Mustafa Kemal'in Aşkı
Tarihin sır
dolu aşkının bilinmeyen öyküsü.
Macar yazar
Rezsö Szirmai'nin 1935'te yazdığı ve Prof. Dr. Vecdet Erkun'un Türkçe'ye
kazandırdığı belgesel öykü 69 yıl sonra gün yüzüne çıkıyor. Macar Basınında
Mustafa Kemal adlı kitabı derleyen ve çeviren Prof. Vecdet Erkun, Atatürk'ün
insan yönünü gözler önüne serdi. Bu eser Mustafa Kemal'in duygusal yönünü
romantik ölçüler içinde dile getirip, sevgi bağlarının incelikleriyle
süslemiştir.
Mustafa Kemal'in aşkı Latife
Yakın tarihin
en sır dolu aşkının, hiç bilinmeyen öyküsü....
SABAH, Macar
yazar Rezsö Szirmai'nin yazdığı ve Prof. Dr. Vecdet Erkun'un Türkçe'ye
kazandırdığı bu belgesel öyküyü 69 yıl sonra gün yüzüne çıkartıyor.
Atatürk: Biz de sevdik
Macar Rezsö Szirmai'nin 1935'te yazdığı kitabı
Türkçe'ye çeviren Prof. Vecdet Erkun, Atatürk'ün insan yönünü gözler önüne
serdi. Gazi, "Hiç âşık oldunuz mu" diyen bir hanıma şöyle diyor: Biz de bir
insanız, bizim de çarpan bir kalbimiz var.
Macar
Basınında Mustafa Kemal adlı kitabı derleyen ve çeviren Prof. Vecdet Erkun sunuş
yazısında Atatürk'ün hiç bilinmeyen özel yanlarını vurguluyor. "Yabancı basında
Ata'mızın duygusal yönünü adeta bir roman gibi ele alan bu eseri çeviriyorken
bazı dostlara, 'Atatürk aşık olmuş' dediğimiz zaman bana: 'Atatürk büyük
komutan, devlet adamı idi. Aşık olamazdı' diye cevap verdiler. Ama bu kişiler,
O'nun askeri, siyasi ve sosyal alandaki başarılarını bildikleri için bana bu
cevabı vermişlerdi. Böylece, Ata'mızın duygulu tarafını ortaya koyan pek az eser
bulunduğunu yaptığım araştırma ile öğrenmiş oldum. Örneğin, Atatürk'ün
Selanik'ten arkadaşı Nuri Conker'in anlattıklarına göre; Atatürk çocuk
yaşlarında çok güzeldi. Güzel konuşurdu ve hayali genişti. Genç yaşlarda ise
sevdiği kıza aşk mektupları bile yazardı. Atatürk'ün gençliğinde Selanik'te ve
görev yaptığı diğer şehirlerde bu yakışıklı subaya birçok genç kadın aşık
olmuştu."
BENİ İKİ KADIN SEVDİ
Tanınmış kadın yazar Rabbena Nathal, Atatürk'ün hiç
sevip sevmediği konusunda şöyle diyor; "Atatürk ileri, garplı bir insanın bütün
hususiyetlerini fazlasıyla taşır. Fakat, O'nda aynı zamanda kadın ruhunu ve
varlığını çok iyi kavramış, doğulu bir erkeğin inceliği, hassasiyeti vardı.
Kendisine 'hayatında hiç sevmediniz mi' diye sorduğum zaman harikulade manalı
gözlerinin nemlenmiş gibi olduğunu ve bir melankoli bulutunun gelip geçtiğini
hissettim."Yine
Atatürk'ün Hayatındaki Kadınlar adlı eserde, Atatürk'ün yakın arkadaşlarından
birinin hanımı bir mecliste Atatürk'e şu soruyu sorar: "Paşam hiç sevdiniz mi?"
"Hanımefendi, hanımefendi" dedi. "Biz de insanız, bizim de çarpan bir kalbimiz,
bizim de bir his tarafımız var. Askeriz diye mi şüpheniz?" SABAH gazetesinin 27
Temmuz 2001 tarihli yayınında sayfa 15'te Sayın Hıfzı Topuz'un bir yazısı
çıkmıştır. Bu yazıda, Atatürk'ün kardeşi Makbule Hanım'a atfen, Atatürk,
hayatındaki iki hanım hakkında şöyle demiştir. "Hayatta beni iki kadın sevdi.
Biri mevkiim için, diğeri insan olarak" diyor ve ekliyor. "İlki Latife Hanım,
ikincisi Fikriye."
İLK KEZ ORTAYA ÇIKTI
Türkiye'ye uzak ve yabancı bir ülkenin yazarı olan
Macar yazar Szirmai'nin Atatürk'ü ömründe belki hiç görmeden, onun hakkında
yazılan eserlere dayanarak, 1935'te Atatürk'ün aşkıyla ilgili olarak romantik
bir eser yazmış olması ilginçtir. Birçok yerli ve yabancı yazarlar Atamızın
devrimleri, askeri dehası ile ilgili kitaplar yazmışlardır. Bu eser ise, Mustafa
Kemal'in duygusal yönünü romantik ölçüler içinde dile getirip, sevgi bağlarının
incelikleriyle süslemiştir. Bu konuda başka bir esere kaynaklarımız arasında
rastlanmamıştır. Bu bakımdan, Ata'mızın özellikle Latife Hanım'la olan
ilişkilerini birçok ayrıntılarıyla ele alan, 1935'te Macar dilinde yazılmış
böyle bir eseri derleyip çevirerek Türk kamuoyuna sunmaktan mutluluk duyuyorum.
'Gavur İzmir' yanarken kapıda bir kadın belirdi
Mustafa
Kemal, İzmir'de Yunanlılar'ın kaçışını izliyor. Gayri müslimler oturduğu için
Gavur İzmir denen bölge cayır cayır yanıyor. Gazi keyifsizdir... Peki ısrarla
onu görmek isteyen kadın kimdir?.
Hızla vuran
pencere kanatlarının, gerisinde iki erkek duruyordu. Deniz tarafı hafif bulutlu
idi. Rüzgarın esintisi ile sokakta meydana gelen tozların oluşturduğu tuhaf bir
koku vardı. Pencerenin önünden geçen bir kağnı arabasının tahta tekerlekleri,
yağlanmadığı için, ağlıyormuş gibi ses çıkarıyordu. Uzaklardan gelen gürültü,
rahatça dönen tekerleklerin sesi ile karışarak adeta bir inilti halini alıyordu.
Taş döşenmemiş çamurlu yolda öküzlerin zor adım atarak ilerlediği yolda aynı
tempoda ve seste diğer arabaların geçişleri akşama kadar sürüp gitti.
SUÇU BİZE ATACAKLAR
Sonra, yine deniz tarafından gelen sesler işitilmeye
başlandı. Bu sesler; tüfek sesleri, evlerin yıkıldığını andıran patlama olarak
duyulan gürültüler ve çığlık sesleri idi. Bu gürültüler; yorgun düşüp
kesildiğinde sanki akşamın geldiği haberini veriyor gibiydi. Diğer taraftan
kayalara vuran dalgaların hışırtısını andıran sesler de geliyordu. Pencere
kenarında oturan adam sordu:
- Hala yanıyor mu? Diğeri cevap verdi: -
Yanıyor. Şehirde yangın sürüyordu. Artık deniz tarafında, ufukta güneş batmış,
akşam olmuştu. Loş karanlıkta yalnız gözle görülecek kadar uzaklıkta yangın
alevleri görülebiliyordu. Aynı zamanda, İzmir göklerini sarı ve kızıl bir renk
kaplamıştı. Büyük bir patlama ile çöken binaların üstünü yumağa benzeyen
dumanlar gölgeliyordu. Odadaki erkeklerden biri sordu:
- Bizim evin etrafında yangın yok, değil mi?
- Hayır hiç yok. Yalnız gavur İzmir alevler
içinde.
- Kim yaktı?
Diğer erkeğin iki eli çaresiz biçimde birbiriyle
çarpıştı.
- Paşa, halbuki bilmek gerekir.
Sarışın olan erkeğin ağzından çıkan güçlü sözleri
şöyleydi.
"Tarihten önce de olduğu gibi sorumluluğu üzerimize
yükleyecekler. Biliyorsun ben toplu ölüm ve yangın için emir vermedim."
- Biliyorum Gazi Paşa hazretleri sen emir
vermedin. Fakat hiçbir zaman Hıristiyanlar'ın mı yakıp yakmadığını da bilemeyiz.
Sakarya'dan denize kadar olan alanlarda Yunanlılar'ın topraklarımızda yaptıkları
korkunç kötülüklere karşı, besledikleri intikam alma hırsı yüzünden belki
bizimkiler olabilir ki, ama onları kim durdurabilir? Gazi hazretleri siz
gördünüz, bu barbarlar neler yaptılar. Kaçarken tüm köyleri yaktılar. Evlerin
tümünü yıktılar, hayvanları telef ettiler, kadınları çocukları katlettiler,
kuyulara zehir attılar, camileri kirlettiler, şehirleri de elbet bunlar
yaktılar. Bu olanlardan sonra, mucize bekleyemeyiz.
- Paşa hazretleri, onlar Yunanlılar biz Türk'üz.
- Bizimkilerin yaktığını söyleyemem. Çünkü
anlamsız olur. İzmir artık bizim ve bizim kalacak! Bu durumda İzmir'i yakmakta
bizim bir çıkarımız olamaz. Bir evin bile zarar görmesini düşünemeyiz.
BU SON İNTİKAMLARI...
- Onlar yaktılar. Yunanlılar yaktılar. Bu onların
son intikam hareketi.
- Kabul ediyorum ama onlar canavar... Bu iki erkek
sonra sessiz kaldılar. Üzüntü ile yangının dumanlarının etrafı sarmasını
seyrettiler. Yangın külleri rüzgarın etkisi ile yüzlerine çarpıyordu. Deniz
tarafından sürekli gürültüler geliyordu. İnsanlar bağrışıyorlar, tüfekler
atılıyor, evler yıkılıyor ve gemilerin düdüklerinin çığlık gibi sesleri gecenin
içinde yükseliyordu, Biri, odaya girdi.
- Gazi Mustafa Kemal hazretleri!
- Kim o?
- Bir bayan dışarıda bekliyor ve limandan gelen
kurye de dışarıda efendim.
'Latife Hanım'ın belgelerinin açıklanmasını istemiyoruz'
Latife
Hanım'ın belgelerinin yayınlanmasını istemeyen mirasçıları, Türk Tarih Kurumu ve
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne aşağıdaki yazıyı gönderdiler:
Latife Uşşaki mirasçılarından, aşağıda
imzaları olan bizler, Makbule Meral Bebe, Fatma Canan Kepenek, Nihal Aksel, Ayşe
Gülümser Öke, Mehmet Kemal Aksel, Hatice Fisun İşcan; Latife UŞŞAKİ'nin
terekesinde meydana çıkan ve İstanbul 13. Sulh Hukuk Hakimliği'nin 1975/125
Sayılı tereke dosyasında tespiti yapılan ve yine İstanbul 13. Sulh Hukuk
Mahkemesi'nin 1976/299 sayılı kararı ile mühürlenerek yeddi emin olarak Türk
Tarih Kurumu'na teslim edilen belgelerle ilgili olarak aile meclisinde
yaptığımız görüşme neticesinde ittifakla şu kararı almış bulunmaktayız. Basında
çıkan ve yukarıda anılan belgelerin yayınlanması veya yayınlanmaması veya kısmen
yayınlanması yolundaki görüşler, nihayetinde aile büyüğümüz olan Latife
Uşşaki'nin hatırasını ve saygın kişiliğini direkt ilgilendirdiği için bu konuda
yeddi emin olarak bu belgeleri (25) senedir muhafaza eden Kurumunuza karşı net
bir beyanda bulunmak zorunluluğu hasıl olmuştur. Aile büyüğümüz Latife Uşşaki,
eşi Mustafa Kemal Atatürk'ten boşandıktan sonra inzivaya çekilerek, dış dünyaya
kapalı bir yaşam sürmüş ve Mustafa Kemal Atatürk ile yapmış bulunduğu evlilik
yaşamıyla ilgili olarak kendisine iyi niyetle de olsa yönetilen görüşme
taleplerinin hepsini reddetmiştir. Bizler Latife Uşşaki'nin varisleri olarak,
mahremiyete bu denli önem vermiş bir kimsenin ölümünden sonra da kendisinin özel
eşyaları arasında sayılan anılarını ihtiva eden günlükleri, şahsi mektupları,
özel notları, telgrafları velhasıl halen Kurumunuz nezdinde bulunan tüm şahsi
evrakları ile ilgili olarak, murisimiz Latife Uşşaki'nin bu mahremiyet arzusuna
saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Latife Uşşaki'nin ölümünden sonra
bazı belgeler aile efradı tarafından görülmüş olup her ne kadar belgelerin
bazıları tarihi şahsiyetler tarafından gönderilmiş veya bu kişilere Latife Hanım
tarafından gönderilmiş olsalar da, bu belgelerde kamuoyunu ilgilendiren ve
tarihe ışık tutabilecek hiçbir husus bulunmamaktadır. Dolayısı ile ailemizin
anılan belgelerin herhangi bir suretle yayınlanmalarına veya başka bir Kuruma
incelenmek için de olsa tevdiine bu sebeplerle muvafakati bulunmamaktadır.
Murisimiz Latife Hanım'ın mahremiyet arzusuna rıza gösterilmesinin, Kurumunuza
bu belgeleri yeddi emin olarak bırakan Biz mirasçılarının en doğal ve yasal
hakkı olduğu düşüncesindeyiz. Yukarıda açıklanan ve Kurumunuzca da anlayışla
karşılanacağını ümit ettiğimiz nedenlerle, bugüne dek Kurumunuzda mühürlenerek
saklanan ve Latife Uşşaki'ye ait tüm belgelerin Kurumunuz nezdinde saklanmaya
devam edilmesini ve bu belgelerin kısmen de olsa basına veya sair mercilere
verilmemesini saygı ile arz ederiz.
Paşam sizi köşküme götürmeye geldim
Esrarengiz
kadın, kendinden çok emin bir tavırla adeta emreder gibi konuştu Mustafa Kemal
Paşa ile: Sizi köşküme götüreceğim. Oraya yerleşeceksiniz. Yunan'ın ateşe
verdiği İzmir'i buğulu gözlerle izleyen Gazi Mustafa Kemal, bir erkek sesiyle
irkildi: Bir bayan geldi efendim, sizi görmek istiyor.
Anadolu'dan
kaçan Yunan'ın ateşe verdiği İzmir'i saran dumanı büyük bir hüzün ve endişeyle
izleyen Gazi Mustafa Kemal, duyduğu bir erkek sesiyle irkilir.
-Bir bayan ve limandan gelen kurye dışarıda bekliyor
efendim
- Kadın ne istiyor?
- Söylemiyor.
- Kadını gönderin gitsin, kurye gelsin, lambayı da
yak!
Mustafa Kemal lambayı yazı masasının ucuna koydu ve
sabırsız bir tavırla sordu:
- Kurye nerede?
- Hemen içeri gönderiyorum. Birkaç saniye sonra, kurye
yazı masası önüne geldi.
- Paşam limanda katliam sürüyor. Masanın üzerine çok
şiddetli bir yumruk indi.
KOVALAYIN GİTSİNLER
- Başkomutanım, ben her emrinizi yerine ulaştırdım.
- Sonra?
- İnsanların gözü bir şey görmüyor. Onları durdurmak
mümkün değil!
- Sahilde hâlâ çok Yunan var mı?
- Pek çoğu kaçtı. Limanda hâlen bir iki gemi var,
efendim.
- Kalanları gemilere kovalayın gitsinler!
- Ama, Başkomutanım kovalanacak kimse yok!
- Neden?
- Ya öldüler veya ölmek üzereler... Mustafa Kemal
ayağa kalktı. Solgun iki dudağı sert bir şekilde kapandı.
- Gavur İzmir hâlâ yanıyor mu?
- Hâlâ yanıyor.
- Geri git söyle, iki bölük asker ateşi söndürmeye
gitsin.
- Başüstüne komutanım!
- Git Fevzi Paşa'yı buraya gönder.
- Başüstüne!
Mustafa Kemal yalnız kaldı. Yazı masası üzerinde
bulunan rakı şişesinden bir bardağa rakı doldurdu ve içti. Sert çizgili yüzü,
her içki içişten sonra lamba aydınlığında hareketsiz kalıyordu. Fevzi Paşa bu
sırada odaya girdi.
- Dışarıdaki kadın çok güzel paşam!
- Geri göndermediniz mi?
- Geri gitmek istemiyor.
KADIN BEKLEMESİN BENİ'
- Kadın Yunanlı mı? Herhalde yalvarmaya gelmiştir
değil mi?
- Hayır Türk.
- İlgilendirmez. Şu yangının son bulması
ilgilendiriyor beni.
- Ve daha sonra?
- Yunanlılar şimdi Trakya'ya kaçtılar, peşlerinden
gitmek lazım! Yakından takip ederek, onları Atina'ya kadar süreriz.
- Fakat Başkomutanım orada müttefiklerin orduları var.
Orası tarafsız bölge.
- İlgilendirmez! Tarafsız bölge olmuş, yakın takibe
almışız, almamışız önemli değil. Biz yaşamak istiyoruz.
- Sabah hareket ederiz efendim.
- Askerlere şunları söyleyiniz; Afyonkarahisar'da
onlara şu hedefi vermiştim. "Hedefiniz Akdeniz'dir ileri"; şimdi ise "Hedefiniz
İstanbul'dur ileri!"
Bir süre sessizlikten sonra, derinliğine büyüyen
alevlerin gölgeleri odaya yayıldığı sırada, kapı açıldı ve biri içeri girdi. Kim
olduğunu görmek mümkün değildi. Gazi Mustafa Kemal sert bir sesle sordu.
- Kim o?
ELLERİ KAR GİBİ BEYAZDI
Karanlıklar arasından derinlerden gelen ince bir kadın
sesi duyuldu.
- Affedersiniz!..
Başkan kendiliğinden, lambanın fitilini çevirdi.
Fitilin ucundaki alev çoğaldı ve oda aydınlanarak sessiz duran kadının yüzünü
aydınlattı. Kadın, bir adımını ileri atarak yazı masasının önüne geldi ve bir
elini, masa üzerindeki, haritanın sarkan bir köşesine koydu. Eli, sanki Erzurum
dağlarının karı gibi öylesine beyazdı. Kahverengi gözleri vardı ve ışık, siyah
bir eşarp ile sarılı başını biraz aydınlatıyordu.
- Ben Gazi Hazretler'ini arıyorum.
Başkan ayağa kalktı.
- Benim.
Kadın başını eğdi.
- Biliyorum.
- Siz kimsiniz?
- Ben Latife Hanım.
- Memnun oldum. Nasıl buraya gelip içeri girdiniz?
SİZİ GÖTÜRMEYE GELDİM'
- Sizin emireriniz dışarıda uyuya kalmıştı, ben de
fırsatı kaçırmadım. Kısa bir sessizlikten sonra Mustafa Kemal, kamçı gibi
şakırdayan sabırsız ve karşı koyulması imkansız bir ses tonu ile sordu.
- Ne istiyorsunuz? Kadın kendini beğenmiş bir tavırla
cevap verdi.
- Evimi emrinize tahsis etmek istiyorum. Şehrin öte
yanında deniz kenarında bir köşküm var. Annem, babam Fransa'da olduklarından
dolayı çok boş odamız bulunuyor. Siz oraya yerleşeceksiniz...
Sanki emir verir gibi konuşarak etrafına bakındı ve
şöyle devam etti:
- Bu yerde daha fazla kalamazsınız! Mustafa Kemal
yeniden lambanın fitilini çevirdi ve yükselen lamba ışığı birkaç saniye içinde
kızın yüzüne vurdu. İkisi arasındaki sessizliği sahilden gelen çığlık ve iki
tüfek atışı bozdu. Başkan, beklenenden daha sakin ve daha ilgili bir ses tonu
ile sordu:
- Küçük hanım siz gerçekten kimsiniz?
- Hakkınız var, benim kim olduğumu bilmek istersiniz.
Bir casus veya serüven peşinde koşan biri miyim? Belki bir suikastçı da
olabilirim.
- Eğer sonuncusu ise o zaman dikkatini çekerim,
tabancanı başıma çevir, çünkü göğsümde çelik yelek var.
- Bir tüccarın kızı olarak yurdu kurtaran size, bir
konaklama yerini ve aynı zamanda düzgün bir menü ile gıdanızın karşılanmasını ve
uşaklık hizmetlerini sunmak istiyorum. Şunu arzu etmekteyim; şehrin ortasında bu
çok pis ve gürültülü konut yerine, karargahınızı öyle bir mahalde kurunuz ki,
dinlenmeniz mümkün olsun, sinirleriniz yatışsın. İstediklerim bunlardır. Yine
bir sessizlik oldu. Çöken evlerin kirişlerinin çatlayıp, kırılmalarının
çıkardığı sesler net olarak işitiliyordu. Duman, alkol, gazlambasından çıkan ve
rutubetli duvarın buharla birlikte odaya yayılan kokusu arasında, kızın sesi
çınlar gibi oldu.
KOCA KÖŞKTE YALNIZIM'
- Kim olduğumu söylersem, herhalde bana daha
inanacaksınız. Afyonkarahisar'da düşmanın yarılmasından iki hafta önce dış
ülkeden İzmir'e döndüm. Ailemle birlikte yaz aylarını Biaritz'de geçirdim.
Onlar, henüz oradalar ve eylül başında dönmeyi düşünüyorlardı. Fakat, ordumuzun
şanlı zaferinin kazanılması, Yunanlılar'ın kaçışı ve yangın nedeni ile yurda
dönmediler. Ben de köşkte yalnız kaldım. Siz Afyonkarahisar'da taarruza
geçtikten sonra İzmir'de korkunç günler yaşamaya başlandı. Evlerin aranması,
tutuklamalar, sıradan kurşuna dizmeler, idamlar, her dakikada bir tutuklamalar
çok sık olaylardı. Köşkten dışarı çıkmadım. Herkesten kopmuş, kocaman bir evde
yapayalnız kalmış olmayı ve etrafta korkunç olayların egemen olduğu olayların
süregeldiğini düşünün...
DAHA ÇABUK GELİRDİM'
- Bilseydim daha çabuk gelirdim küçükhanım...
- Yunan kumandan Hacınesti her Türk gibi beni de
casuslukla suçladı. Köşke giren ve köşkten çıkan herkesin üstünü aradılar. Her
gün, beni ne zaman götürüp kafama bir kurşun sıkacaklar diyerek korku içinde
bekledim. Onlar için bir Türk kadınının başının kıymeti mi vardı?
- Belki sizinkinin bir kıymeti vardı küçükhanım.
Artık içmeyin paşam
Gazi Mustafa
Kemal, Latife Hanım'ın çenesini kavrayıp yüzünü kaldırdı. Ama iki karbeyazı el
bu koruyucu erkeğin bileklerini tutup aşağıya çekti.
Mustafa
Kemal, "Sizi köşküme götürmeye geldim" diyerek aniden karşısına çıkan Latife
Hanım'la konuşuyordu. Latife Hanım, Yunanlılar'la yaşadığı sıkıntıları anlatmaya
koyulmuştu.
- Küçük hanım o halde sizi neyle suçladılar?
- Sizinle ilişkim olduğuna inandıklarından.
- Benimle mi?
- Evet, halbuki yalnız hissi bağlarım vardı ve bu tek
taraflı ilişkimi Yunan ordusuna anlatamadım. Başkomutan, kızın bir adım yakınına
geldi. Bir şey söyleyecekti. Fakat o anda kapı vuruldu. Kimse cevap vermedi.
Kapı açıldı ve kurye odaya girdi.
- Özür dilerim ekselansları bir haber var.
Gazi endişeyle sordu.
- Yaklaş, söyle neymiş o haber?
- Son Yunan gemisi de gitti. Küçük Asya topraklarında
artık Yunan askeri kalmadı.
- Ya yangın?
- Yayılmasını önledik.
- Teşekkür ederim.
Mustafa Kemal yazı masasının önünden ayrılarak kızın
arkasında durdu. Latife başını kaldırdı, siyah gözlerinden kıvılcımlar
çıkıyordu. Ansızın sordu.
- O halde geliyorsunuz.
- Bakıyorum küçükhanım siz karar verdiniz bile.
- Evet, İzmir'de korkunç fırtınalı günler yaşadığım
zaman kararımı verdim. Siz sonunda zafer kazanarak İzmir'e girdiğiniz sırada
köşkümüzde karargâh kurmanıza karar vermiştim ben.
GAZIMIZ BİTİYOR
Mustafa Kemal'in eli Latife'nin beyaz kadife gibi
yüzünden, yuvarlak çenesine doğru değerek başını yukarı kaldırdı. Kemal'in başı
ise aşağıya indi. Fakat iki karbeyazı el, birdenbire ortaya çıkan koruyucu
güçlü, sıcak erkek elini çenesinden aşağıya kaydırdı. Mustafa Kemal sandalyeden
geri adım atarak,
- Bu lamba her halde sönecek?
- Gazınız yok mu?
- Yok.
- Bizde çok var. bu gece bizim köşkte uyuyacaksınız
değil mi?
- Küçükhanım söz verir mi acaba?
- Aksine sayın Başkan sizin söz vermeniz gerekir.
- O zaman oraya niye kalmak üzeregeleyim
ki?
- Oraya istirahat etmek, boş zamanınızı iyi geçirmek
için geleceksiniz. Adamlarınız vasıtasıyla benim kim olduğumu öğrenin ve
söylediklerim doğru ise zaman bu gece kurmay başkanlarıyla birlikte geliniz.
- İçelim küçükhanım. Latife Hanım yazı masası üzerinde
sıralanmış boş şişelere doğru eğilerek sordu.
- Kim içti bütün bunları? Gazi kalın kaşlarını
kaldırarak,
- Ben.
Kadın ses tonu yüksek ve güçlü bir tavırla,
- Sizin bu kadar içki içmenize müsaade edilemez. Neden
bu kadar fazla içiyorsunuz? Sigara izmaritleri ile dolu olan sigara tablasını
kaldırarak,
- Kim içiyor bu kadar sigarayı?
- Ben...
EMİR Mİ VERİYORSUNUZ'
- Günde kaç sigara içiyorsunuz?
- Otuz, kırk kadar.
- Bundan vazgeçmeniz gerekli. Genç kadın, kısa bir
aradan sonra sordu: - Ne zaman hareket ediyoruz?
Paşa bir sandalye çekerek,
- Oturun!.. Kız oturdu.
Başkan bir sigara yaktı, Latife sordu:
- Bu kırkıncı sigara mı?
- Hayır küçükhanım, bugün bu ellinci sigara. Stresli
bir gün geçirdim.
- Sigarayı yakmayınız.
- Affedersiniz ama tutkularımı ben yönlendiririm.
- Paşam sizin tutkularınız Türkiye'yi ilgilendirir.
- Küçükhanım bakıyorum benim tutkularımla içten
ilgileniyorsunuz.
- Sigara ve içki ile ilgili olarak.
- Bana emir mi veriyorsunuz.
- Bir memleketi emri altında tutanlar, birilerinin
dediklerini de dinlemelidir. - Sizin dediklerinizi mi?
- Şimdilik benim dediklerimi, hem ne var bunda? Gazi
bardağı doldurmak istedi, fakat kadının kolları ona mani oldu.
- Ben içmiyorum sayın Başkan. Siz de içmeyiniz.
Kızmayınız ama artık bu kadar yeter!..
- Küçükhanım siz benim gözümü korkutmak mı
istiyorsunuz?
- Odalar hazır, emrinizi bekliyor!
- Söz veremem. Burada, kıtada kalmam lazım.
'Sekreterim olmayı düşünür müsünüz?'
Fransızca ve
İngilizce bilen Latife Hanım, Mustafa Kemal'in bu önerisine, "Beni mutlu
ettiniz. Ama ailem izin vermez" cevabını verdi.
Yeniden
sessizlik oldu. Deniz kenarından, bağrışan insanların sesleri geliyordu. Rüzgar
daha kuvvetli esiyordu ve havaya daha fazla deniz tuzu savuruyordu... Latife
göğsünden madalyon gibi kolyeyi çıkararak, "Ve eğer bunu gösterirsem..." dedi.
Mustafa Kemal bu kolyeye doğru eğildi. Kolye üzerinde sol tarafta yarım ay,
sağda ise sarı kırmızı bir renkle süslü Mustafa Kemal'in resmi vardı. Kız alçak
sesle ve gülerek sordu:
- Peki şimdi?
Kız heyecanlanmıştı ve gülümsüyordu.
Mustafa Kemal cevap vermedi. Latife'nin parlayan
dişlerine doğru baktı.
"Geliyor musunuz," sorusu ağzından çıktı.
"Geliyorum," diye bir cevap geldi.
Sonraki saniyelerde Mustafa Kemal bir kapının
kapanışını duydu ve odada yalnız kaldı.
ÖDÜLLENDİRİLMEYİ HAK ETMEDİK
Latife evin merdivenlerinde gelenleri karşıladı.
Üzerine siyah bir elbise giymiş, omzunda ve başında da siyah bir başörtüsü
vardı. Yuvarlak yüzünü peçe ile kapatmamış ve durduğu kapı eşiği de çok
aydınlatılmıştı.
Mustafa Kemal, yanındaki kurmayları ile kızın önünde
durdu. Piyade üniforması giymişti. Yakasında yıldız, göğsünde madalya
taşımıyordu. Üzerinde yalnız toz, leke yırtıklar göze çarpıyordu. Kemal Paşa
kalpağını çıkardı. İnce, uzun vücudu ve ceketi altındaki muntazam göğsü ile
zarif ve kibar bir tarzda öne eğildi. Başka zaman emirler veren, sert kemikli ve
cesur bakışlı olan yüzünde şimdi hafif bir tebessüm yer almıştı.
- Geldik. Eğer bu güzel evde sizi rahatsız edersek,
sorumluluk size aittir küçükhanım.
Mustafa Kemal, kısık sesle, sanki fısıldar gibi şöyle
devam etti:
- Küçükhanım, siz böyle istediniz. Herhalde siz de
benim rahatımın bozulmasını istemezsiniz.
Latife bir an şaşırdı ve Mustafa Kemal'in yüzüne
bakarak neredeyse alnı yere değecekmiş gibi eğildi.
- Paşa, size ve arkadaşlarınıza hoş geldiniz diyorum.
Gazi Mustafa Kemal hazretleri siz haksızlığa uğramış, masum yurdumuzu
kurtardığınız için önünüzde saygı ile eğilmekten gurur duyuyorum.
Mustafa Kemal onun sözünü hemen kesti.
- Küçükhanım, siz çok naziksiniz biz daha
ödüllendirilmeyi hak etmedik. Bakalım hele barış anlaşması olsun.
- Paşa, o zaman bunları söylemeye fırsatım olmaz.
- Nasıl, nasıl siz sonra gelmeyeceğimizi mi
zannediyorsunuz?
- Evet.
Paşa gülümseyerek ilave etti.
- Yanılıyorsunuz küçükhanım. İnsan resmini gördüğü
yere sevinerek geri gelir.
Subaylar bir adım geride durduklarından bu sözlerin
manasını anlayamamışlardı. Ama Kemal Paşa'nın gülümsediğini görünce onlar da
anlamış gibi birlikte gülümsediler. Mustafa Kemal derhal başka bir konudakonuşmaya
başladı:
- Sürekli olarak burada mı oturuyorsunuz küçükhanım?
- Evet, evet burası evim.
- Dış ülkelerde fazla mı kalıyorsunuz?
- Şu sırada memleketimde az bulundum. İstanbul'da
Amerikan Kız Koleji'nde eğitim gördüm.
- Oradan mı geldiniz küçükhanım?
- Hayır, Paşam. Babam beni hukuk eğitimi için Paris
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gönderdi.
- O zaman çok iyi Fransızca biliyorsunuz.
- Ve İngilizce.
- Tanrım bana böyle bir sekreter lazım! Benim yanımda
kadın sekreter olmayı düşünür müsünüz?
- Paşam teklifiniz beni mutlu etti. Ama ailem benim
evden ayrılmama izin vermez.
- Belki, belki ben rica edersem.
Onlar izin verseler de Paşam kızmayın ama, o zaman da
gidemem.
- Neden küçükhanım? Latife birden refakatte gelenlere
dönerek şöyle hitap etti:
SİZ NEREDE KALACAKSINIZ?
- Köşkün sağ kanat tarafında aydınlatılmış, sağa
açılan pencerelere ait odalarda beyler kalacak. Her halde eksik bir şey yoktur.
Lütfen beyler yukarı çıkınız, uşaklarım sizlere yol göstereceklerdir. Akşam
yemeği odalarınızda emrinize hazır olacaktır. Paşam, sizin odalarınızın
pencereleri evin öte yanına açılıyor. Köşkün bu kanadında bahçeden de giriş
vardır. İzin verirseniz sizi oraya götüreyim. Pencereleri denize bakan odada
kalmak hoşunuza gider mi?
- Çok hoşuma gider. Siz nerede kalacaksınız
küçükhanım?
- Onu merak etmeyiniz paşa. Ben kendi odamda
kalacağım.
Refakatteki kurmay subaylar veda ederek uşaklarla
birlikte ayrıldılar.
- Gazi Hazretleri şimdi siz de buyurun, gidelim.
Latife, Gazi'ye yol göstererek birlikte bahçede çakıl
taşlı dar yoldan evin çevresinden dolanıp, en üst kattaki terasta pencereleri
aydınlatılmış odalara vardılar.
Herhalde çok yorgunsunuz, istirahat buyurun... Öyle
bir akşam yemeği var ki ümit ederim hoşunuza gider... Yanınızdakilerden hangi
yemeği sevdiğinizi öğrendim.
- Bu cennet gibi yerde yalnız kalıyorsunuz küçükhanım.
Bu bahçe, bu deniz, havadaki bu güzel kokular...
Mustafa Kemal, kollarını havaya kaldırıp hareket
ettirdi ve bahçedeki ağaççıklardan başlayarak göklere kadar kolları bir kavis
çizdi. Ayrıca deniz tarafında duran Latife Hanım'ın siyah elleri eşarbının önüne
gelerek yere indi. Ve sesini alçaltarak sordu:
- Evet bu cennetten sizi uzak tutmaktan başka,
gündelik diğer yararlı işlerinize zarar vermeyeceğimizi umarım.
Latife'nin yüzü ciddi bir şekil aldı. Etrafına
bakındı. O sırada üst terasta evin önündeki kapının gölgesinde duran iki kişi
idiler.
- İyi geceler sayın Paşam.
Küçükhanım
içki içmenizi yasakladı
Mustafa
Kemal, kollarını açarak 'küçükhanım'a yürüdü. Latife elini uzattı ve elleri
birleşti. Göz göze geldiler.
Gazi Mustafa
Kemal ve Latife Hanım, üst terasta evin önündeki kapının gölgesinde
duruyorlardı. Paşa sordu,
- Küçükhanım söyler misiniz duvarda tırmanmış
yaprakları olan bitkinin adı nedir?
- Morsalkım çiçeğinin yaprakları onlar.
- Tuhaf, şu oradaki bodur ağaç
- O yasemin ama onun çiçek açma zamanı geçti.
- Gece çok serin değil mi?
- Odanızda sıcak battaniyeler de var.
- Çok naziksiniz, teşekkür ederim. Herhalde yangını da
rüzgarın çok esmesinden henüz söndüremiyorlar. Bakınız gavur İzmir üzerinde gök
ne kadar kızıl hal almış, görüyor musunuz?
- Korkunç!..
- Söyler misiniz küçükhanım bahçemizde oturacak sıra
var mı?
RÜZGYÜZLERİNE ÇARPTI
- Herhalde şimdi oturmak istemiyorsunuz?
-Yalnız başıma mı oturacağım?
- Bakınız terasın sonunda bodur ağaçların arasında bir
taş sıra var. Gördünüz mü?
- Hayır lütfen gelin gösterin.
- Kızmayınız ama uşaklar için akşam yemeğini ayarlamam
lazım. İyi geceler.
- İyi geceler.
Mustafa Kemal, aniden kızın arkasından kollarını
açarak yürümeye başladı. Latife birdenbire şaşırdı, istemeyerek elini ileri
uzattı ve elleri birleşti. Bir an göz göze gelerek birbirinden biraz uzakta
ellerini tutarak öyle durdular. Rüzgar aniden eserek yaprakları sallandırdı ve
sonra yüzlerine çarptı.
- Şunu demek istiyorum. Ben tatmin olmayan bir
insanım...
-Nasıl
yani?
- Titizim.
-Bütün ihtiyaçlarınızın karşılanmasını ayarladım. Eğer
bir şey eksikse haber verin.
- Size mi?
- Baş ucunuza zil koydurttum. Bir uşağım sürekli
kapınızın önünde bekleyecektir.
- Sürekli mi?
- Öyle. Tekrar iyi geceler.
Ama kemikli erkek elleri, beyaz zarif elleri kolayca
bırakmadı.
- Latife ben sert yatağı severim.
- Alttaki kuştüyü yatağı kaldırtacağım.
- Uyumadan önce okumayı severim.
- Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Yunan ve Türk
gazeteleri odanızda var.
- Eğer kafamda birçok düşünceler dolaşırsa uyuyamam,
içki içme adetim var.
- Dediğim gibi neye ihtiyacınız varsa emrinize amade
yerine getirilecektir. Eller Latife'nin ellerini çekmeye başladı.
EVDE İÇKİ VAR MI?
Kemal Paşa susamıştı. Uşağı çağırdı.
- Evinizde içki var mı?
- Küçükhanım hepsini odasına götürdü.
- Bir şişe ödünç istediğimi söyle.
- Affedersiniz ekselansları getiremem.
- Neden?
- Çünkü küçükhanım odasından size içki getirilmesini
yasakladı.
- O zaman şehre git, derhal bana bir şişe rakı getir.
Uşak hareketsiz olarak durdu ve hayretle Mustafa
Kemal'in yüzüne baktı.
- Haydi git!
Uşak yine geveleyerek eğilip geri çekildi.
- Lütfen kızmayınız efendim, getirmeye de izin yok.
Küçükhanım yasak etti. Dedi ki Başkanın içmesine izin yok.
Gidemez ama onunla da yüz yüze gelemezdi
Konuk olduğu
evde adeta kapana kısıldığını hissediyordu. İçki içemiyordu. Sigaraların hepsi
kaldırılmıştı. Ama öte yandan, kokladığı zaman insanın içinde belli hisler
uyandıran bu çiçekleri onun sevdiğini kim biliyordu?.
Uşak kapıyı
arkasından kapatmayı unutunca odayı serin bir hava doldurdu. Uşağın arkasından
baktı. Saat kaçtı acaba? Saatine baktı gece yarısı olmuştu. Hayır hayır şimdi
rezalet çıkarmak olmazdı. Ama bunu o terbiyesiz küçükhanımın yanına
koymayacaktı. Bundan dolayı kurmayları da burada kalamazlardı. O takdirde nereye
gidecekti? Sabaha kadar esir mi olacaktı? Hayır, yatmayacak ve bu eve ait
yastığı bir gece için bile kullanmayacaktı. Bir oh çekti. Çok sinirlenmişti.
Lamba ışığına karışan sert profili hareketsizdi. Geceyi bahçedeki taş sıra
üzerinde geçirip, şafak sökerken kalkıp hiç laf etmeden subaylarla buradan
gitmeyi de düşündü. Evet bu kadının kaprisleri, nezaket dışı hareketleri
arasında bir günü bile geçirmeye artık dayanamazdı. Arkasında o fırtınalı
denizden gelen serin bir soluk gibi uzanan rüzgarı hissetti.
AMA YA HASTA OLURSA
Tam gelişmeler hakkında karar verme eşiğine gelmişken,
şu sıra soğuk alıp hasta olursa... Böbreği yüzünden çok çekmişti. Özellikle
Kuzey Filistin'deki savaşları yataktan idare ettiğini anımsadı. Şimdi de bu
rahatsızlık tekrarlayabilirdi, bahçedeki banka aceleyle yatıp, daha da serin
olacak geceyi burada geçirip, üşütmeyi ne için göze alacaktı, ne için? Bu kadın
onun üstünde biriymiş gibi emir verdiği için mi geceyi orada geçirecekti? Hem
kimdi bu kadın? Görünüşe göre, Fransa'da aşırı modernlikle şişirilmiş ve her
isteği her zaman yerine getirilen şımarık bir kadın mıydı? Pencerenin yanında,
arkadan gelen serin rüzgara arkası dönük olarak düşünürken birden kendisini
güçsüz hissetti. Bu durumda gidemez, ama bu kadınla yüz yüze de gelemezdi. Çünkü
o emirleri verip ortadan kaybolmuştu. Yatmak istemiyordu. Çocukluk döneminde
bazı öç alma olayları olurdu ve isteğini yerine getirmediler mi yemek yemez veya
şimdiki gibi yatmaz, uykulu olarak üşüyerek dururdu. Peki şimdi ortalıkta
görülmeyen kadının, katı tutumuna karşı meydan mı okuyacak, yoksa küsecek miydi?
Kimdi o? İnatçı bir çocuk? Yine içinden bir titreme geldi. Etrafına bakındı.
Sevdiği çiçeklerden yapılmış çok büyük üç demet çiçeği ancak şimdi fark etti.
Daha derinden bir nefes aldı odayı tatlı, güzel bir koku kaplamıştı. Halbuki o
bu kokuyu rüzgarın getirdiğini sanmıştı. Kokladığı zaman insanın içinde belli
hisler uyandıran bu çiçekleri onun sevdiğini kim biliyordu? Ve... Evet
anlamıştı. Bu tatlı koku öylece yanında uzanan üç vazodaki çiçeklerin kokusu
idi. Biraz hafifledi ve gülümsedi.
HEYECANLANMIŞTI
Gizli bir heyecandan kendini kurtardı. Gerçekten bu
çiçek kokusu, o kokunun aynısıydı. Başka bir koku değildi. Hayret, şimdiye kadar
onun farkına varmamıştı. Odada şöyle bir gezindi. İlginçti, ama odanın her uzak
yerinde bile bir esinti vardı. O bir sap çiçeğin çıkardığı koku. Esintinin
etkisi ile vazodaki çiçekte yastığın üzerine gelmiş olabilirdi. Veya acaba bunu
birisi mi yaptı? O bir sap çiçeğe doğru eğildi, böyle etkileyici bir hoş kokuya
hiç rastlamamıştı. Bu harika bir çiçekti. Gerçekten çok şaşırtıcı bir durumdu.
Çünkü tam o çiçeği oraya nasıl getirmişlerdi, rastlantı olarak tamamen başka bir
çiçeği de getirebilirlerdi. Evet bu bir rastlantı idi diye düşündü. Yatağın
önünde durdu. O'nu adeta çağıran yastıklara hasretle baktı. Hayır, hayır bu evde
asla yatmayacaktı. Bu arada aklına bir fikir geldi. Peki, o halde göğsünde o
resmi neden taşıyor? Ve neden dedi ki... Kemal bir demet çiçeği kendine doğru
çekip yatağın ucuna ilişti.
Yazan: Rezsö Szirmai Çeviren: Prof. Vecdet Erkun
Ekselans... Getiremem...
Mustafa
Kemal ışıldayan bir bakışla ihtiyara
döndü. Uşak üzgün öylece duruyordu. Uzun bir sessizlikten sonra deniz esen
rüzgarla azmış olarak kıyıya vurdu. Daha sakin bir sesle sordu:
- Küçükhanım şimdi uyuyor mu?
- Hayır...
- O zaman git, onun isteği doğrultusunda içki içmekten
vazgeçtiğimi söyle.
Uşak eğildi ve telaşla doğruldu.
- Başüstüne, dedi.
Bunun üzerine Kemal uşağa;
- Dur, küçükhanımdan sigara istediğimi ve on-on iki
adet sigara göndermesini rica ettiğimi ve yarın sigaraları geri vereceğimi
söyle... Haydi çabuk ol!
-Ekselans hazretleri... getiremem.
Uşak çabucak cevap verdi ve ekledi,
- Küçükhanım sigaraları topladı. Hepsini bir yere
koyup kilitledi ve Ekselanslarının gece uyuması gerekliliğini söyledi...
- O zaman git subaylardan iste...
- Küçükhanım yasak etti.
- Ne demek oluyor bu? Ben burada esir miyim?
- Lütfen yatınız ekselansları.
Küçük-hanım geç olduğunu, uyumanız gerektiğini
söylemişti.
Başkan kızdı.
- Defol!..
Neydi bu kadının adı; Latife değil mi?
Kafasını
iyiden iyiye kurcalamaya başlamıştı bu kız. O çiçekler... Sonra masanın
üzerindeki soğuk su, gazeteler... Fransız, İngiliz, Yunan, Türk gazeteleri.
Hepsinde yer alan resimlerinin etrafını kırmızı çiçeklerle süsleyen kim
olabilirdi ki.
Yumuşak halı
ile kaplı bir tabure üzerinde bir yığın gazete olduğunun farkına vardı. İşte,
yatmaya gerek kalmadan geceyi neyle geçireceği anlaşılmıştı. Çünkü böylece, bu
kadının evinde yatmayacak ve onun evinde konaklamış olmayacaktı. Neydi O'nun adı
Latife değil mi? Gözüne bakınca emir verecek biri gibi görünmüyordu. Gözleri de
sert bakışlı değildi, ama gümüş gibi parlıyor ve oldukça da büyüktü. Bir küçük
masa üzerinde bir bardak su vardı ve bir solukta bardaktaki suyu içti. Tuhaf, bu
su nasıl da soğuktu, Anlaşılıyor ki bu kız kötü düşünceli değil! Ama izin
vermiyordu içki ve sigaraya. Ama buna kafa yormayacaktı. Sabah buradan ayrılacak
ve bu problem de sona erecekti. Gazeteleri eline aldı ve tarihlerine bakmaya
başladı. Hepsi günlüktü. Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman, Yunan ve Türk
gazeteleri ve her gazetede Mustafa Kemal'den söz edilmişti. Ayrıca kırmızı
mürekkeple etrafları çizilmiş haberler veriliyordu.
MEKTUPLARI GERİ VERDİM
Bütün gazetelerde yer alan resminin etrafına,
kırmızı çiçeklerle süslenmiş çelenkler yapılmıştı. Gazeteleri heyecanla gözden
geçirmeye başladı. Sakarya'da, Yunanlarla yapılan savaşta onların kaçışının
ayrıntılı haberleri ile dolu idi. Fakat resimlerin etrafını kırmızı çiçeklerle
süsleyen acaba kim olabilirdi? Onları daha dikkatle inceledi. Resimlerin
etrafını süsleyen çiçekler sanki canlıymış gibi güzel kokuyordu. Kulağında
birdenbire şu dört kelime derinden gelen bir ses olarak çınladı. "Ve eğer bunu
ispat edersem" bu sözü ve beyaz eli iyi anımsıyordu. Karanlık ve kasvetli oda
birden sallandı, gaz lambası ışığında çılgınca uçan beyaz kelebek görünüşlü bir
göğsün derinliğinden, siyah kumaşların altından çıkan madalyonu anımsayıverdi.
Ve "Bunu gösterirsem" dediği zaman ses tonu öyleydi ki sanki gümüşten yapılmış
zillerin çağrı sesleri gibi. Tebessüm ettiği zaman o fevkalade beyaz dişler
görülüyordu. Başkan uzandı. Lambayı söndürmek üzere idi ki kapı sessizce
açılarak, ihtiyar uşak şaşkın bir durumda içeri girdi. Ayak parmakları üzerinde,
kapalı gözle, odanın bir ucundan diğer ucuna yürüdü. Pencereye vardığı zaman
Başkumandan'ın sesini işitti.
ÜŞÜRSÜNÜZ EFENDİM
- Küçük hanıma ne istediğimi söyledin mi? Uşağın
bütün vücudu titredi ve kekeleyerek: - Söyledim ekselansları. - Peki ne dedi? -
Hiçbir şey söylemedi. Yalnız buraya gelmemi ve havanın serin olması nedeni ile
pencereyi kapatmamı söyledi. - Halbuki ben pencereyi kapatmamanı istiyorum.
Çünkü benim böyle zamanda pencere açık olarak uyumak adetimdir. Uşak ağlar gibi
bir sesle şöyle söylemeye çalıştı. - Ekselansları beni affediniz ama küçük
hanım, eğer istemeseniz de pencereyi kapatmamı söyledi. - O pencereyi açık
bırakacaksın! - Küçük hanım böylesini onun istediğini size söylememi bildirdi. -
O mu istiyor? - Evet... Çünkü rüzgar var, sonra üşürsünüz efendim. İhtiyar
yavaşça pencereye doğru yöneldi ve pencereyi kapattı.
SİZE İYİ GECELER DİLEDİ"
İnler gibi uğuldayan denizin ve gümleyen
dalgaların sesi uzaktan bahçeye kadar ulaşan yangının gürültüsü ile birbirine
karışarak, sanki tek bir gürültü gibi pencere camına çarpıyordu. Kısa bir
sessizlikten sonra Başkan'ın sesi işitildi. - Gidebilirsin. Uşak kapı aralığında
durdu, ağlayacak gibi şaşkın bir halde, ağzından şu kelimeler döküldü. -
Küçükhanım size iyi geceler dileğini gönderdi. Uşak bunu söyleyerek kapıyı
kapatıp koşarcasına koridora doğru uzaklaştı. Başkan içinde güzel kokan çiçekler
olan vazoyu kendine doğru çekti. Latife bir daha gözükmedi. Başkan onunla
karşılaşmadı. O'nu arama çabaları boşuna idi. Latife'yi görebilmiş olsa
yasaklamalarından dolayı ondan hesap soracak bunun böyle gitmeyeceğini ona
açıklayacaktı. Latife ortadan kaybolmuştu. Sanki evden taşınmış veya odasında
kilitli tutuluyormuş gibi idi. Başkan subayları aracılığı ile onu arattı. Fakat
onlar da bulamadılar. Köşkteki uşaklara sordu, onlar: - Elbette efendim
küçükhanım evde, her emri o veriyor, denetim yapıyor, daima evdedir, şehre bile
gitmedi. Dün akşam beyler evde yokken bahçede gezindi bile... diye cevap
veriyorlardı.
Her akşam bahçede saklanıp bekliyordu
MUSTAFA
Kemal uşaklardan aldığı bilgi üzerine
her akşam bahçeye iniyor, çiçekli ağaççıklar arasındaki sıraya oturup
saklanıyordu. Deniz kenarında geziniyor, karanlıkpencerelere gizlice bakıyor
fakat Latife hiç görünmüyordu. Başkan odasındaki lambayı kimse görmesin diye
söndürüp pencere önünde saatlerce boşuna bekliyordu. Bahçedeki her hareketi,
çakıl taşlarından gelen her sesi veya ağaç yaprakları gölgelerinin hareketlerini
izliyordu. Kemal böyle zamanda sigara da içiyordu. Bazı geceler aniden uyanarak
rüzgar esintisinin duvara vurması ile duvar sarmaşığının yapraklarının sanki bir
insanın yaklaşmasını andıran hışırtılarını dikkatle dinliyordu. Bir defa da gece
yarısı, köşkte herkes uyurken kapı önünde ayak sesleri işitti. Kalbi çarparak
kapıya doğru gitti duvarı dinledi... O nazik, ses çıkarmayan adımları hissetti.
Kapı önünde elinde yanan mumla durdu. Heyecanla o sesleri dinledi. Ayak sesleri
yaklaşıp odanın kapısına gelince Kemal kapıyı ansızın açarak dışarı koridora
fırladı.
GERÇEK BİR ARAŞTIRMAYDI
Koridorun sonundan yaklaşan uşak, kimseyi rahatsız
etmemeye çalışarak yürüyordu. - Ekselans... Kapı gürültü ile kapandı. Köşkte
Latife'yi bulabilmek için gerçek bir araştırma sürüyordu. Subaylar da bu
araştırmaya katılıyordu. Fakat gayretler sonuç vermedi. Uşaklar boşuna sorguya
çekiliyor, hepsi de küçükhanımın odasında olduğundan başka bir şey söylemiyordu.
Öyle görülüyordu ki o, hiç kimse ile karşılaşmak istemiyor, misafirler gittikten
sonra ortaya çıkıyor, emirler veriyor, Başkan'ın odasını her sabah gözden
geçiriyor, vazolara çiçeklerin konmasını sağlıyor ve o her gece odaya iki sigara
koyuyordu. Ayrıca, Başkan tarafından odaya getirilmiş olan üç şişe içki de
alınarak götürülmüştü. Fakat onunla karşılaşmak olanaksızdı. Mustafa Kemal artık
gerçekten onu görme hasreti içinde idi.
DAHA FAZLASINI İSTİYORDU
Bu hanımı görmesi gerekiyordu. Çünkü onun yerine
emir veren bu kadını artık görmesi gerekliydi. Onun emirlerine aldırmıyor,
Türkiye'nin Devlet Başkanı kendisiymiş gibi davranıyordu. Bu kadın ona
memleketin, Türkiye'nin hakimi devlet Başkanının da üstündeymiş gibi hükmetmek
istiyordu. Evet böyle hareket etmek çok küçük işti ve kolaydır. Hayır, hayır o
bir ülkeye hükmetmekten daha fazlasını istiyordu. O, bir diktatörün üstünde
olmak arzusundaydı, bu ne kadar zor ve kolay olabilirdi? Bir kadının yetkileri
elinde bulunan devlet başkanına hükmetmesi, cesaret kırılmış temiz bir ülke
halkına hükmetmesinden daha zordur. Latife'nin hakkı vardı, çünkü o milyonlara
emir veren bir kişiye sözünü dinletmekten mutlu oluyordu. Eğer bunları
düşündüyse hakkı yok muydu? Her ne ise onu görmesi gerekli ve onunla
konuşmalıydı.
Kemal'in
sigaraları artık gül kokuyordu
BAŞKAN
gece bahçede geziniyorsa gecenin hangi
saati olursa olsun, uşak arkasından hemen palto getiriyordu. Onu küçük hanım
göndermiş oluyordu. Bir keresinde Kemal şaşırarak soracak oldu. - Küçükhanım mı;
diye. Gece saat ikiyi geçmişti. Latife'nin gül kokusuyla kokulandırdığı
sigarasını içip kafasındaki planlarla bir aşağı bir yukarı yürüyerek bahçenin
bitimindeki deniz kenarına kadar uzandı ve "Belki beni bu geç saatlerde de
gözlüyordur?" diye düşünürken, kuşkusuna uşak cevap verdi: - Hayır ekselans ben
uyumuşum ama küçükhanım beni uyandırdı ve bunları götürmemi söyledi.
Mesajına Mesajla Cevap Alıyordu
MUSTAFA
Kemal adı hep ortalarda dolaşan ama
kendisi hiç görünmeyen ev sahibesi ile karşılaşmak, konuşmak için dayanılmaz bir
arzu duyuyordu. Konu ihtiyaçları değildi. Her ihtiyacı o daha ağzını açmadan
görülüyordu ve "Nasıl" ve sorusuna aldığı yanıt hep aynıydı. "Küçükhanım böyle
emretti." Şu karşılıklı haberleşme meselesini de görüşmeliydi. Mesajına hep
mesajla cevap veriliyordu. Küçükhanım da gönderdiği mesajı da Başkanı gönülden
selamlıyor ve her şeyden memnun olduğunu umduğunu bildiriyor fakat, her nedense
küçükhanımın aşağıya gelmeye vakti olmuyordu.
Latife Hanım'ı görmeliyim
Köşkte
Latife Hanım'ı bulma gayretleri sonuç vermedi fakat evin her yerinde onun etkisi
sürüyordu. Mustafa Kemal gece bahçede gezintiye çıkacak olsa, Latife Hanım
uşakla paltosunu gönderiyordu.
Köşkte
Latife'yi bulabilmek için gerçek bir araştırma sürüyordu. Subaylar da bu
araştırmaya katılıyordu. Fakat gayretler sonuç vermedi. Uşaklar boşuna sorguya
çekiliyor, hepsi de küçükhanımın odasında olduğundan başka bir şey söylemiyordu.
Öyle görülüyordu ki o, hiç kimse ile karşılaşmak istemiyor, fakat misafir beyler
gittikten sonra hemen ortaya çıkıyor, emirler veriyor, Gazi'nin odasını her
sabah gözden geçiriyor, vazolara çiçeklerin konmasını sağlıyor ve her gece odaya
iki sigara koyuyordu. Ayrıca, Gazi tarafından odaya getirilmiş olan üç şişe içki
de çalınarak götürülmüştü. Fakat onunla karşılaşmak olanaksızdı.
MESAJA MESAJ
Mustafa Kemal artık gerçekten onu görme hasreti
içinde idi. Bu hanımı görmesi gerekiyordu. Çünkü bu kadın ona hükmetmek
istiyordu. Latife herhalde milyonlara emir veren bir kişiye sözünü dinletmekten
mutlu oluyordu. Her ne ise onu görmesi gerekli onunla konuşmalıydı. Şu
karşılıklı haberleşme meselesini de görüşmeliydi. Mesajına mesajla cevap
veriliyordu. Küçükhanım Gazi'yi gönülden selamlıyor her şeyden memnun olduğunu
umduğunu bildiriyor fakat, nedense aşağıya gelmeye vakti olmuyordu. Bir defa
kapısını tıklattı, kapı kapalı idi ve içerden kimse cevap vermedi. Odasına
gittiği zaman halıların üzerine çiçekler saçılmış buldu ve emrine verilen uşak
da eğilerek her akşamki gibi iyi dileklerini iletmişti.
GÖRÜNMEYEN ELLER
Fakat evin her yerindeki uygulamalar Mustafa
Kemal'in ihtiyaçlarına uyularak yapılıyordu. Bu halde sertten daha sert önlemler
almak boşuna idi. Çünkü bu evde Latife'nin emirleri geçerli oluyordu. Mustafa
Kemal yatağı yanına koyulan, günde iki, üç kadeh rakıdan fazlasını içemezdi.
Önceleri Gazi'nin gece uykusu kaçtığı zaman yardımcı olmak üzere odasına gizlice
içki koydular ama görülmeyen eller onları ortadan kaldırdı. Diğer taraftan hava
serin diye çift battaniye bile getirdiler, pencereleri kapattılar ve ince
ceketleri kaldırdılar. Mustafa Kemal gece bahçede geziniyorsa gecenin hangi
saati olursa olsun, uşak arkasından hemen palto getiriyordu. Onu küçük hanım
göndermiş oluyordu. Bir öğleden sonra beklenmedik bir zamanda Gazi deniz motoru
ile köşke geldi ve teras önünde motor iskeleye bağlandı. Daha uzaktan, Latife'yi
orada bahçede taş sırada otururken ve bir şey yazarken gördü. Mustafa Kemal
heyecanlanarak aceleyle deniz motorundan sahile çıktı. Hızlı adımlarla sıranın
bulunduğu tarafa doğru gitti. Bu kıza artık sormak gerekiyordu. "Ne cesaretle
böyle hareket ediyor?", "Onun için ne düşünüyor?" Onun üzerine böyle gitmekten
korkmuyorsa neden öyle saklanıp duruyordu? Bu düşüncelerle sıraya doğru acele
olarak yürüdü. Aklında söyleyeceklerini tasarlayıp oraya doğru gidiyorken
kendisini yine Selanik'te deneyimsiz bir harp okulu öğrencisi gibi hissetti. O
sırada sıraya ulaştı ve kızın yanına oturdu ve samimiyetle birbirinin ellerini
tutup konuşmaya başladılar.
|
|
|
Üç gün sonra gideceğim
Latife artık
Mustafa Kemal'in sekreteriydi. Yabancı diplomatlara gönderilen mektupların
tercüme işlerini yürütüyordu. Günlerini köşkte çalışarak geçiriyorlardı.
Gökyüzünde
bulutlar mor bir renk almaya başlamıştı, denizin gelgit sonucu yükselmesi ile
oturdukları sıraya ılık bir rüzgar esintisi geliyor, küçük dalgacıkların sesi
duyuluyordu. Aralarındaki konuşma şöyleydi:
Gazi şimdiye kadar en çok yararlandığı şeyleri konu
ediyordu. Örneğin Fransızca veya İngilizce bilmesi mi daha yararlı olmuştu? Ne
olursa olsun tam bu günlerde müttefiklerle yapılan müzakerelerin sürdürülmesinde
İngilizce ve Fransızca dillerini çok iyi bilen bir sekreterin bulunmamasının
eksikliğinin hissedildiğini ifade ediyordu. Bu sekreterin İzmir'de oturan biri
olmasını ve ona yalnız birkaç günlüğüne ihtiyacı olduğunu söyleyen Gazi,
konuşmasında gelecek hafta artık ya Çankaya'ya veya Bursa'ya gideceğinin kesin
bilinmesi gerektiğini söylüyordu. Kız ise şöyle cevap veriyordu:
- Rica ederim; burada İzmir'de ise size memnuniyetle
yardım ederim. Mustafa Kemal ona teşekkür etti.
- Çok naziksiniz, o zaman yarından itibaren beraber
çalışabiliriz. Böyle bir durum herhalde bana çok yardımcı olacaktır.
BİR ÇOCUK GİBİ...
O öğleden sonradan başlayarak her gün beraber
oldular. Latife, Mustafa Kemal'in yanında çalıştı. İngiliz diplomatlarına
gönderilen mektupların ve diğer yazışmaların tercüme işlerini yürüttü. Tüm gizli
durumları öğrendi. Yalnız Kemal'in düşündüğü planları öğrenemedi. Her konu
hakkında bir görüş sahibi oldu. Hiçbir zaman görüşünü de gizlemedi. İntizamı
seviyor ve emir verme olanağı olmadığı zaman aldığı emri amir gibi ileriye
ulaştırmaktan hoşlanıyordu. Gazi mümkün olduğu kadar bayan sekreterinin yanında
kalmasını arzu ediyordu. Çünkü konuştuğu zaman sesini işitiyor, ayrıca
gözlerinin, duru sıcak bakışları karşısında gittikçe artan bir duygu ile onu
kucaklamak isteğini duyuyordu. Bir gün, aşağıda bahçede otururlarken, Mustafa
Kemal Latife'ye mektup dikte ettiriyordu. Hava kararmış, kalın bulutlar düzensiz
olarak göğü kaplamış, deniz adeta bulutlarla birleşmiş gibi bir renk almıştı.
İşte böyle bir günde Kemal, kızın önünde durdu, biraz sıkılarak, acemi yavaş ve
içten bir yaklaşımla ve şimdi çoktan anlamını ve gücünü kaybetmiş serzenişli
sözlerle şöyle konuşmaya başladı. Kendisini gerçekten bu evde bir esir gibi
hissettiğini söyledi. Şunu yapmak istiyor yapamıyor, istediği gibi yaşamını
sürdüremiyor, Latife ise ortalıkta görünmüyor, perde gerisinde anlaşılmayan bir
biçimde onu yönetiyor ve gizli emirler veriyordu. Fakat açıkça şunları
söyleyemiyordu. Burada bu evde bulunduğundan beri kendini iyi hissetmiyor, bazen
koruma altında olan çocuk gibi hisse kendini kaptırıyor, bu durum kişisel özgür
yaşamını engelliyordu. Bütün bu görüşünü, ona söylerse Latife ne diyebilirdi
acaba? Sesinde öyle haklı olduğunu belirten bir ton yoktu, serzenişli sözler
tebessüme dönüştü ve bu sözler yavaş yavaş teşekküre dönüştüler.
ELLERİ BİRLEŞTİ
Latife'nin önünde durdu sessizce onu seyretti.
İkisi de ellerinin birbiri üzerine ne zaman geldiğinin farkına bile varmadılar.
Ama ellerinin birleşik olduğunu görünce irkildiler, etli beyaz olan el sıranın
üzerinden havaya doğru kalktı. Kemikli esmer el ise havadan sıra tarafına doğru
indi. Latife gülümseyerek sordu.
- Kötü mü oldu?
- Hayır.
- Koruyuculuğu kaldırayım mı?
- Hayır. Yavaş tempoda yağmur başlamıştı. Yağmur
damlaları hafif bir ses çıkararak, seyrek yapraklar üzerinden aşağı birbiri
ardından sessizce düşüyordu. Birkaç yağmur damlası ikisinin yüzlerine ve açık
olan dudaklarının arasına bile düşmüştü ama onlar bunun farkında değildiler.
Uzun bir sessizlikten sonra Gazi söze başladı.
- Üç gün sonra gideceğim.
Bu sırada duyulmayan bir göğüs geçirme mi yoksa bir
ses mi çıktı, bilinmiyor. Sıranın üst tarafından gelen bu hafif sesin ne
olduğunu anlamak mümkün değildi. Kemal söylediklerini kesin sözlerle tekrar
etti:
- Üç gün sonra gideceğim Latife.
Kız iç çekerek merakla sordu.
- Nereye?
- Bursa'ya.
Seviyorum fakat metresin olmam |
|
|
|
|
|
|
Anneler her şeyi bilirler |
|
|
'Seni her zaman yanımda hissettim'
Kemal'in
kalbi artık sakin sakin çarpıyordu. Savaş geride kalmıştı. Şimdi yurt ve gönül
meselesi ön plandaydı. Bunlar insana mutluluk veriyordu Latife'nin odasının
pencerelerine yağmur tempolu bir şekilde vuruyordu. Karşılıklı sözcükler havada
uçuştu ve aralarındaki belirsizlik aydınlığa kavuştu.
Bulgar kızın
bir şey söylemeden rahatlatıcı bir tebessümle onun da sevdiğini ima etmesinden
bir saat sonra, narin Bulgar subaylarıyla dansa gitmesi doğru muydu? Hayır boş
vakitleri bol olan şehir delikanlıları gibi şatafatlı fakat değersiz laflarla
süslü o "seni seviyorum" sözünü söylemeye asla niyeti yoktu. Şüphesiz böyle
durumu izleyen birbiri ardından akıp gelen sözleri söyledikten sonraki sessizlik
belki ne denmek istendiği gerçeğini açığa çıkarabiliyordu. Fakat herhalde o kıza
kıvırcık saçlarının güzelliği, siyah gözlerinin parlaklığı, etrafında uçuşan
kelebekler gibi söylenen sözcüklerin söylenmesi gerekiyordu. Ona bir sözcük
yeterli değildi. O dansetmeye gider, Bulgar subaylarla briç oynardı. Bu tek
sözcük kalpten çıkan aşk alevi olsa da onun üzerine oksijeni serperek söndürmek
olasıydı. Ama o çok başkaydı.
ŞİMDİ BARIŞ ZAMANI
Latife ise samimiyetle seni seviyorum demişti ve ilave
etmişti: "Bak ben sana aşığım, biliyorsun seni sevdiğimi anla sevgilim" diye
cevap vermişti. Latife'nin elini tutmuş bu el ipek mi, kar mı idi? Bu el
tertemiz bir kalp mi idi? İşte artık buraya kadar fazlasını söylemeye gerek
yoktu. Elbette şimdi hemen başlamalı idi. Ama yine Türkiye'yi yeniden inşa
etmesi gerektiğini hemen anımsadı. İsmet Paşa Mudanya'da barış anlaşmasını
imzaladı. Vahdettin artık yalnız halife idi, onun padişahlığı sona ermişti.
Osmanlı'nın hükümdarlığı ulusun egemenliğine dönüşmüştü. Şimdi hızla ve büyük
bir gayretle işe başlamak gerekiyordu. Eğer insan başkalarının yaşamı ile
ilgilenmek isterse kendisi ile ilgilenmeyi düşünmesi doğru olmazdı. Fakat eğer
buna karşı engel yoksa, bilincimizde yaşayan bu kavuşma isteğinin yerine
getirilmesine neden mani olmalı? O halde evet o halde memleketin yararına olarak
en basit biçimde öfkeyi bir kenara bırakıp insanın özlemlerini yerine getirmesi
doğru olacaktır. Latife'nin elini tutmalı... Evet Latife'nin elini tuttuğu
zaman, cildine el değdiği zaman güzel bir koku geliyordu.
İZMİR'E GİDECEĞİM!
Şimdi artık hiçbir şey düşünmüyor tembel bir tarzda
başı yastıkta duruyor, kalbi de sakin sakin çarpıyordu. Savaş artık geride
kaldı. Şimdi yurt ve kadın meseleleri önde geliyordu. Bunları düşünmek insana
mutluluk veriyordu. Bahçeden ve şehirden uzakta sıra tepelerin ardında güneş
şimdi gökte altın yassı bir küre gibi gözüküyordu. Bulutların kenarları
üzerlerine vuran ışıklarla parlıyordu. Kemal, ışıldayan gözlerle, kırmızı, mor,
gül kurusu, sarı, esmer ve altın renklere bakıyordu. Tam o sırada ani bir
hareketle irkiliyor ve sesi evde çınlıyordu.
- Yola çıkacağım! Ve sesi yüksek sesle emir
verircesine devam ediyordu.
- Gideceğim!
Buna karşı gelinemezdi. Annesi de, başka bir kadın da
olsa, onu hiç kimse durduramazdı. Hiçbir renk, hiçbir ağaç, hiçbir gün doğuşu
onu durduramazdı. Bir resmi kabul, bir nikah, bir karar onu durduramazdı. Evet
ne başka birşey, ne de kendisi artık kendini durduramazdı. Yaşayan veya ölü
herhangi bir varlıkta durduramazdı onu. Bu bakımdan hiç kimse onun emrine karşı
gelemezdi.
- İzmir'e gidiyorum ve bir saat sonra tren kalkmalı...
Bir kadın sesi bu karara karşı araya giriverdi.
- Neden?
Sonra bir sessizlik oldu. Daha sonra öksüren ve güçsüz
kadın vücudunu zorla taşıyan ayaklar ilerledi ve diğer odalarda da işitilen
seyahat haberinin duyulduğu yere kadar kadın sendeleyerek ulaştı. Aynı gün
öğleden sonra İzmir'de Latife'nin odasına da, deniz tarafında artık gün
batımında yağmur damlaları pencereye tempolu bir şekilde vuruyordu. Karşılıklı
sözcükler havalarda uçuştu ve böylece aralarındaki belirsizlik de aydınlığa
kavuştu. Kemal odaya girdi ve Latife'nin elini tutarak sordu.
- Biliyor musun neden geldim? Sanki birdenbire gelen
bir selden kaçarcasına çok çabuk bir cevap oldu.
- Çünkü benim sevdiğimi hissettin.
- Latife içindeki ateşle çevremdeki hava yanıyor, aşk
ateşi bu...
- Hayır o benim kalbimin ateşi...
- Nerede olsam ne yapsam, nereye gitsem, seni hep
yanımda hissettim.
- Çünkü sürekli senin yanında idim.
- Ayrılmaz biçimde kalbimde yaşadığını hissettim.
- Çünkü orada gönlünde yaşıyorum.
- Seni düşünmemek ve senden ayrılmak bile aklıma
geldi, ama başaramadım. Latife!..
- Çünkü ben seninle kaynaşmıştım.
- Ben de boşuna demedim.
- Talih bizi ayrılmamak üzere birleştiriyor.
YOL BİTTİ ARTIK
Kız iç çekti ve gözlerinde yaş vardı veya kalbinin
karanlıklarından gelen bir önsezi vardı içinde. Bu iç çekme bir anda bitti ve
sessizlikten sonra sözcükler onların önüne geçemeyecekleri bir fırtınanın
içindeki kar taneleri gibi uçuştular. Konuşmalar yeniden aceleleri varmış gibi
sürmeye başladı. Kemal hararetli bir tarzda şöyle dedi:
- Hayır, hayır Latife artık vakit geldi. Yol bitti sen
ve ben yalnız iki kişiyiz anlıyor musun?
Kız heyecanla iç çekerek:
- Seni seviyorum dedi.
Kemal kızdan elini çekti ve fısıldayarak:
- Gel, dedi.
Latife içinden gelen yüksek bir sesle
- Nereye, nereye? Diye sordu:
- Çabuk gel, haydi gel!
- Söyler misiniz nereye gidiyoruz?
- Bu akşam evet bu akşam benim karım olman için imama
gideceğiz.
YARIN
'Latife sana şimdi yalnız tanrının bildiği bir şeyi
açıklıyorum. Sen Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanının eşi oldun.'
Biliyor musun sen şimdi kimin eşisin
Kimi zaman
boğucu, kimi zaman ferah o gecenin sabahında sokağa fırladılar Rastladıkları ilk
imama nikâh kıydırdılar.
Anadolu Ajansı'nın 29.1.1923 tarihli bülteni: "Başkumandan Gazi Mustafa Kemal
Paşa Hazretleri'yle Uşakizade Latife Hanımefendi'nin emri mesnunu akideleri
bugün saat beşte Göztepe'de icra edilmiştir. ............... Paşa Hazretleri ve
Latife Hanımefendi, şahit ve davetlilerden mürekkeb bir masada karşı karşıya
oturmuşlardır. Paşa Hazretleri Kadı Efendi'ye hitaben: "Efendi Hazretleri, biz
Latife Hanım'la evlenmeye karar verdik. Lütfen muamele-i lazımmesini yapar
mısınız?" demiştir. Bunun üzerine Kadı Efendi evvela Latife Hanım'a teveccüh
ederek: "On dirhem gümüş mihri muaccel ve aranızda takrür eden mihri muaccelle
hazırı bilmeclis Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle tezevvücü kabul ediyor
musunuz? Demiş ve Latife Hanım, "Kabul ettim" cevabını vermişlerdir. Kadı Efendi
müteakiben Paşa Hazretlerine aynı suali irad etmiş ve müşarünileyh "evet, kabul
ettim" buyurmuşlardır. Duayı müteakib tarafeyn, hazırun tarafından pek samimi
bir surette tebrik edilmişlerdir.
Sessizlik; sanki fırtınalı bir havanın ardından gelen
sakin bir yaz günü gibi bir sessizlik oldu. Sessizlik öyle boğucu bir havaya
bürünmüştü ki nefes almak bile zorlaşmıştı. Eğer bu durum böyle sürmüş olsaydı
her ikisi de belki boğularak birbirleri üzerine düşüverirlerdi. Fakat çözüm
getiren sözler yeniden bu sıcak, kasvetli havayı serinletti. Sözcükler havada
öyle uçuştular ki sanki bir lamba ortalığı yeniden aydınlatmış gibi karşılıklı
duygular ortalığa ferahlık verdi. Yüksek sesle veya fısıltıyla çıkan sözcükler;
esnek anlamlı, bazen yumuşak, bazen de haşin, tırmalayıcı, rahatlatıcı, hepsi
birlikte birbirine karışarak eriyip kayboldular. Bu durumda sıkıntılı bir akşam
havası odayı kaplıyordu.
- Hissettin mi artık zaman ve mekan yok, yalnız biz
ikimiz varız.
Latife fısıltı halinde cevap verdi:
- Hayır ikimiz yokuz, sen varsın yalnız sen varsın...
- Peki Latife sen yok musun?
TOZ BULUTU KALKTI
- Ben senin içinde yok oldum.
Uşak odaya girdi, lambayı yaktı. Düşünmek, daha
aydınlık ortamda kolaylaştı. Bugün artık geç oldu, ama yarın sabah erkenden
evlenecekler evet en erken saatte evleneceklerdi. Belki gün doğarken, hemen
imamın önüne gidip evleneceklerdi. Sabah, denizden gelen rüzgarın getirdiği
havada tuzlu bir tad vardı. Sokaklar henüz yeni uyanır gibi sakindi. Kağnı
dingilinden çıkan inler gibi ağır tempolu bir ses sokağı kaplıyor ve kağnının
arkasından yine bir toz bulutu yükseliyordu. Bu toz bulutu arasında, sanki çölde
beyazlara bürünmüş gibi iki kişi, başkan ve kız koşuyorlardı. Kemal kızın elini
tuttu ve onu kendine çekerek:
- Daha çabuk, dedi.
Kız nefes nefese cevap verdi.
- Daha çabuk gidemiyorum.
- Çabuk ol bak! Erkek ansızın durdu ve tekrar etti.
- Bak, dedi.
Karşı tarafta toz bulutu arkasında beliren bir imam
siluetini gösterdi. Başkan:
- Gel, haydi gel işte, diyerek, kızı elinden tutup
kendine doğru çekti ve böylece toz bulutu içinde kayboldular.
İMAM ŞAŞIRIP KALDI
Kemal şöyle dedi:
- Çabuk gel, çünkü bu kahrolası toz bulutu içinde
kayboluyoruz.
Kız nefes nefese öksürdü. Başkan, güldü, harika bir
durumda idiler. Onların tarafına ağır ağır gelmekte olan imama doğru koştular ve
önünde durdular.
İmam:
- Ohh... Latife hanım diyerek elini birbirine çarptı
ve devam etti:
- Sizin böyle erken saatte sokakta ne işiniz var? İmam
sabah erken saatlerde sokakta başı açık yabancı bir erkekle birlikte olmak ne
demek oluyordu diye düşündü. Kızı yolundan iterek, ayıplarcasına bir hareketle
yoluna devam etmek istedi. Bu sırada Başkan onu geri çekti ve:
- Özür dilerim siz Latife Hanım'ı tanıyorsunuz değil
mi?
İmam homurdanarak cevap verdi:
- Tanıyorum.
- Beni de tanıyor musun?
İmam birden şaşırdı. Daha dikkatle erkeğin yüzüne
baktı ve titremeye başladı.
- Tanrım sen yardım et, diye haykırdı.
Kemal hızlı ve yüksek sesle sordu:
- Tanımadın mı? Ben Mustafa Kemal.
İmam heyecanla yerlere kadar eğildi. Kemal devam etti:
- Nikahımızı kıymanı istiyorum.
- Şimdi mi?
- Derhal!
- Burada mı?
- Burada!
- Gazi hazretleri ben, benim...
- Emrediyorum.
İmam kekeleyerek:
- Evet. Dedi, sonra sustu.
Mustafa Kemal'in mavi gözlerinde ateş saçan, mutluluk
belirten kıvılcımlar çaktı. İmam şaşkın bir halde gözleri bir nevi karşı gelen
karanlık bakışlarla dolu idi. Çünkü o Sultanı tahtından indirmişti. Herkes
biliyordu ki halifeye de katlanamayacaktı.
- Emredersiniz efendim, dedi. Sabahın bu saatinde
ortalıkta hiçbir canlı yoktu. Çevrede beyaz toz bulutu sanki gelin elbisesinin
kuyruğuymuş gibi dalgalanıyordu. İmam nikah merasimini bitirdi. Kemal ve Latife
Hanım ikilisi ise ters yöne doğru rahat ve mutlu bir ritim içersinde
koşuyorlardı. Yollarına devam ediyorlarken erkek sordu:
İKİ GAYEM VARDI
- Biliyor musun şimdi kimsin?
- Eşinim.
- Biliyor musun kimin eşisin?
- Senin.
Erkek nefes nefese koşan kıza cesaret verir biçimde
adımlarını ona uydurarak:
- Gel çabuk gel, tren bekliyor... Latife sana şimdi
yalnız tanrının bildiği bir şeyi açıklıyorum. Sen Türkiye'nin ilk
cumhurbaşkanının eşi oldun.
Başkan bunları gülerek söyleyince, Latife "Bu gerçek
mi" der gibi bir an durdu. Başkan şunları ekledi:
- İki gayem vardı. Biri yurdumuzu Cumhuriyet temeline
oturtarak hür bir biçimde modern bir ülke haline getirmek ve bu cumhuriyetin ilk
cumhurbaşkanı olarak "hasta adamı" sağlığına kavuşturmaktı. En kısa zamanda
cumhuriyeti ilan edeceğiz ve beni cumhurbaşkanlığına seçecekler. Diğer gayem
senin benim olman idi. Başkan kadının elini tuttu ve yüksek sesle, mutluluk dolu
bir tavırla gülerek koşmayı sürdürdü. Latife'de heyecandan benzi soluk halde
başkanın arkasından koştu. Sonra aniden o da gülmeye başladı. Fakat onun bu
gülüşü işitilmiyordu. Sakin, titreyen sesi, çamurlu çukurlara giren kağnı
tekerleklerinin inler gibi sesleri arasında kayboluyordu.
......BİTTİ......