Kontgerilla ABD'den para alıyor

Amerika'dan her yıl 1 milyon dolar yardım alan Özel Harp Dairesi ya da namı-ı diğer "kontgerilla" ile ilgili Org. Kemal Yamak ilginç bilgiler verdi.

 

Güncel

  08.01.2006

  Haberi Arkada-

 

Özel Harp Dairesi Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulunan emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın “bazı CHP’li vekillerin de Özel Harpçi olduğu”nu açıklamasıyla yeniden gündeme gelen kontrgerilla iddialarıyla ilgili tartışma sürüyor.

Amerika’dan her yıl 1 milyon dolar yardım alan Özel Harp Dairesi’nin adı darbe ortamlarının hazırlanmasından faili meçhul cinayetlere, suikast girişimlerinden toplumsal provokasyonlara kadar birçok olayda geçiyor.

Tartışmaya katılan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’ye göre daire iki ayrı kategoriden oluşuyor: Görevli askerlerden oluşan özel birlikler ve sivil kadrolar. Subay ve astsubaylardan oluşan özel birlikler, terör dahil Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev yaptığı her alanda kullanılıyor.

Sivil birim ise ancak bir işgal durumunda, yani resmî ordunun görev yapamadığı ortamda devreye giriyor; diğer hallerde pasif durumda bekliyor. 1984-88 yılları arasında Özel Harp Dairesi’nde emekli Yarbay Korkut Eken’le birlikte çalışan emekli Tuğgeneral Tanrıverdi, her karanlık olayın ya da ülke içerisindeki karışıklıkların sivillerden oluşan gayri nizami birliklerle ilişkilendirilmesini yanlış buluyor. Tanrıverdi, “Ülke içinde birtakım karışıklıkları, bürokratik otorite ile sivil otorite arasındaki mücadelede kullanılan güçleri düşünüyorsanız, bunda hep nizami olanlara, kurulu olanlara bakın. Bunların arasında aramak gerekiyor. Siyasi otoritenin önünü tıkamak isteyen unsurları bu kurulu olanların içerisinde aramak lazım.” diyor.

Özel Kuvvetler’in TSK’dan veya ülke yönetimindeki diğer organlardan bağımsız hareket etmediğini kaydeden Tanrıverdi, bu birimin kendisinden isteneni uyguladığının altını çiziyor. Özel Kuvvetler’in bir ülkenin güvenliği için mutlaka olması gerektiğini ve Türkiye’nin buna şu anda her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğunu savunan Tanrıverdi, “Ancak denetim şart. Ülkeyi yönetenler denetleyecek bu kurumu. Bir başbakan çıkıp, ‘benim haberim yok’ diyemez. Bütçe ayırıyorsa, denetleyecek. Ülke güvenliği ile ilgili politikayı askere bırakamazsınız. Güvenlik politikasını muhakkak sivil otoriteler belirlemelidir. Ama siz bunu yapmayıp, denetleme görevini de yapamazsanız sorun var demektir.” şeklinde konuşuyor.

Emekli Tuğgeneral, Özel Harp Dairesi’ne ABD’den yapılan yardımı ise savunuyor. Tanrıverdi, bu yöndeki itirazlara “TSK da ABD’den yardım almıyor mu? Eğer bu onur kırıcı ve yanlış bir şeyse ikisi de aynı değil mi?” karşılığını veriyor. Özel Harp Dairesi (ÖHD) 1990 yılında İtalya’da ortaya çıkan Gladio skandalının ardından isim değiştirerek Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) adıyla faaliyet yürütüyor.

Bir Özel Harpçinin Tırmanış Öyküsü

Can Dündar, Özal süikastinden; Gladyo'ya, Kemal Horzum'dan; Güvenilir Gençler'e kadar, Bir Kontrgerilla'nın tırmanış öyküsünü yazdı.

 

Güncel

  08.01.2006

  Haberi Arkadaşına

 

Can Dündar/Milliyet

'Özel Harp'çinin tırmanış öyküsü

Bugün gizli bir örgütün ve onun eski başkanının portresini çizeceğim. Örgütün adı: Özel Harp Dairesi... "Daire", Kemal Yamak'ın ilkin Hürriyet'te özetlenen anılarıyla (Doğan K., 2006) gündeme geldi.
Ardından "Yamak'ın sağ kolu" olduğu söylenen emekli Org. Sabri Yirmibeşoğlu da tartışmaya katılarak "Özel Harp'te çalışanlarla iftihar ettiklerini" açıkladı.
Madem açıldı, gelin Yirmibeşoğlu'nun peşine takılıp bu tarih labirentinin koridorlarında biraz dolaşalım.

"Garip bir üsteğmen"
Yirmibeşoğlu göz kamaştıran bir kariyere sahip...
50'lerin başında Çankırı Gerilla Okulu'nda, "Turancılık davası"ndan beraat ettikten sonra gönderildiği ABD'den yeni dönen "gerilla öğretmeni" Yüzbaşı Alparslan Türkeş'in "çok sevdiği öğrencisi" oldu.
1955'te 6-7 Eylül olayları sırasında Özel Harp Dairesi'nin atası sayılan Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevliydi.
Gazeteci Fatih Güllapoğlu'na ("Tanksız Topsuz Harekat", Tekin Y., 1991) söylediği şu sözler hiç unutulmadı:
"6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı."
Yirmibeşoğlu bir başka görüşmede (Aksiyon, 31.03.2001) "Ben orada garip bir üsteğmendim" derken, sözlerini şöyle "düzeltti":
"Savaşta, düşmanın işgal ettiği bölgelerde bazı olaylar yaratılır ve düşman yaratmış gibi gösterilir. (...) Halkı düşmana karşı galeyana getirmek(tir amaç)... Belki Güneydoğu'da da oluyor bunlar, yanlış olarak..."

Gladyo'nun anavatanında
NATO'nun CIA desteğiyle, İtalya'dan başlayarak tüm Avrupa'da komünizme karşı kontrgerilla faaliyeti yürütecek birimleri, yani Gladyo'yu kurduğu Soğuk Savaş yıllarında Yirmibeşoğlu, NATO eğitimi için Napoli'ye gitti.
Dönüşte "Türk kontrgerillasının doğum yeri" olarak bilinen Kıbrıs'a tayin oldu. 63 olaylarını orada yaşadı. "Oradaki Türkleri teşkilatlandırdı".
1964'te Belçika'daki NATO karargahında Nükleer Silahlar Şubesi'ndeydi. Herkesin iki yıl görev yaptığı bu gizli birimde beş yıl çalıştı.
Dönüşte Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanlığı'na atandı. Üç sene sonra da Daire'nin başına geçti.

Ecevit'e brifing
İşte Başbakan Ecevit Özel Harp Dairesi'nden o aşamada "tesadüfen" haberdar oldu. 1974'te "Daire" için örtülü ödenekten para istenince, daha önce adını bile duymadığı bu resmi kurum hakkında derhal brifing istedi.
Başbakanlık konutundaki brifingi veren, Özel Harp Dairesi'nin Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu idi.
Ecevit o günden sonra Özel Harp'i denetim altına almaya çalışırken Yirmibeşoğlu daha önemli bir göreve, NATO İstihbarat Başkanlığı'na tayin edildi. 1978'e kadar burada kaldı.
Dönüşte tümen komutanı olarak Sarıkamış'a atandı.
Ecevit'le yolları orada bir kez daha kesişti.

"Vatansever arkadaş"
1978'de Ecevit başbakan olarak Sarıkamış'a gittiğinde Tümg. Yirmibeşoğlu Orduevi'nde kendisine ve eşine yemek verdi.
Ecevit, Komutan'dan Özel Harp'le ilgili bilgi almaya çalıştı. (B. Ecevit, "Karşı Anılar", DSP, 1991, s. 43) "Daire"ye bağlı sivil örgütte görev alanlardan bazılarının olaylarda yer aldığından kuşkuluydu.
Yirmibeşoğlu "Kuşkularınız yersiz" deyince Ecevit şunu sordu:
"Farz-ı muhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?"
Yirmibeşoğlu samimiyetle doğruladı bunu:
"Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır."

"Güvenilir gençler"
Yamak, kitabında bu anıyı anlatırken "Ecevit, bu teşkilatın içinde kendi partisinden kaç milletvekili bulunduğunu öğrenseydi ne olurdu?" diye soruyor ve bunda şaşılacak bir şey olmadığını ekliyor:
"Özel harpçi olarak eğitilenler daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen, (...) önder niteliklere sahip oldukları için seçilmişlerdi. Milletvekili oluşları da bu seçimin doğruluğunu göstermiyor mu?"
Yirmibeşoğlu tamamlıyor:
"Birçok olay olmuş, bu teşkilatın tek bir üyesi bu olaylara karışmış mı?"
Peki kimdi MHP'nin Erzurum'daki "güvenilir" il başkanı?
CHP'li Süleyman Genç'in "Kuşatılan Devlet Türkiye" kitabında yazdığına göre İpekçi'nin öldürülmesinde ve Ağca'nın cezaevinden kaçırılmasında adı geçen, Musa Serdar Çelebi'nin iş ortağı, "Doğunun Başbuğu"
Yılma Durak...

Yükseliş sürüyor
Devam edelim:
12 Eylül döneminde Yirmibeşoğlu Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı'dır.
1982-83 arası Milli Savunma Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı...
1983'te Ankara Sıkıyönetim Komutanı...
1984-86 arası Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı...
1986-88 arası yine Sarıkamış'ta, 2. Ordu Komutanı...
1988-90 arası Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri...

"Üruğcu general"
Bu yıllarda Özal'la birlikte çalıştı.
Özal, Öztorun'un yerine Torumtay'ı getirerek Üruğ'un "2000 planları"nın önünü keserken Yirmibeşoğlu "Üruğcu" olarak tanınıyordu. (Bkz: "Bay Pipo", Soner Yalçın-Doğan Yurdakul, Doğan K., 1999. s. 431)
Belki de bu şöhreti, onun tırmanışını durdurdu.
1990'da kadrosuzluktan emekliye sevk edildi.

MHP'den teklif
2001'de Aksiyon'da yayınlanan söyleşisinde emekli olduktan sonra askerlere görev verilmemesinden yakındı. "ANAP'tan aldığı bir sinyal dışında siyaset teklifi almadığını" hatırlattı ve şöyle dedi:
"Sıkıntıya girmemek için sizden bekliyorlar. Ben 'Gireceğim' der miyim, o derse düşünürüm. Resmen söylemediler ama öyleydi. Sonra MHP'den mesela..."

Özal televizyonun sesini açtı ve komutanın adını sordu

Şimdi size eski bir öyküyü hatırlatacağım:
1988 Özal Suikastı...
Nasıl Ecevit, kendisine karşı düzenlenen Çiğli suikastının ardında kontrgerillayı aramışsa Özal da kendi suikastçısının ardındaki "örgüt"ü aramıştı.
Afyonlu işadamı Kemal Horzum'dan kuşkulanıyordu. Horzum, Emlakbank'ı dolandırmakla suçlanıyordu.
Banka bünyesinde Horzum'u soruşturan komisyona, suikast işiyle de ilgilenmelerini söyledi.
Komisyon üyeleri hem suikastçı Kartal Demirağ'ın hem Horzum'un memleketi olan Afyon'a gitti. Orada ne bulduklarını komisyon üyesi Uğur Tönük, daha sonra TBMM'de kurulan Horzum Araştırma Komisyonu'na şöyle anlattı:

Kartal kontrgerillacı
"Afyon Dazkırı'da 1974-77 seneleri arasında Ege'de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Kartal Demirağ'ın da bu teşkilatın yetişmiş bir elemanı olduğunu tespit ettik."
Demirağ özel kamplarda emekli askerlerce eğitilmişti. "Her şeyi vatanımız için yaptık" diyor, MİT'le ilişkisi olduğunu söylüyordu.
Komisyon soruşturmayı derinleştirince Özal'ı vuran silahın Demirağ'a Kongre salonunda polisler tarafından verildiği yönünde duyumlar aldı. Afyon'daki teşkilatın üzerine gitmeye karar verdiler.
İşte tam o aşamada Tönük, Ortaköy'de bir villaya davet edildi. MİT görevlisi olduklarını sandığı üç görevli kendisine "Bu tahkikatı kesin" dedi.
Bir generalin adını verdiler ve "Paşa kararınızı bekliyor" dediler.
Tönük soruşturmadan çekildi.

Özal'a söylüyor
Yargıtay 7. Ceza Dairesi üyeliğinden emekli bir savcı olan Tönük'le daha sonra tanıştım ve suikast soruşturmasının nasıl kesildiğini onun ağzından dinledim.
O günlerde başına gelenleri bir tek Turgut Özal'a açıklamıştı. O sahneyi bütün ayrıntılarıyla anlattı:
Özal'ın Harbiye Orduevi'ndeki odasında buluşmuşlar, diz dize oturmuşlar. Tönük, kendisini tehdit edenlerin adını verdiği generali açıklayacağı anda Özal odadaki büyük ekran televizyonun uzaktan kumandasına uzanmış ve sesi sonuna kadar açmış. Sonra da Tönük, Paşa'nın ismini Özal'ın kulağına fısıldamış:
"Sabri Yirmibeşoğlu!"

"Olacak iş mi?"
Yirmibeşoğlu o dönem MGK Genel Sekreteri idi.
Görev süresi 1 yıl uzatılsa Kara Kuvvetleri Komutanı olabilecek, oradan Genelkurmay Başkanlığı'na tırmanabilecekti.
Olmadı.
Özal'a adı fısıldandıktan
1 yıl sonra emekliye sevk edildi.
Yıllar sonra suikast konusunu soran Aksiyon'a "Hiç ciddiye almadım. Olacak iş değil" dedi.

Düşman kim?
Acaba kimler engellemişti suikast soruşturmasını?
Yılma Durak ya da Kartal Demirağ da Özel Harp'in istihdam edip silahla eğittiği "vatansever gönüllüler" miydi?
"Bazı olaylar yaratılır, düşman yaratmış gibi gösterilir" taktiğinin uygulayıcıları mıydı?
"Düşman" kimdi?
"Düşman"ı ve ona karşı kurulan resmi örgütü ABD bilirken neden Türkiye'nin Meclis'i ve başbakanı bilmiyordu?
Bunları sormaya devam edeceğiz.

 

Darbe yaparız diyen general tutuklandı

İspanya'Da bir general, durumdan vazife çıkartıp, "anayasal sınırlar aşılırsa darbe yaparız" dedi. İspanyolların tepkisi sert oldu. General eve kapatıldı.

 

Güncel

  08.01.2006

 

İspanya'da bir general 'durumdan vazife çıkarıp', Katalonya'daki ayrılıkçılık sorunu yüzünden askeri müdahale uyarısı yapınca, hükümetin tepkisi sert oldu. Generalin azledilmesi de gündemde.

İspanya'da Katalonya özerk bölgesine daha geniş haklar tanınması için yapılan tartışmalara katılıp sürpriz bir çıkış yapan bir general, "Anayasal sınırlar aşılırsa askeri müdahale olur" deyince ilk aşamada 8 gün ev hapsiyle cezalandırıldı.

Darbe tehdidinde bulunan Sevilla Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Jose Mena Aguado'nun görevden alınması için Savunma Bakanı Jose Bono'nun bakanlar kurulu toplantısında teklif getireceği de açıklandı.

İspanyol Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın iki numaralı generali olan Aguado, önceki gün yaptığı konuşmada, Katalanların yeni özerklik statüsünü eleştirip İspanyol Parlamentosu'nun bu statüyü olduğu gibi kabul etmesi halinde "bunun ciddi sonuçlar yaratacağı" uyarısında bulunmuştu. "Herhangi bir statü, anayasal sınırları aşarsa silahlı kuvvetler müdahale etmek zorunda kalır" diyen Aguado'nun sözleri, siyasi ve askeri çevreler tarafından "kabul edilemez" bulundu ve "tehdit" olarak yorumlandı.

Katalanlar 'millet' oluyor
Katalan Özerk Yönetimi, özerklik statüsünde değişiklikler yaparak yeni statüyü görüşülmek üzere geçen ay İspanyol Parlamentosu'na göndermişti. Yeni özerklik statüsünde Katalanlar, İspanya topraklarında yaşayan ayrı bir "millet" olarak tanımlanıyor ve Katalonya bölgesi içindeki tüm vergilerin özerk yönetim tarafından toplanması öngörülüyor.
Genişletilmiş özerklik ayrıca Madrid'deki İspanya Anayasa Mahkemesi'nin yerine Katalonya'da başka bir anayasa mahkemesi oluşturulmasını öneriyor.

Karar 15 dakikada alındı
İspanya Genelkurmay Başkanı Felix Sanz Roldan'ın görevinden alınmasını istediği Aguado, dün Savunma Bakanlığı'na çağrıldı. Savunma Bakanı Bono, Genelkurmay Başkanı Roldan ve General Aguado arasındaki görüşme 15 dakika sürdü. Görüşmeden sonra yapılan açıklamada, Bono'nun Aguado için 8 gün ev hapsi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki görevinden alınmasını talep ettiği bildirildi. Bono'nun ilk bakanlar kurulu toplantısında Aguado'nun görevden alınmasını gündeme getireceği kaydedildi. General Aguado'nun emeklilik süresi mart ayında dolacak.

Komutanın sürpriz çıkışı
Korgeneral Jose Mena Aguado, önceki gün Sevilla'da yaptığı konuşmada, beklenmedik bir biçimde Katalan sorununu gündeme getirdi. Radyodan yayımlanan konuşmasında İspanya Anayasası'nın 8. maddesini okuyan general buna göre silahlı kuvvetlerin İspanya'nın bütünlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğini koruma görevi olduğunu vurguladı. General Aguado, asker olarak hiçbir zaman politik tartışmalara girmemeleri gerektiğini, ancak Katalonya Parlamentosu'nun kabul ettiği yeni özerklik statüsünün İspanya Parlamentosu'nda onaylanmasına karşı "uyarı yapma zorunluluğu" duyduğunu belirtti. Askerler olarak İspanya Anayasası'nı savunmayı bir şeref meselesi olarak gördüklerini kaydeden Aguado, "Herhangi bir statü anayasal sınırları aşarsa müdahale etmek zorunda kalınır. Neyse ki anayasa, her otonom statü için aşılamayacak sınırlar koyuyor" dedi.

Basklar: Anayasa değişsin
Generalin sözleri İspanya Anayasası hakkında da tartışma başlattı. İspanya'nın ayrılıkçı eğilimli bölgelerinden Bask'taki en büyük siyasi parti olan Bask Ulusal Partisi (PNV), generalin sözleri sayesinde, "İspanya'nın birliğini Silahlı Kuvvetler garanti altına alır" ifadesinin yer aldığı anayasanın 8. maddesinin değiştirilmesi için "mükemmel bir fırsat doğduğunu" savundu.

İspanya'da ilk değil
İspanya'da askerlerin siyasi hayata müdahalesi yeni değil. General Franco İspanya'yı 1936'dan 1975'e kadar askeri diktatörlükle yönetirken, 1981'de de Antonio Tejero adındaki bir yarbay, komutası altındaki jandarmalarla parlamentoyu basarak darbe girişiminde bulunmuştu.

Ülkenin birinde 4 Milyon kişi öldü dünyanın haberi yok!

Tıp dergisi Lancet'ta yayımlanan araştırmaya göre Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde süregiden savaş dolayısıyla yaklaşık 4 milyon kişi hayatını kaybetti. Yani, ayda 38 bin ölüm. Bu rakam, 2'inci Dünya Savaşı'ndan bu yana en çok insan kaybına yol açan çatışmanın Orta Afrika'da meydana geldiğine işaret ediyor

 

Güncel

  06.01.2006

 

Fakat raporun yazarları Kongo'daki ölümlere doğrudan şiddet olaylarından ziyade çatışma ortamının kötü koşulları altında sıtma ya da ishal gibi engellenebilir hastalıkların neden olduğuna dikkat çekiyorlar.


Uluslararası Kurtarma Komitesi adlı örgüt, Kongo'ya ilişkin kaleme aldığı bu üçüncü raporda, dünya kamuoyunu ilgisizlik ve sorumsuzlukla suçluyor.


Örgütten bir ekip 2004 yılında üç aylık bir süre boyunca Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde yaklaşık 20 bin aileyi ziyaret ederek son bir buçuk yıl içindeki doğum ve ölümleri kayıtlara geçti.


Bu istatistiği savaştan önceki rakamlarla ve diğer güney ve orta Afrika ülkeleriyle karşılaştıran araştırmacılar, Kongo'daki savaşın her ay 38 bin kişinin hayatına mal olduğu sonucuna vardı.


Ülkenin kimi bölgelerinde ölüm oranları savaştan önceki günlere kıyasla iki katına çıkmış durumda.


Şiddet olaylarında büyük insan kaybı olmasına karşın hastalıklardan ölenlerin sayısının bundan da çok olduğu ve bilhassa çocukların etkilendiği belirtiliyor.


Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki çatışma sağlık hizmetlerinin büyük oranda çökmesine ve yaygın biçimde yetersiz beslenmeye yol açtı.


Araştırmacılar, 2002 yılında çatışmaların durduğu Kisangani kenti ve çevresinden edindikleri rakamların herşeyi gözler önüne serdiğini söylüyor. Burada savaşın sona ermesiyle ölüm oranı da yüzde 80'e yakın düşüş gösteriyor.

Uluslararası Kurtarma Komitesi, dünya ülkelerinin bu krize yeterli ilgi göstermediğini ve gerekli yardımı vermediğini söylüyor.

 

Atatürk'ün 'Kızıl' generalleri

Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda Atatürk'ün tam arkasında iki Sovyet generalinin bulunduğunu kaçımız biliyoruz? Pekiyi, büyük gizlilik içinde yürütülen Büyük Taarruz'un bile bu Rus generaller tarafından bilindiğini, biliyor muyuz? Aylık Kırmızı Çizgi Dergisi işte bu soruların cevaplarını veriyor.

 

Güncel

  1/6/2006

  Haberi

Kırmızı Çizgi Dergisi'nin Ocak ayı sayısında yayımlanan kapak dosyasına göre bu generaller Rusların ünlü komutanlarından  Frunze ve Voroşilov. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanistan'a karşı Türkiye'nin yanında olan Ruslar, silah ve maddi destekde de bulunmaktan geri durmadılar. Çünkü Çanakkale geçilmiş olsa idi Rusya, Sovyetler Birliği'ne giden süreci yaşayamayacaktı.

Kuzey Irak'ta Organize İşler...

 

Sayı: 578 - 02.01.2006  |  Haşim Söylemez - Ufuk Şanlı -Aksiyon

ERBİL - Irak Ordusu’nun 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etmesinden sonra girdi hayatımıza “Kuzey Irak” kavramı. Soğuk Savaş’ın bittiği yıllardı. Berlin Duvarı yıkılmış, Sovyetler Birliği dağılmıştı. Uluslararası sistemin ortadan kalktığı bir dönemde ordularını harekete geçirmişti Saddam Hüseyin. Ancak, hesabı tutmadı. 1991’de başlayan Birinci Körfez Savaşı’nı kaybetti. Büyük güç merkezleri, Irak’taki Baas yönetimini 32. ve 36. paralellerin arasına hapsetti. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kuzey ile Şiilerin çoğunlukta olduğu güney, Saddam rejiminin demir pençesinin uzanamayacağı “korunaklı” bölgeler hâline getirildi böylece.

Hem dünya kamuoyu hem de Türkiye, işte bu koruma altındaki bölgeleri konuştu, aradan geçen 15 yıl boyunca… Buradaki siyasi ve ekonomik yapılanmalardan bahsedildi. “Çekiç Güç” adı verilen muhafız birliklerinin oynadığı role dikkat çekildi. Saddam sonrası Irak’ın ne olacağı tartışıldı. Bugün ortada ne Irak var ne de Saddam Hüseyin. Bir zamanlar Abbasilere başkentlik yapan Bağdat, Amerikan işgali altında artık. Saddam Hüseyin tutuklu olarak yargılanıyor. Dün, Bağdat’taki Baas rejimine karşı iktidar mücadelesi verenler ya mecliste vekil ya da üst düzey yönetici ve bürokrat olarak karşımızda şimdi.

15 Aralık 2005’te yapılan parlamento seçimleri, hem Irak hem de bölge ülkeleri için bu açıdan önemliydi. Ocak 2005’te yapılan ilk genel seçimleri protesto eden Sünniler, bu kez sandık başına gitti. Güneydeki Şiilerin ve kuzeydeki Kürtlerin zaten iktidarda olduğu bir dönemde yapılan bu seçimler, işgal sonrası yeniden yapılanan Irak için bir dönüm noktası anlamına geliyordu çünkü. Şüphesiz, bu tarihi önemli kılan bir başka ayrıntı ise Kuzey Irak’taki durumdu. 2007’de, Kerkük’ün statüsü için yapılacak referanduma hazırlanan Mesut Barzani ve Celal Talabani liderliğindeki Kürt gruplar açısından sandıktan çıkacak oylar, petrol zengini bu şehrin kaderini belirleyecek bir bakıma... Belki de bütün bölgenin…

Genelde Irak, özelde de Kuzey Irak’ta hem siyasi hem de ekonomik büyük bir değişim söz konusu. Bunu seçim vesilesiyle gittiğimiz Kuzey Irak’ta da gözlemlemek mümkün. Bölgenin önde gelen şehirlerinde hayat oldukça hareketli. Türkiye sınırına yaklaşık üç buçuk saat uzaklıktaki Erbil adeta yeniden inşa ediliyor. Kürtlerle birlikte Türkmenlerin ve Hıristiyanların yaşadığı şehirdeki inşaatların büyük bölümünü Türk firmalar üstlenmiş durumda.

Halkın yeni şehir dediği bölgede inşa edilen modern konutlar ve alışveriş merkezleri dikkat çekiyor. İnşaatların neredeyse tamamı Mesut Barzani’nin liderliğini yaptığı Irak Kürdistan Demokrasi Partisi (IKDP) destekli. Daha önce Avrupa’da yaşarken şimdi geri dönen zengin Kürtlerin mali destek verdiği yapılar da az değil. IKDP kaynaklarına göre, Kuzey Irak’taki irili ufaklı 300 Türk kökenli şirketin yaklaşık 190’ı Erbil’de faaliyet gösteriyor.

Benzer görüntülere Kerkük’te de rastlamak mümkün. Gecekondularla kuşatılan tarihî kentte yeni inşaatlar bütün hızıyla sürüyor. Şehrin dış mahallelerindeki boş alanlar şimdiden parsellenmiş bile. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Kerkük’ün nüfus yapısını lehlerine çevirmek için buraya gelen Kürtlere, Barzani ve Talabani’nin başını çektiği partiler tarafından ev yapmaları için bedava arsa tahsis ediliyor. Ayrıca, konut yapımı için 5 bin dolar yardım yapılıyor. Elektrik ve su hizmeti ise ücretsiz. Kerkük’e resmî olmayan verilere göre 300 bin Kürt’ün geldiği söyleniyor.

Irak Millî Türkmen Partisi üyesi Necmettin Kasap’a göre, Kerkük’teki inşaat faaliyetleri İsrail’in Filistin topraklarında 1967’den beri uyguladığı “yerleşim” inşa etme politikasına benziyor. İran’dan ve Erbil’den gelen Kürtlerin yoğun biçimde Kerkük ve civarına yerleştirildiğini iddia eden Kasap, “Gelenler eski Kerküklü olduklarını ve yeniden kendi topraklarına döndüklerini söylüyorlar. Kerkük’te Şorca, Rahimava, Kasir ve İskan bölgelerinde yaşayan bu insanların büyük bir kısmı son 2 yılda Kerkük’e gelip yerleştirildi.” diyor.

TALABANİ’NİN KALESİ SÜLEYMANİYE

Süleymaniye’den gelen Biştvan Emin Reşid onlardan biri. Kerkük’e gelip ev yapmasının gerekçesini şöyle açıklıyor: “Kerkük benim babamın toprağı. Saddam zamanında sürüldük. Şimdi ben gelip burada bina yapıyorum. Bizim araziye de başkaları bina yapmış. Kimse bir şey söylemediğinden biz de istediğimiz yere ev inşa ediyoruz. Benden sonra diğer akrabalarım da Kerkük’e gelecek.”

Artan nüfusla birlikte şehirde kendini hissettiren en önemli problem altyapı. Açıktan akan kanalizasyonlar, caddelerde biriken çöpler sağlık açısından ciddi tehdit oluşturuyor. Seçimlerde oyların yüzde 55’ini alan Kürtler sevinç içinde. Lokantacılık, akaryakıt istasyonu işletmeciliği daha çok Kürtlerin tekelindeki şehirde Türkmenler genelde öğretmen, doktor olarak görev yapıyor. Esnaflık da Türkmenlerin yaptığı bir diğer iş kolu.

Süleymaniye, Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (IKYB) Başkanı ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabini’nin şehri. Süleymaniye’nin girişinde, gümrük kapısını andıran bir yerde sıkı bir kontrol yapılması sanki farklı bir ülkenin topraklarına giriyormuş izlenimi veriyor insanlara. Şehir, diğer Kuzey Irak şehirlerine göre daha modern. Caddeler temiz. Trafiği kontrol eden polislerin iyi bir eğitim aldığı davranışlarından belli oluyor.

Süleymaniye de Türkler tarafından yeniden inşa ediliyor denebilir. Altyapıdan kavşaklara kadar her türlü yeni yapıda Türk şirketlerin imzası var. Celal Talabani’nin posterlerinin süslediği Süleymaniye’de yaşayan her aileden birinin mutlaka Avrupa’ya gittiği belirtiliyor. Bu durum kentin kültür hayatına da aksetmiş. 1947’de kurulan Süleymaniye Kütüphanesi’nde aralarında Orhan Pamuk’un eserlerinin de yer aldığı her dilden eser var. Ayrıca, günlük gazeteleri bulmak da mümkün. Örneğin Serbesti dergisinin bütün sayıları kütüphanenin rafları arasında. 1,5 milyon nüfusa sahip şehirde Süleymaniye Üniversitesi, Koyi ve Amerikan Üniversitesi yüksek eğitim veriyor.

Amerikan Üniversitesi, öğrenim takvimini önümüzdeki sene başlatacak. Burada görev yapan akademisyenler diğer üniversitelerde olduğu gibi Kürtler ve yabancılardan oluşuyor. Amerikalılar, İngilizler, İsveçliler ve Koreliler başı çekiyor. Şehrin meydanlarında Kürt şair ve âlimlerine ait heykellerin göze çarptığı Süleymaniye’yi diğer kentlerden ayıran bir ayrıntı da her tabelanın altında İngilizce karşılığının bulunması. Şehre Avrupaî bir görüntü veren bir başka unsur ise eski İsveç Başbakanı Olof Palme’nin adının bir caddeye, Dışişleri Bakanı Anna Lindt’in isminin de bir okula verilmiş olması.

“KÜRDİSTAN BAYRAĞI” ÇİN’DEN

Süleymaniye, diğer kentlere nazaran muhafazakârlığını biraz kaybetmiş görüntüsünde. Pornografik kitaplar caddelerde açıktan satılıyor. Barlar ise gece gündüz açık.

Bölgede ciddi bir hareketlilik olmasına rağmen, ekonomik anlamda yatırımlar daha çok hizmet sektörüne yönelik. Büyük sanayi tesisleri neredeyse yok denecek kadar az. İğneden ipliğe her şey dışarıdan geliyor. İthal edilen ürünlerin en ilginci “bağımsız Kürdistan bayrağı” Son iki yılda Çin’den, kalitesiz, fason olarak tabir edilen kumaşlardan üretilen 3 milyon adet bayrak ithal edilmiş. Ama, hükümet binalarında ve resmî makamlarda kalitesiz ithal bayraklar yerine el dokuması bayraklar tercih ediliyor.

Her ne kadar bayrak Çin’den gelse de piyasalar Türk mallarıyla dolu. Süleymaniye Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Azad Celal, bölgedeki ekonomik durumu şöyle özetliyor: “Buranın en önemli geliri Habur Sınır kapısından geliyor. Bunun dışında merkezî hükümetin petrol satışından elde ettiği gelirlerden önemli bir bölümü bölgeye aktarılıyor. Üretkenlik, verimlilik gibi kavramlar bu bölge için oldukça yeni. Vergi gelirinden söz etmek ise neredeyse imkânsız.”

Bölgedeki yönetimin Sanayi ve Ticaret Müsteşarı Dr. Nuri Gazali de aynı kanaatte. İşletmelerin genelde KOBİ ölçeğinde olduğunu aktaran Gazali, yabancı sermaye konusunda kendilerine ciddi bir talep olduğunu söylüyor. Özellikle Türk, Amerikan, İngiliz ve Alman firmalarının bölgede yatırım yapmak istediğini belirterek, yabancı sermaye konusunda gerekli yasal düzenlemeleri en kısa zamanda yaparak bölgeyi bir cazibe merkezi hâline getirmek istediklerinin altını çiziyor. Yabancı yatırımcıların özellikle tarım, gıda ürünleri, inşaat malzemeleri, su ve maden kaynaklarının işletilmesi gibi alanlarda yatırım yapmasını arzu ettiklerini vurguluyor.

Dr. Gazali, sermaye ayırımı yapmadıklarını söylüyor. Bunu sokaklarda gözlemlemek mümkün. Özellikle Türk müteahhitler inşaat sektöründe söz sahibi. Süleymaniye’de bir viyadüğü inşa eden Günay İnşaat’ın Proje Müdürü Nuri Tonay’a göre, bölgedeki Türk inşaat şirketleri ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyor: “Türkiye’de enflasyon düştü, kârlar azaldı. Böyle bir dönemde Kuzey Irak’taki ekonomik hareketlilik Gaziantep, Mardin, Adana, Mersin hatta Kayseri gibi illerin ekonomilerini rahatlattı. Türk inşaat şirketleri sadece geçen yıl bu bölgede 1 milyar doların üzerinde altyapı işi aldı. Üstelik bunların parası nakit ödendi.”

LİBYA’DAN BİLE DAHA KÂRLI

İTÜ inşaattan mezun mühendis Ali Karababa ise farklı bir noktaya dikkat çekiyor: “Burada yapılan müteahhitlik faaliyetlerinin ülke ekonomisine getirdiği katma değer diğer yurtdışı operasyonların çok üzerinde. Mesela Libya, Irak veya Ürdün’de Türk şirketleri en fazla yüzde 50 oranında yerli malzeme kullanıyordu. Burada çimentoyu, demiri hatta çiviyi bile Türkiye’den getiriyoruz. Dolayısıyla ülkemizin bu bölgeden sağladığı katma değer herkesin yüzünü güldürecek seviyede.”

Bölgede faaliyet gösteren ancak isminin yazılmasını istemeyen bir başka Türk işadamı ise “Libya ve Irak yıllarca Türk inşaat sektörünü ayakta tuttu. Bugün Kuzey Irak gerek ödemeler gerekse ülkemiz ekonomisine katkı açısından Libya’dan bile büyük bir kazanç. Yeter ki Libya’da yaptığımız hataları tekrarlamayalım.” diyor. Süleymaniye’nin imarı için 2 milyar dolarlık bir ödenek ayıran bölgesel Kürt hükümeti, altyapı yatırımları için de 5 milyar doları gözden çıkarmış durumda. Bölgede eski YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın şirketi Tepe Grubu’nun iki önemli projesi var. Bunlardan biri Süleymaniye’de açılacak Amerikan Üniversitesi’nin inşası. Diğeri de Süleymaniye Üniversitesi merkez kampusu. Tepe Grubu büyük çaplı bu projeler dışında Süleymaniye Havalimanı için de çalışmalarda bulunuyor.

HANIM AĞA’NIN İŞLERİ

Bölgede inşaat denince ‘Hanım Ağa’ lakaplı Diyarbakırlı işkadını Ferda Cemiloğlu akla geliyor. Üç yıl önce bölgeye gelen ve burada “Dicle İnşaat A.Ş.” adında bir şirket kuran Cemiloğlu, bölgedeki Kürt yönetiminin içişleri ve kültür bakanlığı binalarını inşa ederek dikkatleri üzerine çekti. Halen bölgedeki birçok kamu ihalesi için davet alan Cemiloğlu, bölgedeki ekonomik durumu “çok büyük bir pazar” sözleriyle özetliyor. Bölge yöneticilerinin Avrupa ve ABD’den dönen Kürt uzmanlar nezaretinde ciddi bir master plan hazırladıklarını ve 2007’ye kadar tüm altyapı sorununu çözmeyi hedeflediklerini hatırlatarak, “Mardin, Adana, Gaziantep ve Şanlıurfa’daki çimento fabrikaları talebi karşılamakta zorlanıyor.” diyor. Kuzey Irak’taki ekonomik durumu ise şöyle özetliyor: “Burada kadın olarak daha özgürüm. Beraber iş yaptığımız insanlarla aramızda bir kültürel bağ var. İşçilerimizin ikâmet, pasaport ve güvenlik sorunları yok. Ayrıca ödemeler tam vaktinde yapılıyor. Tek sorunumuz gelişmiş bir bankacılık sisteminin olmaması. Ziraat veya Halk Bankası buraya gelirse bu sorun da ortadan kalkar.”

KÜRDİSTAN MERKEZ BANKASI: PARA BASMAYA HAZIRIZ

Türk şirketlerinin etkinliği sadece inşaatla sınırlı değil. Günde sadece 3 saat elektriğin olduğu bölgede “Aksa” jeneratörleri önemli bir marka olarak göze çarpıyor. Gıda sektöründe dağ başındaki bakkaldan süpermarketlere kadar her yerde Ülker, Eti, Pınar, Yörsan, Saray markalarının tüm ürünlerini bulabiliyorsunuz. Lüks lokantalarda Türk yemeklerini bulmak mümkün. Erbil’de Pushi Restoran’ı işleten Diyarbakırlı işadamı Ahmet Baran’a göre, Türk yemekleri ve baklavaları büyük ilgi görüyor: “Burada Kürt kardeşlerimize bir yemek kültürü aşılamak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde yeni bir restoran daha açmayı planlıyorum.”

Kuzey Irak’taki ekonomik yatırımların bu kadar genişlemesinde Habur’dan gelen yıllık 1 milyar doların yanı sıra Irak petrollerinden gelen aylık 600 milyon doların etkisi büyük. Bir de Kuzey Irak’taki özerk yapının oynadığı rol var tabii ki… Türk basınında ilk kez Aksiyon’a konuşan Kürdistan Bölge Yönetimi Merkez Bankası Başkanı Ethem Kerim Derviş, iki sene önce kurulan bankanın Irak Merkez Bankası çatısı altında çalışmalarını sürdürdüğünü söylüyor. 23 yıllık deneyimli bankacı, halk arasında “Bank Hareem” olarak bilinen Merkez Bankası’nın para basmak, enflasyon ve para politikalarının şekillendirilmesi görevlerini üstlenmediğini belirtiyor. Türk kamuoyunda kendileriyle ilgili çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını öne süren Derviş, “Bizim Malta’da kendi adımıza para bastırdığımız, aynı zamanda bölgedeki Kürt çiftçilere kredi verdiğimiz haberleri kesinlikle doğru değil. Bizim iznimiz olmadan bazı girişimciler para eskizleri hazırlayıp bunu bize getirdi.” diyor. Merkez Bankası Erbil Şubesi unvanı taşıyan bankanın duvarlarında Talabani’ye ait dev bir yağlı boya tablo dikkat çekiyor. Başkan Derviş, bölgede halen 3 tane büyük özel bankanın olduğunu; ancak bunların da uluslararası bankacılık yapma kabiliyetinin olmadığını vurguluyor: “Bizim burada bankacılık yapmak isteyen yabancı bankalara lisans verme yetkimiz yok. Bankacılık lisanslarını Irak Merkez Bankası veriyor. Bildiğim kadarıyla Türk bankalarından şu ana kadar Ziraat Bankası izin aldı. Buraya (K.Irak’a) şube açarlarsa biz çok memnun oluruz; çünkü buranın standartlarını ve kalitesini yükselteceklerine inanıyorum.”

Başkan Derviş’in altını çizdiği meselelerden biri de kredi konusu. “Bizim kimseye kredi vermemiz söz konusu olamaz. Ancak Irak otoritesinden izin alan yerli bankalara kredi açabiliriz; yani direkt kredi veremiyoruz.” diyor. “Peki günün birinde bağımsız Kürdistan kurulursa merkez bankası görevini üstlenmeye hazır mısınız?” sorusuna ise hiç düşünmeden cevap veriyor: “ Şu anda bile istersek para basarız ama şartlar buna müsait değil.”

SİYASİ YAPILANMA DEVAM EDİYOR

Kuzey Irak’ta, ekonomik gelişmelere paralel siyasi yatırımlar da yapılıyor. Irak anayasasının verdiği yetkiyle bölgede yeni bir siyasi altyapı kuruluyor. Bakanlıklar, üniversiteler, meslek odaları, TV kanalları, ordu birlikleri ve istihbarat örgütleri hâlihazırda kurulmuş durumda. Mustafa Barzani’nin Rusya’ya sığınmasından sonra Moskova’da açılan ve Kürtlere ait birtakım kitapları ve lisanla ilgili kaynakları içeren Kürt Dil Akademisi ise yaklaşık 2 yıl önce Erbil’e taşınmış. Erbil’de Merkez Bankası ve Kürt parlamentosu yeni binalarında faaliyet gösteriyor. Parlamentoda IKDP ve IKYB’nin 41 sandalyesi bulunurken, Kürdistan İslam Partisi’nin 9, Komal Partisi’nin 6 sandalyesi var. Parlamentoda Türkmenler 4, komünistler 3, sosyalistler 2 sandalye ile temsil ediliyor. Parlamentoda eğitim, sağlık, kültür, kadın hakları, bayındırlık ve ziraat gibi 13 komite görev yapıyor.

1989-2003 yılları arasında IKDP’nin Türkiye temsilcisi olarak görev yapan Sefin Dizai’ye göre, 1991’den beri Kuzey Irak’ta bir “Kürdistan” bölgesi fiilen (de facto) var. Türkiye dahil komşu ülkeler şimdiye kadar bu gerçekle iş birliği yaptı. Yeni Irak anayasasına göre ‘Kürdistan’ın federal Irak’ın bir parçası olduğunu söyleyen Dizai, “Şimdi bir bölge başkanı var. Kendi yasalarını uygulayan yüksek bir mahkeme var.” diyor.

Bu durumun resmî yazışmalara yansıdığını vurgulayan Sefin Dizai, bölgedeki meclisin Irak anayasasına göre federal bir parlamento olduğunu; buradan bir karar çıkarsa bütün ‘Kürdistan’ı ilgilendireceğini; bağlayıcı kararlara da bölgedeki yönetimin karar vereceğini dile getiriyor. Dizai Ankara kabul etmesede dünyanın herhangi bir yerinde Irak’ın diplomatik misyonu varsa o bölgede kendilerinin de kültürel temsilcilik açmaya hakkı olduğunu hatırlatıyor.

HALKA GÖRE ARTIK ONLAR “BAĞIMSIZ”

Her ne kadar önde gelen yetkililer ihtiyatlı konuşsa da sokaktaki vatandaş için durum hiç de böyle değil. 26 yaşındaki Midya Cabbar, “Irak demek Saddam demektir. Biz Iraklı değiliz. Hiçbir zaman da olmayacağız.” Taksici Salih Abdurrahman (60) da “Kürtler yıllarca Irak, İran, Suriye ve Türkiye tarafından ezildi. Bize bu muameleyi reva görenler şimdi devlet olduğumuza göre ne hissediyor doğrusu merak ediyorum.” diyor. Süleymaniye Üniversitesi öğrencisi Leyla, bölgede 300 bin nüfuslu Arap ülkelerinin bile bağımsız devlet kurduklarını hatırlatarak 5,5 milyon Kürdün yaşadığı Kuzey Irak’ta neden bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkıldığını anlayamadığını söylüyor. Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlere göre bağımsız bir “Kürdistan” var ve bu ilelebet yaşayacak. Önde gelen yetkililer ise bağımsızlık için 2010 yılını işaret ediyor.

Bölgedeki siyasi durumu yansıtan bir başka detay ise yasadışı yollardan Avrupa’ya gitmek isterken Türk Emniyeti tarafından yakalanan ve sınır dışı edilen Kürtlerin şimdi güvenlik güçlerinde görev yapıyor olması. Bunlardan biri de 25 yaşındaki Kerim Kasım. Kasım, Van üzerinden Türkiye’ye girip İstanbul’a kadar ulaşmış; ancak burada yakalanınca geri gönderilmiş. 300 dolar maaş alan Kasım, Kürtlerin kendi devletlerine sahip olması gerektiğine inanıyor: “Çok acılar çektik. Türkiye’nin endişelerini anlıyorum; ama buradaki insanlarla PKK aynı düşüncede değil. Türkiye bize karşı çıkmasın, hatta destek versin ki bu bölgede artık huzur sağlansın.” diye konuşuyor. Bağımsız devlet özlemindeki Kürtlerin teşkilat yapılanmaları bir süre sonra Irak’tan ayrılacakları izlenimini veriyor.

Irak’taki genel seçimlere Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin oluşturduğu ‘Kürt İttifakı’ndan ayrı katılan Irak Kürdistan İslam Birliği (IKİB) Genel Başkanı Selahaddin Muhammed Bahaddin, “bağımsız Kürt devleti” söyleminin iyi bir slogan olmasına karşın jeopolitik gerçeklerle bağdaşmadığı görüşünde. “Kürt devleti bölgedeki ülkelerle ‘ehli sünnet’ Kürtler arasında bir çatışmaya sebep olabilir. Dolayısıyla Müslümanların zarar göreceği bir oluşumu önermiyoruz.” diyor.

SOYADI KANUNU

Kürtler artık bağımsız bir devletlerinin olduğuna inanırken bu devletin yeniden şekillenmesini de istiyor. Tabii bu değişikliğin sosyal yaşantıya da yansımasından yanalar. Aslında bu konuda atılmış adımlar da var. Ama bu adımların tamamı yabancı kaynaklar tarafından destekleniyor. Özellikle Koreli misyonerlerin cirit attığı Kuzey Irak’ta oluşturulan sivil inisiyatif gruplarının tamamı başka ülkeler tarafından organize ediliyor. Erbil’deki Terziler Odası bile sivil toplum kuruluşu olarak yabancı kaynaklardan besleniyor. Kadın ve çocuklara yönelik sivil toplum kuruluşlarının sayısının bölgede 300’ü bulduğu belirtiliyor.

Halk burada iki şeyin acilen değişmesini istiyor: Latin Alfabesine geçilmesi ve soyadı kanununun çıkarılması. Kuzey Irak’taki resmî ağızlar ise iki konunun da kısa süre sonra gündeme geleceğini ancak şimdilik kendileri açısından 2007’nin sonuna kadar Kerkük’te yapılacak olan referandumun daha önemli olduğunu belirtiyorlar.

Dünya Üniversiteler Birliği üyesi olan Selahattin Üniversitesi Irak’tan bağımsız olarak bir eğitim programı uyguluyor. Burada kullanılan dil ise Kürtçe ve İngilizce. Üniversitede Türkiye, Suriye, İran, Lübnan ve Ürdün’den gelen öğrenciler okuyor. Sayıları çok az olsa da Avrupa ülkelerinden mastır yapmak için gelenler de var. Üniversite yönetimine IKDP hâkim. Öğrenci alımları bile IKDP merkezinden gelen listelere göre şekilleniyor; hangi öğrencinin hangi bölümde okuyacağı yine bu listeye göre belirleniyor. Rektör Prof. Dr. Muhammed Sadık, kendilerinin bu konuda bir söz hakkı olmadığını ancak çok iyi bir eğitim verdiklerini aktarıyor. Sadık’a göre, kısa bir süre sonra eksiklerini tamamlamış bir Selahattin Üniversitesi, Ortadoğu’nun en gözde eğitim mekânı olacak.

Sadık, soyadı kanunu ve Latin Alfabesi konusunda da görüşlerini belirtirken biraz temkinli davranıyor. Fiiliyatta zaten Latin Alfabesi’ne geçtiklerini ancak resmî yazışmalarda Arap Alfabesi’ni kullanmak zorunda olduklarını açıklayan Sadık’a göre, Latin Alfabesi’ne hemen geçmek için vakit çok erken. Kuzey Irak’ta topyekûn Latin Alfabesi’ne geçmek için yaklaşık 300 trilyondan fazla bir paraya ihtiyaç var. Soyadı kanunu için böyle bir zorluk ve külfet ise yok. Ona göre Avrupa ülkeleriyle aynı duruma gelmek için bir an önce soyadı kanununun uygulanması lazım: “Miras kavramı artık ciddi bir biçimde ele alınıyor. Soyadı benzerliği aranıyor. Kadınların mirastan faydalanabilmesi için soyadı kullanılması lazım. Çoğu zaman sadece isimle yetiniliyor ama bu sağlıklı bir sonuç vermiyor.”

Kuzey Irak’ta günlük ve haftalık yayın yapan gazetelerin sayısı hayli artmış. Hâlihazırda mahalli gazete hüviyetinde olsa da bütün Kuzey Irak’ta 150 gazete çıkıyor. Televizyon ve radyolar ise yarı profesyonel olarak yayınlarını sürdürüyor. Kürsat, Kürdistan TV, Zagros TV gibi televizyon kanalları Kürtçe yayın yapıyor. Ama Kuzey Irak’ta en ilginç nokta, yayınevlerinde basılan Kürtçe kitapların sayısındaki artış. Saddam döneminde son on yılda sadece 450 Kütçe kitap basılmışken şimdi ayda basılan kitap sayısı çoktan 750’yi geçmiş durumda. Çocuklar okulda tarih, coğrafya, matematik, fen bilgisi gibi dersleri İngilizce ve Kürtçe okuyor.


KÜRTLER BURUN ESTETİĞİNİ KEŞFETTİ

Kuzey Irak’ta ekonomik kalkınma ile birlikte göze çarpan yerlerden biri de güzellik bakım merkezleri. Son iki yılda bölgede burun estetiğinde bir patlama yaşandığı belirtiliyor. Tahmini rakamlara göre sadece Erbil’de burnunu küçülten kadın ve erkeklerin sayısı 350’yi bulmuş. Daha küçük bir buruna sahip olmak için 1000-2000 dolar arasındaki masrafı gözden çıkarıyorlar. Erbil’de estetik yapan doktorlardan İntih Muhammed El Musuli, aslında kulak, burun, boğaz uzmanı. Teşhis koyduktan sonra cerrah olan eşi Ferhat tarafından hastalar ameliyata alınıyor. El Musuli, Kuzey Irak’ta insanların artık dış güzelliğe önem vermeye başladıklarını aktarıyor: “Yüzdeki sivilceleri alıyoruz. Burun estetiği yapıyoruz. Erkek ve kadın fark etmiyor. Çok sayıda insan bu sebeple bize başvuruyor.” Çapa Tıp Fakültesi’ni bitiren El Musuli yıllardır Erbil’de doktorluk yapıyor. Doktor babanın ve annenin kızı olan Şirin Ferhat ise “Ben malzemeleri Türkiye’den getirdim. Erbil’de ilk defa bu işi ben yapıyorum. Almanya’da kurs aldım, şimdi uyguluyorum. Kadınlar ve erkekler güzelleşmek için bize müracaat ediyor. Her geçen gün talep artıyor.” diyor.


KÜRDİSTAN BÖLGE TAKIMI: ALPAY ÇILGIN

Kuzey Irak’ta bölgesel bir millî takım da kurulmuş. “Erbil” adıyla maçlarını oynayan takım Irak liginde ilk beşe giriyor. Takımdaki futbolcuların aynı zamanda “millî takım” oyuncusu olduğu dile getiriliyor. Takım, maçlarını Erbil’deki 30 bin kişilik Fransuva Hariri Stadyumu’nda oynuyor. Erbil’in önde gelenlerinden Hıristiyan kökenli Hariri, IKDP’de önemli vazifeler almış, Erbil Valisi iken öldürülmüştü. Erbil takımının uluslararası bir müsabakası henüz yok. En kısa zamanda bunu gerçekleştireceklerini söylüyorlar. Takımın santrforu Abas Hassan, aynı zamanda Irak Millî Takımı’nın da golcüsü. Bu sezon oynanan uluslararası maçlarda fileleri 7 kez havalandırmış. Sarı beyaz renklerden oluşan takımın teknik direktörlüğünü 1986’da Irak Millî Takımı’na kadar yükselmiş Arap dünyasında tanınan meşhur futbolcu Nazım Şakir yapıyor. Şakir’in kendisi Arap, anlaşmak için çoğu zaman Kürtçe tercüman kullanıyor. 30 kişiden oluşan millî takımın malzemeleri ve topları yurtdışından yardım olarak geliyor. Futbolcuların gönlü genelde Türk takımlarında. Genç futbolcu Samir Seyit, Galatasaray’da futbol oynamak istediğini söylüyor. Diyarbakırspor da en çok bahsedilen takımlar arasında. En çok Hakan Şükür’ün ismi zikrediliyor. Hasan Şaş, Emre Belözoğlu, Ümit Davala, Rüştü Rençber de onu takip ediyor. Üzerinde en çok durdukları diğer bir millî futbolcumuz ise Alpay. Onun için “çılgın” diyorlar. Erbil’de millî futbolcu olmak çok fazla bir gelir sağlamıyor. En pahalı futbolcu Hassan’ın fiyatı 60 bin dolar. Diğer futbolcular ise sudan ucuz; fiyatlar 100 dolardan başlayıp bin dolara kadar çıkıyor.


SINIRDAKİ EKMEK PARASI

Erbil’den Habur sınır kapısına gelmek için iki yol var. Biri Kandil Dağı eteğinden diğeri ise direkt Erbil-Zaho yolundan. Terör örgütü PKK’nın cirit attığı Kandil Dağı’nın yamacındaki Baba Barzani’nin dev resmi ilgi çekiyor. Diyarbakır, Mardin ve Batmanlıların ekmek parası dedikleri kaçak şeker, çay ve sigaralar, bu yol üzerinden taksi ya da otobüslerle taşınıyor. Her taksi dönüş için bir yolcu taşımak zorunda. Durum böyle olunca kaçakçılığın abartılmasını önlemek için sıkı kontroller yapılıyor. Şekere ve çaya göz yumuluyor ama sigara eğer fazla ise el konuyor. Bu durum her iki taraf için de geçerli. Kürt tarafından Türkiye’ye geçerken herhangi bir şekilde “Kürdistan” kelimesinin belirtildiği bir emtia içeri alınmıyor. Bir kitaptaki tek bir “Kürdistan” kelimesi bile o kitabı sınırdan geçirememeniz için kâfi. Üstelik kitap Türkiye’de basılmış olsa bile.


SINIRDAKİ BAYRAK KÜRT ULUSUNU TEMSİL EDİYOR

Sefin Dizai, 1989-2003 yılları arasında Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye temsilcisi olarak görev yaptı. Şimdi partinin dış ilişkiler sorumlusu. Bir Türk’le evli olan Dizai ile Kuzey Irak’taki yapılanmanın statüsünü ve geleceğini konuştuk.

-Sınırda “Kürdistan’a hoş geldiniz” yazısı ve Kürdistan bayrağıyla karşılaştık. Acaba bu bağımsız Kürt devletinin yakında kurulacağı anlamına mı geliyor?

Bu aslında yeni bir şey değil, bahsettiğiniz yazı da bayrak da yıllardır var. Yeni ortaya çıkmadı. O, ‘Kürdistan’ın bayrağıdır. Hatta bazıları bu “Mahabat Bayrağı” diyor; ama bu ondan önceki bir bayraktır. Kürt ulusunu temsil ediyor. Başka ülkelerde de federal bir yapının içinde böyle bir bayrak vardır. Yalnız burada Irak bayrağını görmediniz. Biz şu andaki Irak bayrağını kabul etmiyoruz.

-Neden?

Bu bayrak Irak halkını temsil etmiyor çünkü. Maalesef o bayrak Irak’ı değil Baas’ı temsil ediyor. 1963’ün bayrağı ve üzerinde 3 yıldız var. 3 yıldız Suriye, Mısır, Irak. O zaman Arap milliyetçiliğinin birleşmesidir. Bu da zaten hiçbir zaman olmadı. Bu bayrak altında Kürt halkı işkence ve zulüm gördü. Bu nedenle biz bu bayrağın Irak’ı temsil ettiğini düşünmüyoruz. Yeni Irak’ı temsil eden yeni bir bayrak olursa onu ‘Kürdistan’ bayrağı ile yan yana asacağız.

-Peki, bayrağın değişmesi yönünde bir talebiniz oldu mu?

Elbette. Buna sadece biz değil Şiiler de itiraz ediyor. Bu bayrak bizim bayrağımız değil. Yeni bir bayrak olursa saygıyla selamlar, onu seve seve göndere çekeriz.

-PKK’nın Kuzey Irak’ta parti kurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

PKK, Türkiye’nin bir iç sorunudur. Maalesef sınır üzerinden bize de geldi. Biliyorsunuz PKK ile çeşitli çatışmalar yaşadık. Bu yüzden yüzlerce köyümüz boşaltıldı. Türkiye’nin bunu kendi içinde çözmesi lazım. 1992’den önce de bir parti kuruldu. Bu parti PKK’nın bir parçasıdır. Tabii o dönemde seçime katılmaya izin vermedik.

-Ama bu sefer katıldılar?

Seçime katıldılar fakat şu parti katılsın bu parti katılmasın diye bir yetkimiz yok. Bağdat hükümetinin bile böyle bir yetkisi yok. Sadece Yüksek Seçim Kurulu karar verebilir. Yani bu parti yasak ya da değil gibi.

-Peki ofis açabilir mi?

Ofis açabilmesi için izin alması lazım. Eğer bu partinin güvenliğe aykırı bir tutumu ve negatif bir politikası varsa o zaman derhal kapatırız.

-Ofislerde Öcalan’ın posterleri var.

Yasaya göre olmaması lazım. Çünkü Abdullah Öcalan Irak Kürtlerini ya da Türkiye’deki Kürtleri temsil etmiyor. Bu benim kanaatim. Özellikle Irak Kürtleriyle hiç alakası yok. Bu yasalara göre hareket edilmesi lazım. Allah Kürtlerin başına Öcalan gibi yeteneksiz bir adamı vermiş. Onu destekleyen Kürtlere acıyorum. Kendini temsil edemeyen bir milleti nasıl temsil edecek.

-Siz bu durumdan hoşnut musunuz?

Keşke durum bu seviyeye gelmeseydi. Öcalan bağlantılı hiçbir şeyden hoşnut değiliz, aksine rahatsız oluyoruz. Ama biraz zamana ihtiyaç var. İsmi PKK ya da PÇDK olmuş hiç fark etmez. Siz de Türkiye’de aynı problemi yaşıyorsunuz. HADEP diyorsunuz, DEHAP diyorsunuz bunlar PKK’ya yakın partilerdir. Bizim durum da sizinki gibidir. Orada anayasaya göre hareket ediliyor, keza biz de böyle hareket etmeye çalışıyoruz.