MEZARA BOŞALAN ÇÖP ÇUVALLARI

 

         “Bir müezzinim vardı.Tam 23 sene beraber çalışmıştık.Vazifesinin manevi mesuliyetinin idrâki içinde,ehl-i takva ve fevkalade halim,selimdi.Bu ulvi meziyetlerini,bülbül misal sadâsından da anlamak mümkündü.Daima tebessüm eder,sıkça ölümü tekrarlar,bizlere de hatırlatırdı.

            Bir gün camiyi temizlerken,garib bir hareketine şahid olmuştum.Camiyi süpürdükten sonra,topladığı tozları,çerçöpü,bir kağıt parçasına sarmış,cebine koymuştu.Sonradan çöpe atacağını tahmin ederek,fazla aldırmamıştım.

            Nihayet,camiyi her temizleyişinde,onu takib etmeye karar verdim.Fakat yine gördüklerim farklı şeyler değildi.Her defasında,topladığı tozları,cebinden çıkardığı bir kağıt parçasına sarıyor,itina ile cebine yerleştiriyordu.Caminin yanındaki çöp bidonun,neden devamlı bomboş durduğunu,böylece öğrenmiş gibiydim.

Bazı tahminlerim olduysa da,onun bu hareketinin hikmetli sebebini 23 sene düşünüp durduğum halde,çözememiştim.Kaç kere,kendisine sormayı niyetlendim.Fakat bir türlü cesaret edemiyordum.Bir gün mutlaka tefsir olunur diyerek,izahını,en büyük müfessir olan zamana havale ettim…

Yıllar sonra,emekliliğim yaklaşmıştı.Bir Cuma akşamı,hastalandığını söylediler.Ziyaretine gittiğimde,sekerâttaydı.Her halde,ikimiz beraber emekli olacaktık.Ben imamlıktan,o da dünyadan…

Çocuğu olmadığı için,baş ucunda hanımından başkası yoktu.Konu komşu,bu evde kıyamet bile kopsa,yine duymazlardı.Hasılı,müezzinimin  sade ve çok sakin bir hayatı vardı.Camiden eve,evden camiye…Hırıltılar başlayınca,doktor çağırmaktan vaz geçip baş ucuna diz çöktüm.Galiba,beklenen misafir gelmişti.Şehadet kelimeleriyle, hanımının bana uzattığı tastaki suyu,küçük bir çay kaşığıyla,devamlı açılıp kapanan ağzına aktarmaya çalışırken,birden hareketlendi.Sanki,az önceki şahıs kendisi değildi.Yarım uzanmış bir şekilde doğrulduktan sonra,gözlerini açarak,zafer kazanmış yiğit cesaretiyle konuşmaya başladı:

“Vaktim doldu,gidiyorum.Beni,siz yıkayacaksınız.Yalnız,defnederken,şu üç çuvalı üzerime boşaltmadan toprak dökmeyeceksiniz.Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulüh.”

Heyecandan,birazcık korkudan,yıldırım çarpmışa dönmüştüm.O anda,rica edip,azraile teslim olabilmek için,ne olsa yapardım.Böylesini de,ilk defa görmüştüm.Yanımda,hiçbir şey olmamış gibi,gayet sakin ve aldırışsız bir rahatlıkta duran müezzinimin hanımı,kocası için getirdiği içi su dolu tası,korkudan titreyen dudaklarıma yanaştırıyordu.Zira,görünürdeki halim,ölmek üzere olan kocasındakinden daha endişe vericiydi.Neticede,başımdan aşağı süzülen buz gibi suyun tesiriyle kendime geldim.Derhal,söz konusu çuvalların yanına yaklaştım.Evet, 23 senelik merakım,şimdi sona ermişti.Ağzına kadar dopdolu çuvalların içinde,23 yıldır temizlediği caminin tozlarını biriktirmişti.

Vasiyeti üzerine,kendisine ve son hadiseden sonra da hanımına veli nazarıyla baktığım muhterem müezzinim mübarek cesedini yıkamak şerefine mahzar olmuştum.Camimizde namazını kıldıktan sonra vakti dolan herkesin taşındığı mezarlığa onu da taşıdık.Cesedi kabre yerleştirip üzerine de 23 yıllık hazinesini dökerken,müezzinimin ulaşacağı manevi mertebeleri düşünerek haline imreniyordum…”(Abdulkadir Akgündüz.Sur.Eylül.89)