KELLE
AVCILARI
Bir ideal ve hizmet uğruna
devlet yükünü yüklenmiş,milletin selâmetini omuzlarına
alarak tekeffül eden üç mazlum...
Kara sayfanın üç ak
şahsiyeti...
Akbabalara kurban edilen ak
alınlı mazlum ve mağdur gönül erleri...
11 yıldır kırdıkları esaret
zincirini milletin boynundan çıkartmış,milletin
idamdan kurtarmış,milletin ise kendilerini idamdam
kurtaramadıkları,tarihe şeref levhası olarak katılan,milletin üç şeref
madalyaları...
Milletin yüzüne kapanan kapıyı
aralayan bu üç öncü kuvvete,memleket kapıları
kapanmış,İmralı sürgün yeri onlara reva görülmüştü.
Sizi taltif etmeye gücümüz ve
zamanımız yetmez,buyrun
Allah’ın rahmet sofrasına şuurunda olunmadan onlara ebedler
kapısı aralanmış oluyordu.
"Mahkeme müddetince biz suçlu, siz de
savcı mevkiinde bulunduğunuz için istemeyerek birbirimizi incittik. Buna rağmen
sizden af ve özür dilerim."
Egesel de: "Katiyen size
kırılmış değilim. Siz de bir kusurum varsa beni affedin ve hakkınızı helâl
edin" dedi. Böylece karşılıklı helâllaşmadan
sonra Ada Komutanı'na dönerek:
"Kumandan bey, sizden, hatırlarsınız ya, son bir
ricam olacağını söylemiştim: Benden evvel asılmış olanların ölüme nasıl
gittiklerini bilmiyorum. Fakat ben, işte gördüğün gibi, galiba bir insanın
olabileceği kadar sakin ve metinim. Senden bunu aileme ve bilhassa anacığıma
bildirmeni istiyorum. Son nefesimi, onu utandıracak bir korkaklığa düşmeden
verdiğimi mutlaka bilmesini isterim!"
İDAMDAN
ÖNCE SON RİCASI
"Kumandanım bir ricam daha var: Ben, asılanların
kaçıncısı oluyorum?"
Zorlu'nun asılanların
kaçıncısı olduğu sorusuna da:
"Ne baştasın, ne de sonda" deyince, bunun
üzerine gülümseyerek:
"Hayru'l umuri evsatuha! En hayırlısı
ortada olmakmış" dedi.
Zorlu, metanetini idam sehbasında
da korudu. O kadar ki, mahut gömleğin üzerine giydirilişinden sonra, kendisine
dini telkinde bulunan hocanın, Arapça kelimeleri telâffuzda düştüğü hataları
düzeltti. Kollarını arkadan bağlarken Başsavcı'ya son
bir ricada bulundu: Ellerinin önden bağlanmasını istedi. Fakat bunun kanunen imkansızlığı kendisine anlatıldı. Ne masaya, ne de masa
üzerindeki sandalyeye çıkarken yardım istemedi. Hatta,
heyecandan eli titreyen cellada: "Oğlum, ne titreyip duruyorsun? İlmik
senin değil, benim boynuma geçecek" dedi. Sonra adeta kendini uçsuz bucaksız
bir boşluğa atar gibi:
"Allah memleketi korusun, haydi
Allahaısmarladık!" dedikten sonra ayaklarının altındaki sandalyeyi itmek
işini de kimseye bırakmadı. Boyu uzun olduğu için ayakları masaya basmıştı. Cellad masayı iterek kendisine düşen görevi yerine getirmiş
oldu."
Ada komutanı Albay Tarık Güryay,
Menderes'le aralarında geçen nihai konuşmalarını şöyle anlatmakta: "Dışarda hafif yağmurlu, kasvetli bir hava var. Menderes'e pardesüsünü giydirip onu kapının önünde bekleyen jipe bindirdikten sonra, ben de yanına oturdum.
Menderes: "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.
"Hastahaneye dedim. Deniz Hastahanesi'ne
gideceksin. Doktorlar öyle karar verdiler!"
Yüzüme çocuksu bir kuşkuyla baktı:
"Doktorlar hiçbir şeyin yok demişlerdi!"
"Evet, öyle rapor verdiler. Ama senin, esaslı bir muayeneye tabi tutulmana
lüzum görüyorlar" dedim. Menderes hastahaneye
gönderildiğine inanarak, bana: "Ne olur kumandan, diyordu. Berin'den
mektup geldikçe bana iletiverin!" Muhafız olarak onunla beraber, Deniz
Yüzbaşı İsmail Sıdal, Topçu Üsteğmen Tuğrul Sungar ve Topçu Üsteğmen Kemal Atasaral
gideceklerdi. Motöre binerken elimi sıktı:
"Öpeyim Kumandan" diyerek başını yüzüme uzattı. Onunla ilk ve son
defa öpüştük.
Odama döndükten sonra beni telefonun zili sıçrattı.
Karşımdaki: "Tarık, diyordu, Adnan Menderes'i bir
yere gönderme!" Sayın Gürsel'e durumu anlattım: Doktorlar gelmişler,
"idamına mani bir hali yoktur" anlamında rapor vermişlerdi. Başsavcı Egesel'le hakimler de onu alıp
İmralı'ya götürmüşlerdi.
Bu sözleri söylerken gözlerime ilişen saati, 12.00'yi
çeyrek geçiyordu. Adnan Menderes ve ötekiler İmralı adasına belki henüz
varmamışlardı bile. Gürsel'e söylediklerime, hemen şunları da ilave ettim:
"Orgeneralim, şayet Menderes'e dair bir emriniz
varsa, bunu İmralı'ya derhal bildirebilirim."
Neler olmuştu bilmiyorum, fakat sayın
Gürsel: "Yok, hayır!" dedi ve ilave etti: "Yapılacak bir şey
yok: Olan olmuş artık!" (Bak.Yeni Şafak gazt.26-9-2001.)
İmamın öncülüğünde son tevbesini
yaptıktan sonra,Son söz olarak şunları söylüyordu:
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim
ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı şefkatle
anıyorum."
Saat 14:26'yı
gösteriyordu. İnfazdan sonra Şiddetli bir fırtına koptu, gelen gök gürültüsünün
ardından yağan şiddetli yağmur, herkese kendisini ülkesine adamış bir büyük
devlet adamının tertemiz ruhunun rahmeti olduğunu düşündürdü.
Gök zemine hiddet ediyor,ağlayıcı göz yaşlarını döküyordu.
Hukuk yine çiğnenmişti.
İnfazlar gece veya sabaha yakın uygulanması gerekirken,talandan
mal kaçıran mezar soyguncuları tarafından değerli bir insan daha
soyutlanıyordu.
Bugün Kahtı Rical yani adam
kıtlığı çeken memleketimiz bu duruma iki sebebten
dolayı gelmişti:Biri;Adamları idam
etmekten,İkincisi;Adam olacakları Sindirmekten...
Tarihe bu üç atlı kahraman
olarak geçti,onun ipini çekenler sefaleti seçti...
Gönüllerdeki tahtlar,zoraki açılan bahtlardan uzun ömürlü oldu.
Onları Rahmetle yâdediyoruz...
MEHMET ÖZÇELİK