçuklu
Devletinin bir nevi anayasası olarak kabul edilebilen Siyasetnâme, Selçuklu
devri ana kaynaklarından biri olarak da son derce önemlidir. Bununla birlikte,
Doğuda ve Batıda eserden gereği kadar faydalanılmamış olduğu yaygın bir
görüştür.
Bu konu üzerinde çalışan birçok tarihçinin, yazarın da belirttiği gibi
Siyasetnâme yalnız dokuz yüz yıl kadar önceki devlet adamları için değil,
şimdiki devlet adamları için de faydalıdır. Ders alınacak noktalar gözden
kaçırılmamalı, memleketin sarsılan siyasi ahlakının kurulmasında yardımcı
olabileceği için, eserin önemi bilinmelidir.
BİBLİYOGRAFYA
Brockelmann C., İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, c. 1 (1-3 Kısımdan), çev.
Neşet Çağatay, Ankara Üni. Basımevi, Ankara, 1964.
Kafesoğlu İbrahim, Büyük Selçuklu İmparatoru Melikşah, Milli Eğitim Basımevi, 1.
Baskı, İstanbul, 1973.
Kafesoğlu İbrahim, Selçuklu Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1992.
Köymen Mehmet Altay, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay, 3.
Baskı, Ankara, 1998.
Nizamü’l-mülk, Siyasetnâme, haz. Nurettin Bayburtlugil, Dergah Yayınları, 4.
Baskı, İstanbul, 1998 .
Nizamü’l-mülk, Siyasetnâme, haz. Mehmet Altay Köymen, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1982.
Öz Mehmet, Osmanlıda “Çözülme” ve Gelenekçi Yorumcuları ( XVI. Yüzyılsan XIII.
Yüzyıl Başları ), Dergah yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1997.
Harun Han Şirvani, İslamda Siaysi Düşünce ve İdare Üzerine Araştırmalar, Çev.
Kemal Kuşçu, Ahmet Said Matbaası, İstanbul, 1965.
Uğur Ahmet, Osmanlı Siyaset-Nameleri, Erciyes Üni. Yayınları Matbaası , Kayseri
, 1992.
MAKALELER:İnalcık Halil, “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve
Gelenekleri”, Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay: 19 , sayı A 2
, seri 1, 1966.
Kafesoğlu İbrahim, “Büyük Selçuklu Veziri Nizamü’l-mülk’ Eseri Siyasetnâme ve
Türkçe Tercümesi”, Türkiyat Mecmuası, c.12, İstanbul Üni. Türkiyat Enstitüsü,
İstanbul, 1955.
Levent Agâh Sırrı, “Siyasetnâmeler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1963.
Özçelik A. Selçuk, “İslam’da Devlet Müessesinin İnkişafı”, İstanbul Üni. Hukuk
Fak. Mecmuası, c. 20, sayı 1-4, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1955.
HAZIRLAYAN
MEHMET ÖZÇELİK