Millet olarak tarihin
başlangıçlarından beri inkarı uluhiyyet ve onu doğuran tüm sebeblere bayrak
açmış,mücadele etmiş bir milletiz. Bu fıtrattan gelen fıtri bir hamledir. Küfre
ve zulme tahammülsüz bir milletiz.
İnsanlar
madenler gibidirler. Cahiliyet dönemindeki bir cevher,İslâmda da bir cevherdir.
Tıpkı Hz. Ömer ve Halid bin Velid gibi...
Toprağın
altındaki cevher,toprağın üstünde de yine cevherdir. Ancak işlenmeye muhtaçtır.
Bu
asil Müslüman – Türk milleti de Allah yolunda mücadele ve cihad ile bilelenmiş
ve saykallanmıştır.
İşte
bunlardan biri: İnkarı uluhiyete karşı Kore’ye asker göndeririz. Her yer gibi
Güney Kore’de Kominizmin kıskacında kısılmış,imdat feryatlarıyla medet
beklemektedir.
Tüm
imkansızlık ve zorluklara karşı Nato askerlerinin ittifakında Kore’ye
varır,muhtelif cephelerde mücadele veririz. Mücadeleler zorlu geçer. Bizim
cephede azim,iman ve manevi destek bir sur gibi yükselmede,bu durum bizzat
askerlerce müşahede edilmektedir. Hesap maddi değil,manevidir. Dünyevi
değil,uhrevidir.
Ancak
ahiretin varlığı ve düşüncesi inancına sahip olmayan diğer Amerikan ve
İngiltere gibi Nato askerlerindeki hesap olsa olsa mecburi ve maddi hesaplar
olacaktır. Zira insanlık da bir ruhi ve manevi bir duygudur.
Celal
Dora komutasında mücadele eden askerlerimiz Nato askerlerinin de desteğiyle
mücadelelerini sürdürürler. Mücadele ölüm kalım mücadelesidir.
İşte
böyle dehşetli bir vaziyette iken Nato birlikleri yani Amerikan birliklerinin
komutanları gizlice kendi askerlerine geriye çekilme emri verir. Celal Dora
komutasındaki birlikler yalnız bırakılır. İşi anlayan düşman,birliklerimizi
çembere alır. Artık tüm çıkış yolları tıkanmış imha edilmek üzere kapana
kıstırılmıştır. Bitişle karşı karşıya kalınmıştır. Ancak bitiş ve tükeniş de
dahil her şey hazmedilebilir de kalleşlik,birbirini kollamak üzere verilen
sözünde durmama hiç de hazmedilebilecek cinsten bir şey değildir.
Ortada
tek şey kalmıştır.Oda komutan Celal Dora’nın tecrübeleri ve dehasıdır. Askere
–süngü tak-emri verir. Niyeti çemberi yarmaktır. Hücum emrini alan asker
imanının şehamet ve cesaretiyle,Allah’ın inayetiyle çemberi yarar. Az bir
zayiatla kurtuluş başarılır.
Tarihte
de olduğu gibi bu cennet vatanın uğruna nice isimsiz kahramanlar feda
edilmiştir. Şehadet şerbetini içmişler,manevi rütbelerini takınarak bu alemden
göçüp gitmişlerdir. Bu durumlar kalbimizde bir yara açmamış,belki kalbimizde ve
milletimiz de bir sevinç,gül bahçelerine girmeye bir iştiyak uyandırmıştır.
Fakat hıyanet ve kalleşlik kalbimizde kapanmaz bir yara ve gedik açmıştır.
Celal
Dora;kalbinde açılan bu yaradan akan kanın ızdırabını bir nebze de olsa
dindirmek,daha doğrusu askerine ve askerliğe yapılan hıyanetin hükmünü infaz
etmek üzere şoförünü yanına alarak,sür’atle Amerikan karargahına varır,komutanlar
çadırdadır.
Bir
rüzgar gibi hışımla çadıra girer. Kendisini yalnızlığa ve ölüme terk eden tüm
Amerikan komutanları zevk ve sefa içerisinde kadehlerini kaldırmış
yudumlamaktadırlar. Kim bilir belki
de yalnız bıraktıkları birliğimizin nasıl kırıldığını görmenin ve düşünmenin
sevincini kutlamaktaydılar.
Ancak
bu sefer şaşkınlık sırası kalleş komutanlarda idi. Şaşkınlık,onu takib eden
sessizlik ve belirsizlik...
Acaba
şimdi ne olacaktı? Oysa en bedevi kavimlerde bile arkadan vurmanın,kalleşliğin
hükmü aynıdır. Kalleşçe ye adilce.. Evet,hüküm adilce...
Celal
Dora’da bunun için gelmişti. Komutanların düşünmelerine ve karşı koymalarına
bile fırsat vermeden çifte tabancasıyla sağlı sollu onları devirir. Tarihe bir
şanlı sahife daha eklenmiş olur. Kendisinin ve milletinin namusunu
temizlemekle...
Böylece
ir sefer daha anlaşılmış oluyorduk. Kendimizi anlaşılacak dille anlatmamızla.
Anladıkları dilden konuşmakla...
Bize
yapılan bu yüzsüzlük yemiyormuş gibi,yüzsüz yüzleriyle cezalandırılmak üzere
Celal Dora’nın kendilerine verilmesini taleb etmekteydiler.
Verilen
red cevabıyla,bunun bizim bir kanunumuz olup,kendimizden irisi de olsa,aynısını
ona da uygulayacağımız bildirilir.
Şu
biline ki;Bu vatan ve her bir karış toprağı bize mezar olmadıkça,düşmana gülzâr
olamaz...
Bu
savaş bu iman ve azimlerle kazanılmıştır. Babamla beraber görev yapan Abuzer
emminin kardeşi Mehmed’de kore’de savaşırken;bir arkadaşıyla beraber ikisi
devamlı beraber gidiyorlar. 10-15 esirle geliyorlar. Bir güm arkadaşı silahıyla
yanı üzeri,kendi de sırt üstü şehid olmuş. Bir eliyle silahın namlusunu,diğer
eliyle kabzasını tutmuş. Çavuş bir türlü elinde silahını alamıyor. Elinin
(bileğinin) kesilmesini söyleyince,askerler karşı çıkıyor. Durum subaya haber
veriliyor. Bunu gören subay bir yandan ağlarken,diğer yandan da diz çökmüş
yalvarır gibi;
“Mehmedim!
Artık savaş bitti. Sen de en büyük rütbe olan şehidlik derecesine ulaştın. Ver
yavrum silahını,deyince;Eller açılıyor,silahı alan subay başını Mehmedin göğsüne koyarak dakikalarca hüngür
hüngür ağlıyor. Zorla kaldırıyorlar.
Adıyaman’da
babası Abdurrahman oğlunun şehid olduğunu duyunca;”O şehid olduysa o zaman harb
biter,diyor. Ve aynen de öyle oluyor.
31-7-1993
MEHMET ÖZÇELİK