Başkanlığımıza yurttaşlarımız tarafından, çeşitli
konularda pek çok dini soru sorulmaktadır. Bunlardan en çok sorulan ve
halkımızın çoğunluğunu ilgilendirenlerin, cevaplarıyla birlikte yayınlanması
faydalı görülmüştür. Son aylarda, kaza namazı ile ilgili olarak, pek çok
yurttaşımız tarafından sorulan "ortak soru" şöyle:
Toplumumuzda pek çok müslümanın namaz borcunun olduğu bir gerçek. Bunlardan,
-benim gibi- bir kısmı, belirli bir yaşa gelinceye kadar, sözgelimi I5-20
yıl hiç namaz kılmamış; yaşı kırkı aştıktan sonra namaza başlamış. Bir kısmı
ise, bir mazeret sebebiyle veya mazeretsiz olarak, bazı vakitlerde namaz
kılmamış, yahut kılamamış. Hemen kaza etmediği için, bunlar da toplam
olarak, epeyce bir sayıya ulaşmış.
Bizim şimdiye kadar hocalarımızdan, bu konuları bildiğine inandığımız
kişilerden ve okuyup anlayabildiğimiz kitaplardan edindiğimiz bilgilere
göre, "ister mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olarak, vakti içinde edâ
edilmemiş olan farz ve vacip namazların en kısa zamanda kaza edilerek,
borcun ödenmesi gerekir. Ancak, namaz borcu olan kimseler, kaza namazı
kılmak bahanesiyle beş vakitte kılınan sünnet namazları terketmezler; beş
vakit namazlarını sünnetleriyle birlikte kılarlar. Fırsat buldukça da
vaktinde edâ edemedikleri farz ve vacip namazları kaza ederek, bir an önce
borçlarını ödemeğe çalışırlar..."
Bu konuda bizim bilgimiz böyle. Şimdiye kadar böyle yaptık; sanıyoruz, pek
çok müslüman da bizim gibi yapıyor. Ancak son zamanlarda kaza namazı ile
ilgili olarak, çok farklı göriiş ve iddialar ortaya çıktı. Kimi, sadece
meşru bir mazeretle vaktinde kılınamayan namazların kaza edilebileceğini;
mazeretsiz terkedilen namazlann kazasının olmadığını iddia ediyor. Kimi,
üzerinde farz ve vacip namaz borcu bulunan kimselerin, kıldıklan
sünnetlerin, Allah katında makbul olmadığını söylüyor. Kimi, fıkıh
kitaplarındaki "fâite" (çoğulu: fevâit) teriminin "mazeret sebebiyle edâ
edilememiş (kaçırılmış) namaz" anlamında olduğunu; bu itibarla meşru bir
mazeretle edâ edilemeyen namaz borcu olan kimseler, beş vaktin sünnetini
kılabilirlerse de, mazeretsiz olarak terkedilmiş namaz borcu olanların
sünnet yerine kaza namazı kılmalan gerektiğini; kimi de bu gibi kimselerin,
beş vakit namazlannı edâ ederken, farzdan önce ve sonra kılınan sünnetlerde,
"hem vaktin sünnetine, hem de geçmiş bir namazın kazasına niyyet edilmesini;
böylece hem vaktin sünneti kılınmış, hem de geçen bir vakte âit borcun da
kaza edilip ödenmiş olacağını" -bazı kaynaklar da vererek; yazılarında
ısrarla savunuyor.
Ayrıca, "İnsanların hesap günü, önce farz namazlar konusunda hesaba
çekileceği; farz namazları tamam ise, hesabının kolaylaştırılacağı; tamam
olmayanların eksiklerinin nafilelerden ikmal edileceğini..." beyan eden
hadis-i şerifler de naklediliyor.
Bütün bu farklı görüş ve iddialar karşısında, meşru mazeretlerle veya
mazeretsiz olarak, zaman zaman kısmen, yahut da belli bir süre tamamen
namazlarını vakti içinde edâ etmemiş, üzerinde az veya çok namaz borcu olan
müslümanların, ne yapacaklarını şaşırmamaları mümkün değil. Mazeretsiz
olarak terkedilmiş olan namazların kazası mümkün değil midir? Farz borcu
olanların, bunları kaza etmeden kıldıkları sünnet namazlar, boşuna mı
gitmektedir? Bir namazın, -hem vaktin sünneti, hem de geçmiş bir namazın
kazası olarak- iki ayrı niyyetle kılınması câiz ve sahih midir? Böylece
ikisi birden kılınmış olur mu? Ve bir de bu iddialara mesnet olarak
gösterilen kitaplar, kaynak niteliğine hâiz muteber eserler midir ve
nakiller doğru olarak yapılmış mıdır?
Biraz uzun, fakat pek çok kimseyi ilgilendirdiğini sandığımız bu hususları
açıklamanızı bekliyoruz.
CEVAP
Namaz, dinimizin ifâsını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i
şehâdetten sonra, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş esastan
birincisidir. Akıllı ve erginlik çağına ulaşan her müslümana, istisnasız
farzdır. Farziyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Terkedilmesi ve
-geciktirmeyi câiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın- vaktinde edâ
edilmeyip, kazaya bırakılması, en büyük günahlardan biridir. Bu itibarla,
her müslümanın beş vakit namazını vakti içinde edâ etmesi; geciktirmeyi caiz
kılan meşru bir mazeret olmadıkça, hiçbir vaktin namazını kazaya bırakmaması
gerekir.
Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve Ramazan orucu gibi, edâsı belirli
vakitlere bağlanmış olan ibadetlerde, hem ibadetin ifası, hem de emrin
belirlenen zaman içinde yerine getirilmesi olmak üzere iki ayrı mükellefiyet
söz konusudur. Bu tür ibadetleri, dinimizin tayin ettiği vakti içinde eda
edenler, her iki mükellefiyeti birden yerine getirmiş olurlar. Vaktinde edâ
etmeyip, daha sonra kaza edenler ise, bu iki sorumluluktan sadece birini
yerine getirmiş olurlar.
İslâmî hükümlere göre, hiç kimse gücünün yetmediği bir şeyi ifâ ile mükellef
olmaz ve bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de (Bakara
Sûresi, âyet : 286): "Allah kişiyi ancak gücünün yettiğinden sorumlu
tutar..." buyrulmuştur. Bu itibarla, bir ibadeti meşru bir mazeret sebebiyle
vakti içinde edâ edemeyip, daha sonra kaza eden kişi dinen sorumlu olmaz.
Fakat meşru bir mazeret olmadığı halde namazlarını vaktinde edâ etmeyenler,
daha sonra bunları kaza etmekle emri, vakti içinde yerine getirmeme
sorumluluğundan kurtulmuş olmazlar. Bu gibilerin ayrıca tevbe ve istiğfarda
(günahlannın affı için niyazda) bulunmaları ve bu sorumluluğu telâfi edecek
iyi işler ve nâfile ibadetler yapmaları gerekir. (1) Nitekim Kur'an-ı
Kerim'de (Hûd Sûresi, âyet: 114): "İyilikler kötülükleri (günahları)
giderir." buyrulmuştur.
(1) Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvi, Hâşiye ala Merâlcı'1-felah, sh. 358. İst.,
1985; Alaüddin el-Haskefi; ed-Dürrii'1-münteka, 1/144, İst., 1328; a. mlf.,
ed-Dürrü 1 muhtâr, 1/485 (Reddü'1-muhtar kenarında). Bulak, 1272; İbn Abidin,
Reddü 1-Muhtar, 1/485, Bulak, 1272; H. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm (Kitabü
s-salat), sh. 453, İst., 1326; Haseneyn M. Mahlûf, Fetavayı Şer'iyye,
1/242-243, Kahire, 1391/1971.
Namazın terki için, dinimizde hiçbir mazeret yoktur. Geciktirilmesi (kazaya
bırakılabilmesi) için dinin meşru saydığı mazeret ise, unutma ve uyku gibi
şuur dışı haller ile, o anda (vakti içinde) edâ edebilme imkanının
bulunmayışından ibarettir. Sözgelimi, Ramazan'da seferde veya savaşta olan
bir kimse, -oruç tutma imkanı olsa bile- orucunu kazaya bırakabilir; bundan
dolayı günahkâr olmaz. Fakat edâ imkânı varsa fiilî savaş hali bile, namazı
kazaya bırakmayı meşru kılan bir mazeret değildir. Çünkü namaz, kişiye daima
ilahî mürakabe altında bulunduğunu hatırlatarak, onu her türlü kötü
davranıştan koruduğu gibi; her durumda kolayca edâ edilebilen bir ibadettir.
Abdest alamayanın teyemmümle, ayakta duramayan veya oturamayanın yattığı
yerde, sadece başı ile ima ederek namazını edâ etmesi müınkündür. O halde,
aklı başında ve edâ imkanı olan bir müslümana namazı kazaya bırakmak için
meşru bir mazeret, söz konusu değildir. Bu itibarla, bir namazı kaza etmekle
borç ödenmiş olursa da, mazeretsiz vaktinde edâ etmemenin sorumluluğu
kalkmış olmaz.
Şimdi, konu ile ilgili bu girişten sonra, soruda belirtilen hususların
açıklanmasına geçebiliriz.
1. Bir müslüman namazını, ya uyku, unutma, dalgınlık... gibi dinen meşru
sayılan bir mazeretle; veya mazeretsiz olarak geçirmiş olabilir. İster
mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olarak, her ne şekilde olursa olsun,
namazını vaktinde edâ etmemiş olan bir kimsenin, onu kaza ederek, borcunu
ödemesi gerekir. Ancak, meşru bir mazeretle vaktinde kılınmamış bir namaz,
ilk fırsatta kaza edildiği takdirde, her hangi bir sorumluluk söz konusu
olmaz. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) :
"Her kim bir namazı unutur veya ondan gaflet edip uyuyakalırsa, onu
hatırladığında hemen kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur..."
buyurmuştur. (2)
(2) Buhari, es-Sahih, 1/148 (Mevâkit; 37) İst., 1315; Şevkânî, Neylü'l-evtâr,
2/26-27, Kahire, 1380/1961; Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü'l-câmi, 1/147, Kahire,
1381/1961; Tecrid Tercemesi, 2/537 (Hadis No: 354), Ankara, 1975.
Şüphesiz mazeret sayılan uyku, namaza kalkmamak üzere yatıp uyumak değildir.
Namazı geçirmeme azmi ile gerekli tedbir alındğı halde uyanamamak veya
uyuyup kalmaktır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz, bir gece seferinde
son derece yorulmuş olan ashabına, ancak içlerinden birini kendilerini
namaza uyandırmak üzere görevlendirdikten sonra istirahat için izin vermiş,
fakat herkes uykuya dalınca, görevli de uyuyuvermiştir. Konu ile ilgili
rivayetlerden, bir kaç defa tekerürü muhtemel bulunan bu olayda, Rasûlullah
(s.a.s.) sabah namazını güneş doğup yükseldikten sonra, yine cemaatle
kıldırmıştır. (3)
Hendek savaşında da zor bir gün Rasûlüllah (s.a.s.) ve ashabı, öğle, ikindi
ve akşam namazlarını vaktinde kılma imkanı bulamamışlar; bu üç vakti, yatsı
namazından önce tertip üzere, cemaatle kaza etmişlerdir. (4)
(3) Buhari, a.g.e., 1/148 (Mevakıt, 35); Şevkânî, a.g.e., 2/29; M. Ali Nâsıf,
a.g.e., 1/147, Tecrid Tercemesi, 2/252-260 (Hadis No: 226) ve 2/532 (Hadis
No: 352).
(4) Buhari, a.g.e. 1/148 (Mevâkıt, 38) ve 3/233 (Cihâd, 98) ve 5/48 (Meğâzî,
29); İbn Hümam, Fethu'l-Kadir, 1/349, Bulak 1315; Zeyleî, Nasbü'r-râye,
2/164, Beyrut, 1393/1973.
Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle vaktinde edâ edilemeyen namazlann daha
sonra kaza edilmesi Rasûlüllah (s.a.s.) in kavlî ve fiilî sünnetiyle
sabittir. Mazeretsiz terkedilmiş namazların kaza edilip edilemeyeceğine
gelince :
2. Kasden namazı terketme günahının, kaza ile telâfisinin mümkün olmayacağı,
esâsen Rasûlüllah (s.a.s.) in bu konudaki söz ve uygulamalannın hep mazeret
sebebiyle vakti geçirilmiş namazlarla ilgili olduğu düşüncesinden hareketle,
sahabeden Hz. Ömer, oğlu Abdullah, Sa'd b. Ebî Vakkas, İbn Mes'ud, Selman
Fârisî ve tâbiundan el-Kasım b. Muhammed, Muhammed b. Sîrin, Mütarraf b.
Abdillah, Ömer b. Abdilaziz, Büdeyl b. Meysere ve Sâlim b. Ebi'l-Ca'd ile
Dâvud ez-Zâhîri, İbn Hazm ve İbn Rüşd gibi Zâhiri mezhebi müctehit ve
fakihleri kasden terkedilmiş olan namazların kaza edilemeyeceği görüşünde
iseler de, (5) başta dört mezheb müctehid ve fakihleri olmak üzere İslâm
âlimlerinin cumhuruna (çoğunluğuna) göre, edâsı farz olan namazların,
mazeretsiz (kasden) terkedilmiş de olsa, kazası da farzdır. (6)
Cumhur bu hükme mesnet olmak üzere:
a. Hadis-i şeriflerde unutma, uyku gaflet... gibi, şuur dışı haller
sebebiyle vakti geçirilen namazların kazası emredildiğine göre, mazeretsiz
terkedilen namazlann kazasının evleviyetle gerekeceği (7)
b. Hadis-i şeriflerde yer alan "nisyan" (unutma) kavramının, kasden
terketmeyi de ifade ettiği; çünkü bu kelimenin, ister zuhûlen, ister kasden
olsun, (Tevbe Sûresi, âyet : 67 ve Haşr Sûresi, âyet : 19 da olduğu gibi)
mutlak "terk" anlamında da kullanıldığı (8)
(5) Aynî, Umdetü'l-kari, 2/602, İst., 1308; ibn Hazm, el-Muhallâ, 1/238,
Beyrut, 1352; Şevkânî, es-Seylü'l-cerrâr, 1/289, Beyrut, 1405/1985; Tecrid
Tercemesi, 2/538-539.
(6 ) Aynî a.g.e., 2/206; Abdurrahman el-Cezîrî, el-Mezâhibu'l-erbea, 1/488,
Kahire ts., Tecrid Tercemesi, 2/538-539.
(7) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27; Mansur Ali Nâsıf, a.g.e., 1/147; Tecrid
Tercemesi, 2/539.
(8) Aynî, a.g.e., 2/608; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27.
c. Yine unutma veya uyku gibi şuur dışı haller sebebiyle geçirilen namazlann
kazası ile ilgili hadis-i şeriflerde yer alan "onun bundan başka keffareti
yoktur." ifadesinin, mazeretsiz olarak namaz vaktini geçirenlere de delâlet
ettiği; çünkü mazeretle vakti geçirmiş olanlar için günah olmadığından,
keffaretin de söz konusu olamayacağı; (9)
d. Namazı kasden terkedenlerin de, Cenab-ı Hakk'ın emrine muhatap olmaları
dolayısıyla, onlar üzerine de namazın borç olduğu; borcun ise ancak
ödenmekle zimmetten düşeceği; (10) nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) in de:
"Allah'a olan borç, ödenmeye en lâyık olandır," (11) buyurduğu;
e. Namazın edâsı ile ilgili emrin, edâ edilmediği takdirde kaza için de emir
sayılacağı, çünkü emirle vacip olan şey, edâ edilmedikçe emrin hükmünün
devam ettiği... (12) gibi delillere dayanmışlardır.
(9) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27.
(10) Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/27-28; es-Seylül-cerrâr, 1/289.
(11) Buhari, a.g.e., 2/240 (sıyam, 42); Müslim, es-Sahih, 2/804 (Sıyâm,
154-155 No: 1147) Kahire, 1374/1955.
(12) Aynî, a.g.e., 2/608; Şeyhzâde Abdurrahman b. Muhammed, Mecmeu'l-enhur,
1/144, İst., 1328; Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, Haşiye ala Merâki'l-felâh,
sh. 357-358.
Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle terkedilen namazlar gibi, mazeretsiz
olarak vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların da kaza edilmesi
gerektiği görüşü, delil yönünden daha kuvvetlidir. Ancak İslâm müctehid ve
fakihlerinin, ittifaka yakın derecede büyük çoğunluğuna göre, hangi sebeple
olursa olsun vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların kazası
fevridir; geciktirilmemesi gerekir. Bu sebeple günlük iş ve ibadet saatleri
ile yemek, uyku, dinlenme... gibi hayatî ihtiyaçların karşılanması için
geçen zamanlar dışında kalan bütün boş vakitlerde devamlı olarak kaza namazı
kılınarak, borcun bir an önce bitirilmesi gerekir. (13)
3. Kaza namazlarının gecikmesi açısından, kaza namazı borcu olan kimselerin
nâfıle ve sünnet namazlara vakit ayırıp ayıramayacağı konusu, mezhepler
arasında ihtilaflıdır.
a. Şâfiî mezhebinde, kaza borcu olan kimselerin günlük farz namazlar
dışında, ister beş vaktin farzı ile birlikte kılınan sünnetler, ister
terâvih, teheccüd... gibi diğer sünnet ve mutlak nâfileler olsun, kaza
borcunu tamamlamadıkça, sünnet ve nafile kılarak kaza namazlarını
geciktirmeleri haramdır. Ancak bu hükmün anlamı, diğer boş zamanları
değerlendirmeyip, sadece sünnet yerine kaza kılarak borçlann tamamlanması
değil; kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza
borçlarını geciktirmelerinin câiz olmadığıdır.
b. Mâlikîlere göre de, günlük farz namazlar ile sabah namazının sünneti,
vitir, bayram ve tahiyyetü'l-mescid dışında sünnet veya nafile ile meşgul
olarak kaza namazını geciktirenler, günah işlemiş olurlar.
c. Hanbelilere göre ise, bu durumda olan kimselerin, gerek beş vakitte
farzla beraber kılınan sünnetleri, gerek bunlar dışındaki diğer sünnetleri
kılmaları câiz ise de, borcu çok olanların, sabah namazının sünneti
müstesna; bunların yerine de kaza namazı kılmaları efdaldir. Sünnet olmayan
mutlak nafile ile meşgul olmaları ise haramdır. (14)
(13) Aynî, a.g.e., 2/602; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, 2/28; Abdurrahman el
Cezîri, a.g.e., 1/491.
(14) Abdurrahman el Cezîrî, a.g.e., 1/491-492.
d. Hanefilere gelince: Üzerinde ister az, ister çok, kaza borcu olan
kimselerin, gerek farz namazlarla birlikte kılınan revâtib sünnetlerini,
gerek Peygamber (s.a.s.) Efendimizin kılınmasını tavsiye buyurduğu terâvih,
teheccüd, tesbih, duhâ, tahiyyetü'1-mescid, evvâbîn... gibi diğer sünnetleri
kılmaları, -bu yüzden kaza borçlarının ödenmesi gecikmiş olsa bile-, efdal
görülmektedir. Sünnet olmayan mutlak nâfile namaz kılmak da haram veya
mekruh olmayıp; câiz ise de bunların yerine kaza kılmak efdaldir. (15)
Hanefî mezhebinde muteber kaynak niteliği taşıyan ve bir kısmı isim, cilt ve
sahife numaraları 15'inci dipnotta gösterilen fıkıh kitaplarında bu husus bu
şekilde beyan olunmaktadır. Bu itibarla, kaza borcu olan kimselerin sünnet
kılmalarının ahmaklık olduğu; bunların Allah katında makbul olmayıp boşa
gideceği... gibi sözler, Hanefî fukahasının kaynak olarak kabul ettiği
muteber eserlerde yer almayan mesnetsiz iddialardan ibarettir. Esasen,
-yukarıda görüldüğü üzere; Şafiîler dışında diğer üç mezhebe göre de, kaza
borcu olan kimselerin sünnet kılmaları câiz; Hanefîlere göre ise efdaldir.
(15) Ahmıed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 363; ibn Abidin, Reddu'l-Muhtar,
1/493, Bulak, 1272; el-Fetâvâl-hindiye, 1/125, Bulak, 1310; Abdurrahman el-Cezîrî,
a.g.e., 1/491-492; Osmanlica Tahtâvî Tercemesi, 2/143; İst. 1285; Zühdü
Paşa, el-Mecmûatü'z-Zühdiye, 1/131-132, İst., 1311; Hacı Zihni Efendi
a.g.e., sh. 467; Hacı Muhammed Nehif Ef., İlaveli Enisü'l-abidin, sh. 67,
İst., 1327; Ahmed Davudoğlu, İbn-i Abidin Tercemesi, 3/152, Ist., 1982; Ö.N.
Bilmen, Büyük İslâm İImihali, sh. 183, İst., ts.
4. Üzerinde "fâite" yani meşru bir mazeret sebebiyle vaktinde edâ edemediği
namaz borcu olan kimselerin sünnetleri kılabileceği; üzerinde meşru mazeret
olmadan terkedilen namaz borcu olanların ise, sünnet ve nafile kılamayacağı,
çünkü fâite ile mazeretsiz terkedilmiş namazların kazasının aynı olmadığı...
hususuna gelince :
Sözlük anlamında "fevt" bir şeyi yapamadan vakti geçmek; "terk" ise, bir
şeyi bırakmak, bir işten vazgeçip, onu kasden yapmamak demektir. Ancak,
sözlük anlamları farklı olan bu iki kelime fıkıhta, namazla ilgili terim
olarak, arada fark gözetilmeksizin , aynı anlamda, birbiri yerine
kullanılmaktadır. Hemen bütün fıkıh kitaplarında "fâite" kelimesi, ister
mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olsun, "vaktinde edâ edilmemiş olan
namaz" anlamında kullanıldığı gibi, mesela Alaüddin es Semerkandî'nin
"Tuhfetü'l-fukaha" adlı eserinde; (kaza namazlarında tertibin sukutu ile
ilgili olarak)
"Kim bir namazı terkeder, sonra bu fâiteyi hatırlar olduğu halde beş vakit
kılarsa..." ve
"Kim bir vakit namazı terkeder, sonra bu fâite hatırında olarak bir ay namaz
kılarsa..." (16) ...
gibi ifadelerinde, bu iki kelime arasında hiçbir mana ve hüküm ayrılığı
gözetilmemiş; terkedilen namaza "fâite" denilmiştir. Bâbertî'nin "el-İnâye"
adlı "Hidâye" şerhinde "... men fâtethü salâtün ev fevvetehâ amden..." (kim
bir namazı kaçırır veya kasden geçirirse...) (17) ibaresinde de, fevt
kelimesi hem mazeret sebebiyle, hem de kasden vakti geçen namaz için
kullanılmıştır.
(16) Alaüddin es-Semerkandi, Tuhfetü'l-fukaha, 2/231-232, Beyrut, 1405/
1984.
(17) Bâbertî, el-İnâye, 1/346 (Fethu'l-kadir kenarında), Bulak, 1315.
Esasen, vaktinde edâ edilmemiş olan namazlara "metrûke" (terkedilmiş) yerine
"fâite" (vakti geçmiş) denilmesinin, -başka bir maksatla değil, sadece;
müslümanın namazını ancak bir özürle geçirmiş olabileceğine dair hüsn-i zan
sebebiyle olduğu, fıkıh kitaplarında beyan edilmektedir. (18)
5. Hem bir kaza namazına, hem de vaktin sünnetine olmak üzere bir namazın
iki ayrı niyyetle kılınması ise, kaynak niteliği taşımayan
(Necâtü'l-mü'minin ve benzeri) bazı ilmihal tipi kitaplar ile, bu
kitaplardan nakiller yapan kişiler dışında, Hanefî müctehid ve fakihlerince
câiz görülmemektedir.
Bilindiği üzere, sünnet ve nafile namazların sıhhati için, mutlak namaz
niyyeti yeterli ise de, farz ve vacip namazların sıhhati için, (söz gelimi,
"bu günkü öğle namazının farzı..." veya "dünkü ikindinin kazası..." gibi)
niyyette kılınacak namazın hem aslını, hem isim ve vasfını tayin şarttır.
(19) Bu itibarla, sünnet veya nafile bir namazda, söz gelimi hem
tahiyyetü'l-mescid, hem duha (kuşluk) gibi, iki ayrı niyyet câiz görülmekte
ise de, -ister edâ, ister kaza olsun-; bir farz namazda iki ayrı niyyet câiz
değildir. Bu takdirde niyyet, bunlardan kuvvetli olana masruf olur.
(18) Alaüddin Haskefı, ed-Dürrii-1-münteka, 1/144 (Mecmeu'l-enhur kenarında)
İst., 1328; ed-Dürrü'l-Muhtar 1/475 (Reddü'l-Muhtar kenarında); Ahmed b.
Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., 1/485; Hacı Zihni Ef., a.g.e., sh. 452.
(19) İbn Hümam, a.g.e., 1/186-187; Ahmed Tahtâvî, a.g.e., sh. 179; Haskefi,
ed-Dürrü’l-Muhtâr, 1/279-280; İbn Abidin, a.g.e., 1/279-280; Hacı Zihni Ef.,
a.g.e., sh. 84.
Mesela; aynı namaz için:
a. Biri farz-ı ayn, diğeri farz-ı kifâye iki ayrı farz namaza niyyet, farz-ı
ayn olan namaz için;
b. Biri vakti girmiş, diğeri henüz vakti girmemiş iki ayrı namaza niyyet,
vakti girmiş olan namaz için;
c. Biri edâ, diğeri kaza iki ayrı farz namaza niyyet, -vakit müsait ise;
kaza için; vakit dar ise, vaktin farzının edâsı için;
d. İki ayrı vaktin kazasına niyyet, -kişi sahib-i tertib ise; ilk kazaya
kalan için; (aksi halde bu niyyetin hükmü yoktur.)
e. Hem bir nafileye, hem cenaze namazına niyyet, -nafile rükû ve secdeli
kâmil namaz olması itibariyle; nafile için;
f. Hem farz (mesela bir kaza namazı), hem de sünnet veya nafile bir namaza
niyet, -İmam Ebû Yusufa göre; sadece farz namaz için geçerli olur.
İmam Muhammed'e göre ise, sonuncusunda her ikisi içinde geçerli olmaz. (Zo)
Görüldüğü üzere bir kısmı dipnotta gösterilen en muteber kaynakların
beyanına göre, "hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti"
niyyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed'e göre, ne farz, ne sünnet, ne
de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf a göre ise sadece farz olarak
câiz olur; aynca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz. İki tane
müctehidin bu konudaki ictihatları, böyle olunca, fakih bile sayılmayan
"filan kişinin kitabında şöyle buyruldu" demenin, hiç bir anlamı yoktur.
(20) İbn Hümam, ' a.g.e., 1/187; İbrahim el-Halebî, Günyetü'l-mütemelli
(Halebî Kebir), sh. 249-251, İst., 1325; Halebî Sağîr, sh. 121-122, Ist.,
1309; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-nezâir, sh. 39-43, Dımaşk, 1403/ 1983;
el-Bahru'r-râik, 1/296-297, Beyrut, ts.; el-Fetâva'l-Hindiye, 1/65; Ahmet
et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 174; İbn Abidin, a.g.e., 295-296; Zihni Efendi,
a.g.e., 84-86; Ö.N. Bilmen, a.g.e., sh. 118-119.
Şüphesiz, sünnet yerine kaza namazına niyyet ederek, sünnet namazlan
terkeden müslümanlar, günahkar olmazlar. Kıldıklan namazlar kaza olarak
sahihtir. Ancak, sünnetlerin sevabından mahrum kalacakları gibi, -müekked
sünnetlerin mazeretsiz terkinden dolayı- isâet (ihmal ile zarar vermek)
etmiş olurlar. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) in itâb (azarlama, darılma) ve
tekdirine maruz kalırlar. (21)
6. Soruda söz konusu edilen Hadis-i şerif, kısmen değişik senet ve
lafızlarla, Buhari ve Müslim dışında bütün Kütüb-i Sitte' de, ayrıca Ahmed
b. Hanbel'in Müsned'i, Dârimî'nin Sünen'i ve Hâkim'in Müstedrek'inde rivâyet
edilmektedir ki anlamı şöyledir :
"Kıyamet günü, müslüman kulun ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer
bunu tam kılmışsa, mesele yok. Aksi takdirde meleklere :-Bakınız onun nafile
namazları var mı?, denilir. Eğer nafilesi varsa, farz namazları
nafilelerinden ikmal edilir. Sonra diğer farz ameller için de bunun gibi
yapılır." (22)
(21) Bâbertî a.g.e., 1/13; Ebû Gudde, Takdimetu Fethi bâbi'l-inâye bi şerhi
kitabi'n-Nükaye, 1/14-15, Haleb, 1387/1967.
(22) Ebû Davud, es-Sünen, 1/200 (Salat, 145, No: 8(i4), Kahire, 1371/1952;
Tirmizi el-Camiu's-sahih, 2/270 (Salat, 188, No: 413), Kahire, 1356/ 1937;
Nesâî, es-Sünen, 1/232 (Salat, 9) Kahire 1312; İbn Mâce, es- Sünen, 1/458
(İkame, 202, No: 1425), Kahire, 1372/1952; Darimî, es- Sünen, 1/313, (Salat,
91) Mısır, 1349; Hâkim, el-Müstedrek, 1/394 (No:966), Beyrut, 1411/1990.
Görüldüğü üzere hadis-i şerifte, farz namazlardaki eksikliklerin,
nafilelerden ikmal edileceği beyan olunmaktadır. Hadis şarihleri, ikmal
keyfiyetinin hadis-i şerifin zahiri manasına da uygun olarak, "kılınmamış
farz namazların nafilelerle tamamlanacağı" şeklinde olmasını da "edâ edilmiş
olan farz namazlardaki âdâb, sünnet, huşu, dua ve zikirlerle ilgili
noksanlarının ikmâli" şeklinde olmasını da ihtimal olarak zikrediyorlar. Ebû
Bekr İbnü'l-Arabî, "Arîzatü'l-ahvezî" adlı Tirmizi şerhinde, "bana göre, edâ
edilmeyen farzların nafilelerle tamamlanması ihtimali, daha açıktır; çünkü
hadisin devamında diğer farz ameller için de, bunun gibi yapılır, ifadesi
bunu göstermektedir..." demektedir. (23)
7. İddialara mesnet gösterilen kitapların kaynak niteliğinde olup olmadığı
ve bunlardan yapılan nakillerin ne derece doğru olduğu hususuna gelince;
böyle bir dergi için uzunca sayılabilecek bu yazıdan, sanırım bu konuda bir
kanaate varmak mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse, Kudüs Kadısı Sakızlı
Muhammed Sadık Efendi'nin "en-Nevadiru'l-fıkhıyye fi
mezhebi'l-eimmeti'l-Hanefiyye" adlı gayr-ı matbu eserinden, İbn Nüceym'in :
-"Üzerinde kaza namazı olan bir kimsenin; sabah, öğle, ikindi, akşam ve
yatsının sünnetlerini, bu namazların kazalarına niyyet ederek kılarsa,
sünnetleri terketmiş olur mu?” şeklindeki bir soruya cevaben :
-Hayır olmaz; çünkü sünnet kılmaktan maksat, şeytanın burnu sürtülmesi için,
vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır..." dediği
nakledilmektedir.
(23) 2/207, Kahire (Matbaatü’1-Mısrıyye), 1350/1951; Azimabâdî,
Avnü'l-mâbûd, 2/116, Delhi, 1322; Seharenfûri, Bezlül-mechûd, 5/136; Mahmud
Muhammed es-Sübkî, el-Menhelü'l-azbi'l-mevrûd, 5/311, Mısır, 1394; Süyûtî,
Zehru'r-ruba ale'l-Mücteba, 1/233 (Sünen-i Nesâî ile birlikte);
Haşiyetü's-Sindi ala Şerhi'n-Nesâî Lis's-Suyûtû, 1/232-233 (Sûnen-i Nesaî
ile birlikte); Beğavî, Şerhu's-Sünne, 4/159, Dimaşk 1390-1400/1970-1980;
Haydar Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, 4/248. İst., 1983.
Oysa, yukarıda (ve 20 numaralı dipnotta cilt ve sahife numaralan ile)
gösterildiği üzere İbn Nüceym, "el-Eşbâh ve'n Nazâir" ve "el-Bahrü'r-râik"
adlı kendisine ait kıymetli eserlerin her ikisinde de,
en-Nevâdiru'l-fıkhiyye'de kendisine isnat edilen sözlerin tam aksini
nakletmekte; bu anlamda hiçbir ifadeye yer vermemektedir. O halde bu sözler,
yeterli araştırma yapmadan, mezkür kitaba dercedilmiş, asılsız bir isnattan
başka bir şey değildir.
Kaldı ki, ibn Nüceym büyük ve muhakkık bir fakih olmakla birlikte -fukaha
arasındaki derecesi itibariyle; "tahric ve tercih ashabı"ndan bile
sayılmamaktadır. Hükmü beyan edilmiş olan bir konuda, tahric ve tercih
ehlinden olan fakihlerin bile müctehide muhalefeti söz konusu olamayacağına
göre, (24) farz-ı muhal, isnat edilen bu sözlerin kendisine ait olduğu sabit
bile olsa, -yukarıda İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed gibi müctehidlerden
nakledilmiş olan hükümler karşısında, ictihad yetkisini haiz olmayan bir
fakihin sözlerine itibar edilemeyeceği aşikardır.
Şunu da belirtelim ki, bir mesele için, kaynak niteliği taşıyan bir eser de
olsa, sadece kitabın adını vermek, kaynak göstermek demek değildir. Kaynak,
eserin müellifi, adı, cilt. ve sahifesi, baskı yeri ve tarihi belirtilerek
gösterilir.
(24) İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, 1/52-53; Ukûdu resmi'l-müftî
(Mecmûatti'r-resâil içinde), sh. 11-12, İstanbul, 1325; M. Ebû Zehra Ebû
Hanife, sh. 442-447, Kahire, İkinci baskı, ts.; Aynı eser, çeviren: Osman
Keskioğlu, sh. 388-393, Ankara, 1962; Seyyid Bey, Usûl-ı Fıkh (Medhal), sh.
243-249; İstanbul, 1333; Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu,
1/324-325, İstanbul, 1949; Hayreddin Karaman, İslâm’ ın Işığında Günün
Meseleleri, 2/505-506, Istanbul, 1988.
|