BİR LİSE
TALEBESİNİN RİSALE-İ NUR HAKKINDAKİ FIKRASIDIR
Bismihî
Sübhanehû
Ben dünya ve
uhra hayatımın hakikatini ve mahiyetini Risale-i Nur’dan öğrendim.
Bana ebedî saadet ve selamet yolunu, cadde-i Kur’âniyeyi, Risale-i
Nur tesirli bir surette ders verdi.
Risale-i Nur bu
zamanda en yüksek ve en parlak bir Kur’an tefsiridir. Gençliğimizi
her yönden kurtaracak olan Kur’ân’ın hakikatlerini asrın idrakine
uygun bir şekilde ders veren imanî ve İslâmî bir şaheserdir.
Bu itibarladır
ki, Risale-i Nur’a olan minnet ve şükranlarımı merhum Üstadım
Bediüzzaman’ın aziz ruhuna şöyle ithaf ediyorum:
Ey benim ruh
binam, can evim, gönül yuvam, iman menbaım, irfanım, Nur mektebim...
Ey benim sebeb-i
saadetim, medar-ı hayatım, rah-ı hidayetim, huzurum, sürurum,
Risale-i Nur’um...
Ey benim
kâinatımın güneşi, varlığımın ateşi, tende canım, canda cananım,
Üstad-ı Necibim Efendim...
Ey benim
değişmez ölçüm, bitmez hazinem, tükenmez definem, nurum, düsturum,
şiarım, elmas kılıcım, İlâhî meş’alem...
Ey benim nur-u
dîdem, sertacım, gönül başım, Nur mektebim, Risale-i Nur’um, sen
benim her şeyimsin. Çünkü her şeyimi sendeki Kur’ân ve iman
hakikatlerinden öğrendim. Hayatım, kâinatım, dünüm, günüm,
yarınım...
Gören gözüm
sensin, düşünen aklım sen, duyan gönlüm sen, çarpan kalbim sen,
işiten kulağım sen, her şey ve her şeyim sensin. Derdim dermanını ve
en büyük ilâcını, kalbim huzur ve sürurunu, gönlüm iman neşesini,
ruhum rahını, aklım nurunu, fikrim yolunu ve arzum arzusunu sende
bildi, sende buldu ve senden aldı.
Sen hayat
kaynağısın, feyz ve ahenk menbaısın.
Ey tefsir-i
Kur’ân, ey can damarım, şah damarım, nur sensin. Nurlu ağuşun
annemin şefkatli sinesinden, senin mukaddes ocağın baba ocağından
daha sıcak ve daha yakındır. Bana çünkü onlar hayat-ı maddiyemin
vesilesi, sen ise kalp sarayımın, ruh binamın müessisi ve mimarısın.
Gözüm sensiz
göremiyor, gönlüm sensiz duramıyor, ruhum sensiz edemiyor, sen
ruhumun gıdası, emraz-ı kalbiyemin en keskin ilacısın. Bana kuvvet
ve hareket, aşk ve hayat, zikir ve fikir, huzur ve sürur, soy ve boy
veren sensin.
Seni bir dem
olsun okumaz, okutmaz veya dinlemezsem, gözüm fersiz, kalbim
dermansız, ruhum gıdasız ve aklım ilaçsız kalıyor. Gören gözüm
görmez, işiten kulağım işitmez ve söyleyen dilim söylemez oluyor.
Bütün benliğim, bütün varlığımı çılgın bir kasavet ve derin bir
zulmet kaplıyor, damarlarımdan kanımın çekildiğini, dermanımın
bittiğini, takatimin tükendiğini, kararımın bittiğini, dizimin
çözüldüğünü hissediyorum. O vakit kendimi dünyanın en zayıf, en
aciz, en kuvvetsiz ve en zavallı insanı hissediyorum. Düşünecek,
konuşacak, yürüyecek kuvveti kendimde göremiyorum, bulamıyorum.
Yorgun ve ölgün bakışların karşısında, bütün İlâhî hakikatlerin,
kudsî hikmetlerin parlak nur yüzüne, donuk bir perdenin çekildiğini
müşahede ediyorum.
Çünkü, sensiz
hiçbir şeye ciddi bakamıyorum ve hiçbir şeyi ciddi göremiyorum. En
leziz şeylerden dahi neşe alamıyorum. Çünkü sensiz lezzetler
lezzetsiz ve neşeler neşesiz... Bütün fani zevkler sahte ve
yalancı... Evet gerçek zevk sende, gerçek rahat sende, gerçek neşe
ve nur yine sende, yine sende...
Ey Nur! Senden
ayrılmak, annemden, babamdan ve öz canımdan ayrılmaktan daha zor ve
daha çetindir. Çünkü onlardan ayrılmak ayrılık olmuyor. Netice,
tatlı ve fani bir hasret. Fakat, senden ayrılmak gayrılığa inkılap
ediyor. Netice, ebedî zillet ve hüsran...
Seni okumak,
seni dinlemek, sana bakmak, seni düşünmek sana hizmet etmek, sana
hizmet edenlere hizmet etmek bana hayat ve saadet verir. İmanıma
hız, azmime kuvvet ve canıma can veriyor.
Evet, ey
hayatımın hayat lambası Nur! Ey feyz-i Kur’an’daki gelen Nur! Bütün
ruhumla, bütün mevcudiyetimle inanarak ve güvenerek diyorum ki:
Sen, akıllara
nur, fikirlere istikamet, vicdanlara iz’an, kalplere mana, hislere
hikmet, ruhlara inkişaf, huzur ve terakki, hayata hayat, saadet ve
hareket veren bir ahenk menbaısın.
Sen, mecade
dahi, hak ve hakikati, asliyet ve safiyetini, hakikat ve ulviyetini,
hikmet ve dekaikini gayet ince bir mizan ve gayet mahir bir
maharetle nakşeden, nesceden ve resmeden bir kudsî ölçüler nizamı ve
İlâhî düsturlar manzumesisin.
Sen, parlak,
nurlu, emsalsiz bir Kur’ân mucizesisin.
Sen, bir nur-u
Kur’ân’sın ki, muzdarip, şaşkın beşeriyeti, içine düştüğü gaflet ve
dalalet girdabından kurtarıyor, hidayet yolunu gösteriyor, hayatıma
yön ve istikamet veriyorsun.
Sen, öyle bir
tefsir-i Kur’ân’sın ki, sana sadıkâne yapışanları, gafletin derin
kör kuyusundan, küfrün mülevves bataklığından ve zulmetin kahredici
dipsiz adem kuyusundan çekip kurtarıyor ve ona temiz hulk-u hüviyet
libasını giydirerek mukaddes ideallerin ulvî simasına ve sermedî
âlemlerin nurlu ufuklarına yükseltiyorsun.
Çünkü, sana
sahip olanlarda hırs ve hiddet zevale yüz tutar, zulmet ve şehvet
erir, cehalet ve şekavet ateşi söner, tabiat duygusu yok olur,
uykusu kalkar, kara ve çirkin, bozuk ve uyuşuk kanlar düzelir, nefes
ve kalp işler, kan boruları birer mecra-yı Nur olur, hubb-u dünya ve
meyl-i masiva kalmaz, ene ve ente gider, yetmiş bin diye söylenen
perdeler kalkmaya ve varlığı dağı delinmeye başlar, “ircıî”den
sesler gelir, vuslat yolu açılır, misk ve anber saçılır, “fedhulî
fî ıbâdî” ile memur, “fedhulî cennetî” nişanıyla me’cur
olur.
Sen, yepyeni
canlı bir ruh ve taptaze, ulvî bir imanın, aşk, şevk ve heyecanı
içerisinde yeniden doğuşun, ebedî uyarışın ve muhteşem şahlanışın
ile şanlı ve canlı bir ifadesin.
Sen, varlık
ülkesinde feveran eden bir ruhsun.
Sen, nurlu bir
hayat iradesisin.
Sen, hakkın
boğulmaz gür sesi ve hakikatin, sönmez şimşeğisin.
Sen, bütün
kâinatı sukuttan, inhidam ve izmihlalden, felâket ve helâketten
himaye ve vikaye eden kudsî bir sedd-i Kur’ânî ve nur-u imanîsin.
Sen, bir nur ve
feyz, ilim, irfan ve hikmet menbaısın.
Sen, aşılmaz en
son ufuk, kırılmaz kudsî ümit ve yenilmez İlâhî kuvvetsin.
Sen, ey nur!
Ömrümün biricik sermayesi ve hayatımın en büyük ve en kudsî
gayesisin.
Sen hilkatimin
niçini ve hayatımın manasısın. Senin hüsnüne ayine, nuruna pervane
olmak...
Evet ey Nur, ne
büyük saadet...
Nazım Gökçek
(Ruhuna
binler Fatiha...)
2005-04-22
|