Uğur
Mumcu eğer 24 Ocak 1993 günü öldürülmeseydi, üç gün sonra 12 Mart 1971
döneminin askeri savcısı Baki Tuğ ile randevusu vardı. İki gün önce, Baki
Tuğ’un Meclis’teki odasında bir araya gelmişlerdi ve Tuğ’a, “Abdullah
Öcalan’ın MİT’le ilişkilerini ortaya çıkardım” demişti.
Baki Tuğ o tarihte DYP
Ankara Milletvekili ve Meclis Milli Savunma Komisyonu Başkanı’ydı.
Mumcu’ya, “Bana bir hafta zaman ver. Dosyalarıma bakıp sana cevap vereyim”
dedi.
Abdullah Öcalan ve PKK’yı konu alan geniş bir kitap çalışması yapan
Mumcu’nun Baki Tuğ’a başvurmasının sebebi açıktı. 1972’de, Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesi (SBF) 1. sınıf öğrencisi olan 22 yaşındaki Abdullah
Öcalan, fakültede bildiri dağıtmak ve dersleri boykot etmek suçundan
gözaltına alındığında Askeri Savcı Baki Tuğ’un önüne getirilmişti. Tuğ,
soruşturmasını bitirdiğinde, boykotçu öğrenciler içinde en ağır cezayı
Abdullah Öcalan ve iki arkadaşı için isterken, dava sırasında mahkemede
görüş değiştirmişti ve Öcalan üç ay hapis cezası ile kurtulmuştu.
Mumcu’nun ölümü ile yarım kalan ve “Kürt Dosyası” ismi ile yayınlanan
kitabı, işte bu olayla başlıyor. Son olarak eski milletvekili Abdülmelik
Fırat’ın “Mezopotamya Sürgünü” ismiyle yayınlanan anıları Öcalan’ın
öğrencilik yıllarını yeniden gündeme getirdi. Melik Fırat anılarında,
gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te
ofis—boy’du” dediğini öne sürdü. Bunun üzerine Avni Özgürel, o tarihlerde
Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis—boy’luk, yani getir
götür işleri yaparken gördüğünü söyledi.
Baki Tuğ ile Öcalan’ın işte bu yıllarını ve Uğur Mumcu’nun peşine düştüğü
bilgileri konuştuk:
Uğur Mumcu ile üç gün sonra bir araya gelebilseydiniz ne konuşacaktınız?
Uğur Mumcu ile biz 12 Mart 1971 tarihinden 1980 yılına kadar bir mücadele
içerisinde olduk. Her hafta hakkımızda bir yazı yazardı. 1987’yi takiben
bir akşam yemeğinde, Sayın Hüsamettin Cindoruk benim oturacağım masaya onu
da oturtmuş. O akşam uzun uzun sohbet ettik. Sayın Mumcu ile o akşam orada
barıştık; dost, arkadaş olduk. Bir araya geldiğimiz zaman uzun uzun sohbet
ederdik. Bir gün Sayın Mumcu telefon etti. Geldi, uzun uzun konuştuk,
sonra öğlen yemeğine gittik. Yemek dönüşünde o, APO’nun MİT mensubu olup
olmadığı konusunda benden yardım istedi. Ben de, şu anda bir şey söylemek
şansına sahip değilim, arşivimde bu konularla ilgili bilgi varsa, sana
gerçeği ifade ederim, dedim. Bir haftalık süre istedim. Nitekim
araştırdım, hatta bir arkadaşımı görevlendirdim. Maalesef, Abdullah
Öcalan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkisi olduğuna dair herhangi
bir bilgi elde edemedim. Belge de yok, bilgi de. Ancak bildiğimiz bir şey
vardı, Abdullah Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım, Milli İstihbarat’ta
çalışan bir görevliydi. Abdullah Öcalan, Ali Yıldırım’ın kızı Kesire ile
evlenmişti. Bizde bulunan bilgi bu kadardı. Ben o konudaki bilgileri
derledim, toparladım, ama Uğur Mumcu’nun ömrü vefa etmedi. Bana gelip
gitmesinden iki gün sonra da öldürüldü. Ben de kendisini ziyaret
edecektim.
Siz SBF öğrencileri hakkında bu davayı açarken, en ağır cezayı Öcalan ve
iki arkadaşı için istiyorsunuz. Ama daha sonra görüş değiştiriyorsunuz.
Uğur Mumcu, bu görüş değiştirmenizde herhangi bir yerden gelen bir bilgi
veya belgenin etkili olup olmadığını merak etmiş.
Hadise şudur. Bir sabah Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde boykot olmuş.
Boykot, Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla, Kızıldere olaylarıyla, Deniz Gezmiş
ve arkadaşlarıyla ilgiliydi. Orada bildiri dağıtılmış. O bildiri nedeniyle
43 öğrenciyi Ankara Emniyeti ve Merkez Komutanlık toplamış, Sıkıyönetime
getirmişti. Ben nöbetçi savcıydım. Çağırdılar gittim. 43 kişinin
ifadelerini aldım. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı’nın, bir kısım
öğretim üyeleri ve müstahdemlerin ifadelerine başvurdum. Ayrıca, bu 43
kişi hakkında hem SBF Dekanlığından, hem Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan,
hem Emniyet İsbtihbaratı’ndan bilgi istedim.
MİT’ten de istediniz.
İstedim. Çok kısa sürede dosyayı tamamladım. Çünkü suçsuz insanları
içeride tutmanın hiçbir anlamı yok. Ben Sıkıyönetim devresinde çok güzel
görev yaptım. Geceli gündüzlü çalıştım, kimseyi mağdur etmemek için her
şeyimi zamanında tamamladım ve dosyayı sonuçlandırdım. 17 kişi hakkında
takipsizlik kararı verdim. Arta kalan 26 kişi hakkında yeterli delliler
olduğu için iddianamiyi yazdım, tutuklama talebinde bulundum, dosyayı
mahkemeye tevdi ettim. Mahkeme 22 kişiyi tutukladı. Bunların içerisinde
Abdullah Öcalan da vardı. Ama o Abdullah Öcalan’ın şimdiki Öcalan
olacağını kimsenin düşünmesi mümkün değildir.
Ama en ağır cezayı Öcalan ve iki öğrenci için istemişsiniz.
Bir savcı iddianamesini, sanıklar hakkındaki ithamlara göre düzenler. Suç
vasfı, propaganda yapmak (bildiri dağıtmak) ve Sıkıyönetim Kanunu’na
aykırı hareketti. Hem Sıkıyönetim Kanunu’na muhalefetten, hem de Ceza
Kanunu’nun 142. maddesinden (komünizm propagandası yapmak) davayı açtım.
Ağırın manası odur. Mahkeme şahitleri çağırdı, dosyadaki delillerimizi
okudu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin görevlilerini dinledi. Olay, yani
suçlama, 142’den aşağıya doğru indi. Yani komünizm propagandası yaptığı
suçu sübuta ermedi. Bildiri dağıttığını tespit edemedik.
Ama siz iddianameyi yazarken bildiri dağıttığını tespit etmişsiniz.
Şahitler onu ifade ettiler. Fakat duruşmada görüş değiştirdiler. Yani
bildiriyi Abdullah Öcalan’ın dağıttığına dair kimsenin beyanı çıkmadı.
Çıkmayınca, savcının görevi suç vasfında değişiklik yapmaktır. Bildiri
dağıtmış olmasından suçunun sübuta ermediğini, ancak boykota katıldığını
mahkemeye arz ettik, bu suçtan Abdullah Öcalan ve diğer çocukların
cezalandırılması talebinde bulunduk. Mahkeme de bunların hepsini mahkum
etti. Cezaevinde yatıp ekim ayında tahliye edildiler. Abdullah Öcalan ve
arkadaşları ile ilgili bana intikal eden dosyanın özünde, bu gelişme
vardır. Başka birşey sözkonusu değildir. Abdullah Öcalan hakkında özel
işlem yapma şansımız da yoktur. Eğer yanlış talepte bulunsaydık, herhalde
mahkeme bu yanlış talep doğrultusunda karar vermezdi.
Görüşünüzü değiştirirken şu gerekçeye dayanmışsınız; Öcalan aleyhine ifade
veren tanığın aslında Ramazan Özcan isimli bir öğrenciyi kastettiğini,
ancak daktilo hatası ile Ramazan Özcan yerine Abdullah Özcan yazıldığını,
Abdullah Özcan’ın da iddianameye Abdullah Öcalan olarak yanlışlıkla
geçtiğini belirtiyorsunuz.
Orada bir daktilo hatası vardır. Katip yazarken Ramazan Özcan yerine
Abdullah Özcan yazmıştır. İddianamede de Abdullah Öcalan olmuştur. Bu
maddi hatadır. Ondan sonra da daktilo ile üzeri vurulmuştur
(karalanmıştır). Bu maddi hata nedeniyle başka şeyler düşünmenin manası
yoktur.
Ama mahkeme kararında Abdullah Öcalan için deniyor ki, “Boykotta büyük
çabasının görüldüğü ve hatta grubun elebaşısı olduğu...”
Ama işte boykotta... Zaten sıkıyönetim Kanunu’na muhalefetten mahkum
edilmiş.
Grubun elebaşısı olması neden dikkate alınmadı?
Alındı ve ona verilen ceza diğerlerine verilen cezadan bir buçuk misli
fazla. Abdullah Öcalan’a artırımlı bir ceza verilmiştir.
Uğur Mumcu, “Abdullah Öcalan’ın MİT’le ilişkisini araştırıyorum” deyip
size bunu sorduğunda şaşırdınız mı?
Şaşırmadım. Şunun için şaşırmadım. Sıkıyönetim Mahkemeleri istihbarat
örgütleri ile içli dışlı çalışır. İçli dışlı çalışır ki, yanlış yapmasın.
Onların bilgileri vardır, onları alır. Onlara bilgi aktarır. O ölçüler
içerisinde objektif olarak hareket eder, delilleri ona göre değerlendirir.
Yani Öcalan’ın MİT’le nasıl bir ilişkisi olabilir ki anlamında şaşırdınız
mı?
Yok. Olabilir. Olmayabilir de diyemezsiniz. Çünkü Milli İstihbarat
Teşkilatı’nın görevi herkesten yararlanmaktır. O dönemde bir öğrenci
olarak ondan da yararlanmak isteyebilirler. Bunda şaşıracak, yanlış
düşünecek hiçbir şey yok. İstihbarat örgütlerinin herkesten yararlanma
görevi var.
Peki Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bu öğrenciler hakkında gelen yazıda
bir şey var mıydı?
Şu anda bir şey söylemem zor. Ama, şu olaya katılmıştır, şu olaya
katılmamıştır, şu görüştedir... İstihbarat kaynaklarının verdiği bilgiler,
bunlar.
Yani o öğrenci grubu içinde bunlardan birinin veya birkaçının MİT elemanı
olduklarına dair bir bilgi yoktu...
Hayır, hiçbir şey yoktu o konuda. Kesinlikle yoktu.
Diyelim ki o dönem Abdullah Öcalan ile ilgili MİT’ten size böyle bir belge
geldi, ne yapardınız?
Eğer, Abdullah Öcalan ile ilgili o tür bir yazı elimizde olsaydı, biz
Abdullah Öcalan hakkında yine başka bir şey yapmazdık. Şunun için
yapmazdık. Suç onunla müşterek olarak işlenmiştir. Mahkeme onu
cezalandırır, cezaevinde yatar çıkardı. Onun dışında değişik bir uygulama
yapamazdınız. Ha, ne zamana kadar öyle bir şey yaparsınız? Onlar savcı
karşısına gelmeden, öyle bir şey varsa onu soruşturma dışı tutmak ilgili
makamın görevidir. Ama savcı olarak size geldikten sonra siz aynı işlemi
onun hakkında da yaparsınız.
Yani eğer Öcalan o tarihte MİT elemanı olsa idi sizin önünüze
getirilmezdi?
Getirilmezdi. Niye getirilsin? Milli İstihbarat Teşkilatı istifade ettiği
insanları getirir de sizin karşınıza oturtur mu? Ben size çok enteresan
bir olay anlatayım. 12 Mart 1971 öncesi, bir öğretim üyesi arkadaşımızla
İstanbul’a gittik. Mahir Kaynak, Tunca Toskay, bir akşam oturduk. 12 Mart
arefesi. Sohbet ettik, yemek yedik. Bunlar bizim eski dostlarımız. Döndük,
Ankara’ya geldik. 12 Mart 1971 muhtırası verildi. 12 Mart’ı müteakiben ben
Ankara Sıkıyönetim’e savcı olarak tayin edildim. Dosyalar önüme geldi.
Madanoğlu cuntası dosyası dahil. Soruşturmaları yaptım. Mahir Kaynak’ın
ismi de dosyada geçiyor. Ama bizim Mahir Kaynak olduğunu bilmiyordum.
Başka bir Mahir Kaynak da olabilir. Sıkıyönetime yazı yazdım. Şahit olarak
dinlemek istediğimi ifade ettim. Sıkıyönetim de İstanbul Üniversitesi’ne
yazıyı yazdı. Bir hafta sonraydı. Sabahleyin odama gittim. Baktım
sandalyede Mahir Kaynak oturuyor. Bu bizim Mahir Kaynak. Allah Allah, işte
orada şaşkına döndüm. Madanoğlu dosyasının bantlarının kaydını yapan, o
konudaki bilgileri, raporları Milli İstihbarat Teşkilatı’na veren,
üniversitede doçent olan bizim Mahir Kaynak. Orada şaşkınlığa
uğradım.Mahir Kaynak’ın Milli İstihbarat Taşkilatı adına çalıştığını o gün
öğrendim.
Kendisine nasıl muamele yaptınız?
Diğerlerine ne muamele yaptıysam aynısı... Tanık olarak geldi, dinledim.
Çayını kahvesini ikram ettik. Bu raporlar size mi ait, bantları siz mi
düzenlediniz? Bana aittir, ben düzenledim dedi. Aldık bilgilerimizi,
kendisini gönderdik?
Diyorsunuz ki, ‘Bana o tarihte neden Öcalan’ı teşhis edemedin denilemez’.
Tamam, o tarihte Öcalan 22 yaşında bir üniversite öğrencisi. Ama ön plana
çıktığı da anlaşılıyor.
Hayır, hayır. Kesin şekilde hayır. Boykotta elebaşı o kadar. Onun dışında
geniş çaplı bir faaliyeti yok. Onu zaten tespit etseniz, daha başka
şeylerle birleştirirdiniz. DEV—GENÇ’le, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ile,
TİKKO ile biraraya getirirdiniz. Maalesef olmadı.
Davada görüş değiştirmem tamamen hukuki sebeplerden kaynaklandı
diyorsunuz?
O, savcının asli görevidir. Suç vasfında değişiklik denir bunun adına.
Savcının görevlerinden birisi de esas hakkında mütalaa serdedeceği,
talepte bulunacağı zaman, bir değerlendirme daha yapmaktır. Deliller bu
olayı nereye getirmiştir? Oraya getirmişse, orada suç vasfında değişiklik
yaparsınız. Ona göre talepte bulunursunuz. Savcının asli görevlerinden
birisi de odur. Ben de onu yaptım.
Mumcu, o tarihlerde Öcalan’ın korunup kollandığı görüşüne erişirken bazı
başka donelerden de hareket ediyor. Mesela uzunca bir süre SBF’deki
kaydının silinmemesi, sekiz sene boyunca askerliğini tecil ettirebilmesi,
bursunun kesilmemesi... O dönemde, Öcalan’ın bir koruma çemberine girmiş
olabileceğini düşünüyor. Acaba bu koruyucu, Öcalan’ın kayınpederi olabilir
mi?
Bilmediğim bir konuda bir şey söylersem yanlış olur. Ama, bu tür ihmaller
sadece Öcalan’a has değil. Bu olaylara karışan binlerce insan için aynı
ihmalkâr davranışlar gösterilmiş. Bursu kesilmemiş, askerlik konusu
istenen ölçülerde takip edilmemiş. Sadece Abdullah Öcalan ile ilgili değil
ki bu?
Bunlar tamamen ihmal diyorsunuz
Şu anda koruma çemberi olması için bir sebep yok.
Şu anda değil, o tarihte...
O tarihte koruma çemberi niye olsun? Sonra hangisini koruyacaklar?
Türkiye’de öğrenci hareketleri büyümüş, bir iç savaşın şartlarını
yaşıyorsunuz. Onların içerisinde hangisini koruma çemberi içine
alacaksınız? Çok zor bir olay. O nedenle Abdullah Öcalan’ın o tarihte
korunduğu kanaatini taşımıyorum. Ama ihmaller var. SBF’den kaydı
silinmemiş, bursu kesilmemiş. Bu nedenlerle, Uğur Mumcu’nun öyle bir
kanaati oldu.
Size böyle söyledi. Ben bu sebeplerle Öcalan’ın o tarihte MİT’le ilişkisi
olduğunu düşünüyorum dedi...
Evet. Bana göre bu budur şeklinde bir düşüncesi söz konusu idi. |