SON SANİYE.7-12-2003

El Kaide: İstanbul saldırılarına karışmadık

Basın yayın kuruluşlarına bugün gönderilen ve El Kaide adına olduğu savunulan bir bildiride, ''İstanbul'daki saldırılara karışmadık'' iddiası yer aldı.

Bildiride, ''El Kaide, hiçbir zaman masum sivillere yönelik bir eyleme girişmemiştir. El Kaide, ne 11 Eylül saldırılarına, ne Endonezya'nın Bali adasındaki, ne Tunus ve Kazablanka'daki, ne Riyad'daki ve en son da İstanbul'daki hiç bir saldırıya karışmamıştır'' denildi.

 

İslâm dünyasının tepkisi yeterli değil

 

Harun Odabaşı - h.odabasi@aksiyon.com.tr

Bin Ladin kirinden İslâmı kurtarmak Amerikalılardan, İngilizlerden, Fransızlardan, Ruslardan, Danimarkalılardan önce Müslümanların görevidir. Ya Müslüman terörü tabirindeki aşağılamayı kabul edecekler veya Bin Ladin, Hizbullah gibi kirlerden ve paslardan temizlenmek için vaziyet alacaklar.


— Son terör saldırılarının ardından, İslâm ile terör tabiri aynı cümle içerisinde geçirilmeye başlandı. Terörün İslâmîsi olur mu?

İslâmî terör terimini son derece yanlış buluyorum. Terim terörün İslâma uygun olduğunu çağrıştırıyor ki kabul edilemez. Felsefi bakımdan İslâm ve terör birbirine zıt olmasına rağmen maddî duruma baktığımızda birileri İslâm adına terör yapıyor. İspanya’daki ETA, İrlanda’daki İRA, ikisi de Katolik terör örgütü. Fakat bunlar Kotolisizmi dünyaya hâkim kılmak için veya Katolisizm düşmanlarını ortadan kaldırmak için terör yapmıyorlar. Kendi milliyetçi hedefleri için terör yapıyorlar. Dolayısı ile Hıristiyan terörü yerine İrlanda terörü ya da Bask terörü deniyor.

Filistin’de El Fetih örgütü bundan 20 sene önce çok yaygın terör eylemlerinde bulunuyordu, stadyumları bombalıyordu. O zaman da bu örgüte İslâmî terör denmiyordu; Filistin davası için yapılmış bir terördü. Bugün Hizbullah ve bilhassa El Kaide gibi örgütler İslâm adına terör yaptıklarında, dünyada birçok insan, felsefi duyarlılığı ve yeterli bilgisi olmadığı için İslâmî terör tabirini çok rahatlıkla kullanabiliyor. Deyim yanlış ama bu yanlışa sebep olanlar İslâm adına terör eylemlerinde bulunanlardır.

— İslâm tarihinde de terörü din adına yapan radikal gruplar çıkmış ancak bunların hiçbiri İslâm kelimesi ile birlikte anılmamış. Haricî, Batınî, Haşhaşî denmiş?

O dönemde fırak—i dalle, sapık fırkalar deniyordu. Sadece isim koymakla kalınmıyor, bu yapılar hakkında değer hükmü veriliyordu. Ayrıca o hareketler bugünkü anlamda terörist olmakla birlikte o gün için terör tabiri ile anılmıyordu. Vahşidir, bâgîdir, gaddardır, günah—ı kebair işliyor deniyordu ama terör tabiri yoktu.

— Günümüzde İslâm dünyasının geçmişte olduğu gibi aynı duyarlılıkla bu teröristleri reddettiğini söyleyebilir miyiz?

İslâmî camiada terör örgütlerini ve hatta teröre bulaşmasa bile radikal politik tavırları kınayan, dışlayan aklı başında akımlar var. Yok bombalama eylemlerini MOSSAD yaptı, CIA yaptı diye uydurma komplo teorisi icat ederek işi dolandırmaya çalışanlar da var. Dolayısı ile 1 milyar Müslüman dediğimizde nasıl ki tek bir tip Müslüman kabul etmiyorsak, bugün Müslümanların terör hakkında fikirleri şudur diye tek bir hüküm vermek çok zor. Fakat çoğunluğa baktığımız zaman Müslüman cumhurun teröre karşı olduğu besbelli. Zaten terörist hareketler hiçbir zaman geniş kitlelere sırtını dayayamadı. Her zaman ufak, marjinal, şartlandırılmış gruplar olarak kaldı. Ancak yine birtakım radikal gruplar teröre karşı kesin bir tavır koymuyor.

— Bu bakımdan, teröre karşı olmakla birlikte cumhurun sessiz kaldığını ya da sesinin fazla çıkamadığını söyleyebilir miyiz?

İslâm dünyasının mazisinde cumhurun sesli olduğu dönemler çok azdır zaten. Cumhur nefret ediyor, teröristlerle mücadele edenlere karşı sempatisini ifade ediyor. Ancak cumhurun bu anlamda sesini yükseltme alışkanlığı yoktur.

— İslâm dünyası yeterli tepkiyi koydu mu? Yoksa daha aktif mi olmalı?

Kesinlikle daha aktif olmalı. Bin Ladin kirinden İslâmı kurtarmak Amerikalılardan, İngilizlerden, Fransızlardan, Ruslardan, Danimarkalılardan önce Müslümanların görevidir. Ya Müslüman terörü tabirindeki aşağılamayı kabul edecekler veya Bin Ladin, Hizbullah gibi kirlerden ve paslardan temizlenmek için vaziyet alacaklar.

— Seyyid Kutup’u, Ebul ala Mevdudi’yi, Hasan El Benna’yı hatta İmam—ı Gazali’yi bile işin içine katarak Türkiye’deki İslâmî akımların bu isimlerden etkilenerek radikalliğe prim verdiği söyleniyor. Bu doğru mu?

Kısmen doğru kısmen yanlış bir yaklaşım. Türkiye’de büyük çoğunluk, İslâmî geleneğe bağlı cemaatler, Seyyid Kutup’tan etkilenmedi. Mevdudi ve İbni Teymiye’den etkilenmedi. İbni Teymiye üniversitelerde akademik düzeyde tartışıldı.

— Hatta İbni Teymiye’ye soğuk bakılmamış mıdır?

Kendisi zaten klasik İslâmî düşüncede hilafçı olarak görülmüştür. Yani ihtilaf çıkaran insan olarak soğuk bakılmıştır. Özetle Türkiye’deki dini gelenek üzerinde etkili olan Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlı uleması yahut günümüzde Hayrettin Karaman gibi akademisyenler, Seyyid Kutup ve Mevdudi’yi âlim olarak dahi referans almamışlardır. Seyyid Kutup düşüncelerinden dolayı şehit edilmiştir ve bu ayrı bir meseledir. Ama Seyyid Kutup ile Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsirini yan yana koyduğunuz zaman Seyyid Kutup çok hafif kalır. Türkiye’deki İslâmî geleneğin tefsiri Elmalılı Hamdi Efendi’ninkidir. Ortadoğu’da çıkan tefsir ise Seyyid Kutup’un Fizilal—i Kur’an’ıdır.

Türkiye’de Seyyid Kutup’tan, Mevdudi’den etkilenen İslâmî akımlar oldu. Hatta bunlar Hayrettin Karaman’ı tekfir ettiler. Onun için İslâmî akımlar, İslâmî cemaatler dediğimizde tek bir akım olmadığından, ortaya tek bir hüküm çıkartamazsınız.

Haricîler Müslüman değildi diye kimse bir iddiada bulunamaz. Ehli kıble idiler. Namaz kılmaktan dizleri ve alınları yara olmuştu ama Hz. Ali’nin katilleri bunların içinden çıktı. Müslüman nasıl cani, hırsız oluyorsa, terörist de olabilir. Birisi genelleme yaparak İslâmî cemaatler ya da akımlar hakkında bir soru soruyorsa ona verilecek en doğru cevap, ‘Hangisini soruyorsunuz?’ cevabıdır. Hizbullah ile Anadolu’nun bir kasabasında kendi halinde zikir çeken Kadirîleri bir sayabilir misiniz?

— Bu saldırıları MOSSAD yaptı, CIA yaptı iddialarına nasıl bakıyorsunuz?

Saçma, mesnetsiz iddialar bunlar.

— Bu tip savunma biçimine eskiden kalma bir alışkanlık diyebilir miyiz?

Eskiden kalma dediğiniz, bilhassa Erbakan ile yükselen politik radikal İslâmcılıktır. Erbakan hareketi her zaman terörün dışında olmuş ve teröre prim vermemiştir. Ancak Ortadoğu’daki İslâmî hareketlerden etkilenmişlerdir. Milli Görüşçüler arasında bir anket yapın, bakın kaçı Cevdet Paşa’yı okumuştur? Erbakan okumadı Cevdet Paşa’yı. 11 Eylül saldırısı olduğunda Erbakan çıktı ve ‘Bu saldırıyı bir Hıristiyan tarikat yaptı, bunu yazan kitap yakında bana geliyor’ dedi. Hâlâ gelecek bu kitap. Komplo teorileri yanlıştır bu anlamda.

— Son saldırılar hakkında Erbakan ve çevresinin tepkilerini nasıl görüyorsunuz?

Hiçbir şekilde tavır almadılar.

— Komplo teorileri yanlıştır diyorsunuz. Fakat El Kaide’yi özne kabul etmek ve bu örgütü vatansız devlet gibi görüp onda büyük güçler vehmetmek ne kadar doğru?

El Kaide’nin gücü konusunda benim bir fikrim yok. Ancak El Kaide bir model oldu. Bu model, El Kaide’den emir almasalar bile birtakım gruplara esin kaynağı oluyor. O model de şudur; Küresel Terör. Daha önce Hizbullahçılar domuz bağı ile Müslümanları, Nurcuları öldürüyorlardı. İnsanları satırla doğruyorlardı. Araba ile intihar eylemi yapmak Türkiye’de ilk. İşte bu El Kaide esinli bir harekettir. Daha önce İsrail’e karşı Filistin’de uygulanıyordu bu yöntem. 11 Eylül’ü, Fas’takini, Endonezya’dakini El Kaide’nin yaptığı kesin. Onun için ben yazılarımda da belirttiğim gibi El Kaide’yi örgüt olarak görmekten çok bir model, bir akım şeklinde değerlendiriyorum. Bu, işi daha tehlikeli bir hale getiriyor. Nereden çıkacağını bilemezsiniz.

— İmam—ı Gazali’yi de Selefilik içinde değerlendirenler var.

Saçma. Ne Selefiliği ne de İmam—ı Gazali’yi biliyorlar anlamına geliyor bu. Hiçbir ilgisi olmadığı gibi aksine Selefilerin reddettikleri birçok felsefe ve mantık konularını İmam—ı Gazali İslâm kelamına dahil etmiştir.

— Şu andaki akımları Selefilik ile izah etmek mümkün mü?

Şu bakımdan Selefilik geçerli olabilir: İslâmın 1400 yıllık bir kültür birikimini yok sayıp doğrudan Kur’an’a yönelmek kastediliyorsa bu Selefiliktir. Ben Yaşar Nuri Öztürk’ün Kur’an’daki İslâm tabirini yanlış buluyorum. Kendi İslâm anlayışına Kur’an’daki İslâm diyor. Kur’an ilahi bir kitap olmakla birlikte herkesin Kuran’dan anladığı kendi beşeri algılama seviyesine göredir. Bugünkü bazı hareketlere Selefilik denmesinin sebebi şu: Aradan çıkartmaya Cevdet Paşa’dan başlıyorlar. Ebussuud Efendi, İmam—ı Azam, İmam—ı Gazali bunlarda yok. Yahut İbni Rüşd, İbni Haldun, Eşari ve Maturidi de yok. Doğrudan doğruya Kur’an ve Peygamber var. İşte bu noktada Selefilik ile fundamentalizm aynı anlama gelir. Dinlerin bütün birikimini yok sayarak doğrudan kaynakta ne yazıyorsa o kadarını kabul etmek. İslâmın 1400 yıllık tecrübesi içinde birçok değerler var. Bunların içinde birtakım nasların uygulanmaması vardır. Nasların değişik coğrafyalarda değişik ihtiyaçlara göre uygulama farklılığı var. Günümüzde de değişen şartlarda farklı uygulanabileceği manası çıkıyor. Bütün bunları yok sayıp Kur’an bunu diyor demek Selefiliktir. Aynı şey Püriten harekette İngiltere ve Amerika’da yaşanmıştır.

— Türk aydınının entelektüel birikimi terör üzerinden yaşanan tartışmaları aşabilecek bir performans gösterebilecek mi? Yoksa yine sınıfta mı kalınacak? Çünkü Başbakan’a ‘İslâmî terör niçin demiyorsun?’ diye yüklenenler oldu

Ortada milliyetçilik ile ilgili bir mesele varsa o konuda konuşması gereken en ehliyetli kişiler milliyetçilerdir. Sosyalizmi ilgilendiren bir konu varsa konuşması gereken ehil isimler sosyalistlerdir. Orada dini bir mesele varsa o konuda konuşması gereken kişiler İslâm âlimleridir. Meseleye bu açıdan bakmak lâzım. Üniversitede işletme, fizik, kimya ya da uluslararası ilişkiler okumuş bir kimse İslâm tarihini ve kelamını bilmeden Bin Ladin’e bakıp İslâmî terör demiş olabilir ve Başbakan’a da ‘Sen niye demiyorsun?’ diye sorabilir. Esas İslâm davasını güttüğünü söyleyen yazarlara bakın, onların ne dediği daha önemli.

AKSİYON.7-12-2003

 

Prof. Dr. Bekir Karlığa

Tüm Yazıları  

 

 

 

Terör en çok dine zarar verir

"Din" ve "terör", asla bir araya gelmesi mümkün olmayan iki kavramdır. Çünkü bütün dinler terörü reddeder ve lanetlerler, ya da tabiatları gereği böyle olmak zorundadırlar.
"İslam" ise, adı üstünde "sulh, selamet ve barış" dini olduğundan, amacı bunları ortadan kaldırmak olan "terör" ile asla uzlaşmaz. Ne yazık ki bu ikisini birleştirenler en çok dine, özellikle de İslam dinine zarar vermektedirler. Terör, kendi başına bir suç olmakla kalmaz, aynı zamanda beş ayrı suçu da içinde barındırır: Terörist, hem Allah'a, hem tür olarak insanlığa, hem fert olarak insana, hem kendisine, hem de mensubu bulunduğu camiaya karşı suç işlemektedir.
***
İslam'a göre: "Bütün yaratıkların en değerlisi" (Eşref-i Mahlûkât) olan (el-İsra, 70) insan, Allah tarafından "en güzel biçimde" (Ahsen-i Takvîm) (et-Tin, 4) yaratılmıştır. "Yaratan da, öldüren de Allah" (Al-i İmran, 156) olduğundan "Hak ile olması müstesna, Allah'ın haram kıldığı canı öldürmeyiniz." (el-En'am, 151) Çünkü Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimse alamaz. Dolayısıyla "Kim bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur." (el-Maide, 32)
Buna karşılık kişinin kendisini tehlikeye atmaya hakkı bulunmadığı gibi "kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara, 195), kendi kendisini öldürmeye de hakkı yoktur: "Kendi kendinizi de öldürmeyiniz. Çünkü Allah, sizin için merhametli olandır." (en-Nisa, 29) Dolayısıyla hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, İslam'da "kendine de, başkasına da zarar vermek yoktur" genel bir kural olduğundan masum insanları öldürmek, affedilmesi mümkün olmayan bir insanlık suçudur.
İslam'da haklar; "Allah hakkı", "kul hakkı" ve bu ikisinin birlikte yer aldığı "karma haklar" olmak üzere üçe ayrılır.
Genel olarak Allah'ın hakkı (Hukukullah), Allah'a inanmak ve ona ibadet etmek şeklinde değerlendirildiği gibi, belirli bir kişi ve zümreyi değil de kamu yarar ve düzenini ilgilendiren haklar da Allah hakkı olarak değerlendirilir. Hatta bunun da ötesine geçilerek canlı-cansız bütün varolanlarla ilgili konular Allah'ın hakları arasında mütalaa edilir.
Hayat hakkı da kulun kendisine değil, Allah'a ait bir hak olarak kabul edilir. Bu nedenle Allah'ın hakları kişiler arasındaki her hangi bir hak gibi af ve sulh konusu yapılamaz, kişiler ve kurullar tarafından ortadan kaldırılamaz ve değiştirilemez. Allah'ın hakkını, ancak Allah affedebilir.
Son yıllarda, kimi zaman modern değerlere baş kaldırmak, kimi zaman da ses duyurmak amacıyla gerçekleştirilen terör eylemleri ile birlikte görülen bireysel veya toplu intiharlar da İslam'a göre bir suçtur. Gerekçesi ne olursa olsun kişinin buna hakkı yoktur. Bunlardan bir kısmı, dini yanlış anlama veya yorumlamaktan, bir kısmı da yeterince sağlıklı dini bilgilerden yoksun olmaktan kaynaklanmaktadır.
Bu tür eylemleri "Cihad" olarak tanımlamak ve yorumlamak, nasıl İslam'ın önemli ilkelerinden birisi olan cihadı çarpıtmak anlamına geliyorsa, "Şehidlik" ülküsünün eseri olduğunu düşünmek ve savunmak ta -eğer bir art niyetin eseri değilse- İslam'ı ve İslam'ın ruhunu hiç kavrayamamış olmaktan öte bir anlama gelmez.

bkarliga@tercumangazete.com-7-12-2003

 

 

Mustafa ÖZCAN

Suriye boyutu

 

 

İstanbul saldırılarının dış boyutları tartışılıyor. Elbette iç boyutları olan bir hadisenin dış boyutları da olabilir. Ama bu dış boyut hangi boyuttadır, o tartışma konusudur. Dış boyutun hedef saptırma amacı da olabilir. İstanbul hadiselerinin esrarengiz boyutları var. Sözgelimi, yönlendiricilerden birisi olduğu varsayılan Yusuf Polat gibiler ekibi ölüme gönderirken kendileri arkadan pişmanlık yasasına başvuruyorlar? Dolayısıyla burada eylemcilerin ideolojisiyle yönlendiricilerin veya arkasındakilerin stratejisi farklılaşıyor.

İstanbul saldırılarında temayüz eden kilit isim Azad Ekinci olarak görülüyor. İşte bu kilit ismin şahsiyeti ve iç ve dış bağlantıları (varsa) çok önemli. O ve yönlendirici grup ele geçirilmedikten sonra faillerin kişiliği hiçbir ehemmiyet arz etmiyor. Azmettiricilerin ve onların da arkasındaki muharrik unsurun veya fikrî müdirin keşfedilmesi lâzım. Yusuf Polat İran’a giderken Azad Ekinci’nin de arkadaşlarıyla birlikte kapağı Suriye’ye atmaları çok ilginç!

Olayın bir ilginç boyutu daha: Suriye’de paketlenerek Türkiye’ye gönderilenlerin olayın kenarında olmaları. Sadece Hilmi Tuğluoğlu’nun Ekinci ile belli belirsiz bir irtibatı olduğu anlaşılıyor. Diğer 22 kişinin ne olayla, ne faillerle, ne de Tuğluoğlu ile bir alâkası var. Tuğluoğlu zaten kendisiyle birlikte Suriye’den getirilen diğer kişileri tanımadığını söylemiştir. Tuğluoğlu’nun medreselerle de hiçbir irtibatı yok. Oraya gideli zaten 2 ay olmuş. Bırakın medreselerin terör yuvası olması, faillerin ucundan bucağından geçtikleri bir yer değil. Hele Suriye gibi bir ülkede medreselerin teröre bulaşması inanılır gibi değil. Bunlar en hafif tabiriyle ham iftiralardır.

Suriye Başmüftüsü Ahmet Küftaro’nun Ebu’n Nur külliyesi rejimle içli dışlıdır. Dolayısıyla Cumhuriyet gazetesinin göstermeye çalıştığı gibi medreselerin ne İhvan’la, ne de Suriye rejimiyle ters olan fikriyatla alâkası vardır. Adı geçen Fethü’l İslâm medresesi veya koleji de öyledir. Adı geçen medresenin kurucusu Salih Ferfur’un oğullarından Abdullatif Ferfur bir numaralı rejim taraftarı ve İhvan düşmanıdır. Rejimin el altındaki adamlardan birisidir. Bu durumu, Hişam Kabbani-Pentagon ilişkilerine de benzetebiliriz. Binaenaleyh Semih İdiz’in Akşam’da ‘Yeni Hama’lar olmasın diye bizimle işbirliği yapıyorlar’ tarzındaki mantık yürütmesi tek kelimeyle uçuk bir iddiadır.

***

Şu zaman zarfında Suriye için en önemli mesele içbütünlüktür. İçeride cepheler açmak değildir. Bundan dolayı İslâmî faaliyetlerin daha da önünü açmaktadır. Başka çaresi de yoktur. İdeolojik açıdan farklı baksa da stratejik açıdan buna mahkûmdur. En azından dış tehdidin arttığı şu zaman diliminde. İşin Suriye boyutunda kilit ismin Suriye’ye gitmesi ve teslim alınanlar arasında olmaması ilginç. Bununla birlikte, Suriye’den getirilenlerden tek gözaltına alınan Hilmi Tuğluoğlu’nın anlattıkları daha da ilginç. Ankara’da emniyette Suriyelilerin kendisiyle pazarlık yaptıklarını eğer olayla bağlantısı varsa koruma teklif ettiklerini ileri sürmüştür. Türkiye’ye teslim edilecek bir adamla böylesine bir pazarlık garip ve tuhaf kaçmaktadır. Suriyeliler yataklık konusunda kendilerini ele vermek için mesaj mı gönderiyorlar dersiniz? Olayın mantık örgüsünde boşluk var. Kilit isim Azad Ekinci’yi bunun için mi iade etmemişler dersiniz? Yoksa meselede başka boyutlar mı vardır?

Başka bir boyutun hikâyesini de Ertuğrul Özkök inanmayarak da olsa yazmıştır. Esasen Hilmi Tuğluoğlu’nun aranan bazı isimlerle buluşacağı önceden biliniyordu. Suriye makamlarına, Tuğluoğlu apar topar yakalansın diye değil, temasları izlensin ve sanıklar iyice teşhis edildikten sonra Türkiye’ye gönderilsin diye talepte bulunulmuştu. Ama jandarma yetkilileri müdahil oldu; Tuğluoğlu’nun arananlarla buluşmasına imkân bırakılmadan üstelik ismi hiç geçmeyen öğrencilerle birlikte Türkiye’ye teslim edilmesi sağlandı. Bu rivayete göre demek oluyor ki Ekinci ve arkadaşlarının yakalanmasını istemeyen birileri operasyonu erkene aldırdı. İstanbul’da olayların akabinde valilikten önce jandarmanın olay mahallinde incelemeleri de tartışma konusu olmuştur.

***

Anlatılanlarda bir başka garip nokta daha var. İstanbul saldırılarının kilit ismi olarak tebarüz eden Azad Ekinci’nin ilginç kişiliği. Bu kişilik problemli bir kişilik. Bir gazete tarafından ele geçirilen emniyet zabıtlarında Tuğluoğlu, Ekinci’nin kendisine cin çıkarmayı öğretmek istediğini aktarıyor. Tam da buradan iz sürerek fail zanlılarından Mesut Çubuk’un eşinin konuşmasına kulak verelim: “Böyle bir katliam yapan kişinin psikopat olması lâzım. Hâlâ Mesut böyle biri olamaz diye düşünüyorum...”

Psikopatları kullanmak her zaman daha kolaydır. Bu bağlamda Bali zanlısı İmam Sumadra Türkiye, Hindistan ve Irak’a gökten beş bin asker gönderdiğini söylüyor. Acaba Endonezya’da da olayı yüklenmek ve İslâmî kesimleri karalamak için böyle bir psikopat mı buldular dersiniz? Bu bana, daha bir light olayı hatırlattı. 1980’li yıllarda Cumhuriyet gazetesi DPT’nin irtica yuvasına dönüştüğüne dair sık sık haberler yayınlıyordu. Turgut Özal bir gün dayanamayarak sözü edilen kişi hakkında ‘O bir üşütük ve üşütüğün irticası mı olurmuş’ dedi. O zat da 28 Şubat da ABD’ye gitti ve yeniden ülkeye avdet etti. Ama onun sırtından DPT irtica yuvası gösterilmeye çalışılmıştı.

Şimdi de İstanbul saldırılarının ardından İslâmî camia topyekün bir şekilde hedef alınmıyor mu? Hedef başbakana kadar uzandı. Azad Ekinci ve arkadaşları Suriye’de olabilirler, ama Suriye’de olmaları hedef saptırmaya yönelik olmalıdır. Zira Kaide konusunda ABD ile en sıkı işbirliği yapan ülke Suriye’dir. Sonra Beşşar’ın El Kaide diye bir örgütün varlığına inanmadığı da bilinmektedir. Hatta Amerika el Kaide zanlısı Suriye asıllı bir Kanada vatandaşını işkence altında daha iyi sorgular diye Suriye makamlarına teslim etmiştir. Bütün bunlar tafsilatıyla bilinmektedir. Belki Ekinci’lerin Suriye’ye gitmeleri bir zamanlar Ertuğrul Kürkçü gibilerin gitmelerine benzetilebilir. Olayın sırrı Ekinci ve organizatör isimlerdedir. Onlar yakalanmayınca işin sırrı çözülemeyecek ve istifhamlar cevapsız kalacaktır. Buna rağmen birileri için olay yargısız infaz için bulunmaz fırsat.

07.12.2003

E-Posta: mustafaozcan@yeniasya.com.tr

 

 

Abdülaziz Hatip-TERCÜMAN.7-12-2003

Tüm Yazıları  

 

 

 

Müslümanların engin hoşgörüsünden örnekler

Hz. Ömer'in, Kudüs'e fatih olarak girerken, şehrin büyük kilisesinde bulunduğu bir sırada ikindi namazının vakti girer. Sırf Müslümanlar ileride camiye çevirmesinler diye orada namazını kılmaz.

Mısır'lı Hıristiyan bir kadın Hz. Ömer'e, Vali Amr b. As'ın, evini zorla yıkarak arsasını camiye eklediğini şikayet eder. Hz. Ömer, durumu Amr'a sorar. Amr, Müslüman nüfusun çoğaldığını, caminin dar geldiğini ve yanında evi bulunan bu kadına evinin karşılığını önerdiğini, hatta asıl değerinden daha fazlasını verdiği halde razı olmadığını; evi bu yüzden yıkmaya mecbur kaldığını ve parasının hazır olup dilediği zaman alabileceğini belirtir. Hz. Ömer buna razı olmaz. Amr'dan, yeni yaptırdığı camiyi yıkmasını ve kadına evini eskisi gibi teslim etmesini ister.

İslam dünyasının her yerinde, camilerin yanıbaşında havra ve kiliseler de bulunagelmiştir. Osmanlının en ihtişamlı dönemlerinde İslam'ın başkenti olmuş İstanbul'da bunun pek çok örnekleri vardır. Müslümanlar, gayr-i Müslimlerin iç işlerine müdahale etmedikleri gibi, bazen kendi aralarındaki mezhep farklılıklarından doğan haksızlıklarda hakem rolü oynayarak haksızlıkları önlemişlerdir. Meselâ, Melkâniler, Bizans hakimiyetinde Mısır Kıptîlerine eziyet ediyor, kiliselerini ellerinden alıyorlardı. Müslümanlar Mısır'ı fethettiklerinde Kıptîlere kiliselerini iade ettiler. Bundan sonra intikam duygusuyla bu defa Kiptîler aşırıya gidince, Melkanîler onları Harun Reşid'e şikayet ettiler. Halife, Kıpti'lerden haklarını alarak kendilerine iade etti.

Fatih Sultan Mehmed'in Şark Ortodoks Kilisesinin merkezi olan İstanbul'u fethedince Hıristiyanlara tanıdığı dinî hürriyet herkesin malumudur. Fatih, İstanbul'a girdiğinde Hıristiyan şehrin sakinlerine mal, can, inanç ve kiliseleri için güvence verdi. Onları askerlikten muaf tuttu. Aralarında çıkacak anlaşmazlıkları kendi mahkemelerinde halledilmesini ilan etti. İstanbul sakinleri, Fatih'le eski yönetimin tutumları arasındaki farkı gördüler. Bizans yönetimi, mezhep ihtilaflarına müdahale ediyor ve bağlı oldukları kilisenin mensuplarını kayırıyorlardı. Yeni idarede ise rahata kavuştular. Dindaşlarının yönetiminde bulamadıkları hoşgörüyü buldular. Rum Patriği, sanki devlet içerisinde devlet idi. Cemaatiyle birlikte beş yüz sene huzur içinde yaşadılar.
Dinî hoşgörünün diğer bir örneği de, inanç ve mezhep farklılığına bakılmaksızın görevlerin ehil olanlara verilmesidir.

Hem Emevî, hem de Abbasî' dönemlerinde Hıristiyan doktorların halifeler nezdinde itibarları vardı. Bağdat ve Şam'da uzun süre tıp medreselerine onlar bakıyordu. Hıristiyan İbnu Asal, Muaviye'nin özel doktoru; Sercûn ise katibiydi. Halife Mervan, Asnâsyos ve İshak adındaki Hıristiyanları Mısır hükümetinin bazı makamlarına tayin etmişti. Asnâsyos, bir divanın başkanlığına (Bakanlık) kadar yükseldi. Çok zengin ve ünlüydü. Dört bin köle ve çok sayıda ev, köy, bahçe, altın ve gümüşü vardı. Sahip olduğu dört yüz dükkanın kira paraları ile Urfa'da bir kilise yaptırdı. O kadar şöhreti vardı ki, Abdülmelik b. Mervan, daha sonra Mısır Valiliği yapacak olan küçük kardeşi ve Ömer b. Abdülaziz'in babası Abdülaziz'in eğitimini ona havale etmiştir.

Halifeler nezdinde ikbal gören doktorların en meşhuru Hristiyan Corcis b. Bahtişû'dur. Corcis'in özellikle Halife Mansur nezdinde önemli bir yeri vardı. Halife, onun rahat ve memnuniyetine önem verirdi. Hıristiyan Selmuveyh b. Bennân da, Halife Mu'tasım'ın doktoruydu. Öldüğü zaman Mu'tasım çok üzülmüş; Hıristiyanlığa uygun şekilde güzel koku ve mumlarla defnettirmişti.
İlginçtir ki bütün bunlar, Batı'nın İslam ülkelerine Haçlı seferleriyle en şiddetli saldırılarını yaptığı dönemler boyunca da devam etmiştir. İbnu Cübeyr, Seyahatnamesinde der ki:

"Ne ilginçtir ki Müslümanlarla Haçlılar arasında savaş tüm şiddetiyle devam ederken bile Hıristiyan ve Müslüman dostlar birbirlerini ziyarete devam ediyorlardı" (Daha fazla örnek için bk. "İslam Medeniyetinden Altın Tablolar, Prof. Dr. Mustafa Sibaî, Trc. Prof. Said Şimşek, Uysal Kitabevi, s. 76-88).

 

 

 

Türkiye’yi yaşanmaz hale getirdiler

Eserinizle övünün(!)

Üniversite araştırması: Gençler geleceği yurt dışında görüp, ülkeyi terk ediyor.

m3.gif (18674 bytes)n Gençler kaçıyor

Uludağ Üniversitesi’nin yaptığı bilimsel araştırma, gençlerimizin Türkiye’de okuma ve iş bulma imkânı bulamadığı için akın akın yurtdışına gittiğini ortaya koydu. Yurtdışına giden gençlerimizin ülkeden kaçma nedenlerinin başında ekonomik istikrarsızlık ve kriz geliyor.

n Suçlu yasakçı zihniyet

Gelecek kaygısı taşıyan gençler üniversite eğitimleri için yurtdışını tercih ediyorlar. Türkiye’de üniversite mezunlarının bile iş bulamadıklarına dikkat çeken gençler, yurtdışında eğitimlerini tamamladıktan sonra bile Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyorlar. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı da gençlerin yurtdışına gitmeleri için önemli bir gerekçe oluşturuyor. Türkiye’yi yasakçı bir zihniyete mahkum edenler, aynı zamanda ülkemizi yaşanmaz bir hale de getirdiler.