MASONLAR PERDEDE
ŞİMDİ NEY DEVREDE ?
Hasan Karakaya |
Hasan Karakaya |
MUSTAFA ÜNAL |
27.03.2005 PAZAR | |
Dikkatinizi çekmiştir, bugünlerde bazı gazetelerde masonlarla ilgili ayrıntılı haberler yayınlanıyor. Mason locasının içinden çeşitli figürler, gizli törenlerin yapıldığı mekandan boy boy fotoğraflar… Acaba nereden çıktı?
Masonlar zaman zaman kapılarını aralar, üzerlerindeki kimi soru işaretlerini bertaraf etmek için masum birtakım bilgileri kamuoyuyla paylaşırlar. Bunlardan birinde aktrist Zeki Alasya’nın nasıl ve neden mason olduğu faziletleriyle birlikte anlatılmıştı. Son yayınların perde arkasında ne var bilmiyorum. Televizyonların en çok izlenen dizisi Kurtlar Vadisi’nde, Baron’un öldürülme sahnesinde gizemli mekanın yanı sıra bazı dikkat çekici ritüeller kullanılmıştı. Bunların bir bölümü masonlukla, Tapınak Şövalyeleri ile ilişkilendirilmişti. Yeni bilgiler öğreniyoruz; mesela Türkiye’de loca sayısı 197, kayıtlı mason sayısı 13 bin 500’müş. Dünyada mason locaları üye yitirirken bizde artış varmış, oran; yüzde 6,5, ilgililer daha çok gençlermiş. 11 Eylül’den sonra ABD’de 1,1 milyon, İngiltere’de 200 bin kişi locayla ilişkilerini kesmiş. Burada Atatürk’ün yasakladığı, İsmet Paşa’nın serbest bıraktığı masonluğun ne menem şey olduğunu irdelemek değil amacım. Bir masona ait olduğunu bildiğim ‘Biz toplumun görülmeyen liderleriyiz.’ sözünün ne anlama geldiğini de değerlendirmek istemiyorum. Son yayınlar bana siyasi alanda yaşanan bazı masonluk tartışmalarını hatırlattı. Bütün imaj çalışmalarına rağmen Türkiye’de masonlukla suçlanmanın bedeli ağırdır. Özellikle siyasette mason damgası yediniz mi işiniz biter. Hâlâ da bu böyledir. 1964’te olağanüstü toplanan Adalet Partisi Kongresi’ne masonluk tartışması damgasını vurdu. Rakipleri, en güçlü genel başkan adayı Süleyman Demirel’in mason olduğunu gösteren belgenin yer aldığı broşürü partililere dağıttı. İddiaların sonucu etkileyeceğini fark eden Süleyman Demirel, locadan Mason olmadığına ilişkin tekzip belgesi aldı. Demirel’in belgesi Türk masonları arasında ağır bunalıma yol açtı. Bu yüzden yönetim ikiye bölündü. Demirel, kongrenin sonunda genel başkan seçilmeyi başardı, ilk seçimde başbakan koltuğuna oturdu, ancak arkasında büyük bir tartışma bıraktı. Dünyada sadece Türkiye’de masonlar kendi içinde bölünme yaşadı. Bunun nedeni de Süleyman Demirel’e verilen ‘mason değildir’ belgesidir. 1995 Aralık seçimlerinde bir gazete, fotoğrafıyla birlikte Mesut Yılmaz’ın mason olduğunu gösteren haber yayınladı. Yılmaz, bu haberi dönemin Refah Partisi ile ilişkili bazı siyasilerden bildi. Ardından fotoğrafın fotomontaj olduğunu söyleyerek iddiaları reddetti. Yılmaz, RP ile seçim sonrası koalisyon müzakerelerine başlarken masonluk suçlamalarını gündeme getirdi, kendisinden özür dilenmesini istedi. ANAP yönetimi haberi yayınlayan, bugün de masonlukla ilgili yayın yapan o gazetenin parti teşkilatlarına alınmasını bir genelgeyle yasaklattı. AK Parti’nin kuruluşu sırasında da ilginç bir mason tartışması yaşandı. Refahyol Hükümeti’nde Kültür Bakanlığı yapan İsmail Kahraman, yenilikçi kanadın önemli isimlerindendi. AK Parti’nin kurucusu Erdoğan’ın itibar ettiği, ağabey olarak gördüğü biriydi. Amblem ve parti isminin belirlendiği en son toplantı milletvekili lojmanlarındaki Kahraman’ın evinde yapılmıştı. Başlangıçta çalışmalara heyecanla iştirak eden Kahraman aniden siyasete veda ediverdi. Milletvekilliğine aday olmadı. Siyasete neden nokta koyduğu o günlerde konuşulmuştu. Kulağıma çarptığı kadarıyla nedeni ilginçti: Kahraman, AK Parti’nin, masonları da içine alacak şekilde açılım politikasına karşı çıkıyordu. Kahraman, partinin kurucuları arasında bulunduğu iddia edilen mason bir isme itiraz etti. Oysa, parti yönetimindeki genel görüş, toplumun bütün unsurlarını kapsayacak şekilde yelpazeyi geniş tutmaktı. O yüzden Kahraman’ın itirazları taraftar bulmadı. Gerçekler, mason localarının kapıyı biraz aralamasıyla değil ancak ardına
kadar açmalarıyla ortaya çıkabilir. 27.03.2005 |
Gülay Göktürk | ||
MASONLUK / 28.03.2005 | ||
Basının bazı konuları vardır; hiç eskimez, her zaman ilgi çeker ve "iyi iş" yapar. Masonluk bunlardan biri. Kafatasları, semboller, parolalar, karanlık dehlizler, garip kılıklar, esrarengiz yemin törenleri gibi merak gıcıklayıcı gizli ritüelleri yüzünden tirajı "garantili" konular arasında olduğu için mi mutlaka arada bir, bir "Mason Dosyası" patlatılır; yoksa başka siyasi sebeplerle mi aynı konu, neredeyse aynı bilgilerle ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülür, bilemeyeceğim. Ama sürülür işte... Bundan yirmi yıl kadar önce Nokta'da çalışırken bana da böyle bir "Mason Dosyası" hazırlama işi düştüydü. Gittim görüştüm, oturdum okudum. Hani şu bütün mason dosyalarının değişmez kaynağı olan İlhami Soysal'ın kitabı dahil birçok kaynağı karıştırdım. Ve sonunda gördüm ki, masonların böyle Leninistler gibi gibi hücreler halinde örgütlenmeleri, bütün o ritüelleri, gizlilik tutkuları, tamamen "anokronik" bir korkudan kaynaklanıyor. Düşünsenize; dünyada Fransız Devrimi'nden, Türkiye'de İttihat Terakki'den beri iktidardalar ama hala kendilerini "muhalefette" sanıyor, daha doğrusu iktidarda olduklarını daha yeni anlıyorlar! "İktidarda" derken, tek tek masonları kastetmiyorum elbette. Masonluğun temsil ettiği değerlerin iktidarından söz ediyorum. Yani, feodal devlete karşı ulus devletin, feodalizme karşı kapitalizmin, kilise dogmatizmine karşı laikliğin ve pozitivizmin, toprağa bağlı köylünün yerine "kendi kendini inşa etmiş hür insan"ın iktidarından... Özetin özeti bir şekilde, hatta biraz kabasaba bir şekilde söylemeye çalışayım; benim araştırmamdan çıkardığım sonuç şuydu: Dünyanın ilk Aydınlanmacıları bunlar! Aynı zamanda ilk "burjuvaları", ilk "laik"leri... "Kendi kendini inşa etmiş hür insan" sloganına bakarsanız, hatta ilk "birey"leri! İlk mensuplarının duvar işçileri olması da gayet mantıklı, çünkü o çağda Avrupa'nın o kapalı toplulukların dışına çıkabilen, kent kent dolaşabilen, yeni fikirlerle karşılaşma ve bunları gittikleri yeni yerlere taşıma imkânına sahip az sayıda meslek erbabından biri de taş ustaları, ya da şimdinin deyimi ile inşaat ustaları... 1999 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, 90 yıllık tarihinde ilk kez kapılarını basına açmaya karar verdiğinde de yazmıştım: Masonluk üzerine kısacık bir araştırma bile hemen gösteriyor ki, bu gizemli örgütün loca tipi örgütlenmesi; bütün o gizli parolaları, esrarengiz ritüelleri; feodalizme ve kilise despotizmine karşı muhalefette olan yeni bir sınıfın, yani ihtilalci burjuvazinin başvurduğu illegalite tedbirlerinden başka bir şey değil. Nitekim, daha sonra burjuvaziyi tahtından indirmek için siyaset sahnesine çıkan işçi sınıfı da, "hasım" olduğu sınıfın tarihi tecrübesinden yararlanıyor ve masonik loca tipi örgütlenmenin bir versiyonu olan Leninist hücre tipi örgütlenme modelini kullanıyor... Bütün bunlar anlaşılabilir şeyler. Garip olan, burjuvazinin "devlet" oluşundan yüzyıllar sonra bile, masonların muhalefetteymişçesine yarı "illegal" kalması. Kim bilir, belki de burjuvazinin Türkiye'de iktidar olduğuna bir türlü inanamamışlardır; ki bunu "liberal burjuvazi" olarak okursak, haksız da sayılmazlar. X x x Dünyada üç yüz yıllık yazılı tarihi olan, bizdeki geçmişi 1860'lara kadar uzanan bu örgüt, benim bilebildiğim, on yıllardır kendi içinde "glasnost" tartışması yapıp duruyor. Anlaşılan sonunda reformcu kanat ağır bastı ve mabetler halka açıldı. İyi güzel de, bunun hayli riskli bir karar olduğunun farkındadırlar umarım. Nokta'nın sözünü ettiğim kapak yazısını hazırlarken, konuştuğum üstatlardan biri, Masonluğa atfedilen o "hükümetler yıkan büyük güç" efsanesini hatırlattığımda, çok samimi bir şekilde, hatta biraz da mahcubiyet ve yakınmayla şöyle söylemişti: "Ahh, nerede! İnanır mısınız, biz işsiz arkadaşlarımıza iş bile bulamıyoruz artık. Masonluk artık tamamen bir ortadirek örgütü haline geldi." Dediğim risk de bu işte... Legale çıkmasıyla birlikte masonluk, bütün o karalamalardan kurtuluyor belki ama aynı zamanda mistik çekiciliği de yok oluyor. Geriye sıradan, mütevazı bir hayır örgütü kalıyor sadece. Bir de artık sadece müze değeri taşıyan o mabetler... Kim bilir, bakarsınız yakında kapısında bilet kesip yerli yabancı turistlere gezdirmeye başlarlar. |
Başörtüsü ve masonlar
İki çok satan gazetede birden ‘masonluk’ dizisi başlamasını nasıl yorumlayacağız? Herkesin yorumu, “Biri başlayıp okur kazanınca diğeri de kendini tutamadı” gerekçesi... Bir yorum da, ‘Kurtlar Vadisi’ dizisinin gündeme taşıdığı her şeye burnunu sokan örgüt görüntüsünü masonların kendi üzerlerine alması... Arşivimi karıştırdığımda 1972 yılından buyana ‘Büyük Üstad’ sıfatlı kişilerin gazetelerde göründüğünü fark ettim. 28 Ağustos 1972 tarihinde, Abdi İpekçi, Milliyet’te ‘Haftanın Konuşması’ röportajını ‘Büyük Üstad’ Hayrullah Örs ile yapmış... Sonra bayağı uzun bir sessizlik ve 1990’larda neredeyse her ‘Büyük Üstad’ birer ikişer yıl arayla Hürriyet ve Sabah sayfalarında arz-ı endam eylemişler... Arada bir de, 16 Ocak 1996 tarihli Milliyet’te yayımlanan ‘Büyük Üstad Mesajı’ var... 2000 yılında, “Locaları basına açıyoruz” kampanyasıyla beni de çağırdıkları bir kamuoyu kazanma hamlesi yaptı masonlar... İlgimi çeken bazı ayrıntıları paylaşalım: Önce masonların sayısı... Şu günlerde yayımlanan dizilerde, ‘Büyük Üstad’ Kaya Paşakay bir sayı veriyor: 13 bin 500... Orhan Alsaç zamanında bu rakamın yarısından da azmış mason sayısı: 6 bin... Can Arpaç 1993 mülâkatında, “Sayımız sekizbin” demişti. Kendisinden ‘üst düzey bir mason’ diye söz edilen Yusuf Estroti, Üzeyir Garih suikastı sonrası (2001) kendisiyle konuşan Milliyet’e, “İki ayrı örgütlenmede 14 bin” bilgisini sunmuştu: Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası üyeleri 11, Özgür Masonlar Derneği üyeleri 3, toplam 14 bin... Kaya Paşakay’ın 13 bin 500 rakamı yalnız Hür ve Kabul Edilmişler mi, yoksa Özgürler ile birlikte toplamı mı esas alıyor? Bu önemli. Özgürler “Biz de varız” çıkışını yaparken ‘toplam’ rakam verebilir de, Hürler diğerlerini ‘meşru’ kabul etmedikleri için görmezden gelme eğilimindeler; yoksa Kaya Paşakay öyle görmüyor mu? Son hamlede Tamer Karadağlı’nın adı dikkat çekti. Kendisi aday gösterilmiş, “Skandala bulaşmış birini içimize alalım mı?” diye düşünmektelermiş... İlginç. Herhalde tartışma “Almayalım” kararıyla sonuçlanmış olmalı; çünkü mason yapacakları kişileri afişe etmeleri çalışma tarzlarına uymuyor... Bir mason, kendisi ortaya atılıp “Evet öyleyim, ne olacak?” rahatlığını sergilemezse, kimse ondan “Kardeşimiz” veya “Birader” diye söz edemiyor. Yasak. Tek istisna ölmüş kişiler... Masonlar kendilerini hep ‘iyi ahlak’ derneği biçiminde tanımlıyorlar. Hatta, sorulunca “Masonum” denilememesini bile, “Masonluk en ideal insan demek, henüz ideale ulaşamamış birinin böyle bir iddiada bulunması beklenmemeli” diye açıklıyorlar. Ancak, bugüne kadar yetkili ağızların verdiği mülâkatlarda rastladığım bazı çelişkiler dikkat çekici. “Masonların birbirlerini tanımak için özel işaretleri var mı?” sorusu önemli. Hürriyet, “Masonlar el sıkışırken bir parmağıyla birbirine dokunurlarmış; bu doğru mu? Her el sıkışınızda bunu yapar mısınız?” diye sormuş. Yetkilinin cevabı şu: “Doğru tabii. Birbirlerine haber verirler ve eşit seviyede olduklarını belirtirler.” Oysa, 1993’te yapılan mülâkatta, Can Arpaç bunu inkâr etmekteydi. Sorular ve cevapları okuyalım: SORU- Mason selamı nedir? Ne anlam taşır? Eşcinsellerin selamına benzediği öne sürülüyor, karışmıyor mu? ARPAÇ- Eşcinsellerin nasıl bir selamı olduğunu bilmiyorum. Mason selamı diye günlük hayatımızda yaygın ve kesin bir uygulama yok. Lokallerimizin içerisinde sağ elimizi kalbimizin üzerine götürmek bir çeşit selam sayılabilir. Bu, sevgi, sadakat, bağlılık anlamındadır. SORU- Yani tokalaşırken baş parmakla karşınızdakinin başparmağının üzerine üç kez dokunmak gibi özel temaslarınız yok mu? ARPAÇ- Tarihe mal olmuş konularda öyle şeyler söyleniyor ki, söylenenleri bugün uygulamaya kalksak, gülersiniz. Görüyorsunuz, şimdi “Doğru tabii” diye kabullenilen ‘işaret’ konusu, bundan 12 yıl önce verilen mülâkatta inkâr ediliyordu. Neyse. Sabah’ta Balçiçek Pamir’in mülâkatında spot olarak kullanılan bir bilgi var: “Eşinin başı kapalı olan mason yok...” İlginç, değil mi? İlginçlik şurada: Toplumun her kesimini temsil iddiasında bir örgüt masonluk; ama her üç kadından ikisinin başını örttüğü gerçeği kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan bir ülkede, o üçte ikiyi temsil eden ailelerden tek bir kişiyi üye kabul etmiyor... Yoksa tersi mi doğru? Yani, eşinin başı örtülü insanlar arasından masonluğa ilgi duyan tek bir kişi çıkmadı mı bugüne kadar? Her iki ihtimal de can sıkıcı olmalı... Henüz mülâkatlar bitmediğine göre, Kaya Paşakay ile görüşen gazeteciler, yukarıdaki paragrafta yer alan ikilemi “Hangisi doğru?” diye soru olarak yöneltebilirler kendisine. Merakımı giderecek olana şükran borçlu olacağım... Şundan dolayı: Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağı ile masonluk arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu düşünen bir dostum var. Israrla, “Yasağı sürdürten mason locaları” deyip duruyor. Üstelik, yasağın Fransa ve Almanya’ya taşınmasını da Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’in ilişkilerine bağlıyor... “Öyle olsaydı, bizdeki locaların da bağlı olduğu İngiltere’de de yasaklanırdı başörtüsü?” soruma da bir cevabı var... İşin içinden ben çıkamadım, belki hazır açıklamalara başlamışken Kaya Paşakay yardımcı olur... Cevap vermek isterse aracılık ederim... Yeni Şafak.28-3-2005 |
Türkiye'de Masonluk
Masonlarla
ilgili aklınızda tek bir soru işareti kalmayacak. SABAH sır dolu bir dünyanın
kapılarını araladı.
'Dünyanın en çok
tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal
disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan
doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı,
araştırmadan gündeme getiriyorlar. Bu yüzden, Emre Kongar'ın icadı "kafakarıştıroloji"
deyimi, en çok bu alandaki tartışmalara uygun düşüyor. Ben Masonlar'a özgü
deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp
inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.'
Gazeteci Tarihçi Dr. Orhan Koloğlu
DERLENEN HABERLER |
|||
|
|
|
|
|
|
Solun Masonluk
değerlendirmesi |
|
|
|||
|
|
Büyük bölünme
|
|
|
|||
|
|
Türk Masonları'nın
en büyük bunalımı |
|
|
|||
|
|
Demokrasiyle uyanış
|
|
|
|||
|
|
'Uykuya yatma' devri
|
|
|
|||
|
|
Osmanlı'da Masonluk
|
|
|
|||
|
|
İşgal altında
değişim |
|
|
|||
|
|
Siyonizm damgası
|
|
|
|||
|
|
Locaların şemsiyesi
altında devrim |
Anayasada Mason Rolü
Yunanlılar
uzun süre I. Meşrutiyet'in anayasasının Masonlar tarafından hazırlandığını öne
sürüp bu iddiayı yaydılar.
BU söylentinin kaynağı V. Murad'ın bir Rum locası olan
Proodos'ta tekris edilmesiydi ama, iddia doğru değildi.
Locaların şemsiyesi altında devrim
İttihat ve
Terakki Mason localarını "şemsiye" olarak kullandı. İttihatçılar'ın Selanik'teki
locada yaptıkları toplantılarda Kur'an, tabanca gibi kuruma yabancı simgeler öne
çıkıyor, vatansever yeminler ediliyordu.
Abdülhamid
iktidara geldikten sonra politikalarından endişe duyduğu Yeni Osmanlıları,
tasfiye etmekte zorluk çekmedi. Bir belgesi olmadığı halde Mason denilen Mithat
Paşa'yı anayasal şekilde uzaklaştırdı. Buna Masonlar'dan da bir itiraz
yükselmedi. Buna karşılık Proodos locasının Üstadı Muhteremi Skaliyeri şahsen
sorunlar yarattı. V. Murad'ın bir Rum Locası olan Proodos'ta tekris edilmiş
olması sebebiyle Rum/Yunan kaynakları anayasanın -gerçeğe tamamen aykırı olarak-
başta Skaliyeri ve İngiliz elçisiyle Mason İran elçisi olmak üzere Masonlarca
hazırlandığını yayıyorlardı. V. Murad'ı kuruma kazandırma başarısı yüzünden
şımarmış olduğu anlaşılan Skaliyeri, Osmanlı hanedanını Masonluğun altında
düşünecek bir aşırılığa da varmıştı. Abdülhamid'in küçük kardeşi Mehmet Reşad
(1909'da padişah olan) onun Masonluk teklifini reddettiğinde, herkesin içinde
daha küçük kardeş Kemalettin'i gösterip "Senden küçük lakin mevkii senden büyük"
demesi bunun bir örneğidir.
İTTİHATÇILAR'IN PEK AZI MASON'DU
Abülhamid'in Masonluğa karşı davranışı locaları
yok etmeye yönelik değildi, zaten buna gücü de yetmezdi. Amacı ülkeyi dışarıdan
yönetme eğilimlerini frenlemek ve de yerlilerin fazlaca ilgilenmesini önlemekti.
Her türlü toplantıyı hafiyeleriyle sıkı izlemeye aldıran ve jurnallerini
Yıldız'da toplatan sultan, hedefine barışçı yoldan ulaştı. Localar daha çok
yabancıların kendi aralarında bir araya geldikleri yerler oldu, Türk ve
Müslümanlar'ın hatta gayrimüslim vatandaşların ilgisi de azaldı. Buna dil
farklılıkları ve ulusçu biraradalıklar da eklenince ortaya bir bütün güç değil,
birbirleriyle etkileşmeyen localar çıktı. Toplumumuza anayasa ve parlamenter
hayatı kazandıran Yeni Osmanlı Kuşağı'nı (1860-1890) izleyen Jöntürk Kuşağı
(1890-1920), Abdülhamid sansürü ve jurnalciliğinin yoğun işlediği
dönemde, serbestçe buluşup konuşabilecekleri, siyasal eylem hazırlayabilecekleri
ortam bulma sıkıntısını yaşadılar. Bunlar ancak, kapitülasyonlar sebebiyle ne
polisin ne de hafiyelerin girebildikleri yabancılara ait binalar olabilirdi. En
başta da Mason locaları geliyordu. Rejim tarafından şüpheli yerler sayılmıyor ve
rahat bırakılıyorlardı. İttihatçılar-Masonluk ilişkisinin ayrıntılarına girmeden
önce, bütün İttihatçılar'ın Mason oldukları yolundaki önyargıya açıklık getirmek
gerekiyor. Örgütlü direnci, önce Avrupa'da sürgünde bulunan Jöntürkler başlattı.
Çok değişik cemaat ve dinlere, dillere bağlı olduklarından tam bir birlik
kuramamış ve kendi içlerinde dağılmışlardır. Esasen pek azı Mason'du, üstelik
aralarında ihtilalciler bulunabileceği için Avrupalı Masonlar bunlara iltifat
etmiyorlardı. Ciddiliği sebebiylebüyük
saygı duyulan Ahmet Rıza'ya 1892'de Fransız Masonlar'ı üyelik önermişler, ancak
ondan ret cevabı almışlardı. 1903'te de görüşünü tekrar dergisinde
tekrarlamıştır. Balkanlar'daki örgütlenmeye gelince, bunun Selanik'te
gelişmesinin sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. 1878 Berlin Anlaşması'ndan
sonra Balkanlar'daki reformlar için merkez kabul edilen kentlerin başında
Selanik vardı ve ordu merkeziydi. Dolayısıyla çok sayıda genç "mektepli" subay
buraya gönderiliyordu. Ayrıca bölgenin en önemli ticaret merkeziydi ve çeşitli
Avrupa uluslarına ait cemaatler ve örgütler vardı. Çok sayıda yabancı işadamının
bulunduğu kentlerde Mason locasının olması doğaldı. İttihatçılara, Büyük Üstat
Emmanoel Karasso'nun deyimiyle "şemsiyelik" yapacak İtalyan Macedonia Rizorta
Locası 1880'lerin başlarında burada kurulmuş ancak başarısız kalmıştı. 1900'de
İtalyan Büyük Doğusu yeni bir girişim yaptı ve locayı uyandırdı. 1902'de Büyük
Üstatlığına Selanik Hukuk Okulu'nda hocalık yapan, avukat Musevi Karasso
getirildi. Ülke içindeki Jöntürkler'in Masonluk'- la ilişkiye girmeleri, ona
güvenlerinin sonucudur.
LOCADA İTTİHATÇI YEMİNİ
1903-1908 arasında Macedonia locasına 154 kişinin
alındığı biliniyor; bunların 42'si Türk'tür. İlk kaydolanlar arasında İttihat ve
Terakki yönetiminde ön planda rol oynayan gazeteci Fazlı Necip'i, Talat Bey
(Paşa), Midhat Şükrü'yü görüyoruz. Manyasizade Refik ve İsmail Canpolat gibi
önemli rol oynayacak kişilerin ancak 1906 ve 1907'de locada tekris olmaları,
sorunun Masonluk'la ilgisi olmadığını kanıtlıyor. Başka localarda üye olanların
diğerlerinin toplantılarına katılması adet olmadığı halde, Cavit Bey'in
Macedonia'ya muntazam devam etmesi, bambaşka bir çalışmanın varlığını
kanıtlıyor. Burada Mason yemini ya da tekris töreni ile, İttihatçı yemini
arasındaki farka da dikkati çekmek gerekiyor. Birinciler klasik Mason yöntemine
uyarken, İttihatçılar Kur'an ve tabanca gibi kurumun yabancısı olduğu simgeleri
kullanıyorlardı. Yemin de vatanın kurtulmasıyla ilgiliydi. Ayrıca İttihatçılar
içeride faaliyete geçince, Macedonia locasından büyük bir grubun ayrılıp Veritas
locasını kurmaları da bize, Karasso'nun bir taktiği gibi geliyor. Böylece
tamamen ihtilalci konuları konuşan grup, normal Masonlar'ı rahatsız etmeden
toplantılar yapabileceklerdi. Açıkçası locada buluşanların hepsi Mason değildi.
Nitekim 1870'lerden itibaren 42 yıl boyunca İstanbul'da yaşayan İngiliz gazeteci
ve işadamı E. Pears anılarında açıklamıştır: "İttihat ve Terakki'nin pek azı
Mason'dur ve sadece Masonlar'a dayansaydı asla başarılı olamazdı."
Masonluk'tan çıkılabilir mi?
Masonluk'tan
ayrılmak isteyen kişi kalmaya zorlanmaz. Bu söylenti propaganda malzemesidir.
En sonda
verilecek yanıtı baştan verelim: Tabii ki çıkılabilir. Çünkü Masonluk'ta kişisel
özgürlükler ön plana çıkar... Dolayısıyla Masonluk'tan ayrılmak isteyen birinin
özgürce ayrılma hakkını kullanmasından daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki,
Mason dernekleri, devletin dernekler yasasına göre kurulmuş ve çalışmaktadırlar.
Öteki dernekler gibi resmi denetimlere açıktırlar. Herhangi bir dernekten istifa
edilebildiği gibi, Masonluk'tan ayrılmak isteyen üye de, istifa ederek kurumla
ilişkisini kesebilir. Bir başka ayrılma yolu da derneğin tüzüksel şartlarına
uymamak nedeniyle Masonluk'la ilişkisinin kesilmesidir. Aidat ödememek,
toplantılara uzun süre mazeretsiz devam etmemek gibi nedenler, üyeliği
düşürebilir. Yüz kızartıcı bir suç işleyen ya da derneğin disiplin kurullarınca
çıkarılma cezasına çarptırılan üye de yönetim kurullarının onayıyla Masonluk'tan
atılır. Ancak bir ayrıntıyı göz önünde tutmakta yarar var: Tekris denen kabul
töreninden geçen kişiye "Mason" sıfatı verilir. İstifa ya da borçlu olma gibi
idari gerekçelerle Masonluk ile ilişkisi kopmuş kişiler de, Mason olmuş, bu
sıfatı edinmişlerdir. Eğer geri dönmek isterlerse, gerekli formaliteleri
tamamladıktan sonra camiaya yeniden katılabilirler. Kuşkusuz suç işleme
gerekçesiyle dernekten atılma halinde geri dönüş söz konusu olamaz. Buna
karşılık, bir Mason'un ayrılmak isteğine rağmen diğer üyeler tarafından örgüt
içinde kalmaya zorlanması, Masonluk aleyhtarlarının propagandasından ibarettir.
E. Karasso'nun sadakati
Macedonia
Rizorta locası Emmanoel Karasso'nun büyük özverisi sayesinde Abdülhamit
hafiyelerinin haber alamadıkları çalışmaları yürütebilmeyi başarmıştır. Bunun en
belirgin kanıtı, bir İtalyan locası olduğu ve Karasso'nun ailece İtalyanlar'la
ilişkisi bulunduğu halde, ne İtalyan diplomatlarının, ne de Selanik'te bulunan
İtalyan yüksek subaylarının bundan haberleri olmamasıdır. Hükümetlerine
gönderdikleri raporlarda İttihat ve Terakki'nin işleyiş tarzına dair verdikleri
haberlerde Mason bağından hiç bahsedilmez. Selanik İtalyan konsolosu,
Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra Selanik'teki İttihat ve Terakki yönetimi
hakkında verdiği bilgide 12 kişinin ismini kaydeder ancak sadece Karasso'nun
Mason olduğunu yazar. Oysa bu kadronun neredeyse hepsi (Enver hariç) mutlaka
oranın üyesi olmasalar da Macedonia Rizorta toplantılarına katılıyorlardı. Bu
gizliliği sağlamakta en büyük payın Büyük Üstat Emmanoel Karasso'ya ait olduğunu
kabul etmek gerekir. İttihatçılar'a ihanet etmediğinin en büyük kanıtı olarak
1908 başında Talat Bey'le birlikte İstanbul'a temaslarda bulunmak için
geldiklerindeki sorgulanmasındaki ketumluğunu gösterebiliriz. Her ne kadar
kendisi hiçbir açıklamada bulunmadığını söylüyorsa da kanımız, sorgulayıcı
Kabasakal Paşa'ya başka yönde bilgiler verip dikkatleri locadan uzaklaştırdığı
yolundadır. Bir avukatın bu başarılı taktiği sonunda ikisi de tutuklanmaktan
kurtulmuşlardır.
Solun Masonluk değerlendirmesi
İlhami
Soysal'ın Mason araştırması tarafsız olmakla beraber solun bakış açısını
yansıtması açısından önemliydi....
Masonluk,
Batı'nın tarihinde, Rönesans yapılaşması ve arkasından dünyaya egemen olma
sürecinde işlev üstlendiği için özel bir gelişme gösterir. Bizde ise çöküş ile
çağdaşlaşma sürecinde belirir. Dolayısıyla toplumu yönlendiren fikir ve siyaset
akımlarının etkisinden bütünüyle sıyrılamaz. 1908'de İttihatçı girişiminde,
1935'te Kemalist devrimlerinde, 1950'de demokratikleşme dönemlerinde olduğu
gibi. 1960 sonrasında da solculuğun hüküm sürdüğü aşamada yeni
değerlendirmelerle de karşılaşmıştır. İlhami Soysal, 1964'te başladığı Mason
araştırmalarını 1977'de Vatan'da
"Türkiye'de Masonlar ve Masonluk"
dizisine ulaştırmış, sonra bunu daha da genişleterek 1978'de
"Dünya'da ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar"
isimli ekleriyle birlikte 532 sayfalık
kitap halinde yayınlamıştır. Bu eseri, yaklaşımları dolayısıyla objektif
sayamayacağımız Mason ve anti-Mason kitapların dışında, Haydar Rıfat'ın
1934'deki kitabından sonra ilk tarafsız yayın olarak kabul ediyoruz. Bu yargımız
Soysal'ın Masonluğu kendi siyasi görüşüyle değerlendirmekten kaçındığı şeklinde
alınmamalıdır. Ancak karşılıklı tezleri objektiflikle yansıttığı için, eser
döneminde de gayet etkili olmuş, 1980'li yılların sonlarına kadar Hariciler için
de başvuru kitabı niteliği taşımıştır. Yaklaşımını şöyle aktarıyor:
YAN KURULUŞLAR
Dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi günümüz
Türkiyesi'nde de Masonlar -dünlerde olduğu gibi-, inanılmaz ölçüde etkin
olmasını, köşe başlarını tutmasını biliyorlar. Ülke kaderinin çizilmesinde
başkaca hiçbir baskı grubunun sağlayamadığı ve sağlayamayacağı etkinlikleri
Masonlar sağlayacak durumdadır. Masonluğun bir tür yan kuruluşları sayılabilecek
Propeller, Lions ve Rotary kulüpler de bu etkinlikte önemli katkıda
bulunuyorlar. Masonlar ve yan kuruluşlarında yer alanlar, Türkiye'nin kamu
kesimi kadar, özel sektör kesiminde de kilit noktaları tutmakta umulmaz bir
uyanıklık göstermektedirler. Ticaret ve Sanayi Odalarında, Borsalar'da, özel ve
resmi bankalarda, sigorta şirketlerinde, vakıflarda, holdinglerde, tekelci
sermayenin Türkiye'deki uzantısı şirketlerde, çokuluslu şirketlerin
temsilciliklerinde, Devlet Planlama Örgütü'nden Dışişleri Bakanlığı'na kadar pek
çok yere el atmış Masonlar, üniversiteler, yüksek okullar, sağlık kuruluşları,
KİT'ler, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi yerlerde de önemli rol
oynamaktadırlar. Basın, radyo, televizyon, reklam şirketleri gibi kamuoyu
oluşturmasındaki etkili alanlarda da Mason denetimi ve etkinliği yaygındır.
Orhan KOLOĞLU
Türk Masonları'nın en büyük bunalımı
Parti içi
çekişmelerle gündeme getirilen Demirel'in Masonluğu konusu, basında yoğun
kampanyaya neden oldu. Mason olmadığına dair belge gösteren Demirel için sorun
kapandı, fakat kurumun bunalımlı günleri bu olayla başladı.
27 Mayıs
1960 Askeri Müdahalesi, kurumun DP'nin güdümüne girmesinden rahatsız olmuş ama
engelleyememiş olan üyelerin harekete geçmesine ortam hazırladı. Mason olan
İçişleri Bakanı Namık Gedik, tutuklu bulunduğu yerde intihar etmişti. Büyük
Üstat Ahmet Salih Korur da hakimlerin karşısındaydı. Gerçi 27 Mayıs siyaset
etkisinden kurtulmaları için yararlı oluyordu ama, bu müdahale lehinde bir
girişimde bulunuyormuş gibi davranmak da Masonluğun siyasetle bütünleştiği
şeklinde yorumlanabilirdi. Üstelik Milli Birlik Komitesi'nin içinde de üç
Mason'un bulunduğu belirtiliyordu. Çözüm Korur'un, bilgisi dışında ve kurallara
aykırı olarak istifa etmiş sayılmasına bağlandı. Yüce Adalet Divanı'nın onu
mahkum etmesi bu kararın kurallara aykırılığını örttü. Ancak 1973'te Masonluğa
tekrar kabul edilerek ve arkasından 33. dereceye terfi ettirilerek kuraldışılık
tamamen kapatıldı. 27 Mayıs sırasında 50'ye yakın DP'linin (ki 9'u
milletvekiliydi) Masonluk'tan kayıtları silinmiştir. Asıl çaba, bir ölçüde temel
kurallardan ayrılmış olan yapıyı geleneksel yerine oturtmaya yöneltildi.
Özellikle bir türlü tam yoluna oturtulamamış olan uluslararası tanınma
girişimleri hızlandırıldı. 1963'te İskoçya Büyük Locası'nın Türkiye Büyük
Locası'nı tanıması ve onların uyarısı ile Gayri Muntazam sayılan Fransa Grand
Orient'ı ve Grand Loge de France ile ilişkilerin kesilmesi suretiyle önemlibir
adım atıldı. Tam bu yönde çaba sarfedilirken, sonradan "Münkir Mason olayı"
olarak adlandırılacak Süleyman Demirel konusunun gündeme gelmesi, kurumu daha da
büyük bir sorunla karşı karşıya getirdi. Ahmet Salih Korur'un teşvikiyle tekris
ettirilmişler arasında bulunan Demirel, 1962'de Adalet Partisi'ne girmiş ve
partinin başkanlığına aday olmuştu. Parti içi çekişmeler sırasında
Milliyetçilerin adayı Sadettin Bilgiç grubu tarafından Masonluğu gündeme
getirildi. Konu basında yoğun bir kampanyaya sebep oldu. Üyeliğini belirten
resmi içeren bir kitap herkese dağıtıldı. Yasal bir kurumun üyesi olmak tabii ki
suç değildi, ancak bunun siyaset alanında açıklanması ortalığı karıştırdı. 29
Kasım 1964 günü kürsüye çıkıp Mason yetkililerinden Necdet Egeran'ın hazırladığı
bir belgeyi göstererek Demirel Mason olmadığını ilan etmekle, delegelerin
güvenini kazandı ve başkan seçildi.
'O HESAPLAR ÇOKTAN KAPANDI'
Sorun Demirel için kapanmış gibi görünüyordu ama
Kurum için en büyük bunalımlardan biri bu olayla başladı. Belgenin nasıl
sağlanmış olduğunun perde gerisi basında açıklandı. Bir yandan kurum içinde
gizli bir soruşturma yürütülürken, diğer taraftan konu tamamen bir siyasi
tartışmaya dönüştürüldü. Ve kaçınılmaz olarak onun kişiliğinin yanı sıra ilke
olarak siyaset dışılığı savunan kuruma eleştirileryöneltilmeye
başlandı. Buna rağmen 1965 seçimlerinde partisine oyların yüzde 53'ünü
kazandırmak ve "O hesaplar çoktan kapandı" söylemiyle kendisini tartışmaların
ötesine taşımayı başardı. Buna karşılık bu ilişkisini hedef alarak onu yıpratmak
isteyenler daha çok Masonluğun tutarsızlıkları ve kötülükleri tezini ön plana
çıkararak kampanya sürdürdüler. Başta CHP'liler, her kaybettikleri seçimde Mason
parmağı arar oldular. Liberal ekonominin yerleşme döneminde, ihalelerin
dağıtımındaki her yolsuzluk Mason Biraderler'e malediliyordu. 1968'de Ulus'ta
çıkan "Mason Birader" başlıklı yazı bu kampanyanın ilginç örneklerindendir:
"Mason Birader ne kadar aslan postuna bürünürse bürünsün, ne kadar dil dökerse
döksün, seçmen yurttaş onun sırtındaki boyayı suratına bir kova su çalarak
akıtacak ve asıl çehresini apaçık ortaya koyacaktır. Çünkü halk bir ikinci Mason
Birader'i denemeyecek kadar aklı selim sahibidir."
'İMAM DEĞİL LİDER SEÇİYORUZ'
CHP muhalefetine ek olarak, kısmen AP'den
ayrılanların da katılmasıyla kurulan milliyetçi bir parti yanlıları da aynı
nitelikte, hatta daha da sert bir kampanya yürüttüler. "Bir Adam ki" başlıklı
bir yazıda Demirel hedef alınırken şöyle saldırılıyordu: "Bir adam ki Mason
olduğu halde, halkı aldatmak için birkaç defa camiye gelir; namaz kılanların
arasına karışır, iftar zamanıoruç
tutanlarla bir olur, sair zaman odasında purosunu tüttürür. O adamdan hayır
gelmez!" Bu yazıyı kaleme alan O.Y. Serdengeçti'ye, böylesine suçladığı birinin
lider olduğu partide neden milletvekilliği yaptığı sorulduğunda verdiği yanıt,
iyice emin olmak için beklediği ve ondan sonra partiyi kurtarmak için kampanya
başlattığı yolundadır. Demirel'i hedef aldığı savunulan kampanyanın onu
yıprattığını söylemek güçtür. Bir CHP'linin bir AP'liye yönelttiği "Bir Mason'u
nasıl lider kabul edebilirsiniz?" sorusuna aldığı yanıt partidekilerin onun
başarısından memnun olduklarını kanıtlıyordu: "Biz imam değil, partiye lider
seçiyoruz." En sonunda dinci kesim, Erbakan'ın başkanı olduğu Milli Nizam
Partisi çerçevesinde Demirel üzerinden Masonluğu en katı yeren bir kampanya
başlattı. İşin ilginci, uzun süredir unutulmuş olan Masonluk/ Siyonizm
özdeşleştirmesi onlar tarafından yeniden gündeme getirildi. Komplo teorileri
Menderes'i yok etmek için ABD ile Masonluğun işbirliği yaptığı noktasına
getirildi. Hatta 27 Mayıs'ı yapan Milli Birlik Komitesi de aynı şekilde
suçlandı. Oysa Komite'nin üniversiteden 147 bilim adamını uzaklaştırma kararında
bunların "Komünist, Mason, cinsi sapık, vb..." oldukları hakkında bir iddia yer
alıyordu. 1980'lerden beri, Adnan Hocacılar denilen grupla Akit/Vakit gazetesi,
Masonluk aleyhtarı kampanyayı, Siyonizmle de birleştirerek sürdürmektedirler.
Orhan KOLOĞLU
Erbakancılar'ın Mason karşıtlığı
Demirel ve
Masonluk aleyhinde en yoğun kampanyayı yürüten Erbakan'ın karşıtlığının
kökeninde, 1969'da Türkiye Odalar Birliği Genel Başkanlığı'na Demirel'e rağmen
seçilmesi bulunuyor. AP'li ticaret bakanının emriyle polis gücüyle makamından
uzaklaştırılmıştır. Bu seçimde Erbakan'ın rakibi Sırrı Enver Batur'un Mason
olması Erbakan'ı daha da kızdırmıştır. O yılki milletvekili seçimlerinde
Konya'dan adaylığı yine Demirel'in girişimiyle engellenince ilişkileri tamamen
koptu ve Erbakan Milli Nizam Partisi'ni kurup AP'yi hedef aldı. Her ne kadar
tüzüğünde anti-Mason bir ilke kaydı yok idiyse de, parti marşında yer alan "Masonlar'ın
locasına Milli Nizam yazacağız" ifadesi aksini söylüyordu.
Büyük bölünme
Demirel
olayı Masonlar'ın iç çekişmelerini tetikledi. Sorumluların ihraç edilmesini
isteyen Yüksek Şura ile, karşı saldırıya geçen Büyük Loca'nın inatlaşması
bölünmeyle sonuçlandı.
Partilerin
kendi başarısızlıklarını ya da yetersizliklerini bir kenara itip Demirel
üzerinden Masonluğu sürekli yermeleri ister istemez kurumu da etkiledi.
Masonluğa saldıranların aynı zamanda Demirel'le koalisyon ortaklığı yaptıklarını
kimse anımsamak istemiyordu. Üstelik onun başbakanlığı altında iktidara
geliyorlardı. Herşeyden evvel Büyük Loca, Demirel tarafından partisine ve
kamuoyuna sunulan belgenin gerçekliğini sorgulamaya yöneldi. Kurumun bilgisi
dahilinde belge verilmediği ya da yetki dışında verildiği kabul ediliyordu.
Büyük Daimi Heyet, 14 Mart 1965 tarihli raporunda şu sonuca varmıştı:
"Araştırmamız neticesinde, ortada bilerek, isteyerek işlenmiş bir suç unsuru
olmadığı gibi, yapılan jestlerin camiamızın siyasete karışmasından çok uzak,
tamamen insani hislerin tesiri altında karşılıklı yardım gayesine matuf olduğu
merkezindedir."
DUL KADININ ÇOCUĞUNA YARDIM
Bu yorumun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için
"Dul kadının çocuğuna yardım" tezi gündeme getirildi. Masonlar'ın her biri dul
kadının çocuğu sayılırlar. Dul kadın Masonluğun kurucusu Üstat Hiram'ın
anasıdır. Masonlar yardım arayan bir biraderleri için, "dul kadının çocuğuna
yardım" çağrısını kullanırlar. Bu çağrıya her Mason uymak zorundadır. Demirel'i
temize çıkaran belgeyi imzalayan Büyük Üstat Necdet Egeran'ın bu düşünceyle
davrandığı kabul edildi. Konu Masonluğun içindeki çekişmeleri yepyeni bir yöne
kaydırdı. Yüksek Şura, işlenen suçun bütün Masonluğu töhmet altında bıraktığı
düşüncesiyle, Haysiyet Divanı aracılığıyla bir Yüksek Mahkeme oluşturdu ve
ilgilileri Masonluk'tan ihraç kararı aldı. Oysa aynı sırada Büyük Loca Egeran'ı
Büyük Üstat seçmekteydi. Egeran, asıl kendisini siyaset yapmakla suçlayanların
siyaset yapmakta olduklarını ileri sürerek karşı saldırıya geçti. Bu inatlaşma
Yüksek Şura ile Büyük Loca ilişkilerinin tamamen kopmasına yol açtı.
Aralarındaki konkordato feshedildi. İstanbul'dan 5, İzmir'den 2 locanın
katılmasıyla Türkiye Büyük Mason Mahfili 4 Haziran 1966'da kuruldu. Büyük Mason
Mahfili İstanbul Tepebaşı'nda Meşrutiyet Caddesi 111 numaralı binayı merkez
tuttu. Gerektiğinde 111 numara diye anılmaktadır. Türkiye Hür ve Kabul edilmiş
Masonlar Büyük Locası ise Nuru Ziya Sokak 25 numarada bulunduğundan kısaca 25
numara diye anılır. Ortak bir girişimleri olduğunda 136 diye anıldığına da
rastlanır. Aralarındaki en büyük fark, 25'in bir dine inancı temel kabul
etmesine karşılık 111'in iman konusunu gündeme getirmemesi, laik olmasıdır.
Bugün kısaca Mason diye adlandırdığımız kimselere daha eskiden Farmason
denilirdi. Bu, İngilizce'deki Freemason deyiminin Türkçeleştirilmiş şekliydi.
Önce onun anlamını açıklamak gerekiyor.
TAŞ İŞÇİLİĞİNDEKİ USTALIK
Mason (Fransızcası da Maçon), eski çağlardan beri
inşaatlarda çalışan balta, çekiç ve keski kullanan duvarcı, taşçı anlamına
gelir. "Free" deyiminin buna katkısı, taş işleyiciliğindeki ustalıkla ilgilidir.
Sert taşı ya da mermeri işleyenin yanında, daha kolay yontulan bazen de Malta
taşı denilenleri işleyenler vardır ki bunlara Freemason dendiği ileri sürülüyor.
Yani mesleğin içinde bir uzmanlaşma grubunu belirtiyor. Aynı işte çalışanların,
özellikle mesleki kuralları korumak amacıyla örgütlendikleri ve işleri
usta-çırak ilişkisi çerçevesinde yürüttükleri eski çağlardan beri bilinir. Loca
adı verilen toplantı yerlerinde, yabancıların karışmaması için de, özel
işaretler ve parolalar kullanılırdı. Bugün Mason locaları olarak andığımız
kurumun, modelini Freeamason'ların localarından almasının sebebi, yapıların
özelliğidir. Duvarcı ustaları sabit bir dükkana bağlı çalışmıyor, devamlı yer
değiştiriyor ve basit ev inşaatlarında değil kutsal yapılarda çalışıyorlardı.
Çalışma süreleri de işverence değil, kendilerince belirleniyor, sohbetlerini
toplantılarını da yine kendileri saptıyorlardı.
SİSTEMLİ ÖRGÜTLENME DÖNEMİ
Rönesans ve Reform ile Avrupa'nın toplumsal
yapısının kökten değiştirilmesi sürecinde, dönemin gerektirdiği gizliliği
sağlayacak buluşma yeri aradıklarında, bu denenmiş locaları yeğledikleri
anlaşılıyor. Buralarda sadece duvarcı ustalarının egemen olduğu dönemin 17.
yüzyılın başından itibaren kapanmaya başladığı ve 18. yüzyılda tamamen yok
oldukları kabul ediliyor. Ancak meslekten duvarcıların hiç bulunmamasına rağmen
bunlara Mason locası denmesine devam edildi. 1717'de üç Londra locasının bir
Büyük Loca çerçevesinde birleşmeleri ve 1723'te Büyük Loca'nın, James Anderson
adlı bir rahibe "Book of Constitution," yani nizamnameyi yazdırıp
yayınlamasından sonra, kurum tam bir sistemli örgütlenme dönemine girdi.
İnsanlar arasında yakınlaşma ve özgürleşme alanında rolünü oynadıktan sonra 19.
yüzyılın ortalarından itibaren gizliliğe ihtiyaç hissedilmemeye başlanınca,
Masonluğun Avrupa'daki rolü de değişti. Osmanlı ve peşinden İslam toplumlarının
Batı'ya açılışı tam anlamıyla 19. yüzyılda başlamıştır. O güne kadar dışlanmış
kural ve kurumların benimsenmesinde -tıpkı demokrasi işinde olduğu gibi-
bunalımlı bir alışma sürecinin yaşanması kaçınılmazdı. Kurumun, Batı dünyasında
ve bizdeki bugünkü durumunu belirtmek yararlı olacaktır.
Hazırlayan: Orhan KOLOĞLU
En yetkili karar mercii
Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar'ın yıllık Konvan'ı ... Konvan, Masonların yıllık genel kuruluna
verilen ad. Tüm locaların başkan ve delegelerinin biraraya gelmesiyle oluşuyor
ve en üst karar mercii olarak görülüyor. Büyük Görevliler Kurulu olarak
adlandırılan yönetim kurulunu ve yetkileri neredeyse sınırsız Büyük Üstadı bu
kurul seçiyor, kararları onaylıyor. Demirel'in Mason olmadığına ilişkin belge
daha sonra Büyük Üstat seçilecek olan Necdet Egeran tarafından verilmişti .
Masonluk din mi?
Masonluk,
din değildir. Din yerine geçebilecek bir doktrin de değildir. Masonluk tüm
inançlarca kabul edilebilecek bir davranış ve yaşam tarzını aşılamaya çalışır,
ancak bunu yaparken dogma ve teoloji alanlarına müdahale etmekten özenle
kaçınır. Fakat Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'na girmek için kişinin
Allah'a inanması şarttır. Zira "muntazam" Masonluk ilkeleri, bu camiaya girecek
kişilerin bir Tanrı'ya inanmalarını şart koşar. Yine de Masonluk, insanların
dini inançlarına, kanaat ve fikirlerine saygı gösterdiği gibi, çatısı altında
dini tartışmaya da müsaade etmez. Masonluk Siyonist bir kuruluş da değildir.
Siyonizm, Masonluğun kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmış bir olgudur. Hz
Süleyman'ın inşa ettiği mabede ilişkin efsanelere dayanan Masonik semboller ve
alegoriler Masonluğa bir Yahudi kuruluşu izlenimi verse de, bunun gerçekle
ilgisi yoktur.
Demokrasiyle uyanış
Tek parti
dönemine özgü yasaların ve cemiyetler yasasının değişmesi, Masonlar'a "uykudan
uyanmak" için güçlü bir fırsat doğurdu DP'li vekilin, kurumun kapatılması için
verdiği önerge yine DP'lilerin oylarıyla reddedildi, Mason locaları tekrar
mallarına kavuştu. İktidarın verdiği güvence ile Mason Cemiyeti kendi
gelişmesiyle uğraşmaya yöneldi. Böylece yeni binaya taşınıldı.
Atatürk'ün
bir anti-Mason olmadığı kesindir, ancak kapatılmanın onun onayı olmadan
imkansızlığını kabul etmek gerekir. Amacının, içine kapalı sadece bazı
seçilmişlere hitap eden bir kurum yerine, halka inen -Halkevleri gibi- yapıları
ön plana çıkarmak olduğu bellidir. Büyük bir olasılıkla, devlet gücüyle
kapatarak sosyalist ya da faşist rejimlerini izini takip ediyormuş izlenimini
vermemek için, kendi kendilerine kapanma kararı almalarını öneren o olmuştur.
Bunun Masonlar'ın da işlerine geldiği, kurumun geleneğinde bulunan "uykuya
yatma" yöntemini tercih etmeleriyle ortaya çıkıyor. Böylece, uygun zaman gelince
uyanmaları mümkün olabilecekti. Kapanış bildirisindeki "Türkiye
Cumhuriyeti'nde hakim olan demokratik prensiplere uyma"
ibaresi, tek partili bir rejim hakkında abartmalı görülebilir. Ancak devrimin
çerçevesindeki değişimin hedefini göstermesi açısından ilginçtir. Bilindiği
gibi, 1930'da çok partili rejim denemesi yapılmış ancak toplumun henüz
hazırlıksız olması karşısında vazgeçilmişti. O dönemde Avrupa'daki siyaset
yorumcularının da faşist İtalya, Nazi Almanya, sosyalist Rusya'daki
diktatörlüklere kıyasla Türkiye'deki rejimi "demokratik diktatörlük" gibi hiç
alışılmamış bir deyimle niteledikleri bilinir. Devrimlerin özümsenmesi için
gereken süreyi hesaplayarak ve hedefin demokrasi olacağı inancıyla Masonlar'ın
bu deyimi kullandıkları anlaşılıyor. Demokrasiye geçiş ve tek parti dönemine
özgü yasaların, bu arada cemiyetler yasasının değişmesi, "uykudan uyanmak için"
Masonlar'ın aradıkları fırsatı doğurdu. 5 Şubat 1948'de, 'Türkiye
Mason Derneği' ismiyle bir dernek
kurmak üzere 7 kişinin imzaladığı bir dilekçe İstanbul vilayetine sunuldu.
Aralarında iki profesör (Hazım Atıf Kuyucak ve Mustafa Hakkı Nalçacı) ve üç
emekli memur vardı. Hiçbiri siyaset dünyasında rol oynamış kişiler değildi. Çok
ihtiyatlı bir başlangıcı planlamış oldukları hissediliyordu. Haklı oldukları,
basında ilk haberler belirir belirmez,
Şükrü Kaya,
Tevfik Rüştü Aras
ve Kazım
Özalp'in girişime katılacakları hatta
liderlik yapacakları hakkında haberlerin görülmesiyle ortaya çıktı.
Üçü de Atatürk'ten sonra İnönü'nün dışladığı
kimselerdi. Onları öne sürmekle
Masonluğun yeni girişimine siyasi bir nitelik verilmek isteniyordu. Eski dönemin
en ünlü Büyük Üstadı Mim Kemal
bile -ister samimiyetle, ister maksatlı
olarak- girişimden haberi olmadığını ama candan destekleyeceğini belirtmekle bu
tutumu onaylamış olduğunu açıklamıştı. Başlangıç olarak dönemin çok saygın
tiyatro artistlerinden Behzat Budak'a
kurum hakkındaki düşüncelerinin açıklattırılması da şimşekleri çekmemenin
hedeflendiğini gösteriyordu.
ULUSLARARASI BAĞLANTI İHTİYACI
Bu taktik aşırı milliyetçi ve dinci kesimin
tepkilerini tabii ki engellemedi. Cevat Rifat Atilhan, Raif Ogan,
Yılanlıoğlu İsmail Hakkı, Gazi Yiğitbaş gibi karşıtlar içlerini
dökmeye giriştiler. Kazım Karabekir'in, Masonlar'ı İngiliz ve Fransızlar'a
hizmet veren, aralarındaki Museviler'le etkinliklerini artıran kimseler olarak
tanıtan yazısı bile hemen yayınlandı. Kabul etmek gerekir ki, 1948'in yoğun
partiler arası siyasi polemikleri ve de komünizm avcılığı kampanyaları
ortasında, anti-Mason kampanya kamuoyunu büyük oranda etkilemedi. Örneğin faşist
eğilimli Atilhan'ın Mason törenlerini madde madde eleştiren ve Mim Kemal'in
kurumun ilkeleri hakkındaki ifadelerini satır satır didikleyen yazısına cevap
veren çıkmadı. Polemiklerden kaçınıyor, onun yerine kongrelerini yaptıklarında
genel bildiriler yayınlayarak kamuoyunu tatmini yeğliyorlardı. Açıkçası
1931-32'deki polemik üslubunu terk etmişlerdi. Türkiye'nin içe kapanıklıktan
çıkıp dünyaya açılma dönemine girdiği dönemde Masonlar da uluslararası bağlantı
ihtiyacını hissettiler. Yüksek Şura'ya bağlı yeni localar kuruluyordu. Ama
uluslararası kabul için ondan ayrı özgün bir Büyük Loca (Mahfil) gerekliydi.
Yüksek Şura bunun için girişimde bulunup Büyük Loca'nın Muvazzaflarını seçmek
üzere toplantı düzenledi. Ancak orada, Masonluk aleyhinde basında çıkan haberler
üzerinde tartışılıp bunlar yine basına yansıyınca, anti-Masonlar'a gün doğmuş
oldu. Demokrat Parti milletvekili Ahmet Gürkan Meclis'e Masonluğun
kapatılması için kanun teklifinde bulundu. CHP'nin sözcüsüUlus'ta
yayınlanan ve birçok milletvekilinin Mason olmak için başvurduğu haberinin
yalanlanmamış olması sebebiyle konunun açıklanması da istendi.
Mim Kemal Öke,
geçmişte de CHP tarafından aynı yönde bir teklifin yapıldığını, ancak İçişleri
Bakanlığı'nın tahkikatı sonucu milliyetçi bir kurum olması ve kökünün dışarıda
bulunmadığının saptanmasıyla faaliyetine devamına izin verildiğini anımsattı.
'MASON OLACAĞIM GELİYOR'
Gürkan ve arkadaşlarının önergesinde geçmiş
dönemlere nazaran farklı olan artık Siyonist suçlamasının bulunmamasıydı.
Ağırlık din karşıtlığına ve komünizme destek verici bir örgütlenme oluşuna
verilmişti. "Tekkeleri kapattığımız halde bir tarikat olan Masonluk neden ayakta
duruyor?" diye soruluyordu. DP'den de gelen cemiyeti savunanlar işi sert
polemiğe dönüştürmemek için öyle yumuşak yanıtlar hazırlamışlardı ki Gürkan'ın
kendisi "Teklifimiz aleyhinde rapor düzenleyenler arkadaşlar Masonluğu o kadar
methettiler ki benim de Mason olacağım geliyor" demekten kendini alamadı.
İçişleri Bakanı Özyörük, Atatürk zamanındaki kapatmanın bir kanun kararına bağlı
olmadığını anımsattı. Kapatmayı gerektirecek bir suç kanıtlanmadıkça yapılacak
bir şey bulunmadığını belirtti. Açık oylamada önerge 52'ye karşı 126 oyla
reddedildi. Salonda yeterli çoğunluk bulunmadığı anlaşılınca tekrar oylama
yapıldı ve bu sefer 58'e karşı 169 oyla reddedildi. Dikkati çeken, CHP'nin
anti-Mason davranışına uyan DP'li milletvekillerinin de belirmesiydi. Aslında
iktidardaki DP'nin yöneticileri, CHP'yi bütün mallarından arındırmayı
tasarlarken, zamanında Halkevleri'ne devredilmiş Mason mallarını da bahane etmek
istediklerinden, kendi milletvekillerinin önergesini engellemişlerdi. Hatta bu
yüzden Meclis reis vekillerinden birinin önerge sahibine şiddetle çattığı ve
aralarında büyük bir tartışma çıktığı basına bile yansımıştır.
YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI
DP iktidarının desteğini sağlamanın verdiği
güvence ile Mason Cemiyeti kendi gelişmesi ile uğraşmaya yöneldi. Halkevleri'nin
kapatılması ve mallarının iadesi kararı Meclisçe Ağustos 1951'de onaylanınca
uygun bir bina arayışı başlatıldı. Böylece Beyoğlu Nuru Ziya Sokak 21 numaradaki
binaya yerleşildi. Temmuz 1955'te Ankara Bölgesi Büyük Locası'nın kurulması ve
Üstatlığına Kemalettin Apak'ın yardımcılığına ise, Başbakan Menderes'in
müsteşarı Ahmet Salih Korur'un seçilmesi yeni bir dönemin başlangıcı
oldu. Hem bağımsızlığı korumak, hem de dünyada en çok Mason'a sahip olan Amerika
Masonluğu'nca tanınmak gerektiğinde birleşildi. İstanbul üstünlüğünü kaybetmek
istemiyor, DP ise Ankara'nın bağımsızlığıyla bu kurumu güdümünde tutmak
istiyordu. Sonuçta Ankara Merkezli Türkiye Büyük Locası kuruldu ve başkanlığına
da Ahmet Salih Korur getirildi. Bu kararla Yüksek Şura etkisizleştirilmiş
oluyordu. İstanbul da tutumundan vazgeçmeyince birbirine muhalif iki başlı bir
yapı ortaya çıktı. İkilik ancak, Aralık 1956'da düzenlenen Konvan'da tek bir
Türkiye Locası oluşturulması konusunda anlaşmaya varılması ve Korur'un Büyük
Üstatlığı kabul edilmesiyle aşılabildi. Korur'un gündeme getirilmesinde
Menderes'in Masonluğun etkisinden yararlanmaya yönelik bir politikası
bulunduğunu DP milletvekillerinden gazeteci Mithat Perin bana şöyle
anlatmıştır: "Menderes, Ahmet Salih Korur'un Mason ilişkileri sayesinde işleri
daha kolay yürüttüğüne inanmıştı. Bu sebeple bürokrasi ve iş aleminde DP eğilimi
taşıyanların Masonluğa alınmasını teşvik etmesini müsteşarından istedi. Bu
çerçevede biraderler arasına karışanlardan biri de Devlet Su İşleri Genel Müdürü
Süleyman Demirel olmuştur. Korur'un asıl büyük rolü 17 Şubat 1959'da
Menderes'in Londra'da uçak kazası geçirip İngiltere'de hastaneye yatırıldığında
görüldü. Doktorları başbakanın bir yıl dinlenmesini ve görev almaması
gerektiğini bildirmişlerdi. Menderes ise ne olursa olsun iktidarı bırakmak
niyetinde değildi. Böyle bir rapor kamuoyuna açıklanırsa, yaklaşmakta olan
seçimlerde kaybedebileceği endişesindeydi. Korur'dan Mason ilişkilerini
kullanarak raporu ortadan kaldırmasını istedi. 26 Şubat'ta Türkiye'ye
döndüğünde, rapor yok edilmişti ve Menderes hiçbir engeli bulunmayan bir siyasi
olarak toplumun karşısına çıktı."
Orhan KOLOĞLU
'Masonluk'ta sır yoktur siyasetle uğraşılmaz'
Uzun
zamandır gündemden çıkmış Masonluğun yanlış anlaşılmaması için resmi denebilecek
ilk açıklamayı, 1931'de kurumun resmi yayını Büyük Şark dergisinin sorumlu
müdürlüğünü yapmış olan yazar Kazım
Nami Duru kaleme aldı. Özetle şunları
belirtiyordu: "Masonluk'ta esrar yoktur. Günlük siyasetle uğraşılmaz. Masonlar
içinde başka başka siyasi partilere mensup olanlar vardır. Allah'a inanmak, her
türlü dini akideye hürmet etmek, milliyetçi olmamak lazımdır, fakat her
memleketin Masonluğu milli bir mahiyet arz eder. 18 milyon nüfuslu bir
memlekette 2-3 bin Mason devede kulak kalır. Fakat mademki demokrasiyi
kabullendik, varsın onlar da localarını açıp çalışsınlar. Türk vatandaşları
arasında kardeşlik kurulsun." 30 Ocak 1950'de Türkiye Masonlar Cemiyeti'nin
yıllık kongresinden sonra yayınlanan bildiride şu hususlar belirtiliyor:
"Derneğimiz, bir taraftan milliyetçilikle, diğer yandan hümanizmle
ulaşılabilecek asil bir ideal gütmektedir. Hümanizm bireyi insanlığa kavuşturan
bir merhaledir. İnsan tekamülü ideali ile milliyetçiliğin bugünkü telakki ve
kayıtları içinde meczedilmiştir. Türk Mason Derneği üyelerinin yurt sevgisini
kalplerinde sönmez bir aşk olarak yaşattığına herkesin emin olmasını isteriz."
'Uykuya yatma' devri
Türk
Ocakları'nın kapatılmasına kızan Mahmut Esat'ın başlattığı anti-Mason
kampanyayla yaratılan gerginlik, dört yıl içinde sonuç verdi Yapılacak bir şey
olmadığını fark eden Masonlar, kapatılmayı beklemek yerine kendi deyimleriyle
"uykuya yatmayı" yeğlediler.
İttihatçı
Masonluğunun tasfiyesini gerektiren davranışlardan biri de, onların zamanında
locaların -sınırlı da olsa- bir düşünce forumu haline gelmiş olmasıydı. Örneğin,
Bolşevik İhtilali'yle Rusya'da sosyalizm uygulaması başladığı sırada, 1918'in
ilk yarısında İstanbul'daki bir Mason locasında, bu akımın Mason ilkeleriyle
koşut sayılabilecek noktaları konusunda bir konferans verilmişti. Konuşmacının
akıma eleştirel bakmaması, hele Şeyh Bedreddin olayıyla -Yani bir Müslüman
girişimiyle- benzerlikleri bulunduğunu ileri sürmesi, İttihatçı Masonluğun
İngiliz çizgisinden ne derece farklı olduğunu ortaya koyuyordu. Büyük Üstad'ın
gündeme getirmediği konuları tartışmayı reddeden bir anlayışın, İngiliz dünya
siyaseti açısından en karşıtı olan sosyalizm gibi bir akımı konuşulur sayması,
tabii ki onları rahatsız ediyordu. 1918 sonu ve 1919'da Rusya'daki anti-Bolşevik
eylemleri askerle desteklemeye çalışan İngiltere'nin böyle bir akımın açık
görülmesine izin vermesi mümkün değildi.
İNGİLTERE'NİN TAVRI
Savaş döneminde locaların haber toplama merkezi
gibi çalışmalarını engelleme gayreti haklı görülebilir, ancak İngiliz tepkisi
sadece buna bağlı değildi. Milli Masonluğun kontrolden çıkmasını hazmedemiyordu.
Nitekim Türkiye Büyük Doğusu Mali İşler Sorumlusu Jessua 1922'de yazdığı
kitabında bu konuya açıklık getiriyor: "Şu anda Türkiye Büyük Doğusu (ya da
Büyük Şurası) her biri bir samimiyet, dürüstlük ve verimli çalışma garantisi
olan kişilerden oluşuyor. Büyük Üstad Profesör Ömer Besim Paşa'nın en belli
başlı özelliklerinden biri, büyük güçlerle, yabancı Masonlar'la ve özellikle
İngiliz saygıdeğer localarıyla devamlı ve dostane ilişkiler kurmasıdır. Bugün
Türkiye Büyük Doğusu, bütün Avrupa ve Amerika Büyük Doğuları ve şuralarıyla
resmi ilişki içindedir. Bazı düzgün Mason güçleriyle dostluk belgeleri teati
edildi, böylece gayri muntazam Masonlar'la bütün ilişkilerden kaçınıldı. Türkiye
Yüksek Şurası gibi Büyük Doğusu da daima hararetle ve içtenlikle, İngiliz Ulusal
locasıyla dostane ilişkiler kurmayı arzulamışlardı. Ancak İngiliz Masonluğu ile
yakınlaşma konusunda zaman zaman sarfettikleri çabaların bunların nezdinde
sempatik bir yankı bulduğunu söylemek mümkün değil. Bu saptamayı daha da üzücü
bir duruma getiren, Yüksek Şura ve Büyük Doğu'nun, iki kardeş Masonluk arasında
dostça ve kardeşçe işbirliğini engelleyen yanlış anlamalar ve ihtilaflar
yüzünden bunları ortadan kaldırmak için istenen bütün izahat ve bu aşırı
ihtiyatın sebeplerini bilmemeleridir. Kadrosundan bütün istenmeyen elemanları ya
da herhangi bir sıfatla bulaşmışları tasfiye etmiş olan Türkiye büyük Doğusu,
kendi açısından iki sembolik gücümüz arasında bir uzlaşmanın temellerini atmak
için İngiliz Masonluğunun ileri süreceği her türlü uyarı ve görüşü en büyük bir
uzlaşma ruhu içinde tetkik etmeye hazır bulunmaktadır."
SİYASET VE DİN YASAK
Yeni yapılanmanın 1922'de eriştiği durumu da aynı
rapor şöyle özetliyor: Şu anda Türkiye Doğusu'nun İstanbul'da Eski ve Kabul
Edilmiş İskoç Rit'i üzerinden I. Ve III. Derecelerde çalışan on locası vardır.
Ülkenin yerli ya da misafir bütün etnik elemanlarından (Türk, Yunan, Ermeni,
Yahudi, Arap, Kürt, Arnavut, Fransız, İngiliz, İtalyan, Slav, Avusturyalı,
Slovak, Macar) oluşan bu localar, Eski ve Kabul Edilmiş Evrensel İskoç Rit'inin
düzenleyicisi olan Belçika Masonluğu'nun uyguladığı nizamlar modelini
benimsemişlerdir. Bu mahfiller, Fransızca çalışan Etoile d'Orient dışında, Türk
dilinde çalışmaktadırlar. Bugün İstanbul'da mevcut biraderlerin sayısı tahminen
500 kadardır. Birkaç günden beri, 1 Mayıs 1922'de, yeni binasına yerleşen Büyük
Doğu, İstanbul'da ve taşrada uykuya yatmış Masonlar'ı canlandırmaya
çalışacaktır. Bunların sayısı birkaç yüzdür. Ancak şüpheli ya da herhangi bir
sebeple bulaşmış kimseleri hiç acımadan dışlamakta kesin kararlıdır. Türkiye
Büyük Doğusu mabetlerinde her türlü siyasi ve dini tartışmaları yasaklamaktadır.
Bunlara sadece muntazam Masonlar katılabilir." 1908'de İkinci Meşrutiyet'in
ilanıyla büyük bir dinamizm içine giren Türk toplumu 1923'e kadar o çalkantıları
hep yaşamış ve Cumhuriyet'le tam bir sükunete erişeceği sanılmıştı. Oysa
Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan devrimci kararlar en az bir on beş yıl daha
toplumu silkelemeye devam etmiştir. 1908-1918 arasında tasfiyeci akımları
yaşayanMasonluğun
bu yeni dönemin çalkalanmalarından da etkilenmesi kaçınılmaz oluyordu. Özellikle
yeni rejimin getirdiği hukuki kurallara uyması gerekliydi. En ünlü Mason
tarihçisi olarak tanınan K. Apak bu yeni dönemle ilgili olarak şu bilgileri
veriyor: "İlk Türkiye Büyük Locası (Maşrık-ı Azam'ı) Cemiyetler Kanunu'na uygun
olarak ilk defa resmi kaydını 'Yetimlere Yardım Cemiyeti' ünvanıyla 25 Şubat
1926'da İzmir vilayetinde, daha sonra 30 Haziran 1927'de ve 200 numaralı
ilmühaberle İstanbul vilayetinde "Tekamülü Fikri Cemiyeti' adı altında genel bir
kayıt yaptırmıştır. 16 Mayıs 1929'da isim değiştirilerek 'Türk Yükseltme
Cemiyeti' ünvanıyla kayıt tekrarlandı." İstanbul işgal altında bulunduğu
yıllarda sadece iki yılda ikişer loca berat almıştır. 1921'de Murat ve Etoile
d'Orient, 1923'te Aydın ve Tuluu Hakikat, 1924'ten Masonluğun yasaklandığı
1935'e kadarki sürede 24 locanın berat aldığı görülüyor. Bunların illere
dağılımı da şöyledir: İstanbul 12, İzmir 4, Bursa 2, Ankara 1, Gaziantep 1,
Samsun 1, İzmit 1, Manisa 1, Adana 1.
MİLLİYETÇİLERİN SALDIRISI
Bu yeniden yapılanma döneminde Masonlar'ın bir
tutukluk içinde bulundukları anlaşılıyor. 1919'a kadar İttihatçı liderlere
bakılıyordu, 1924'e kadar işgalcilere bakılmıştı. Cumhuriyet ise bütün kurumları
yeniden kuruyordu. Masonluk en son düşünülecek olandı. Bu ortamda Masonlar'ın
çok büyük bir ihtiyatla yaşam sürdürmeleri gerekiyordu. Savaş sonrası
canlandırılan uluslararası ilişkiler açısından bu önemliydi. 1921'de merkezi
Cenevre'de olmak üzere kurulan Uluslararası Mason Birliği'ne katılmak suretiyle
bu ilişkiler başlatılmıştı. 1923 ile 1931 arasında iki yıl hariç (1928, 1929)
her yıl uluslararası toplantılara heyet gönderilmiştir. Bunların kamuoyuna
yansıtılmamasına özen gösteriliyordu. Bu arada bireysel anti-Mason olaylar da
eksik olmuyordu. Daha sonrasını etkilemek açısından, CHP'nin çok önemli iki
üyesinin Adliye Bakanlığı yapan Mahmut Esat ve Parti Genel Sekreterliği yapan
Recep Peker'in üyelik başvurularının reddedildiği hakkındaki iddialar önem
taşıyor. Üstelik Mahmut Esat'ın bu karara kızarak İzmir'de Karşıyaka'daki Zuhal
Locası'nın binasına tabanca ile ateş ettiği ileri sürülüyor. Ateş ettiğini
yalanlayan bir demecine rastlanmamışsa da, Mahmut Esat Mason olmak için
başvurmadığını açıklamıştır. Gerçek ne olursa olsun, daha sonra başlattığı yoğun
anti-Mason kampanyanın büyük etki yarattığı yadsınamaz. Ancak kampanyanın Türk
Ocakları'nın kapatılmasından sonraki döneme rastlaması da dikkat çekicidir. Türk
Ocakları, İttihatçı milliyetçiliğini sürdüren ve Turancılığı hedefleyen bir
Türkçülük peşindeydi. Atatürk ise, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşmayan bir
ulusçuluğu hedefliyordu. Bu amaçla Halkevleri'nin kurulması planlanırken verdiği
demeçte Türk Ocakları'nı övüyordu ama aynı zamanda kapatıyor ve kendi kurumunu
ortaya çıkarıyordu. İki hafta sonra 10 Nisan 1931'de düzenlenen olağanüstü
kongrede Kurultay'da Türk Ocakları kapatılmayı ve bütün varlığı ile CHP'ye
katılmayı kabul etti. Mahmut Esat bundan mutlaka rahatsız oldu. Kampanya
başlatmasından önce basında Masonluğu yeren yazılar belirmişti. Amerika'da
tahsil görmüş gazeteci Zekeriya Sertel Tarikatları, Misyonerleri ve Masonlar'ı
yererken, Yavuz/Havuz olayında Maşrıkı Azam Fikret Bey'in yolsuzluğa karıştığını
ileri sürmüştü.
TARTIŞMADA SON NOKTA
Böyle bir ortamda, Mahmut Esat Mason aleyhtarı
kampanyasını başlattı. 8 Ekim'den 25 Ekim 1931'e kadar 17 gün süren kampanya
birçok gazetenin katılmasıyla bütün basında yankı buldu. Önce İzmir'in Anadolu
gazetesi Masonluğu milliyet düşmanı olarak niteledi. Hizmet gazetesi kurumun
insanlığa hizmet verdiğini belirten bir yazıyla cevap verdi. Mahmut Esat,
Masonluğun milliyetçi düşmanı ve beynelmilelci olduğunu ekleyip, "insanlık, ırk,
dil, din gözetmeksizin kardeşlik" gibi ifadelerin aldatmaca olduğunu vurguladı.
Buna Büyük Üstat Mim Kemal'in Hizmet ve Son Posta'da çıkan savunma yazısı yer
aldı. Hizmet gazetesindeki bir yazıda "Masonluk için önce CHP'nin dibini kazımak
gerektiği" öne sürüldü. Tartışma Mahmut Esat'ın "köpekleri uluyor" deyimlerine
kadar vardı. CHP Genel Sekreteri Recep Peker'in kurumu emperyalizm ajanı ilan
eden konferansı kamuoyuna yansıdı. Masonlar'dan, "kendisi Adliye Bakanı iken
neden önlem almadı" sorusu geldi ve tartışma bitti. Hükümet bundan
hoşlanmamıştı.
İstanbul'da Uluslararası Konvan
Cevat Rifat
Atilhan gibi faşist eğilimli bir yazarın kurumu yeren kitabı Mason üstatlarını
bazı önlemler almaya yöneltti. Eski üstat Server Yesari'nin hazırladığı savunma
içeren "Franmasonluk'ta Milliyet ve Beynelmileliyet" konulu konferansı basılıp
bütün üyelere dağıtıldı. Kurumun adındaki Yükseltme sözcüğünün bir saklama
içerdiği düşüncesinden hareketle 1922'de ismi "Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti"
olarak yenilendi. Büyük Doğu da ismini Türk Yükseltme Cemiyeti-Türkiye Büyük
Maşrıkı" olarak değiştirdi. Bu hazırlıkların, kurumun uluslararası ilişkilerini
gizlilikten çıkarmak amacı güttüğü, üye oldukları Uluslararası Mason Birliği'nin
Sekizinci Konvan'ını 5-13 Eylül 1932'de İstanbul'da düzenlemeye girişmelerinden
anlaşılıyor. 24 ülkeden temsilcilerin katıldığı Konvan'ın kurumun meşruiyeti ve
uluslararası saygınlığı açısından önem taşıdığı anlaşılmaktadır. Atatürk'e
gönderilen bağlılık telgrafı ve onun teşekkür cevabı da cesaretlerini artırdı.
Bazı Masonlar basında Mahmut Esat'a "Şimdi ne yapacaksın" sorusunu yönelttiler.
O da tekrar saldırılarına başladı. Dinsiz, ahlaksız suçlamaları tekrarlanarak ve
buna yanıtlar şiddetlenerek 1932'de polemik devam etti. 1934 sonunda Masonlar
Ankara'da Karpiç salonlarında merasim elbiseleri ve önlüklerini de takarak büyük
bir balo verdiler. Aralarında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Hariciye Vekili Tevfik
Rüştü Aras, Maliye Vekili Hasan Saka, Meclis Reisi Kazım Özalp, Ankara Valisi N.
Tandoğan da vardı. Ancak 1935 Nisan'ından itibaren kurumun kapatılacağı hakkında
haberler ortalıkta dolaşmaya başladı. 1935 Mayıs'ındaki CHP kurultayında parti
programının 69. maddesine "Beynelmilel maksatlarla cemiyet kurulamayacağı, böyle
amaçlıların Bakanlar Kurulu'ndan izin alması gerektiği" şeklinde bir kaydın
konması işin sonuna gelindiğini kanıtlıyordu. Üstatlar Ankara'ya heyetler
yolladılar. Dahiliye Vekili, Mason Şükrü Kaya ile temas ettiler. Yapılacak
hiçbir şey yoktu. Kapatılmak yerine bütün mallarını Halkevleri'ne teberru ederek
kendileri kapanmayı, "uykuya yatmayı" yeğlediler. Karar 9 Ekim 1935'de
açıklandı.
Atatürk Mason muydu?
Aralarında
Falih Rıfkı Atay'ın da bulunduğu bazı kimselerle Uluslararası Mason albümleri,
Atatürk'ü Mason ilan ederler, ama bunun hiçbir belgesi ortaya konamamıştır.
Bizim düşüncemiz şöyledir: 1900'lü yılların başında Selanik'te bulunduğu dönemde
o da İttihat ve Terakki'ye üye olmuştur. Bu sıfatla katıldığı toplantıların
zaman zaman localarda yapıldığı biliniyor. Buraya gidenlerin Mason olması da
şart değildi. Atatürk'ün o çağda efsanevi bir nitelik taşıyan Masonluğun
niteliğini merak etmemiş olması düşünülemez. Ayrıca arkadaşları arasında
tekris'i yaşamış olanlar vardı. İttihat ve Terakki yönetimi ile arası bozulduğu
dönemde, 1913'ün sonlarında, yanına askeri ataşe olarak gönderildiği elçi Fethi
(Okyar) Bey de Mason'du. Dolayısıyla Masonluğa karşı olduğunu söylemek mümkün
değildir. 1932'de 25 ülke Mason örgütlerinin Türkiye'de toplanmasına karşı
çıkmaması da bu anlayışını yansıtır.
Dış etkiye bağlı olmayan karar
1875'de
Almanya'da doğmuş, 1911'de Osmanlı uyruğuna girmiş, gazetecilik yapmış,
Almanya'da Nazilerce takibata uğrayınca Türkiye'ye dönüp yerleşmiş olan Alfred
Rudolf Glauer 1924'de yazdığı 'Eski Türk Masonluğunun Uygulanışı' adlı kitabında
Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemdeki Masonluk hakkında şu değerlendirmede
bulunuyor: "Almanya imzaladığı barışın altında eziliyor. Türkler bu bunalımlı
dönemi aşabildilerse, bu her Müslüman'ın küçük yaşından itibaren aldığı dini
eğitim sayesindedir. Böylece biz, materyalizmi ilahlaştıranlardan medet umar ve
Alman halkının büyük kısmı kendisini Bolşevikler'in kollarına atma gibi bir
aşağılayıcı çareye başvururken, Türkiye'nin, bu zayıflamış küçük milletin,
Bolşevizm'in kollarına atılmadığını, topraklarına yerleşmesine izin vermediğini
görüyoruz. İslam, Hıristiyanlık'tan daha canlı ve yaşıyor. Müslüman Masonluğu
çözüm getiriyor." Bu tanıklık, bazı Mason çevrelerinin 1935 kararında komünizmin
ve Nazizm'in etkisini görme tutkusunun geçersizliğini ortaya çıkarmaya yarıyor.
Türkiye'de Masonluk
Yoğun istek
üzerine, daha önce yayınlanmış altı bölümün gün gün geniş özeti.
Osmanlı'da Masonluk
Masonluk
Katolik ve Ortodoks kiliselerince tepkiyle karşılanırken Osmanlı ülkesi kuruma
hoşgörülü yaklaştı. V. Murad'ın Mason olması buna örnektir.İttihat ve Terakki
Cemiyeti faaliyetlerini sürdürmek için Mason localarını ‘şemsiye’ olarak
kullandı. Ancak bu davranış cemiyetin ‘siyonist’ damgası yemesine yol açtı.
'Harici'
gözüyle Masonluk
Dünyanın en çok tartışılan konularının başında
geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu
etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan doğan esrarengizlik havasından
yararlanarak, her türlü yakıştırmayı, araştırmadan gündeme getiriyorlar. Ben
Masonlar'a özgü deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde
yoğunlaşıp inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.
1. gün
Masonluk ve Din
Müslüman'ın Mason olması kabul edilebilir mi?
İslam bir arada yaşamayı, koruyuculuk üstlenmeyi görev kabul etmiştir.
Yandaşları, zamanla, bütün insanları ırk ve din farkı gözetmeden eşit sayan bir
anlayışı benimsemeye yönelmişlerdir. Bu çabayı insanlığa aktaran kurum ve
akımlardan biri de Masonluktur. Gizliliği ilke edinerek çalışmayı tercih etmesi
ise, tartışılır hale gelmesinin başlıca sebebidir. 18. yüzyılın başında
kuralları kesinleşen Masonluk, Müslümanlar'ı hiç ilgilendirmemesine karşılık,
Protestan kökenli olmasının etkisiyle, Katolik ve Ortodoks Kiliseleri gibi
Museviler'den de tepki gördü. Bu ortamda İslam'ın girişime küçümseyerek bakması
doğaldı, zira Hıristiyanlar arası çekişmelerde Osmanlı Devleti'nin hakemlik rolü
üstlendiği bilinir. Papalığın çıkardığı Masonları Aforoz emrini 18. yüzyılın
ortalarında Osmanlı'daki Rum ve Ermeni kiliseleri kendi dillerine çevirip
örgütlerine dağıtmışlardı. Buna karşılık o dönemlerde Bektaşi hatta Mevlevi
tekkelerinde Masonlar'la sohbetler düzenlendiği hakkında bilgiler var. 18.
yüzyılın sonunda Osmanlı, geri kalmışlığını aşmak için batı modelinden
yararlanmaya başlayınca durum değişti. Gavur damgalamalarının yanı sıra Masonluk
özentisi iddiaları da gündeme getirilmeye başlandı. Tabii olumsuz anlamda.
1860'lara gelindiğinde İslam dünyasının yönetici ve düşünürleri arasında kuruma
katılanlara rastlanıyordu. Tanzimat'ın iki ünlü devlet adamı Mustafa Reşit ve
Fuat Paşalarla Mısır Hıdivliği'nde iddialı Prens Halim Paşa Masondular. Hatta
son ikisi Büyük Üstatlığa bile getirilmişlerdi. Cezayir'de bağımsızlık
mücadelesi veren Emir Abdülkadir'in de Mason olduğu biliniyor. Pan İslamcı
akımın baş savunucusu Afgani başvurusunda "Kutsal Mason derneği üyelerinden,
derneğe katılmama izin vermelerini ve şerefli kürsüye dahil olmamı
onaylamalarını rica ederim" diye yazmıştı.
2. gün
Osmanlı'da ilk Localar
Sultan Abdülaziz'i etkileyip kendi oğlunu Mısır
Hidivliği'nde ön sıraya sokan İsmail Paşa'ya kızan Mısırlı Prens Halim Paşa,
siyasette etkinliğini artırmak için Masonluğu kullanmayı denedi. Hem Fransız hem
de İngiliz üstatlarıyla işbirliği yaparak Mısır Büyük Locası'nın büyük
üstatlığına getirilmeyi sağladı. Yerli halktan da buna yeni üyeler katılmasını
gerçekleştirdi. Böylece, Osmanlı devlet politikasını etkilemek için Masonluk'tan
doğrudan yararlanma girişimleri çağı başlamış oldu. Halim Paşa, Yeni Osmanlılar
(Namık Kemal ve arkadaşları) ile işbirliği yaparak Avrupa'ya çekilmiş olan
Mustafa Fazıl Paşa ile de ilişki kurdu. Bu girişimlerin projelerini
aksatabileceğini hesaplayan Hidiv İsmail Paşa da Masonluğu kullanarak karşı
atağa geçti. 1860 ve 70'li yıllarda, Avrupa'da siyasi açıdan Masonluk işlevini
tamamlamış görünüyordu. Buna karşılık Osmanlı toplumu ilk kez açık açık
Masonluk'la, daha doğrusu onun özel "koloniyalist" şekliyle karşılaşmaktaydı. 1
Temmuz 1872'de Hasköy'de, Osmanlı ülkesindeki ilk Mason mabedinin temelinin
atılması, artık ortada Osmanlı yönetiminden çekinecek bir şey kalmadığını
kanıtlıyordu. Ancak Sultan Aziz'in keyfiliklerini frenleyen Ali Paşa'nın 1871
Eylül'ünde ölümü ve yerine yumuşak başlı Mahmut NedimPaşa'nın
sadrazamlığa gelmesi Masonlar'da endişe yarattı. 20 Ekim 1872'de Osmanlı
saltanat ve hilafetinin veliahtı Şehzade Murad Proodos (Terakki) locasında
tekris edilerek Mason oldu. Abdülhamit'e de Mehmet Reşat'a da, hem de aynı
zamanda, Mason olma önerisi yapıldığı hakkında bir iddia vardır. İkisinin de red
ettikleri söyleniyor.
3. gün
Abdülhamid'in ılımlı tavrı
Abdülaziz' in tahttan indirilmesi ve Murad'ın
padişah halifeliğini ilanı, Mason çevrelerinde İslam ülkelerine yönelik büyük
başarı sağlandığı kanısını doğurdu. Yeni hükümdarın istendiği yönde
etkilenebileceğine inanılıyordu. Ancak Murad'ın üç ay içinde ruhi bir buhran
geçirmesi ve yerini Abdülhamid'e bırakması, hesapları boşa çıkardı.
Abdülhamid'in daha tahta çıkışının ilk günlerinden itibaren şöyle bir politika
izlediği görülüyor: İslam'la Masonluk bir arada olur mu, olmaz mı tartışmasına
girişmemiş, emrivakiyi benimsemiş ama kamuoyunda işlenmesini engellemiştir.
Farklı ırk ve dindeki cemaatleri kaynaştırdığı tezini daha ciddiye almış fakat
asıl önemi bütün Avrupa hükümdarlarının Masonluğun koruyuculuğunu üstlenmiş
olmaları hususu üzerine yönelmiştir. Bu davranış şeklini tahta çıkışıyla
birlikte başlattığına inanıyoruz. Avrupa'nın desteği olmadan, mali iflasını ilan
etmiş "Hasta Adam"ın ayakta kalamayacağını biliyordu. Ahmet Midhat'ın
matbaasında basılan "Esrarı Farmason" isimli kitap, kuruma bir hayır cemiyeti
niteliğine dönmeyi önermekle, kanımızca Abdülhamid'in fikrini yansıtıyordu.
Abdülhamid'in geçmişte yanlış olarak Masonlar'ı çuvallara koydurup Marmara
denizine attırdığı dedikoduları ortalıkta dolaşmıştır. Oysa biz yaptığımız
araştırmada mabeyincilerini ve yaverlerini Mason balolarına gönderdiğini, 100-
150 altın bağışta bulunduğunu saptadık. Karşılığında törenler "Padişahım çok
yaşa" bağırtılarıyla başlıyordu. Açıkça karşıt düşüncelerin "Barış içinde
birarada yaşaması" ilkesini başarıyla uygulamıştır. Bunun bir diğer iğrenç
örneği, donanmasının başına İngiliz ve Mason Hobart ve Woods Paşaları
getirmesidir. Özetle, siyasete bulaşmamaları koşuluyla Masonlara tam bir
serbesti tanıyordu.
4. gün
İttihat ve Terakki'nin 'şemsiyesi'
Abdülhamid iktidara geldikten sonra Yeni Osmanlılar'ı
tasfiye etmekte zorluk çekmedi. Bir belgesi olmadığı halde Mason denilen Mithat
Paşa'yı anayasal şekilde uzaklaştırdı. Abülhamid'in davranışı locaları yok
etmeye yönelik değildi. Amacı ülkeyi dışardan yönetme eğilimlerini frenlemek ve
de yerlilerin fazlaca ilgilenmesini önlemekti. Localar daha çok yabancıların
kendi aralarında biraraya geldikleri yerler oldu, Türk ve Müslümanlar'ın hatta
gayri-Müslim vatandaşların ilgisi de azaldı. Ülke içinde özellikle
Balkanlar'daki örgütlenmeye gelince, 1878 Berlin Anlaşması'ndan sonra
Balkanlar'daki reformlar için merkez kabul edilen kentlerin başında Selanik
vardı ve ordu merkeziydi. Çeşitli Avrupa uluslarına ait cemaatler de vardı.
Tabii örgütleri de. Yabancı işadamlarının çok sayıda bulunduğu kentlerde Mason
locasının var olması doğaldı. İttihatçılara, "şemsiyelik" yapacak İtalyan
Macedonia Rizorta Locası Üstadı Muhteremliğine Selanik Hukuk Okulu'nda hocalık
yapan, avukat Musevi Karasso getirildi. Ülke içindeki Jöntürkler'in Masonluk'la
ilişkiye girmeleri, ona güvenlerinin sonucudur. 1903-1908 arasında Macedonia
locasına 154 kişinin alındığı biliniyor; bunların 42'si Türk'tür. İlk
kaydolanlar arasında İttihat ve Terakki yönetiminde ön planda rol oynayan
gazeteci Fazlı Necip'i, Talat Bey (Paşa), Midhat Şükrü'yü görüyoruz. Başka
localarda üye olanların diğerlerinin toplantılarına katılması adet olmadığı
halde, Cavit Bey'in (Sonrasının Maliye Nazırı) Macedonia'ya muntazam devam
etmesi, bambaşka bir çalışmanın varlığınıkanıtlıyor.
Ancak locada buluşanların hepsi Mason değildi.
5. gün
Siyonizm damgası
İttihatçılar'ın Mason bağı ilk kez 25 Temmuz 1908 günü
Selanik'te anayasanın ilanı şerefine yapılan sokak gösterilerine Mason locaları
temsilcilerinin de katılmasıyla ortaya çıktı. Localar eski ihtiyatlılıklarını
bırakıp daha kolay üye almaya, tekris yapmaya yöneldiler. Bu ilgi, İttihatçı
liderleri Bağımsız Osmanlı Masonluğu kurma düşüncesine yöneltti. Avrupalılar'ın
buna izin vermeyi pek arzulamadıkları kısa zamanda farkedildi. İngiliz ve
Fransızlar'a karşılık İtalyanlar bir süre direndikten sonra onay verdiler. Büyük
Doğu'nun üstatlığına Talat Bey getirildi. Aynı sırada iki girişim
Osmanlı-İngiliz ilişkilerini etkiledi. Osmanlı Masonluğu ile bütünleşmeyi
arzulayan Mısırlı milliyetçilerin İttihat ve Terakki ile ilişki kurmaları
İngiltere'yi çok rahatsız etti. Aynı anda 1909'un ekiminde de İttihat ve
Terakki'nin ikinci kongresinde anti-Masonluk gündeme geldi. Mustafa Kemal'in
teklifi, cemiyetin açık bir siyasi parti haline gelmesinin yanı sıra askerlerin
siyasetten çekilmesi ve Masonluk'la ilişkinin kesilmesiydi. Bu önerisi sebebiyle
"mürteci" diye damgalanmış ve İttihat ve Terakki'nin yönetimiyle ilişkisi
tamamen kesilmiştir. Asıl olay yaratan, cemiyetin yönetimine muhalif olan
Miralay Sadık'ın "Siyonistlik/Farmasonluk aleyhindeki layihası" idi. Talat,
Cavit, Hüseyin Cahit ve Ahmet Rıza'nın cemiyetten atılmalarını istiyordu.. Gerek
Masonluk ve Siyonizm iddiası gerekse Talat ve arkadaşlarının dışlanması önerisi
reddedilmekle birlikte, bu tartışma İttihat ve Terakki'ye karşı bir suçlamanın
kendi içinden başlatılması açısından önemliydi. Bütün politikalarında Siyonizmi
destekleyen ve Masonluğu kendi malı sayan İngilizlerin propaganda için,
İttihatçıların Masonluğu ve Siyonistliği üzerinde yayın yapmaları gerçekten
ilginçtir.
6. gün
İşgal altında değişim
Libya ve Balkan Savaşları ile 1913 yılı ortasına kadar
süren bunalımlar toplum için hiçbir anlam taşımayan Mason tartışmalarını doğal
olarak geri plana itti. Mason olmayan ve bu kuruma fazla sempatiyle bakmayan
Enver Paşa'nın Harbiye Nazırı olup İttihat ve Terakki'yi yönetir duruma
gelmesiyle, esasen durgunlaşmış olan Cemiyet-Mason ilişkisi daha da canlılığını
kaybetti. 1914'de Savaş ilan edilince Enver Paşa locaların faaliyetlerini
durdurmalarını emretti. Ancak Talat Paşa'nın müdahalesiyle localar tekrar aktif
oldular. Dünya Savaşı'nı kaybedip 1918'in Kasım'ından itibaren her bölgesinin
işgal altına girmesiyle, Osmanlı toplumu beş yıllık bir esirlik süreci yaşadı.
Galipler her alanda istediklerini benimsettiriyor ve bunları itiraz etmeden
uygulayan destekçiler de buluyorlardı. En yoğun kampanya, özellikle
İngilizler'in yönlendirişi altında İttihatçılık'tan arındırma idi. 1918 sonunda
İttihatçılar'a yöneltilen en büyük suçlama devleti savaşa sokmuş ve yenilgiye
uğratmış olmaktı. Savaş kararını kendi başına alan Enver Paşa idi ve hükümetin
Mason üyeleri -Sadrazam Said Halim Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Maliye
Nazırı Cavit Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa buna karşıydılar ama, hepsini
suçlamak İttihatçı karşıtlarının işine geliyordu. Localar içinde fiili
temizlemeyi yapan, sabık İttihatçı Rıza Tevfik'tir. Kendisi de Mason olan bu
kişi, hayatı boyunca aşırılığını frenleyemediği söylemler arasında zikzak çizmiş
biriydi. Osmanlı Büyük Maşrık'ının başına getirildi ve temizliğe girişti. Rıza
Tevfik İttihat ve Terakki'ye mensup Masonlar'ın listesini basına ve polise
verdi, birçok Mason İttihatçılık suçlaması ile sürgün edildi.
İşgal altında değişim |
|
|
Almanlar'ın Mason Ansiklopedisi'nde Yahudiler
Mason
kaynakları içinde, kurumun yapısal değişikliğini en iyi yansıtan, 1932'de daha
Hitler iktidara gelip kapatmadan önce Almanya'da yayınlanmış olan Mason
Ansiklopedisi'dir. Özellikle Yahudiler'in kuruma kabulü konusundaki notlarını
özetleyerek aktarıyoruz: "En eski Mason kaynakları kurumun açık şekilde bir
Hıristiyan karakteri taşıdığında birleşiyorlar. İlk zamanlardan beri Yahudi
üyeler görülmüştür ama her yerde kabul edilmezlerdi. 1788'de "Yahudiler
Masonluğa alınabilir mi?" tartışması yapılmıştı. 1857'de İngiliz Yahudi
Masonları Prusya locasına kabul edilmiyorlardı. Hıristiyan ilkelerine dönülmesi
tartışmasının yapıldığı localar da vardı. Amerika'da sade Yahudi kabul eden
localar vardır ama çok azdır. Ama bin üyeli Detroit'teki Palestine locasında tek
bir Yahudi yoktur. İngiltere'de bile Yahudiler'e karşı kısıtlamalar bahis konusu
iken, Amerika bu açıdan daha liberal davranmıştır. Kendisi de Mason olan ilk
Amerikan Başkanı Washington'un yanında yer alan yakın mesai arkadaşlarından 24'ü
Mason'du."
On yılda 38 loca
Osmanlı
Maşrıkı Azam'ının (Büyük Doğu'sunun) kuruluşundan 1918 sonuna kadar başvurup
berat alan localar 38'dir. Yıllara ayırırsak şöyle bir sonuç çıkıyor: 1909'da 7,
1910'da 15, 1911'de 5, 1912'de 1, 1913'de 2, 1914'de 2, 1916'da 1, 1918'de 3.
Görüldüğü gibi Balkan Savaşı ve Dünya Savaşı yıllarında belirgin bir yavaşlama
vardır. İşin önemli yanı bunlardan sekizinin Mısır gibi Osmanlı egemenliğinden
çıkmış bir yerde kurulmuş olmalarıdır. Ayrıca, Beyrut, Şam, Halep, Kudüs, Homs
gibi nüfusu Arap ağırlıklı yerlerde de Osmanlı Maşrıkı Azamı'na bağlılığı
yeğleyenler belirmişti. Bazı çevrelerin o dönemdeki herkesi loca mensubu saymak
tutkusuna ve sayılarını on binlere çıkarma çabasına karşılık yukarıdaki rakamlar
en fazla 1000- 1500 arası kişinin bahis konusu olabileceğini kanıtlamaktadır.
Mustafa Kemal karşıydı
İttihat ve
Terakki'nin Mason bağlantısı Talat Paşa'nın Osmanlı Büyük Doğu Locası'nın Büyük
Üstadı olmasıyla belirginleşti.
Mustafa Kemal'in örgütle ilişkisinin kesilmesi de böyle
oldu. Çünkü o asker-siyaset ilişkisine ve Masonluk bağlantısına karşıydı.
Siyonizm damgası
İttihatçı
olan ama yönetici kademede yer alamayanlar kızgınlıklarını siyonizm suçlamasıyla
tatmine çalıştılar... Mısırlılar'ın Osmanlı büyük locasına ilgi göstermesinden
rahatsız olan İngilizler de onlara destek verdi.
İttihatçıların Mason bağı ilk kez 25 Temmuz 1908 günü Selanik'te anayasanın
ilanı şerefine yapılan sokak gösterilerine Mason locaları temsilcilerinin de
katılmasıyla ortaya çıktı. Bayraklarıyla yürüyüşe katılmış ve vatanın
kurtarıcıları arasında alkışlanmışlardır. Ancak bütün ülkede yaşanan ilk coşku
içinde Mason öğesine özel bir ilgi gösterildiğini söylemek güçtür. İtalyanlar
bile rolleri bulunan oluşumu ancak üç hafta sonra öğrenebildi.
OSMANLI MASONLUĞU
Osmanlı ülkesinde ise hem localar hem de Masonluğa
aday olanlar arasında yepyeni bir canlanma belirdi. Localar eski
ihtiyatlılıklarını bırakıp daha kolay üye almaya, tekris yapmaya yöneldiler.
Eskiden hafiyelerin izlemesi korkusunu taşıyan sade vatandaşlar ise, bu üyeliğin
İttihat ve Terakki ile ilişki kurmayı kolaylaştıracağı kanısıyla ilgiyi
artırdılar. Ortada bir Türk obediyansı bulunmadığı için yabancı kurumlar,
özellikle Fransız, İngiliz, İtalyan locaları daha çok çalışmak ihtiyacını
duydular. İttihat ve Terakki'nin Cemiyet gizliliğini 1908 Kasım ayındaki birinci
kongresinde de devam ettirmesi ve bir fırka (parti) niteliğine tam bürünememesi
bu ilgiyi teşvik ediyordu. Bu ilgi, İttihatçı liderleri Bağımsız Osmanlı
Masonluğu kurma düşüncesine yöneltti. Yabancı güdümünde kalmak istemiyorlardı.
Öncelikle Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti üzerine bir yüksek şura kurmak
gerekiyordu. Bunun için de mevcut ve muntazam bir Yüksek Şura tarafından
doğurulmak, sonra da diğer Şura'lardan onay almak şarttı. Avrupalılar'ın böyle
bir izni vermeyi pek arzulamadıkları kısa zamanda fark edildi. Türk piyasasını
ellerinden kaçırmak istemiyorlardı. Karşı olan İngiliz ve Fransızlar'a karşılık
İtalyanlar bir süre direndikten sonra onay verdiler. Macaristan, Belçika ve
İsviçre'nin de onayıyla Yüksek Şura kuruldu. 31 Mart ayaklanması hazırlıkları
bir süre durdurduktan sonra Haziran 1909'da Osmanlı Büyük Doğusu'nun kurulma
hazırlıkları tamamlandı. Buna da Avrupalılar karşıydı. Bunun kendi localarını
ellerinden kaçırmak sonucunu vereceğini düşünüyorlardı. Büyük Doğu'nun
üstatlığına da Talat Bey getirildi. Yüksek Şura ile Büyük Doğu arasındaki
ilişkileri düzenleyen konkordato da 1 Kasım 1909 da düzenlendi.
ATATÜRK'ÜN ÖNERİSİ
Aynı sırada iki girişim uzun süreli olarak
Osmanlı-İngiliz ilişkilerini etkiledi. Osmanlı Masonluğu ile bütünleşmeyi
arzulayan Mısırlı milliyetçilerin İttihat ve Terakki ile ilişki kurmaları
İngiltere'yi çok rahatsız etti. Mısır'daki Mason örgütünde operasyonla kendi
yandaşlarını üstatlıklara getirdiler. Diğer yandan da, İttihatçı heyetin
Paris'ten sonra Londra'ya giderek uzlaşma yolunda yaptığı önerileri reddettiler.
Anglo- Amerikan alemince tanınmamış localardaki dogmaları Masonluk dışı girişim
sayıyorlardı. Açıkçası onların onayladıkları bir Masonluğun dışındakileri kabul
edemiyorlardı. Aynı anda 1909'un ekiminde de İttihat ve Terakki'nin ikinci
kongresinde anti-Masonluk gündeme geldi. Mustafa Kemal'in teklifi, cemiyetin
açık bir siyasi parti haline gelmesinin yanı sıra askerlerin siyasetten
çekilmesi ve Masonluk'la ilişkinin kesilmesiydi. Bu önerisi sebebiyle "mürteci"
diye damgalanmış ve İttihat ve Terakki'nin yönetimiyle ilişkisi tamamen
kesilmiştir. Asıl olay yaratan, cemiyetin yönetimine muhalif olan Miralay
Sadık'ın "Siyonistlik/ Farmasonluk aleyhindeki layihası" idi. Talat, Cavit,
Hüseyin Cahitve
Ahmet Rıza'yı bu şekilde damgalıyor ve cemiyetten atılmalarını istiyordu.. Gerek
Masonluk ve Siyonizm iddiası gerekse Talat ve arkadaşlarının dışlanması önerisi
reddedilmekle birlikte, bu tartışma İttihat ve Terakki'ye karşı bir suçlamanın
kendi içinden başlatılması açısından önemliydi. Durup dururken bütün 1908
devrimi, Abdülhamit'in Yahudilere vermek istemediği Filistin topraklarını
Yahudilere teslim etmek için Mason ve Siyonistler'le anlaşma kalıbına
dönüştürülmüştü.
İNGİLİZ PROPAGANDASI
Arkasından Mecliste kurulan muhalefet partisi Ahali
Fırkası gündeme ana konu olarak Maliye Nazırı Cavit Bey'i getirdi. "Masonluk" ve
"Dönme" başlıca suçlamaydı. Bu sırada 1910 yılı ortalarında Osmanlı Büyük Doğusu
ardı ardına İskenderiye'de dört loca açınca Mısır'ın elden gitmekte olduğu
korkusu İngilizleri sardı. Bütün politikalarında Siyonizmi destekleyen ve
Masonluğu kendi malı sayan İngilizler'in propaganda için, İttihatçıların
Masonluğu ve Siyonistliği üzerinde yayın yapmaları gerçekten ilginçtir. Cavit,
1912 başında İngiliz Morning Post gazetesine verdiği demeçte bu iddiayı şöyle
yalanlar: "Komitemizin hepsinin ya da bir kısmının Siyonist oldukları ya da
etkisinde kaldıkları yanlıştır. Kanımca Siyonist ideal Türkiye'de asla
gerçekleşir şey değildir. İtalyan hariciyesinin çok güvendiği Selanik Konsolosu
Musevi Primo Levi de verdiği raporda, Osmanlı parlamentosundaki aralarında
Karasso da bulunan- dört Musevi milletvekilinin hiçbirinin Siyonist olmadığını
belirtmiştir.
DİNMEYEN KAMPANYA
Bu kampanya o güne kadar dinci çevrelerce de
yerilmekte olan Abdülhamit'in övülmesi ve İttihatçıların her şeyden suçlu
bulunması kampanyasının başlamasına sebep oldu. Özellikle eski sultanın Mason
localarını kontrolde tutması onlara eylem alanı bırakmaması vurgulanıyordu. Buna
karşılık İttihatçılar'ın lideri Talat Bey'in Büyük Üstat atanması geçerli bir
sebep oluyordu. İşin ilginci İngiliz esinli kampanyada Siyonizmin Alman yanlısı
bir akım olduğu bile ileri sürülüverdi. İttihat ve Terakki, Siyonizmle ilişkisi
olmadığını açıklamakla birlikte kampanyayı durdurmayı beceremiyordu. İşin
ilginci, İttihatçı iken muhalefete geçen ve Mason olduğu bilinen Rıza Tevfik
bile, yeni yandaşlarının sürdüğü anti-Mason kampanya kadar karşı tarafın da
kendilerini mürtecilikle suçlamasından da rahatsızdı: "Bazı kişiler diğerlerini
Mason diye itham edip halk nazarında düşürmeye ve sonra tahakküm etmeye
çalışıyorlar. Buna uğrayanlar da karşılarındakileri Melamilik ile suçlamak
istiyorlar. Halbuki düşünmüyorlar ki asıl irticailiğin kullandığı silah budur...
Yeter artık bu günahtır."
'KÖKÜ DIŞARIDA'
Ona yanıt olarak sunulan bir yazıda ise şöyle
söyleniyordu: "Konuşmalarında saçmalıyorsun. Farmasonlar'a yöneltilen
eleştirilerin sebebi, İttihat ve Terakki'nin cemiyetini bir bölge hükmünde
bırakacak yolu tuttuğu, cemiyet içinde cemiyet şekline girmek istidadını
gösterdiği ve kökü dışarıda olan siyasi ve dini cemiyetin mukadderatı
milliyemize tesirinin kabul edilemeyeceği içindir. Eğer aynı hedefi izleyen
cemiyetler varsa, bütün millet onlara da aynı gözle bakacaktır. Lakin 5-10 asude
dervişle, beş on milyon efrada malik ve dünyanın en muktedir maliyeci ve
siyasileri tarafından idare edilen bir cemiyeti karşı tutmak için tamamiyle
cahil olmak lazım gelir."
Hazırlayan:Orhan KOLOĞLU
Şeyhülislam Mason muydu?
Tartışmaları
çok kızıştıran, Şeyhülislam Musa Kâzım
Efendi'nin Masonluğunun gündeme getirilmesi oldu. Tekrisinin yapıldığı loca
konusunda tam bir fikir birliği yoktur, değişik isimler veriliyor. Ayrıca bu
konuda araştırma yapan tarihçiler arasında olayın doğru olup olmadığını hiç
tartışmayanlara da rastlanıyor. Musa Kâzım, 28 Kasım 1911'de yayınladığı ve
Tanin'in yanısıra dinci kesimin sözcüsü Sıratı Müstakim'de de yayınlanan
savunmasında iddiayı şöyle reddeder:
TARTIŞMA AŞIRI BÜYÜDÜ
"Dini İslama
karşı olup da bana isnat edilen her bir mezhep veya mesleki kemali şiddetle
reddeder ve selameti memleket ve dinin korunması adına bu gibi aldatmalara asla
önem vermemelerini ve o gibi boş sözleri bütün kalpleriyle, dilleriyle red
eylemlerini bütün İslam ahalisine tavsiye ederim (...) Çünkü selameti din ve
diyanetin ancak bu noktada bulunduğunu halisane ihtar ederim." Kimse ortaya tam
bir belge koyamadı ama "şüyuu vukuundan beterdir" kuralınca, iddianın yayılması
tartışmanın olağanüstü bir boyuta varmasına sebep oldu. Musa Kâzım hükümet
değişikliği ile görevinden ayrılacak ama Dünya Savaşı sırasında tekrar aynı
makama atanacaktır.
Masonluğun sırları nelerdir?
Masonluğun
gizli bir topluluk sanılmasının
nedenlerinden biri, üyelerinin çok eski zamanlardan bu yana kullandıkları
sembolik işaret ve sözlerdir ve bir Mason camiaya girerken bunları
açıklamayacağına dair yemin eder. Eski dönemlerde masonların meslek/ derece
ayırımlarını göstermeye yarayan bu gibi işaretler, günümüz Masonluğunda sembolik
olarak aynı amaçlar için kullanılmaktadır. Aslında gerek Masonluk'tan
ayrılanların, gerekse ketum olmayan üyelerin açıklamalarıyla bütün bu işaretler
ve kelimeler değişik zamanlarda kamuoyuna yansımıştır. Ancak bir Mason, kimseye
açıklamayacağına dair yemin ettiği şeyleri anlatması yeminini bozmak anlamına
geleceği için, bunları kendine saklar. Bu, günümüz Masonlarınca bir öz disiplin,
ketumiyet sembolü olarak da değerlendirilir. Öte yandan, Masonluk, üyelerine
Mason olduklarını açıklamaları ya da gizlemeleri için baskı yapmaz. Her üyenin
kendince gerekli bulduğu hallerde sadece kendisinin Mason olduğunu açıklama
hürriyeti ve yetkisi vardır. Ancak bir Mason, başka bir üyenin Mason olduğunu
açıklamak yetkisini kendinde göremez.
Hazırlayan:Orhan KOLOĞLU
Abdülhamid'in Mason taktiği
Masonlar'ın V.
Murad'ı desteklediğini düşünen II. Abdülhamid saltanatını korumak için örgütle
iyi geçinmeye çalıştı.
Bir neden de Avrupa'daki bütün hükümdarların Mason
bağlantısı ve Osmanlı'nın o Avrupa'ya mecbur olmasıydı.
Abdülhamid ılımlı politika sürdürdü
V. Murad'ın
yerine Abdülhamid'in tahta geçmesi Masonlar'ın hesaplarını boşa çıkardı.
Abdülhamid ise siyasete karışmamaları koşuluyla Masonlar'a özgürlük tanıyordu.
Bir tür
hapis hayatı yaşayan veliaht Murad kaçamaklarını mensubu olduğu Proodos
locasının Büyük Üstadı Skaliyeri vasıtasıyla düzenliyordu. Böylece Beyoğlu'nda
eğlencelere katılabiliyor ve para ihtiyacını da borçlanarak karşılayabiliyordu.
Osmanlı hanedanı içindeki çekişmeler had safhaya gelmişti. Yeni Osmanlılar
Abdülaziz'in, Tanzimat'la kabul edilen "Sultan'ın sorumsuzluğu, Babıali'nin
yetkililiği" ilkesini değiştirip kendi diktatörlüğünü ilan etmek peşinde
olduğuna inanıyorlardı. Tek çözüm Murad'ın iktidara getirilmesiydi ve bunun için
de taht sırasının değişmemesi gerekliydi. Umut da dış güçlerin etkisiydi.
Murad'ın tekrisinden hemen önceki günlerde Proodos locasında 12 Türk'ün tekris
edilmesi -ki aralarında Murad'ın başmabeyincisi Seyit Bey, memurlarından Mehmet
Ragıp ve Namık Kemal de varhazırlanmış bir taktiğin varlığını kanıtlıyor.
GÜPEGÜNDÜZ TAŞKIN GÖSTERİLER
Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve Murad'ın
padişahlığını ilanı Mason çevrelerinde Doğu İslam ülkelerine yönelik başarı
sağlandığı kanısını doğurdu. Bu başarıyla ilişkisi olup olmadığını bilmediğimiz
bir olay, o sıralarda Masonlar'ın halet-i ruhiyesini göstermektedir. İzmir'deki
Homer Locası üyeleri, Büyük Üstatları'nın başkanlığında bir gece sabaha kadar
içmişler ve ellerinde içkiler, üzerlerinde Mason işareti taşıyan giysilerle
sokakta güpegündüz taşkın gösteriler yapmışlardı. İngiltere'deki merkez bu
münasebetsizliği, locayı kapatarak örtbas etmiştir. Ancak Murad'ın üç ay içinde
ruhi bir buhran geçirmesi ve tahttan indirilip yerini Abdülhamid'e bırakması bu
hesapları boşa çıkardı. Yeni hükümdarın Mason olmadığını ve kararlılığın yanında
içten pazarlılığını tabii ki Skaliyeri gibiler biliyorlardı. Taht
değişikliğinden sadece bir buçuk ay sonra İstanbul'un Fransızca gazetelerinden
Stamboul'da yer alan bir yazı, yeni sultanı uyarma ihtiyacının belirdiğini
gösteriyor. Cezayirli İslam mücahidi Emir Abdülkadir'in Masonluğu övmesinin
örneği verilip İslam'a karşı bir kurum olmadığı belirtildikten sonra şöyle devam
ediliyor: "Farmasonluk karşılıklı hoşgörü okulu olduğu için Türkiye'den başka
hiç bir yerde bu kadar yararlı sonuçlar veremez. O kadar çok ırk ve değişik
inanç arasında uygun ve barışçı bir anlaşmayı, herkesinvicdanına,
diğerlerinin vicdanlarına saygıyı vaaz eden bu doktrinin bir benzeri başka
nerede bulunabilir? Ne yazık ki, evrensel Tanrı fikriyle yaşayan bir cemiyeti
Allah'sızlıkla suçlamakla yetinmediler ona bir de ihtilalci suçlaması
yüklüyorlar; oysa ana amacı devrimleri önlemektir. Üyesi olmuş hükümdarların
uzun listesi bunun kanıtıdır. Kraliçe Viktorya Büyük Britanya localarının
koruyucusudur..."
UZLAŞMACI POLİTİKA
Mason olan ya da koruyuculuğunu yapan bütün
hükümdarların adını taşıyan yazıdaki üç uyarı karşısında Abdülhamit'in daha
tahta çıkışının ilk günlerinden itibaren şöyle bir politika izlediği görülüyor:
İslam'la Masonluk bir arada olur mu, olmaz mı tartışmasına girişmemiş,
emrivakiyi benimsemiş ama kamuoyunda işlenmesini engellemiştir. Farklı ırk ve
dindeki cemaatleri kaynaştırması tezini ciddiye almış fakat aslında bütün Avrupa
hükümdarlarının kurumun koruyuculuğunu üstlenmiş olması hususu üzerinde
durmuştur. Abdülhamid'in bu davranış şeklini tahta çıkışıyla birlikte
başlattığına inanıyoruz. Avrupa'nın desteği olmadan mali iflasını ilan etmiş
'Hasta Adam'ın ayakta kalamayacağını biliyordu. Dünyada kökleşmiş bir kurumu
ülkeden atmaya gücünün yetmeyeceğinin de farkındaydı. Onlarla iyi geçinmenin
yollarını arayacaktı. Ahmet Midhat'ın matbaasında basılan "Esrarı Farmason"
isimli kitap, kuruma bir hayır cemiyeti niteliğine dönmeyi önermekle, kanımızca
Abdülhamid'in fikrini yansıtıyordu.
BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA
Masonluğa özel sempatisi bulunduğu söylenemeyecek
olan Abdülhamid'in açık bir düşmanlık göstermekten kaçınmakla yetinmediği,
aksine dostça bir davranış içinde olduğu anlaşılıyor. Geçmişte yanlış olarak
Sultan'ın Masonlar'ı çuvallara koydurup denize attırdığı dedikoduları ortalıkta
dolaşmıştır. Oysa biz yaptığımız araştırmada mabeyincilerini ve yaverlerini
Mason balolarına gönderdiğini,100- 150 altın bağışta bulunduğunu saptadık.
Karşılığında törenler "Padişahım çok yaşa" bağırtılarıyla başlıyordu. Açıkça
karşıt düşüncelerin "Barış içinde birarada yaşaması" ilkesini başarıyla
uygulamıştır. Donanmasının başına İngiliz ve Mason Hobart ve Woods Paşaları
getirmesi de ilginçtir. Böylece hiç sevmediği İngilizler'e, Masonluklarına karşı
olmadığı mesajını veriyordu. Açıkçası siyasete bulaşmamaları koşuluyla
Masonlar'a tam bir serbesti tanıyordu.
Orhan KOLOĞLU
'Sultan Hamid Murad'ı sever'
Adam
tavlamaktaki ustalığı bilinen Abdülhamid, Murad'ı öldürteceği konusunda
dedikodular Avrupa'da yaygınlaştığı dönemde, İstanbul'daki 'Büyük Üstat'lardan
İtalyan Antuvan Geraci'yi yanına çekip şöyle bir mektup yayınlamasını sağlamayı
başarmıştı: "Bence bilinmeyen sebeplerden dolayı, Doktoru Kapoleone'nin Sultan
Murad'a gitmesi ve tedavi etmesi yasaklanmıştır. Bu davranış sultanın hayatına
kastedileceği şüphesini yarattığından, Masonlar arasındaki en etkili kişiler
buna başvurarak, Sultan Murad'ın hayatını korumak için İstanbul'daki Ravs ve
Layard adlı elçilerin işe müdahale ettirilmelerinin, Alman İmparatoru Wilhelm
ile Prens Dögal'in başkanlığı altındaki Prusya ve İngiltere Büyük Doğularından
istirham olunmasını rica ettiler. Ben de insaniyet namına ve Mason esrarı
gereğince ricalarını kabul ettim. (...) Araştırmalarım sonucu Sultan Murad'ın
hayatına dokunmayı kimsenin düşünmediğini kesin surette beyan ederim. Sultan
Hamid'in kardeşini pek sevdiğinden ve padişahlık yapmış hasta bir kimseye layık
bir saygıyla tedavi ettirip baktırdığından eminim (...) Benzeri bulunmayan ve
ahlakı halideden (övülecek ahlak) olduğu güneş gibi berrak olan -bunu görmeyen
kör olmalıdır- Ethem Paşa sadarette bulunduğu sürece başka türlü olamaz idi."
Anımsatmakta yarar var, Abdülhamid'in Midhat Paşa'yı Avrupa'ya sürdüğü zaman
sadrazamlığa atadığı Ethem Paşa da Mason'du. Abdülhamid'le Geraci'nin dostluğu
sultanın son yılına kadar devam etti.
V. Murad Niye Mason Oldu
V. Murad
şehzadeliğinde İngiliz desteğini sağlayıp veliaht olabilmek için Mason locasına
girip tekris edildi.
Aynı yolu oğlunun Mısır Hidivliği için yabancı desteği
arayan Prens Halim Paşa da kullandı.
Osmanlı ülkesinde ilk Mason mabedi
Büyük
ülkeler Osmanlı politikasını etkilemek için Masonluk'tan destek umuyordu.
Şehzade Murat bu amaçla tekris edildi.
Sultan
Abdülaziz'i etkileyip kendi oğlunu Mısır Hidivliği'nde ön sıraya sokan İsmail
Paşa'ya kızan Mısırlı Prens Halim Paşa, siyasette etkinliğini artırmak için
Masonluğu kullanmayı denedi. Hem Fransız hem de İngiliz üstatlarıyla işbirliği
yaparak Mısır Büyük Locası'nın büyük üstatlığına getirilmeyi sağladı. Yerli
halktan da buna yeni üyeler katılmasını gerçekleştirdi. İkinci aşamada, Osmanlı
hükümetini etkilemek için Türkiye Bölge Büyük Locası'nın büyük üstatlığına
seçilmek için girişimlerde bulundu. 1869 yılındaki seçimde kazandıysa da anında
karar değiştirildi ve "daha sağlam ve uygun" denilerek İstanbul'daki ABD elçilik
maslahatgüzarı Brown onun yerine atandı. Böylece, Osmanlı devlet politikasını
etkilemek için Masonluk'tan doğrudan yararlanma girişimleri çağı başlamış oldu.
Halim Paşa, Yeni Osmanlılar (Namık Kemal ve arkadaşları) ile işbirliği yaparak
Avrupa'ya çekilmiş olan Mustafa Fazıl Paşa ile de ilişki kurdu. Bu girişimlerin
projelerini aksatabileceğini hesaplayan Hidiv İsmail Paşa da Masonluğu
kullanarak karşı atağa geçti.
HEDEF MÜSLÜMAN KESİM
1860 ve 70'li yıllar, Avrupa'da -özellikle kültür
açısından Osmanlı aydınlarını en çok etkileyen Fransa'da- Masonluk konusunda
yoğun tartışmaların yapıldığı dönemdi. Kilisenin etkisiyle aleyhte kampanya
başlatılmıştı. Diğer yandan, ifade özgürlüğünün yaygınlaşmış olması ve
parlamenter sistemin bütün Avrupa'da geçerli duruma gelmişliği sebebiyle,
kurumun gizlilik tutkusuna karşı da bir alerji belirmişti. Açıkçası, Avrupa'da
siyasi açıdan Masonluk işlevini tamamlamış görünüyordu. Buna karşılık Osmanlı
toplumu, hiç denemediği bu oluşumların dışından, ilk kez açık açık Masonluk'la,
daha doğrusu onun özel "kolonyalist" şekliyle karşılaşmaktaydı. 1 Temmuz 1872'de
Hasköy'de, Osmanlı ülkesindeki ilk Mason mabedinin temelinin muhteşem bir
törenle atılması, artık ortada Osmanlı yönetiminden çekinilecek bir şey
kalmadığını kanıtlıyordu. O günlerde Brown'ın locada yaptığı konuşmadaki
sözleri, asıl hedefin Müslüman kesime yöneltilmiş olduğunu kanıtlamaktaydı:
"Burada doğudayız ve her birimiz kurumumuzun ilkeleri ve amaçları üzerinde
sorguya tabi tutuluruz. Burada Farmasonluk hakkında vahim ve son derece yanlış
izlenimler var. Bazı kimseler bizim yeni bir din yerleştirmeye çalıştığımızı
zannediyor. Başkaları ise, gizli ve tehlikeli niteliklere sahip bir siyasal
cemiyet olduğunuz kanısında. Ve daha başkaları da üzülerek söylemeliyim, hiçbir
dini inancı bulunmayan ateistler sayıyorlar. (...) Bizeyanlış
olarak atfedilen ve aşağılayıcı ateist ya da yeni bir din sunmak iddialarını yok
etmeye çalışalım. Ayrıca bu ülkede Farmason olmanın ayrıcalığını, ona layık
olmanın yükümlülükleriyle birleştirelim. Sultan Aziz'in keyfiliklerini frenleyen
Paşa'nın 1871 Eylül'ünde ölümü ve yerine yumuşak başlı Mahmut Nedim Paşa'nın
sadrazamlığa gelmesinin Masonlar'da bir endişe yarattığı, Üstat Brown'ın on bir
gün sonra yaptığı açıklamadan anlaşılıyor: "Altesleri kuşkusuz prensiplerimizi
ve bunda kötülük olmadığını bilirler (...) Hükümete ve Sultan'a bağlılık ana
ilkemizdir. Bilirsiniz ki günümüzde Avrupa'da hiçbir hükümdar, taht varisi prens
ya da ünlü devlet adamı yoktur ki, bizim evrensel kardeşliğimize mensup olmasın
ve onun gelişmesine ve başarısına yakın ilgi göstermesin. Hepimizin üzüntüyle
matemini tuttuğumuz selefiniz (Paşa) inancına bağlı bir Müslüman iken ve
vatanseverliği bütün şüphelerin üstünde olmakla beraber, dostu ve meslektaşı
Fuat Paşa'nın aksine Farmasonluğa da girmediği halde, son derece soylu ve yüce
gönüllü bir karaktere sahip olduğundan ve adaletin savunucusu niteliğiyle
cemiyetimize hep hoşgörü ile bakmıştır." Şunu anımsatmakta yarar var ki, Paşa
Mason olmamakla birlikte, mali desteğiyle çıkan ve Osmanlı savunmasını üstlenen
La Turquie gazetesinin başına, Mason olan ve bir ara Doğu Birliği Locası'nın
büyük üstatlığını yapan Bordeano adında birini getirmişti.
TAHT YARIŞININ ETKİSİYLE
Paşa'nın ölümünden 13.5 ay sonra 20 Ekim 1872'de
Osmanlı saltanat ve hilafetinin veliahtı Şehzade Murat'ın Proodos (Terakki)
locasında tekris edilerek Mason olduğu görülüyor (Şehzade Murat daha sonra
Padişah V. Murat oldu). Bu girişimin Paşa yaşarken yapılmamasında, onun Sultan
Aziz'in gelenekler ve kurallara aykırı girişimlerini önleyen bir kişiliği
bulunması rol oynuyordu. Murat yıllardan beri süren, veliahtlığa Aziz'in oğlu
Yusuf İzzettin'in getirilmek istendiği kampanyadan rahatsızdı. 1872'de Murat 32
yaşındayken ve aralarında iki şehzade daha varken (Abdülhamit ve M. Reşat) 16
yaşındaki Yusuf İzzettin'in ön plana çıkarılmak istenmesinin Mahmut Nedim
tarafından gerçekleştirilebileceği endişesi vardı. Hatta 9 Eylül 1872'de Yusuf'a
Müşir rütbesi bile verildi ve ordu manevralarını izledi. Murat'la konuşmak
isteyen bir yabancı diplomata ise bunun mümkün olamayacağı, kontrol altında
yaşadığı bildirilmişti.
Orhan KOLOĞLU
Kadın Mason olabilir mi?
Önce soruya
tek kelimeyle cevap verelim: Olamazlar! Şimdi niçin olamadıklarına bakalım...
Masonluk tek bir merkezden yönetilmez. Her ülkenin Büyük Locaları belli
kurallara uygun biçimde çalıştıklarını kanıtladıkları takdirde, kendileri gibi,
o kurallar çerçevesinde kurulup çalışmakta olan Büyük Localar tarafından
"tanınırlar". Eğer bir Büyük Loca kuralları çiğnerse, ötekiler onunla ilişkiyi
keserler, dolayısıyla o büyük Loca bir anda masonik tabirle "gayrı muntazam"
olur. Masonluğun kuralları 1723 yılında bir İngiliz rahibi olan James Anderson'a,
dünyanın ilk Büyük Locası olan, 1717'de kurulmuş İngiltere Büyük Locası
tarafından yazdırılmıştır. Bugün bütün "muntazam" Büyük Localar bu "Nizamname"ye
uyarlar. Anderson Nizamnamesi'nde, intizam koşulları arasında kadınların Mason
olamayacakları maddesi de bulunmaktadır. Yalnız Masonluğa değil, çağının hiçbir
cemiyetine kadınların alınmadığı bir dönemde bu kural konmuştur. Ancak bu kuralı
değiştirmeye de günümüzde hiçbir Büyük Locanın gücü yetmez. Yoksa uluslararası
camia tarafından dışlanır. Bu yüzden kadınlar "muntazam" Mason örgütlerine üye
olamazlar.
Padişahlara gelen teklifler
Murat'tan
ayrı olarak Şehzade Kemalettin de Mason olmuştur. Doğruluk derecesi
kanıtlanmamakla birlikte, Abdülhamit'e de Mehmet Reşat'a da, Mason olma önerisi
yapıldığı iddia edilir. İkisinin de reddettikleri söyleniyor. Uçuk bir iddiaya
göre de, Sultan Aziz ve Mısır seyahatinde yanında götürdüğü Murat ve Abdülhamit
hep birlikte Mısır Büyük Doğu'sunda tekris edilmişlerdir. Osmanlı padişahının
bir valisinin emrine girer gibi davrandığını kabul mümkün değildir. Son iddia da
Abdülhamit'in doktoru Mavroyeni Paşa aracılığıyla Skaliyeri ile temasa geçtiği
şeklindedir. Bu iddiaların hiçbiri hakkında elde yazılı bir belge yoktur, hepsi
söylenti ve dedikodudan ibarettir.
İlk Türk masonluğu 1700'lere dayanıyor
Belgeyle
kanıtlanamasa da ilk masonlar arasında Sadrazam Yirmisekizzade Mehmet Çelebi ve
Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın adı geçiyor.
18'inci
yüzyılın birkaç önemli ismi daha masonlarla anılıyor. Ancak asıl kayıtlar
Tanzimat Dönemi'ni gösteriyor.
Dönemin en ünlü masonları devlet adamı Mustafa Reşit ile
Mısır Hidivliği'nde iddialı Prens Halim Paşa'ydı.
Başlangıçta İslam'ın yaklaşımı ılımlıydı
18'inci yüzyılda Papa masonluğu aforoz etmiş ve bu
ferman Ermeni ve Rumlar arasında da yayılmıştı. O sırada tekkelerde masonlarla
sohbetler düzenleniyordu.
Ön Söz
Dünyanın
en çok tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin
kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu
davranıştan doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı,
araştırmadan gündeme getiriyorlar. Bu yüzden, Emre Kongar'ın icadı "kafakarıştıroloji"
deyimi, en çok bu alandaki tartışmalara uygun düşüyor. Ben Masonlar'a özgü
deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp
inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.
Çok tartışılan konudur... Müslüman'ın mason olması
kabul edilebilir mi?.. İslam'ın, izlediği iki "Kitaplı Din"e üstünlüğü, onları
yok saymamasındadır. Bir arada yaşamayı, hatta koruyuculuklarını üstlenmeyi
görev kabul etmiştir. Bu ikisinin içe kapanıklılıklarını aşmak için, kendi
yandaşları, zamanla, bütün insanları ırk ve din farkı gözetmeden eşit sayan bir
anlayışı benimsemeye yönelmişlerdir. Bu çabayı insanlığa aktaran kurum ve
akımlardan biri de masonluktur. Çağının koşullarının zorlamasıyla gizliliği ilke
edinerek çalışmayı tercih etmesi ise, tartışılır hale gelmesinin başlıca sebebi
olmuştur.
KORUYUCU BABIALİ
18'inci yüzyılın başında Anderson Nizamnamesi ile
kuralları kesinleşen masonluk, Müslümanlar'ı hiç ilgilendirmemesine karşılık,
Protestan kökenli olmasının etkisiyle, Katolik veOrtodoks
Kiliseleri gibi Museviler'den de tepki gördü. Bu ortamda İslam'ın girişime
küçümseyerek bakması doğaldı, zira Hıristiyanlar arası çekişmelerde Osmanlı
Devleti'nin hakemlik rolü üstlendiği bilinir. Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar
Kiliselerinin, Hahambaşılığın koruyucusu Babıali idi. 1748'de Galata'da, İngiliz
tüccar cemaati arasından yerli Hıristiyanlar'a doğru yönelmek eğilimi gösteren
Mason girişimine karşı Kaptan Paşa'nın müdahalesinde, Rum Patrikhanesi'nin ve
Babıali'nin tercüme hizmetlerini yürüten Fenerli Rum Beylerin etkisi bulunduğu
anlaşılıyor. Zira, Papalığın çıkardığı "Masonları Aforoz" emrini hem Rum hem de
Ermeni kiliseleri kendi dillerine çevirip örgütlerine dağıtmışlardı. Buna
karşılık o dönemlerde Bektaşi, hatta Mevlevi tekkelerinde masonlarla, nadiren de
olsa, sohbetler düzenlendiği hakkında bilgiler var. Zaten olayda İngiliz
elçiliği başvurunca bir cezalandırma bahis konusu olmamıştır.
İLK TEPKİLER
18'inci yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti geri
kalmışlığını aşmak için batı modelinden yararlanmaya başlayınca durum değişti.
"Gavur damgalamaları" nın yanı sıra "masonluk özentisi" iddiaları da gündeme
getirilmeye başlandı. Tabii olumsuz anlamda. Avrupa örneği yandaşı olarak
bilinen Sadrazam Halil Hamit Paşa'nın 1785 yılında idamına, Farmason olan Rum
katibine uymasının sebep olduğu ilerisürülür.
Fransız Devrimi'nin, Osmanlı iç dengesini cemaatleri ulusçuluğa kışkırtarak
bozmaya çalışmakla yetinmeyip, Mısır'ı Suriye'yi işgale kalkmasına gösterilen
tepkide, Aydınlanma ilkeleriyle masonluğun özdeşleştirilmesi dikkatlerden
kaçmaz. Reisülküttab Raşit Efendi, devrimcileri, Volter'i, Russo'yu "fitne ve
fesat peşinde zındıklar (Tanrı'ya ve ahrete inanmayanlar) ve dehriler (Ruhun
ölümsüzlüğü ve ahrete inanmayanlar)" diye niteliyordu. Aynı dönemde vakanüvis
(devlet tarihçisi) Asım Efendi sultanın hizmetine girmiş Hasan Ağa adında birini
şöyle niteliyordu: "İslam kurallarına uymayan, imansız ve inançsız bir zındık,
Frenkler ülkesinde farmasonlukla kimya büyüsü ve hokkabazlık okumuş kişi." İlk
mason olan Türkler hakkındaki iddialar hiçbir belgeye dayanmaz. Hatta
bazılarında, 20'nci yüzyıl araştırmacılarının övünme payı çıkarmak için
yakıştırmada bulundukları fark ediliyor. Bunlar arasında, 1720'de elçi olan
babasıyla birlikte Paris'e giden ve 1755'de sadrazamlık yapan Yirmisekizzade
Mehmet Çelebi ile, ilk Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'yı
sayabiliriz... Tophaneli tüccar Yusuf Çelebi ve Paris'te bulunan Cezayirli
Muhammet Çelebi'nin isimleri de geçiyor. Fransızlar 1798'de Mısır'ı işgal
ettiklerinde orada kurdukları locaya giren Müslümanlar'dan da bahsediliyor.
1797-1800 arasında Londra'da elçilik yapan İsmail Efendi'ylekatibi
Yusuf'un masonluğunu, siyasi ilişki kurma ihtiyacının sonucu saymak gerekiyor.
Türkiye'ye döndüklerindeki faaliyetlerini masonlukla ilgiliymiş gibi gösterenler
çıkmışsa da, bunun aslı olmadığına dair daha çok iddia var. Bu tezlerde
bizimkilerin övünmek, bazı batılıların ise tarikatçılığı -hele
Bektaşiliğimasonlukla özdeşleştirme çabaları bulunduğu fark ediliyor.
ADI BİLE ÜRKÜTÜCÜ
1863'te kaleme aldığı yazıda Rum doktor Schinas,
1842'de İstanbul'da hiçbir loca bulunmadığını belirtip eklemektedir: "Bu
memlekette masonluğun yalnız adı bile, dehşet, korku ve nefret uyandırıyordu.
Mason sözcüğü, Allah tanımaz, ihtilalci, dinsiz anlamına geliyordu. Masonları
cehennemlik diye adlandırıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Katolikler, Museviler ve
Türkler bütün masonları dinsiz, imansız, uğursuz kimseler sayıyorlardı. Bugün
bile, aşağı tabaka, kötü bir adamı anlatmak için mason olduğunu söyler."
Schinas'ın iddiası, yerli loca bulunmaması ve Avrupalı locaların da yerlileri
kolay kabul etmemesi sebebiyle "doğrudur." Buna karşılık Tanzimat'ı din karşıtı
ve mason ürünü sayma tutkusu içindeki bir Arap yayınında, 1822'de Türk
masonlarının sayısının -aralarında vezirler, paşalar da bulunan- on bini aştığı
iddiası edilmiştir. Bu da yerici abartmanın en ilginç örneğidir...
Hazırlayan: Orhan KOLOĞLU
Büyük üstat Hazreti Süleyman'ın temsilcisi
Mason
olmayanlar Büyük Üstat sözcüğünün ardında, masonların üst düzey bir yöneticisi
bulunduğunu düşünürler genellikle. Oysa masonlar için Büyük Üstatları, Hazreti
Süleyman'ın günümüzdeki temsilcisidir. Hazreti Süleyman'ın masonlar ile
ilişkisini biraz açmak gerekir. Masonlar, Avrupa'da, Ortaçağ taşçı loncalarından
doğmuş bir kuruluştur. Taşçı loncaları içinde örgütlenen "masonlar" yani Türkçe
karşılığıyla duvarcı ustaları da bütün meslek loncaları gibi kendilerine bir
"pir" seçmişlerdi. Onların piri Hazreti Süleyman'dı. Bunun da nedeni, dünyadaki
ilk taş yapı olarak sayılan Kudüs'teki bugün izi kalmamış tapınağı yaptıran
kişiydi Hazreti Süleyman. Masonlar kendi aralarından seçtikleri kişiyi "Hazreti
Süleyman'ın tahtına" oturtur, Büyük Üstat ilan ederler. Ancak bu, çeşitli din ve
mezheplerdeki gibi yaşam boyu verilmiş bir ayrıcalık değil, iki, en çok dört
yıllık bir dönem içindir. Hazreti Süleyman'ın tahtında oturduğu sürece, Büyük
Üstat, tüm masonların kayıtsız şartsız lideridir. Otoritesi neredeyse
sınırsızdır. Ancak görev süresi bittiğinde, o da diğer masonlar ile aynı düzeye
iner, onlarla eşit olur. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı
Kaya Paşakay, Türkiye'deki daha küçük mason örgütü, Özgür Masonlar'ın Büyük
Üstadı ise Hüseyin Özgen'dir.
Bugünün büyük üstatları
Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı Kaya Paşakay, Türkiye'deki daha küçük
Mason örgütü olan Özgür Masonlar'ın şimdiki Büyük Üstadı ise Hüseyin Özgen'dir.
Tanzimat'ın liderleri masonluğu keşfediyor |
|
|
Orhan Koloğlu kimdir?
1929
Kadınhan doğumlu. Galatasaray Lisesi, İstanbul Üniversitesi'nde eğitim gördü.
Strasbourg Üniversitesi'nde doktora yaptı. 1947'de gazeteciliğe başladı.
Muhabir, yazar ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Basın Yayın Genel Müdürlüğü
yaptı. Yurt içi ve dışı üniversitelerde öğretim görevlisi olarak Doçent
derecesini aldı. Tarih ve sosyal konularda 51 kitabı var. Bunlardan üçü Masonluk
tarihi ile ilgili. İki kez Gazeteciler Cemiyeti, Sedat Simavi, Afet İnan ve
Yunus Nadi ödülleri aldı.
Sabah.Mart ayında…
25.03.2005 |
İşte Mason locası |
|
||
Türk Mason Locası en gizli törenlerin yapıldığı salonun kapılarını Hürriyet’e açtı. Türkiye’de kaç mason, kaç loca var? Eşi türbanlı Türk mason var mı? 1962
yılında Büyük Kulüp’te masonları şok eden hangi skandal yaşandı? |
Hürriyet…
Masonluk Türkiye’de artıyor |
|
||
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Büyük Üstadı Kaya Paşakay'dan ilginç açıklama: 11 Eylül'den sonra ABD'de 1.1 milyon kişi, İngiltere'de 200 bin kişi masonluktan vazgeçti. Hür ve
Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın üst düzey yetkilileri, locanın
kapılarını Hürriyet’e açtı. Locanın Büyük Üstadı Kaya Paşakay ve
arkadaşları, Nuru Ziya Sokak’taki binasında 3 saat boyunca Hürriyet’in
sorularını cevaplandırdılar. Son zamanlarda özellikle Dan Brown’ın romanları
ile yeniden gündeme gelen masonluk gerçeği nedir? İşte Büyük Üstad ve
arkadaşlarının verdikleri cevaplar... |
Masonlar'da kafatası sırrı |
|
Masonluğa
kabul edilmede ilk adım, içinde kafatası bulunan karanlık bir odada ölümü
düşünerek atılıyor.
Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar'ın Büyük Üstat'ı Kaya Paşakay'ın "Dehliz gibidir, bazen üyeler
bile kayboluyor" dediği 25 numaralı loca binasını gezerken Masonlar'ın önemli
sırlarını da öğreniyorum.
TÜRKİYE'DE MASON SAYISI 13 BİN 500
Türkiye'de 13 bin 500 Mason ve 197 Mason locası var.
Eşinin başı kapalı olan Mason yok. Yemin törenine alınan kişinin gözü örtülüyor.
Üç kez öpüşülüyor. Girişte sabıka kaydı isteniyor.
İLK HESAPLAŞMA DÜŞÜNME ODASINDA
Masonluğa girmek isteyenler, 20 dakika 'düşünme odası'
denen karanlık odada kalıyor. Bir kafatasının da bulunduğu odanın girişinde
"Pişmansan buradan dönebilirsin" yazıyor.
Karanlık odada yirmi dakika
Masonlar'ın
büyük locasını ziyaret etmeden önce etrafımdaki herkese "Masonlar hakkında en
çok neyi merak ediyorsunuz?" diye sordum. En çok duyduğum soru düşünce odasıyla
ilgili olandı. Düşünce odası diye bir yer var mıdır? O oda neye yarar? Büyük
Üstat Kaya Paşakay ile röportaj bittikten sonra beraberce mabedi dolaştık.
Dayanamayıp sordum.
* Düşünce odası diye bir şey var mı?
-Evet. Üye olmak isteyenler kabul törenine geçmeden önce o odaya alınırlar.
Orada 15-20 dakika kadar kalır ve düşünürler.
* Karanlık bir oda değil mi? -Evet
karanlık bir odadır. Masonluk yeni bir hayata doğmak olarak da algılanır.
Dolayısıyla başka bir hayat, yani dışarıdaki hayattan, Masonik hayata geçiş
sırasında bir geçiş alanına ihtiyaç vardır. Bu geçişi düşünme odası dediğimiz
oda ve oradaki sembollerle ifade ediyoruz. Önce karanlık, sonra ışığa kavuşma
yani Masonluk ortamına geçip olgunlaşma.
* Odaya girip de ben bunu yapamayacağım, Mason
olmak istemiyorum diyen oldu mu ? -Yok, herkes katıldı (Gülüyor) Ne
ilginç bir soru bu böyle.
* Peki karanlık odada kuru kemiklerin üzerinde
oturulduğu, bir kafatası olduğu doğru mu? -Siz de ne çok soru
soruyorsunuz böyle (gülüyor). Her şeyi anlatırsak ne gibi bir gizemimiz kalacak
ki bizim? Odada bulunan diğer masonlara soru soran gözlerle bakıyorum
dayanamayıp anlatıyorlar. Gerçekten de düşünce odası denilen karanlık odada bir
kafatası varmış. Kemiklerin üzerine oturulduğu bilgisi ise tamamen yanlış.
Kafatası ölümün bir realite olduğunu ve herkesin er geç bununla karşılaşacağını
anlatmak için kullanılan bir sembolmüş.
Sabıkalılar Mason olamaz |
|
Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar'ın Büyük Üstadı Kaya Paşakay anlatıyor: "Mason olmak isteyeni
araştırırız. Tüccarsa iflas etmiş birini kabul etmeyiz".
Bir
kişi kapınızı çalıp "Ben Mason olacağım" diyebilir mi yoksa bir Mason tarafından
önerilmesi mi gerekir? - İşlem
şöyle gerçekleşir; iki yol vardır. Birincisi, genellikle uygulanan usul, bir
Mason'un uygun gördüğü bir kişiye teklif etmesidir. Bunun da belli şartları
vardır; o kişiyi çok iyi tanıması uzun yıllara dayanan dostluğu olması gerekir.
Çünkü teklifi yapan, bir nevi o kişiye kefil olacaktır. Bu çok ciddi olaydır.
Bir bu yol vardır, bir de Masonluk camiasına katılmayı düşünen bir kişi bir
dilekçe yazarak derneğimizin sekreteryasına başvurabilir.
* Bu iki uygulamada da bu kişi araştırılıyordur
herhalde. - Tabii. Araştırma uzun süreçtir
* Ne kadarlık bir süreç bu? -Aşağı
yukarı bir yıl bunun muamelesi devam eder. Şartları vardır.
* Nedir bu şartlar? -Öncelikle sabıka
kaydı araştırılır, arkasından kendi çevresinde saygın, aydın bir insan olarak
tanınması esası vardır. Gerek işyerinde gerek aile yapısında bu saygınlığını ve
iyi bir insan olarak tanınması tespiti esastır. Aileyapısına
kadar girilir, iş hayatına kadar girilir. İyi bir aile bireyi olması lazım;
çünkü ailesine karşı her Mason'un ödevleri vardır. Aydın bir insan olması
gerçekten de önemlidir.
* Niye sabıka kaydı arıyorsunuz? Yani hani sevgi
barış diyorsunuz, insanlar hata yapabilir ve tövbe edebilir. -Sabıka
kaydı şarttır. Dernekler kanununun da gereğidir. O kişi ticaret hayatındaysa,
iflas etmiş olmaması gerekir. Hatta sabıkası olmayan biri bile, iyi şöhretli
değilse kabul edilmeyebilir.
* Diyelim uygun bulundu, sonra ne yapılır?
-Uygun bulunduktan sonra kendi gireceği locada bir oylama olur. Oylamada
olumlu netice alınırsa kendisi giriş törenine davet edilir.
* Kaç locanız var? -Türkiye'de 197
locamız var.
* Localar kaçar kişiden oluşur? -Localar
asgari otuz kişiyle kurulur ama yüz kişiye kadar ulaşan localarımız var. Yüzü
aşan miktarda üyeleri olanlar da kendi aralarında tekrar yeni bir proje
oluşumuna girişirler. Çünkü yüz kişiyi aşan localarda verimli çalışma yapılamaz.
BURAYA MABED DİYORUZ
* Bu binada yanılmıyorsam10
toplantı salonu var değil mi? Siz buraya mabed mi diyorsunuz?
-Evet mabedimiz burası. On adet toplantı
salonumuz var ama on tane yemek salonumuz yok bazı yemek salonlarımız müşterek
olarak kullanılıyor ama yan binada yapacağımız yeni bir inşaatla birkaç ay
içinde yeni yemek salonları ve toplantı yerleri daha kazanacağız.
* Niye mabed diyorsunuz? -Toplantı
yerimize mabed adını veriyoruz çünkü burada yapılan fikri, yani Masonik
çalışmanın insanlık yararına olduğu görüşündeyiz. Biz bunun bir nevi kutsal
çalışma olduğu inancındayız.
* Ben onu bir türlü anlayamıyorum yani bu
toplantılarda siz ne konuşuyorsunuz? Ne demek Masonik çalışma? Niye bunca sır?
-Bunları sır dolu olması şeklinde değerlendirmeyin hatta size biraz
sonra bir loca çalışmasının davetiyesini de gösteririz, bunlar genellikle
konferans tarzında fikri çalışmalardır. Bir kardeşimiz çıkıp aşağı yukarı yirmi
dakika veyahut yarım saatlik bir konuşma yapar bu genellikle Masonluğun tarihi
hakkındadır veya ilkelerinin izahı yahut insanlık erdemleri, insan hak veözgürlükleri
üzerine olur. Birkaç kardeşin beraber hazırladıkları çalışmalar, panel ve
sempozyumlar şeklinde de olur.
* Herkes çeşitli renklerde önlük giyip beyaz
eldiven takıyor değil mi? -Evet. Üyeler çalışmaya girerken kendi
derecelerine göre önlük takarlar. Çırak önlükleri. Önlerinde hiçbir işaret
olmayan beyaz düz önlüklerdir. Önlükleri üzerinde iki adet gül olan kalfa
önlüklerdir. Üstat önlüklerinde ise üç tane gül bulunur.
GÖZÜ KAPALI YEMİN TÖRENİ
* Önlüğün anlamı nedir? -Eski
geleneklerden gelen sembolik anlam taşır. Operatif dediğimiz hakiki duvarcı
ustalarının döneminden kalmadır. Biz fikri çalışma yapan Masonlar bu önlükleri
çalışmaya bir saygı ifadesi olarak kabul ederiz.
* Ya eldiven? -Üyelerimizin ellerinin
bembeyaz, yani tertemiz olduğunun sembolik ifadesidir. Hayatlarında hiçbir
karanlık işe bulaşmadıklarının ifadesi olarak yorumlanır.
* Yeni üye kabul edileceği zaman nasıl bir tören
yaparsınız? Yemin edilir mi örneğin? -Tabii bu törende bir yemin de
vardır. Bu törene kişi gözleri kapalı olarak alınır ve bazı aşamalardan geçer.
MAAT NEB MEN AA, MAAT BAA...
|
ENGİN ARDIÇ / GÜNÜN YAZISI
Gazeteden bir yönetici mason, locanın da onayıyla, mason olmayan birisini görevlendirir: Git konuş, yaz getir! Dön dolaş hep de aynı şeyler yazılır durur ha... Fakat müşteri sağlar. İşte şimdilerde de, 'Mein Kampf' denilen dandik ve fakat tehlikeli kitabın satışlarının epey yükseldiği günlerde, bazı yayın organlarımızda masonluk tarihi dizileri, mason röportajları, 'ilk kez bir mason locasına biz girdik' türünden atmalar tutmalar... 'Yarı gizli' bir örgüt olan masonların en büyük özelliklerinden biri, 'birşeyler açıklarmış gibi yapıp aslında dişe dokunur hiçbir şey açıklamamaktır'. Eh, bundan dolayı da onları kimse kınayamaz tabii. Tıpkı Milli İstihbarat Teşkilatı gibi... Bir broşür yayınlamışlar, 'önde gelen' gazetecilere göndermişlerdi; iki MİT görevlisi tarafından sekretere falan bırakılmadan şahsıma teslim edildi, imza karşılığı, zimmetli gibi aldım. 'Dezenformasyon' da diyemem, bir 'kağıt ziyanlığı' şaheseriydi! Broşürü okuyunca teşkilatın ne kadar vatansever ve görev bilinciyle dolu olduğu dışında en ufak bir bilgi edinmek mümkün değildi. Fakat, sağolsunlar, bir de armalı kahve fincanı göndermişler, üzerinde manda gözü gibi teşkilat amblemi; onu masamın üzerine koydum ki odaya giren görsün de 'ulan acaba mı' diye korksun, ona göre ayağını denk alsın! Gene sağolsun, Galatasaray Lisesi'nden sevgili ağabeyim, gerçekten çok sevdiğim ve fakat otuz yedi yıldır da yüzünü görmediğim Hüseyin Özgen, diğer locanın, 'dışarıyla' ilgisi olmayan alternatif 'ikinci örgütün' pek saygıdeğer büyük üstadı, bendenize bir broşür göndermiş... 'İşte biz buyuz Enginciğim' diyor ama okuyunca ne olduklarını anlamak sözkonusu değil... Refikler rakip ama, siz gene de diğer bazı gazetelerden bu tür dizileri okuyunuz. Bir şey öğrenmeyeceksiniz ama kendinizi öğrenmiş sanıp mutlu olacaksınız. Bakın muhterem biraderler... Bir 'harici' sıfatıyla size gene iki çift sözüm var. Evvelce de yazmıştım, bir sır sakladığınızı biliyorsunuz ama sakladığınız sırrın ne olduğunu bilmiyorsunuz! Belki çok üst derecelerde, çok sınırlı sayıda biradere açıklanıyordur, onu da ben bilemiyorum tabii. 'Adalet, müsavat, uhuvvet', liberte, egalite, fraternite, eşitlik, kardeşlik, ilerleme, barış, şu bu, bunlar pek güzel şeyler, kimsenin bir itirazı yok. Ancak, locaya yeni giren çırağın hemencecik herkese 'işiniz düşerse beklerim' diye kart dağıtması da gülünçtür. Hangi derecenin işareti nedir, 'mantrası' nedir, bir topluluğa girdiğinde kendini nasıl belli eder, yardım nasıl istersin, bazılarını biz de biliyoruz, bazılarını da bilmiyoruz. Merak da etmiyoruz. Öğrenip de ne yapacağız? Mason olmadığımız halde kendimizi mason diye yutturup dolandırıcılık mı edeceğiz? Olmadığımız üç dakikada anlaşılır. Ancak, saçı sakalı ağarmış, yaşını başını almış kazık kadar adamların birtakım çocukça 'ritüeller' içinde eski Mısır dilinde dualar etmeleri, hele hele akşam vakti yorgun argın işinden çıktıktan sonra iki buçuk saat 'ahlak nedir' türünden vaazlar dinlemeleri ve locada uyuyup kalmaları da gülünçtür, meclis genel kurulunda uyuyan bazı politikacılar gibi... Üstadlarınıza söyleyin, birşeyler açıklarmış gibi yapıp bizi üzmesinler. Sırrınız, yani binlerce yıldır gözünüz gibi koruduğunuz gizli bilgi, ufak ufak insanlığa açık edilmeye başlandı bile. 'Ezoterizm' perdesi tam açılmadı ama bir ucundan kalktı. Bu bilinçli mi yapılıyor? Gerçek, ufaktan ufaktan mı aktarılıyor? Birşeylerin zamanı mı geliyor, vade mi doluyor? Bu sır, Mars ile Jupiter arasında bulunan asteroid kuşağının ve Venüs gezegeninin nasıl oluştuğuyla ilgilidir. Osiris'in parçalanması ve İsis'in onu yeniden toplaması efsanesi de bunu anlatır. Duvarcılık masallarını, Hiram Usta'yı falan bırakın bir yana Bir de, dönem dönem gezegenimizi bekleyen o büyük tehlikeyle ilgilidir tabii... Günü gelince herşeyi kabak gibi açıklayacak mısınız, yoksa yalnız kendinizi kurtarıp bizi ölüme mi terkedeceksiniz? Sıkıyorsa bunları yazdırın güdümlü gazetecilere, laga luga yapmayın. AKŞAM / 26 MART 2005
|
Türkiye'de 13.500 Mason var...
|
|
|
Hürriyet-Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın üst düzey yetkilileri, locanın kapılarını Hürriyet’e açtı. Locanın Büyük Üstadı Kaya Paşakay ve arkadaşları, Nuru Ziya Sokak’taki binasında 3 saat boyunca Hürriyet’in sorularını cevaplandırdılar. Son zamanlarda özellikle Dan Brown’ın romanları ile yeniden gündeme gelen masonluk gerçeği nedir? İşte Büyük Üstad ve arkadaşlarının verdikleri cevaplar... Kayıtlı 13 bin 500 mason bulunuyor Türkiye’de kaç mason, kaç loca var? Bugün ülkemizde kayıtlı 13 bin 500 mason var. 197 loca faaliyet gösteriyor. Yakında bu 198 olacak. Dünyadaki mason sayısı kaçtır? Dünya üzerinde yanılmıyorsam 9 ila 12 milyon arasında muntazam mason bulunuyor. Başka Müslüman ülkede loca var mı Yunanistan’da kaç mason var, bunu bilebiliyor musunuz? Benim bildiğim kadarıyla 8 bin düzenli mason var orada. Başka Müslüman ülkelerde mason locaları var mı? İran’da eskiden vardı, kapatıldı. Gurbetteki İran Büyük Locası devam ediyor. Fas’ta Büyük Loca var. Yurtdışında Türk locaları var mı? Almanya Birleşik Büyük Locası’na bağlı 5 mahalli büyük loca vardır ve bunlar içinde Türk kardeşlerimiz mevcuttur. Ama en önemlisi; yine bu büyük locaların birine bağlı olarak çalışan Türk uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu oluşturduğu Türkay locamızdır. Bizim burada kullandığımız Türkçe ritüelle çalışırlar. Dünya üzerinde buna benzer, yine TC uyruklu kardeşlerimizin çoğunluğu teşkil ettiği 6 adet loca vardır. Biri Paris’te ‘Corn d’Or Locası’. İki tane Nur locamız vardır, birisi Tel-Aviv’de diğeri Washington’dadır. Anatolia locası vardır New York’ta. Romanya Bükreş’te Işık locamız var; tamamı Türk kardeşlerimizden müteşekkil ve Türkçe ritüelle çalışan bir locadır. Masonların sayısı artıyor mu, azalıyor mu? Dünyada ilginç bir durum var. Amerika’da özellikle 11 Eylül sonrası ailelerin büyük bir çoğunluğu eve kapandılar, yani hafta sonu kilisesine gidiyor ama günün geri kalanını evinde geçiren bir çoğunluk olmaya başlamış. Örneğin, bowling kulüplerine bile giden insan sayısında azalma olmaya başlamış. Tabii ‘home entertainment’ faktörü de burada söz konusu. Son durumlar sebebiyle masonluk da Amerika’da önemli bir üye kaybına uğramış durumda. ABD’DE 11 EYLÜL’DEN SONRA MASON AZALDI Ne kadar üye kaybetmişler? Son 15 yılda Anglosakson masonluğu İngiltere’den başlamak üzere 200 bine yakın üye kaybetti. Amerikan masonluğu ise 1 milyon 150 bin üye kaybına uğradı. Türkiye’deki durum nedir? İlginçlik burada. Avrupa ve Türkiye’de mason sayısında bir artış var. Kıta Avrupası masonluğu başta Türkiye Büyük Locası olmak üzere, brüt olarak söylüyorum her yıl yüzde 6.5’luk artış kaydediyor. Yıllık muntazam oranımız bu. Bu artış daha çok nerelerden geliyor? Bu artışın büyük kısmını gençler teşkil ediyor. Otuz yaş altı gençler oluşturuyor. Son yıllardaki masonluğa ilgi neden artmış olabilir peki? Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki iletişim sayesinde, bilgi paylaşımı, bilgi transferi son derece hızlı gerçekleşiyor. Bundan dolayı, çocuk dediğimiz bireyler çok erken yaşta genç hüviyetine sahip olabiliyorlar. Kardeşlerde ağırlıklı olarak desteklenen futbol takımı hangisidir? Bizim şu ilkemiz vardır: Din, siyaset ve futbol konuşmayız. O yüzden bunu sormayız da. Ama benim locam ağırlıklı olarak, ben ve birkaç kardeşimiz haricinde Galatasaraylı. Bu sene sonunda inşallah bunu daha açıkça da söyleyeceğiz. Neden? Çünkü şampiyon olacağız. Şimdilik susuyoruz. Masonluk pahalı bir şey midir? Girişte ne kadar para verilir? Geçtiğimiz yılın aidatları 225 YTL’dir. Yıllık olarak bu alınır. İlk giren üyeden giriş bağışı olarak 1500 YTL alınır, mertebe geçişlerinde de 800 YTL alınır. Yaklaşık 13 bin 500 üyeden gelen aidat ve bağışlardır gelirimiz. Genel kurul yapıyor musunuz? Her yıl iki tane genel kurul yapılır. Biri bizim masonik genel kurul dediğimiz genel kurul, ikincisi dernek genel kurulu. Buna hükümet komiseri de geliyor mu? Dernek genel kuruluna hükümet komiseri de gelir. Biz dernekler yasasına tabiyiz. Adımız, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası Derneği’dir. Mason olan kişiler hızla yükselir mi Mason olunca, öyle bir çevreye girersin ki, seni çok çabuk yükseltir derler. Gençlerde ‘Bu çevreye gireyim, iş ve sosyal çevremde gelişme sağlayayım’ düşüncesi hákim olabilir mi? Girerken bu düşüncede olsalar bile girdikten sonra öyle olmadığını görünce ayrılırlar. Ayrıca ayrılma oranı çok düşük bir miktar olduğu için, bu gayeyle gelen insan sayısı da son derece azdır. Kardeşlerinizi korumak, kollamak düşüncesi hiç yok mudur? Mesela işe alırken kardeşi tercih etmez misiniz? Hayır katiyen. Ancak her dernekte veya cemiyette olduğu gibi, örneğin iki seçenekten birisi kardeşinizse ve diğeriyle tamamen aynı nitelikleri barındırıyorsa, hem zaten tanıdığın, bildiğin için hem de doğal bir duygusal düşünce sonrası kardeşini tercih edebilirsin. Ama ne zaman eşitler arasında fark varsa o zaman onlar ortaya çıkacaktır. Bir işe tayin yapılacağı zaman, iki kişi arasında haksızlıklar yapılıyor mu? Haksızlık olarak değil. Eşitler arasında tercih yapmada, daha önce başka vasıflarını bildiğin eşiti tercih etmek genel prensiptir. Biz de bundan hareket ederek davranırız. Bazen öyle olabiliyor ki, ikisi de aynı nitelikte ve aynı beklentiler içerisinde olan insanlar. İbre doğal olarak kardeşinize kayıyor. Çünkü onu başka bir boyutta sınamanızdan ve özelliklerini bilmenizden kaynaklanıyor. Üyelerin meslekleri nelerdir? Serbest meslek daha ağırlık gösteriyor. Devlet memuru yok. Asker yok. Profesörlerin belirli ayrıcalığı var ama diğerlerinin yok. Ancak hiçbir şekilde bunun tartışması yapılmaz. MİT mensubu kardeş var mıdır? Muhakkak vardır ama bilinmez. Doğal olarak olmaması imkánsız. Ama bize o sıfatıyla gelmemiştir, ondan bilemeyiz. Görevli gelmiştir veya görevli değilse bile haberli olarak gelmiştir. MİT’in uyguladığı yöntemler nelerse ona göre gelmiştir. Bizim gizlemeye çalıştığımız faaliyetimiz yok. Masonik sembol MASON localarında, üyelerin kıyafet, söz ve davranışlarından locanın dekorlarına kadar birçok ‘sembol’ yer alır. (G) harfi ve ‘Üçgen içinde Göz’ de, farklı derecelerde farklı anlamlar yüklenen masonik sembollerdendir.
|
Kadın locaya nasıl girebilir |
|
Büyük Üstad'a
göre bu, ancak Mason nikâhında mümkün olur. Tabii bunun da kuralları var.
Kadın
'Hemşire' denen rütbeye yükselmeli. Masonlar'a göre bu, nikâh değil kutlama.
Kadınlar zaten doğuştan Mason
Büyük Üstad
Kaya Paşakay, aranızda niye kadınlar yok sorusuna cevap veriyor: "Biz kamil
insan olma mertebesi için uğraşıyoruz, kadınlar o mertebeye bizden daha yakın".
*
Mason nikâhı ne demektir? -Mason
nikâhı Masonik bir tören değildir. O nikâh için çiftlerin yeni evlenmiş olmaları
da aranmaz. Bir nevi kutlama törenidir. Zaman zaman eski evliler için de bu
tören gerçekleştirilir.
* Ne anlam taşır peki? -Dediğim gibi bir
nevi kutlamadır. Evlilik müessesini yücelten, anlamını hatırlatan anlamlı bir
törendir.
* Törene kadınlar da katılıyor değil mi?
-Evet ama onun da koşulları vardır. Hemşire dediğimiz rütbeye yükselmiş
kadınların olması gerekir. O törende bir mason eşi, 18 yaşındaki kızı, bir dul
kadın ve evlenmemiş kız kardeşi bulunur ancak. Tekrar ediyorum bu Masonik bir
tören değildir. Geleneksel bir tören olduğu ve gayri resim yapıldığı için
muntazamlık ilkesini etkilemez.
* Törenden sonra ne yapılır? -Törenden
sonra beraberce yemek yenir. Tam bir kutlama yapılır.
* Yine bir söylentiyi soracağım. Localarda içi
para dolu bir sandık olduğu söyleniyor. Yani ihtiyacı olanoradan
istediği kadar alıyormuş. Bu doğru mu?
-Hayır yok öyle bir şey.
* Peki ya dul kesesi? Yani üyeler arasında
dolaştırılan ve para toplanan keseden bahsediyorum. -O çok sembolik bir
şey. Locada üyeler arasında dolaştırılır ve her üye son derece sembolik bir para
atar oraya. Zaten törende toplanan bu para burs verdiğimiz öğrencilerin bursunu
karşılamak için kullanılır.
KENDİ SELAMLAŞMAMIZ VAR
* Üyelerinizi seçerken maddi durumlarına dikkat
ediyor musunuz? -Hayır kesinlikle.
* İşsiz, yoksul Mason var mıdır yani?
-Tabii ki var. Kesinlikle var.
* Yardıma muhtaç bir üye için locada para
toplanmaz mı? Yani dul kesesindekiler sadece öğrencilerin bursuna mı gidiyor?
-Biz para toplamayız. Ama üyeler kendi aralarında para toplayıp o
yardıma ihtiyaç duyan kişiye katkıda bulunuyorlarsa, onu bilemem.
* Bir masonu nasıl tanırsınız? Yani kendi
içinizde parolalarınız ve selamlaşma teknikleriniz var mı? -El
sıkışmalar, sözcükler ve karşılıklıhitabetlerle
bunları anlarız. Bunlar üyelere mahsus bilgiler. Ancak üye olduklarında
kendilerine verilir. Ayrıca bir insanın Mason olup olmadığı o kişinin hayat
tecrübesiyle, duyumlarıyla veyahut bir nevi altıncı hissiyle olur.
* Zaman zaman yakanıza bir çiçek
takıyormuşsunuz. -Evet Mine çiçeği. Almanlar'da beni unutma çiçeği
olarak bilinir. İlk kez 2. Dünya Savaşı'nda Almanya'da kullanılmış. Nazi
yönetiminde Masonlar çok taciz edildikleri ve kötü şartlara mahkum edildikleri
için gönye ve pergel rozetlerini kullanmayıp mine çiçeğini yakalarına takmışlar.
* Gönye ve pergel ne ifade ediyor?
-Gönye sadece mimari ve yapı işçiliğinde doksan derecelik bir açıyı ifade
etmekten öte Masonlukta, doğruluğun ve dürüstlüğün sembolüdür. Aslında daire
çizmeye yarayan pergel Mason'un kendi hırslarının ve isteklerinin belli bir
sınır içinde kalmasını ifade eder. Hırslar ve istekler o çizginin, dairenin
içinde kalmalı ve topluma zararlı hale gelmemelidir.
EVRENİN ULU MİMARI
* Allah'a inanmayan Masonolabilir
mi? -Hayır asla olamaz. Bu bizim
için en önemli unsurdur. Sadece Allah inancı değil ruhun ölmezliği inancına da
sahip olması gerekir. Zaten yemin ederken kürsünün üzerindeki kutsal kitapların
üzerine el basar. Ki bu kutsal kitapların hepsi açıktır ve birbirine girmiş
şekildedir.
* Allah'a Evrenin Ulu Mimarı diyorsunuz.
-Evet. Evrenin Ulu Mimarı Yüce Varlık'ın sembolik ifadesidir. Çünkü bizim
müslüman olmayan üyelerimiz de var. Onlar için o tabir geçerli olmadığı için
Evrenin Ulu Mimarı diyoruz.
* Kadınlar niye Mason olamaz? -Masonluk
1717 yılında kendi kurallarını oluşturmuş. Buna "Muntazaman Masonluk" denir.
Operatif Masonluk çağında inşaat işçileri arasında kadınlar yokmuş. İnşaat ağır
bir iş. Biz de o zamanki kurallara riayet ediyoruz. Ama aramızda şöyle bir inanç
taşıyoruz. Biz erkekler Mason, yani kamil insan olmakta gayret gösterenleriz.
Hanımlar zaten doğuştan kamil insan olma mertebesine yakınlardır. O yüzden
katılmalarına gerek görülmemiş.
|
||
Sayı: 537 | Hüseyin Sümer - h.sumer@zaman.com.tr |
||
Guvarnör Erhan Çiftçioğlu, rotaryenleri 10 milyonluk bir aile olarak tanımlıyor. Görüşlerini Aksiyon’a anlatan Erhan Çiftçioğlu, SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov’la dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ı dünyada ilk kez rotaryenlerin buluşturduğunu söylüyor.
Türkiye’de
rotary kulüplerinin başında bulunanlar bugüne kadar basına çok fazla
açıklama yapmadı. Rotaryenlerin Türkiye’de üç bölge guvarnörü var. 2430.
Bölge Guvarnörü Erhan Çiftçioğlu’nun kapsama alanı Antalya’dan başlıyor,
Eskişehir üzerinden Adapazarı’nı içine alacak şekilde Zonguldak’a kadar bir
çizgi çektiğimizde bütün doğu bölgesini içine alıyor. Yurtdışında
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan da
onun sorumluluğunda. 2420. Bölge Guvarnörü Prof. Dr. Atilla Gönenli’nin
görev sahası İstanbul bölgesini kapsıyor, Trakya’ya kadar uzanıyor. 2440.
Bölge Guvarnörü Altan Doğu ise Ege Bölgesi’nden sorumlu. Masonlukla
aralarındaki farkı, “Onlar gizli biz ise açık ve şeffaf çalışıyoruz.”
sözleriyle özetleyen Erhan Çiftçioğlu, Aksiyon’a önemli açıklamalar yaptı. |
Bir Mason
isterse tabii ki istifa edebilir
Büyük Üstat Paşakay: "Ayrılmayı isteyen Masonik
bilgiyle donatıldığı için o bilgiler onda kalır. Manevi yönden ayrılmak çok
zordur ama dernekten istifa edilebilir".
* Localarda bulunan beyaz taş neyi ifade ediyor?
-Biz yontulmamış insanlarız ve Mason olmaya yani kamil olmaya karar
verdiğimizde yontulmaya başlarız. Bu taş da onun bir simgesidir.
* Locanın ortasında kutsal kitapların yanında yer alan üç ışık ne anlama
geliyor peki? -Öncelikle "Işık doğudan yükselir" ifadesini doğru olarak
kabul ediyoruz. Peki doğu nedir? Anadolu. Bizim Anadolu'muzdan gelen hümanist
fikirler Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş'ı kastediyorum, sayesinde oluşmuştur
Masonluk. Ama onlar bu fikirleri sistematize etmişler. Üç ışığa gelince, üç
sütundur o dikkat ederseniz. Bir tanesi güzellik, diğeri kuvvet, üçüncüsü ise
akıl ve himmet sütunudur. Yani demek istediğim hayatta yapılacak işler önce
tasarım gücüyle başlar, estetiğe ve güzelliğe mutlaka önem verilir ama her zaman
akıl ve himmetle birleştirilerek ortaya çıkar.
HERKES SÖZ ALAMAZ
* Loca toplantılarında belli kurallar var mıdır? Yani yüksek sesle
konuşulmayacak, küfür edilmeyecek gibi. -Tabii ki. Her isteyen istediği
anda söz alamaz. Küfür söz konusu bile değildir. Sigara, içki içilmez. Herkes
belli bir düzende oturur. Her loca üyesi kendi toplantılarına mutlaka katılır.
Büyük Üstat her locanın tabi üyesidir, istediğim loca toplantısına katılma
hakkım vardır. Localar iki haftada bir toplanır, toplantılar yaklaşık 1.5 saat
sürer. Sonra bildiğiniz gibi yemeğe geçilir ve en geç 23.00'te burası terk
edilir.
111'İ TANIMAM
* Sizden bağımsız olan 111 isimli Masonik bir grup daha var. Onlar Allah'a
inanma şartı aramıyor, kadınları da aralarına alıyorlar. -Onları
tanımlamak bana düşmez. Burada onlar hakkında hiçbir beyanda bulunamam. Ama şunu
söyleyebilirim bizim o toplulukla uzaktan yakından resmi hiçbir ilişkimiz
yoktur. Biz kurallara uyan, saygılı bir kuruluşuz.
* Bir Mason "Ben ayrılıyorum" diyebilir mi? -Tabii ki. İstifasını
koyar ve ayrılır.
* Bu nasıl bir şey peki, yani Masonluk manevi bir durum, nasıl istifa
edebilirler ki? -Evet o kişi Masonik bilgiyle donatıldığı için o
bilgiler onda kalır, sorunuzu anlıyorum. Ama esas olan kişinin hür iradesiyle
buradan ayrılabilme özgürlüğüdür.
* Masonluk bütün dünyada kan kaybediyor ama Türkiye'de size olan ilgide
büyük artış var. Bunu neye bağlıyorsunuz? -Kendini sorgulama ihtiyacı,
manevi değerlere dönüş diye düşünüyorum.
* Gençler arasında yaygın olması iş bulma ümidi ya da bir yere ait olma
duygusu olabilir mi? - Onların da etkisi olabilir tabii.
* Beyaz Eldiven Derneği ne demek ve ne gibi faaliyetlerde bulunurlar?
-Hemşirelerimizin, yani Mason eşlerinin kurduğu bir dernektir. Çeşitli
yardım faaliyetleri yaparlar. Ama onun Masonik çalışmayla bir ilgisi yoktur. (Sabah.1-4-2005)
REFAHYOL’DAN SONRA NE OLDU?
İsmail Müftüoğlu |
Apo’nun kellesine karşılık uydu oluşum
O dönemde Safire ve Ecevit’in açıklamalarını yanyana getirdiğimizde, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminin ABD ve İsrail ile yapılan pazarlık sonucu gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim, 1999 yılı içinde, Kuzey Irak’ta uydu oluşum devreye alınmış, ondan sonra da Apo’nun kellesi Türkiye’ye teslim edilmiştir.
DSP+ANAP+MHP hükümeti dönemi, uzaktan kumandalı, dış politikada kıskaçta ve Amerikan borazancılığı yapılan bir dönemdir. Hem içte, hem de dışta bir nevi esaret politikası takip edilmiştir. Sn. Erbakan’a yaptıramadıklarını, bahis konusu hükümete adeta dikte ettirmişlerdir.
Kendi dönemi içinde Sn. Ecevit, Kuzey Irak’ta oluşturmaya çalışılan uydu devlet için açıklamalara zorlanmış ve bu zorlamalara boyun eğerek, 1999 yılında “Kuzey Irak’ta çağdaş bir devlet kuruluyor” açıklamasını yapmıştır. Tabii ki, her külfetin bir de nimeti olması gerekirdi. İşte Amerika nimet olarak, Ecevit hükümetine, Apo’yu teslim etmiştir. Nitekim, Apo’nun tesliminden iki gün sonra, “Apo’nun getirilmesinin ABD ile bir alış veriş sonucu olduğu”, 19 Şubat 1999 tarihli Milliyet gazetesindeki Sn. Başbakan Ecevit’in beyanatından anlaşılmıştır.
Apo: “Ben rolümü oynadım”
Bu alış verişin zaten bir de arka planı vardı. Zira, Ecevit’in 1999 yılı içinde yaptığı iki açıklamadan önce, Amerikan Yahudi lobisinin ünlü sözcüsü olan William Safire, The New York Times gazetesindeki “Kürt devletine giden yol” başlıklı yazısındaki açıklamaları haizi ehemmiyettir. Şöyle ki; William Safire bu yazısında aynen:
“Türkiye’ye PKK’nın kellesi verilmeli ve karşılığında Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin kabul edilmesi Türkiye’den istenmelidir.” demektedir. Anlaşılan odur ki, bu talebe icabet, bir nevi Sn. Ecevit’e nasip olmuştur. (!)
Gerek Safire’nin ve gerekse Ecevit’in açıklamalarını yanyana getirdiğimizde, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminin ABD ve İsrail ile yapılan pazarlık sonucu gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.
Nitekim, 1999 yılı içinde, Kuzey Irak’ta uydu oluşum devreye alınmış, ondan sonra da Apo’nun kellesi Türkiye’ye teslim edilmiştir.
Bu pazarlığın diğer bir görüntüsü ise, Apo’nun Türkiye’ye gelirken yetkililere “ben rolümü oynadım” demesi, hakkında verilen idam hükmünün de infaz edilememesidir. Bu hal, Körfez Savaşı’ndan itibaren hükümet edenlerin bu pazarlıktan haberdar olduklarını göstermez mi?
Diğer önemli bir husus da, o dönemde ABD’nin Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan Genelkurmay Başkanı Jhon Şhalı Kahvilli’nin huzurunda verilen gizli brifingte “PKK’nın görevi, Kürt Devletinin kuruluş süreci boyunca Türkiye’yi angaje tutmaktan ibarettir” tarzında açıklamalar olup, Jhon Shalı Kahvilli’nin bu açıklamalara ses çıkarmamış olmasıdır.
Bu zat Yahudidir. Bu açıklamalar sonucudur ki, İsrail köstebeklerini hareketlendirmiştir. Maalesef uydu oluşumun güney ayağını kurmakla görevli olan Yahudi kökenli bir Kürt lider, Türkiye’yi yönetenlerden bazılarınca, bu danışıklı dövüşün arkasına saklanarak, desteklenmiştir. Türkiye’yi o dönemde yönetenlerin bazıları bahis konusu komploya bilerek veya bilmeyerek yardımcı olmasaydı, hem Irak’ın toprak bütünlüğü sağlanılacak, hem de Kuzey Irak’taki uydu oluşum kurulamayacaktı.
54. hükümet sonrası Çekiç Güç operasyonları ile Kuzey Irak oluşumunun hızlandırıldığını görüyoruz. Bu gücün akıl almaz gayretleri ve İsrail ABD’nin yardımları ile bahis konusu uydu oluşumun kurulduğu söylenebilir.
Sn. Erbakan, dönemi içinde, Çekiç Güç’ün bu söz dinlemez, akıl almaz taşkın tavırlarını durdurmak için 11 maddeden ibaret Çekiç Gücü Düzenleme Tamiminin birimlere gönderildiğini daha önceki bir yazımızda yazmıştık.
Çekiç Güç’ün amacının Kuzey’deki uydu oluşumu kurmak olduğu cümlenin malumudur. Bu gücü Türkiye’ye davet edense, merhum Turgut Özal’dır. Sebepleri üzerinde durmak istemiyorum. Çünkü, ölenin arkasından konuşmak doğru değildir.
Masonlara talimat
Yahudi Lobisi, Kuzey Irak’ta böyle bir devletin kurulması için tüm ülkelerin masonlarına talimatlar yağdırmış, her nasılsa, peşmergelerin bazı subaylarımızca eğitime tabi tutulmasını, sağlamışlardır. Silahlandırılan malum kişilere Ankara’da diplomatik temsilciliklerin açılması imkanı verilmiş ve bazılarına kırmızı pasaport dahi verilmiştir. Diğer taraftan, Irak’la yapılan ticaret üzerinden Barzani’ye bir nevi haraç verilerek, milyonlarca dolar sahibi kılındığının, basında yazılıp, çizildiği bilinmektedir. Ayrıca, Kürt peşmergelere pasaport göstermeyi reddeden Türk görevlilerin tartaklandığı, geçmişte buna ses çıkarılmadığı gibi, çuval geçirme olayında da günün hükümeti olan AKP hükümeti ses çıkaramamıştır.
Türkiye’yi angaje tutmakla görevli olan Apo’yu yakalamak için giden Türk yetkililerin telefonlarla önlerinin kesilmesi neyin nesi idi? Bu talimatı verenler hakkında bugüne kadar hiçbir işlem yapılmamıştır.
O dönemlerde Ankara’ya gelen ABD’nin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in Ecevit’e “Saddam’ı devirip, Irak sorununu çözelim” dediği doğru mudur? Bu talebe karşı, o günkü hükümet yetkililerinin tavrının ne olduğu, hâlâ merak konusudur.
Türkiye yeniden ABD’nin yörüngesine giriyor
28 Şubat süreci sonrası, Türkiye’miz, yeniden ABD’nin yörüngesine girmiştir. Amerika’nın kıskacı altında, ülke yeniden şekillendirilmiştir.
Önce, Sn. Demirel parlamento teamüllerini alt üst ederek, Refah Partisi ile Doğruyol Partisinin meclis çoğunluğunu dağıtarak ve DYP’den istifaları sağlayarak hükümet kurma görevini Çiller’e değil, kendisi gibi Bilderberg (1990) toplantısına katılan Mesut Yılmaz’a vermiş ve hükümeti ona kurdurmuştur.
Hükümeti kuran Yılmaz’ın ilk işi temel eğitimi 5 yıldan 8 yıla çıkarmak olmuştur. Böylece siyaset sahnesinden silinmesine vesile olan İmam Hatip liselerinin orta kısmını teşkil eden bölümler kapatılmıştır.
Sn. Erbakan’ın söylemediği “İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir” sözünü gündem konusu yaparak, Refah Partisi’ni yıpratma çalışmaları yapılmış ve bazı dinamik kuruluşlara mesajlar verilmiş oldu. Kendince “Türkiye’nin bir yıldır (ki RefahYol hükümetini kasdederek) yaşadığı İslam deneyimine son verdiğini” açıklayarak, dış güçleri bir nevi memnun etmiştir. Bu sakat ve esastan mahrum iddiaları, beyanları sebebiyle kurduğu hükümet uzun ömürlü olmamıştır. Daha sonra, yaptığı bu konuşmalar sebebiyle kendisi de, partisi de siyasetten silinmiştir.
Arkasından yine Bilderberg katılımcısı olan (1975) Ecevit’e hükümet kurma görevi verilmiştir. Bu hükümet üç ortaklı bir hükümettir. DSP+ANAP+MHP’den müteşekkildir.
Milli Gazete.7-4-2005.
|
Aslan heykeli arayışı
Lion İngilizce Aslan anlamına geliyor. Pek çok yerde
de Lions "Aslanlar" olarak çevriliyor. Kurucular Lions'a ayrı bir anlam daha
yüklemişler. Lions İngilizce "Liberty Intelligence Our Nations Safety"
kelimelerinin baş harflerinin birleşmesinden meydana geliyor. Anlamı ise
"Özgürlük, Anlayış, Ulusumuzun Güvenliğidir." 1917'de Lions'un kuruluşu
sırasında aslan başının ortak amblemleri olmasına karar veren Melvin Jones ve
arkadaşları bir aslan heykeli önünde fotoğraf çektirmeye karar verir. Aranan
aslan heykeli sonunda Chicago Sanat Enstitüsü'nün önünde bulunur. Tüm kurucular
heykelin önünde toplanarak yandaki ünlü pozu verirler./Sabah.16-4-2005.