KISLALI OLAYI 28 SUBAT SÜRECINE KATKIDIR

Bedeli çok agir olmakla beraber deprem hadisesi halka israrla yüzyüze gelmekten kaçindiklari kimi gerçekleri kavramada bir perspektif sagladi. Bu meyanda depremin ve ardindan yasanan gelismelerin düzenin artik yama tutmaz bir hal arzettiginin giderek daha iyi görülmesine ve kismen de olsa sorgulanmaya baslanmasina katkida bulundugu bir gerçek. Yine tablodan rahatsizlik duyan düzenin siyasi bosluk olusmamasi ve devletin sarsilan otoritesinin yeniden tesisi için karsi ataklar gelistirdigi de rahatlikla görülebiliyor. Genelkurmay Baskani'nin çikislari, Sami Selçuk'un konusmasina gösterilen tepkiler, cezaevi olaylari, Mehmet Kutlular ve Merve Kavakçi hadiselerinde hep bu tutumun izleri mevcut. Düzen kimi kez gelisen olaylara müdahil olarak, kimi kez ise dogrudan olaylari meydana getirerek etkinligini sürdürmeye ve statükoyu korumaya gayret ediyor. Kislali olayi da bu zincirin bir halkasini teskil etti.

21 Ekim günü Cumhuriyet gazetesi yazari ve Atatürkçü Düsünce Dernegi'nin baskan yardimcisi A. Taner Kislali'nin öldürülmesi olayina düzenin sözkonusu gayretkesligi fazlasiyla yansidi. Henüz ortada somut hiç bir bulgu olmamasina ragmen Kislali'nin öldürülmesi bahane edilerek irtica tehdidine ve laik cumhuriyeti koruma ve kollama duyarliligina bol bol gönderme yapildi. 28 Subat sürecinin sahibi ve sürdürücülügü misyonunu üstlenmis askeri ve sivil oligarsi ve destek kitalari mal bulmus magribi gibi Kislali'nin cesedine sarildilar. Cenaze üzerinden yapilan hesaplar düzen çevrelerinin ne kadar firsatçi olduklari gerçegi ile birlikte, baskici ve saldirgan karakterlerini de bir kere daha ortaya koyuyordu.

Alti yil önce benzer bir sekilde öldürülen Ugur Mumcu'nun cenaze töreni gibi Kislali için yapilan tören de tam anlamiyla devletin cenaze töreniydi. Aralarinda en göze çarpan farklar ise öncekine nazaran bu törene katilimin daha az olusuydu. Buna karsin devletçi ögeler bu törende çok daha baskindi. Gerek resmi düzeyde katilim açisindan, gerekse de toplulugun ideolojik tavri açisindan Kislali'yi ugurlamak için bir araya gelenlerin askeri cumhuriyet idealine daha yakin durmakta olduklari görülüyordu. Bu durum süphesiz büyük oranda 28 Subat sürecinin bir etkisi. Sürece bagli olarak kartlar daha açik oynanmakta. Maskelere eskisi kadar gerek duyulmuyor. Ilk terkedilen de demokratlik maskesi olmus görünüyor.

Bastan sona askeri dikta özlemlerinin disavurumu seklinde gerçeklesen cenaze töreni politika ve politikacilarin asagilanma vesilesi kilindi. Bir kere daha askere selam çakildi. Zaten bir hayli güdük T.C. hukukunun son kalintilarini da kemirmeye yeminli Vural Savas, Nuh Mete gibi sivillere sevgi gösterileri yapildi. Cami avlusunda Islam'a ve Islami degerlere hakaret etme alçakligi ve tutarsizligi yeniden sergilendi. Hiç bir konuda tutarli olmayi beceremeyen güruhun dine karsi tavir konusunda da tutarsizliktan kurtulmayi becermesi yine sözkonusu olmamisti.

Burada bir parantez açip 'sol'un tavrina ayrica deginmekte yarar var. Cenaze töreni vesilesiyle bazi sol çevrelerin tavri Türkiye'nin çeliskiler ülkesi oldugu gerçeginin gayri resmi göstergelerinden biri sayilabilir. Özellikle 28 Subat sürecinde düzenin öncelikli hedef olarak Islamciligi öne çikartmasindan dolayi, kendilerine adeta yalayacak bir kemik bulduklari zehabina kapilan bu kesimin acinalisi hali her vesileyle biraz daha netlesmekte. Onlarca yildir yasadiklari bunca acilar bu insanlarda sanki mazosist bir ruh hali yaratmis! Askerlerle, DGM savcilariyla ayni ortami paylasmayi bu insanlar kendilerine nasil yediriyorlar anlamak zor. Ilhan Selçuk'un konusmasinda nostaljik bir unsur olarak devrim kavramini telaffuz etmesinden hala heyecan duyabilen bu insanlarin, o devrimin, en büyük mahsulü 12 Mart olan bir aldatmacadan ibaret oldugunu idrak edememelerini anlamak daha zor. 'Türkiye Iran Olmayacak!' diye slogan atarken Türkiye'nin ABD emperyalizminin üçüncü sinif bir jandarmasi oldugu gerçegini örtme rezilligine katki sagladiklarini görememeleri ise imkansiz. Kontrgerillanin organizatörlerinin, sorumlularinin ön sirada buyur edildikleri bir törene figüran olarak katilip, kontrgerilla aleyhine slogan atmak kendini kandirmaktan baska bir sey olamaz.

Herkesin kendi çikarlari için sömürdügü Kislali'nin cenazesinde elbette paylar hisse oranlarina göre pay edilmis görünüyor. Figüranlar partilerine ait bir kaç pankartin televizyon ekranlarindan görülmesi övüncü ile yetine dursunlar, 28 Subat ile birlikte asil iktidar odagi oldugu gerçegini fiili bir darbe ile gösteren silahli bürokrasi ise her firsatta vurguladigi özel ve özerk konumunu bu vesileyle bir kere daha hatirlatmanin kivancini yasamaktaydi.

Gövde Gösterisi - Iktidar Tutkusu

Laiklik konusunda ne derece hassas olduklarini göstermek için cami avlusunu dolduran askerlerin tavri herkes tarafindan gövde gösterisi olarak nitelendi. Ama gövde gösterisinin muhatabi ya da muhataplarinin kimler oldugu üzerinde pek durulmadi. Herhalde muhatap meçhul fail ya da failler degildi. Son zamanlarda hükümetin ve meclisin askeri vesayet görüntüsünden dolayi zor durumda kaldigi ve içeride halkin biriken öfkesini yatistirmak, disarida ise Avrupa Toplulugu ile iliskileri gelistirmek açisindan bunun asilmasi gereken dev bir barikat niteligi tasidigi görülmekteydi. Bununla birlikte asker baskisini azaltma yönünde verilen sinyallerin orduda rahatsizliga yol açtigi da hissettiriliyordu.

Iktidar üzerindeki belirleyiciligini sürdürebilmenin en garanti yolu olarak 'laik cumhuriyeti ilelebed koruma' misyonunu öne çikartmayi aliskanlik haline getirmis ordunun Atatürkçü ve laik bir aydinin öldürülmesine kayitsiz kalmasi düsünülemezdi! Basta kesin 'aymazlik' içinde oldugu görülen yöneticiler ve 'dalalet ve hatta hiyanet' içinde olduklari su götürmez politikacilar olmak üzere, topyekün imha menzilinde bulunan 'irtica'dan liberal aydinlara kadar ilgili herkese gerekli uyari yapilmaliydi!

Hedef tespiti konusunda tecrübeleri ve etkinligi sivil zevatça da teslim edilen askerler Kislali'nin öldürülmesi ile neyin hedeflendigini aninda tespit ettiler: Hedef laiklikti, Atatürktü, kemalist cumhuriyetti. Dolayisiyla 28 Subat sürecinin dikkat çektigi irtica tehlikesinin büyüklügü ortadaydi ve buna karsi alinmasi gerekli tedbirlerin önemi yadsinamazdi. Bu süreçte askerlerin insan haklari, özgürlükler, demokratiklesme, sivil yönetim gibi kavramlara karsi daha bir allerjik reaksiyonlar içersine girdikleri; bu kavramlari da, bunlari dile getiren çevreleri de uluslararasi bir komplonun uzantilari seklinde degerlendirip mahkum etme egilimi gelistirdikleri görülüyordu. Atatürkçü bir aydinin sahsinda Atatürk cumhuriyetini hedef alan bir saldiri ortadayken bu kavramlari dile getirmek ihanetten baska ne olabilirdi ki?!

Kislali'nin öldürülmesi olayi görüldügü gibi düzen tarafindan kullanilmakta. Büyük bir ihtimalle bildik faili meçhuller zincirinin yeni bir halkasini teskil edecek. Failin ya da faillerin bulun(a)mamasi bir taraftan belli kesimlerde devleti töhmet altina sokuyor ama diger yandan da olayi kullanilabilir kilan unsurlardan biri olarak önem kazaniyor. Böylece düzen çevreleri genis bir kesimi zanli konumuna sokup sürekli gözaltinda tutarken, politik manipülasyonlarina zemin olusturmak için de durumdan islerine geldigi biçimde yararlaniyorlar. Aslinda gerçeklesme biçimi ve sonrasinda ortaya konulan tepkiler gözönüne alindiginda olayin düzen çevrelerince kotarilmis olmasi kuvvetle muhtemel gözükmekte. Ve bu yargi toplumda giderek daha fazla sayida kisi ve çevre tarafindan benimsenmekte. Mamafih egemen propaganda mekanizmasi, devletçi bakis açisinin sigligi ve düzen politikalarina ters düsmenin dogurabilecegi bazi dejavantajlar pek çok kesimde sorgulayici bir tavir almayi zorlastiriyor.

Bu arada egemenler tarafindan suçlanan 'Islami' kesim ise olayin ilk anindan itibaren Kislali'nin öldürülmesinin provokasyon oldugunu israrla vurgulamakta. Gerek önceki faili meçhuller, gerekse de mevcut konjonktür bu konunun hangi dogrultuda kullanilacagi hususunda yeterli fikir verdiginden karsi bir tavir gelistirerek derin devlet, kontrgerilla gibi kavramlarin alti çizilmekte. Ne varki genelde yapildigi gibi burada da çogu kez soyutlamalar yapilmakla yetinildigi ve asil adreslerin gündeme getirilmesinden kaçinildigi görülebiliyor. Mevcut devletten ayri olarak 'derin' sifati ile bir öcü yaratmanin mantigi da, ordudan bagimsiz bir kontrgerilla olusumunun imkansizligi da pek sorgulanmiyor.

Provokasyona Dikkat Çekelim
Ama Birseyleri Abartmadan!

Islami çevrelerin tavirlarina yansiyan hususlardan biri de savunma psikolojisi ile yapilan bir takim asilsiz degerlendirmelerdi. Olayin provokatif bir nitelik arzettigini vurgulamak için kullanilan argümanlardan biri 'tam da isler düzelmeye baslamisken...' diye nitelenen kimi gelismelerdi. Burada hem iç hem de dis ilisiklerde yasanan kimi gelismelerin seçmeci bir tavirla ve abartili degerlendirmelerle ele alindigi açikti. Halbuki, eger faili meçhul bir eylem bir ülkenin rotasini çizebiliyorsa veya degistirebiliyorsa orada olumlu bir gidisatttan sözetmenin zaten mümkün olamayacagi anlasilmaliydi!

Töhmet altinda tutulma psikolojisinin bir diger etkisi de A. Taner Kislali'nin sahsiyla ilgili olarak yapilan degerlendirmelere yansidi. Kislali'nin müslümanlarca öldürülmüs olamayacaginin delilleri babinda, kimilerince öyle bir Kislali portresi çizildi ki neredeyse adam azizlestirildi. Öldürülmesine karsi çikmak ve bunun müslümanlar aleyhine bir tezgah oldugunu savunmakla, fasizan bir diktatörlügü 'entellektüel' zeminde mesrulastirma misyonunu üstlenmis bir sivil cunta özlemcisini söyle demokratti, böyle hosgörülüydü diye tezkiye etmek ayri seyler olsa gerek!

Kalemiyle, örgütsel faaliyetiyle 28 Subat dikta uygulamalarina omuz vermis, hukukun paspas edilmesinin mesrulastirilmasina katki saglamis, sevenlerinin tanimiyla 'savasan bir aydin'dir Kislali. Süs kabilinden bir iki basörtülü ögrenciyi ders verdigi sinifa kabul buyurmus diye ardindan agit yakmanin alemi yok! Nasil bir zihniyete sahip oldugunu anlamak için fazla zorlanmaya da gerek yok. Akit gazetesinin alintiladigi ve bu yüzden de hedef göstermekle suçlanmasina sebep olan yazisi yeterli fikir verebilir. Bu yazisinda açikça müslümanlari (halki) asker eliyle adam edilmesi gereken köpege benzetiyordu.

Ne hikmetse bu rezillige dikkat çektigi için Akit'i hedef göstermekle suçlayanlar söz konusu yazinin içerigine tek satirla olsun deginmemekteydiler. Ayni sekilde hedef gösterme suçlamalari da çok ilginç bir yüzsüzlük içermekte. Daha kisa bir süre önce Semdin Sakik'in ifadeleri diye Kemalist zorbaliga karsi çikan bir çok aydini devlet çetelerinin hedef tahtasina oturtan ve bu yüzden Akin Birdal'in vurulmasina yol açanlar bunlar degil miydi?

Kislali olayinin faili ya da failleri meçhul kalsa da, konunun düzen tarafindan 28 Subat sürecine önemli bir katki malzemesi olarak kullanildigi ve kullanilmaya da devam edilecegi ortada. Her vesileyle Islami degerlere saldiran, müslümanlar üzerindeki baskiyi artirmaya çalisan egemenlerin bundan öncekilerde oldugu gibi, bu olaya iliskin tavirlari da alabildigine istismarci bir tarzda gerçeklesmistir. Yine bu olay vesilesiyle muhalif geçinen kimi çevrelerin de kolayca firsatçi ve ilkesiz tutumlar gelistirebildikleri görülmüstür. Ama olaya iliskin tepkiler açisindan öncelikle üzerinde durmamiz gereken husus Islamci bilinen çevrelerin düzenin saldirganliginin yogunlasmasina paralel olarak savunma psikolojisine girmesinin anlamsizligidir. Düzenin komplolarina karsi tutarli ve israrli tavirlar gelistirmek gereklidir. Ama bunu yaparken mutlaka ilkeli olmali ve gerçekçi degerlendirmelere dayanilmalidir.

kaynak: haksöz dergisi

Hazirlayan: Musa Dogan