Türkeş, MHP'ye lider olmamı istedi

 

Özal, Demirel, Türkeş ve Mesut Yılmaz ile çok yakın çalışıp siyaset hayatında önemli roller üstlenmiş Agâh Oktay Güner Aksiyon’a konuştu.


Agâh Oktay Güner, siyaset hayatında yakın zamana kadar önemli roller üstlenmiş bir siyasî figür. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Mesut Yılmaz ile ya bürokrat, ya bakan, ya da parti yöneticisi olarak çok yakın çalıştı. Bürokrat ve siyasetçi olarak en belirgin özelliği her dönem oynadığı “Doğrucu Davut” rolü. 1976’da, Başbakan Süleyman Demirel’in göreve getirdiği bir müsteşar olmasına rağmen, hayali mobilya ihracatı yapan yeğen Yahya Demirel’i tutuklatan oydu. 1984’te Başbakan Turgut Özal’ı Başbakanlık Konutu’nda ziyaret ettiğinde, “Sizi bir gün vururlar.” diyen de…

Anavatan Partisi’nde iken, 1999’da Bülent Ecevit başkanlığında kurulan hükümet döneminde ANAP lideri ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’a, “Yüce Divan’a gidin” diyen, Yılmaz’dan “Yüce Divan’a gidip gelmemek var” cevabını alan da kendisiydi.

Sağ çizgideki üç büyük partide, MHP, ANAP ve DYP’de siyaset yapan; Tansu Çiller’i “yarım imam” sayıp “İki buçuk defa imam değiştirdim, ama inanç değiştirmedim” sözleriyle siyasi çizgisinde kırılma olmadığını anlatan Güner, 1937’de Bayburt’ta doğdu. Çocukluğu ve gençliği Konya’da geçen Güner’in 1954’te girdiği Ankara Hukuk Fakültesi’nde sınıf arkadaşlarından üçü Deniz Baykal, Sami Selçuk ve Yavuz Bülent Bakiler’di. O tarihte henüz Türkiye’de sağ-sol ayrımı yoktu. Gençler daha çok münazara ve şiir günlerine katılıyordu. Milliyetçilere “gerici”, solculara “inkılapçı” deniyordu.

YAHYA DEMİREL OLAYI

İlginç olan o dönemde Agâh Oktay Güner gibi Deniz Baykal’ın da milliyetçi olmasıydı. Güner, “Deniz Baykal, çok sessiz, sakin ve milliyetçi-muhafazakâr bir çizgideydi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gittikten sonra sosyal demokrat çizgiye kaydı. Antalyalı hemşehrisi Osman Yüksel Serdengeçti’yi ziyaret ederdi. Çok beyefendi bir çocuktu ama.” diyor.

Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Fransa’da eğitim görüp uluslararası planlama uzmanı diploması alan Güner, Turgut Özal’ın müsteşar olduğu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) uzman ve şube müdürü olarak çalıştı. 12 Mart 1971 muhtırası verildiğinde, DPT’de İktisadi Devlet Teşekkülleri reorganizasyon şubesinin başındaydı. Müsteşar Özal görevden alınınca Agah Oktay Güner de müşavir kadrosuna alındı. DPT’den ayrılıp Ankara Ticaret Odası’na genel sekreter olan Güner’i, 1973’te kurulan Birinci Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde Başbakan Demirel Ticaret Bakanlığı Müsteşarı yaptı. Güner’in bu dönemde Marksist öğretiye karşı yazdığı “İsraf ekonomisi” kitabı, 392 bin adet satarak bir rekor kırdı. İşte bu dönemde, siyaset sahnesindeki ilk “yeğen Yahya” olayı yaşandı.

Bu olayı Güner şöyle anlatıyor: “Bir hayali mobilya meselesi çıktı. Uğur Mumcu ve Altan Öymen yazıyorlar. Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon Bey, hayali mobilya ihracatı yoktur diyor. Ticaret Bakanı Halil Başol da yoktur diyor. Fakat benim çok canım sıkılıyor. Halil Başol Avrupa’ya gitti. Teftiş Kurulu Başkanı’nı çağırdım. Benim size emir verme yetkim yok. Ama bu herifin yüzünden bütün hükümetin icraatı duman altı oluyor. Kalkınma hızı iyi, darboğazlar aşılıyor, yatırımlar canlandı, enflasyon düştü. Bu işe yeminli dört müfettişi sok. Bakan cuma günü dönüyor, perşembe günü akşam bu iş bitsin. Perşembe günü saat 15.00’te bana geldi. Tahkikat bitti, hayali mobilya ihracatı var dedi. Derhal savcılığın yazısını hazırladım, bastım imzayı. Yahya o gün tutuklandı, atıldı içeriye. Süleyman Bey ağzını açıp bana hiçbir şey söylemedi. Bakan da bir şey söylemedi. Ben Maliye Bakanı Yılmaz Bey’e gittim olayı anlattım. Ekrem Ceyhun Bey’e de anlattım. Çünkü Ekrem Bey Planlamada (DPT) daire başkanım, Yılmaz Bey şube müdürüm. Zaman zaman bu olayın muhasebesini yaptığımda tek bir eksik görüyorum. Süleyman Bey’le gidip konuşmamak. Ama Yılmaz Bey ile Ekrem Bey, benden çok daha fazla Süleyman Bey’e yakındılar. Onlar anlatabilirdi. Süleyman Bey’in yanlışı şu oldu. Hayali mobilya ihracatı Cumhuriyet gazetesinde yazıldığı an, Ticaret Bakanı’na müfettişlerini bu işe sok demeliydi. Süleyman Bey bunu ihmal etmiştir. Süleyman Bey’in kardeşleri, onun denizde yüzerken sırtına giydiği bekçi kürkleri olmuştur. Kürk suyu emmiş, Süleyman Bey yüzeyim diye gayret ederken o kürkler onu hep geriye çekmiştir. Yahya Demirel’in o olayı o dönemin hükümetlerini çok yaraladı.”

TOPLU İĞNE BAŞI KADAR GÜNAHI YOKTUR

Sonraki yıllarda Agâh Oktay Güner MHP’ye geçip milletvekili olunca, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü hayali mobilya dosyasını Meclis kürsüsünde dile getirir. Kürsüye Güner de çıkar: “Ben o dönemin müsteşarıyım. Süleyman Beyin hayali mobilya ihracatı olayında toplu iğne başı kadar günahı yoktur dedim. Bu tamamen bürokratların tezgâhıdır. Süleyman Bey’in ne bir talimatı ne de bir işareti vardır. Süleyman Bey masumdur dedim.” Kürsüden inen Güner, Demirel’in iki gözünden iki yaşın aşağı doğru yuvarlandığını görür. Ve Demirel Güner’i kucaklayarak, “Agâhçığım, haysiyetimi kurtardın.” der.

Bir gün müsteşar olarak makamına girdiği Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş, “Agâh Bey niye benimle görüşmüyorsunuz? Siz de milliyetçisiniz, ben de. Neden bana uzak duruyorsunuz?” der. Güner, “Beyefendi biz Tevfik İleri ekolünden geliyoruz. Tevfik İleri’yi Yassıada işkenceleri öldürdü, siz bunun sorumlususunuz. Nihal Atsız Bey de bu konuda size kırgın, küs gitti.” cevabını verir. Çünkü, 1950’lerde sağ kanat gençliğin idollerinden olan Demokrat Partili Bakan Tevfik İleri, 1960 darbesinden sonra Yassıada’da çuvala konulmuş, çuvalın ağzı bağlanarak dört asker tarafından duvarlara vurulmuştur. Türkeş’in Güner’e verdiği karşılık şöyle olur: “Ne münasebet, Tevfik benim can kardeşimdi. Atsız bana niye Tevfik’e ihtilali haber vermedin dedi. Ben ona nasıl haber verseydim, ben bir cuntaya girmiştim, o cuntaya yeminli girdim. Nihal Atsız, sen bizimle de 1944’te yeminli dostluk kurmuştun, o yemin nereye gitti dedi. Memleketin içinde bulunduğu şartları sevgili Atsız’a anlatamadım. Maalesef bu olayda beni suçlu buldu.”

Bu konuşmadan sonra Türkeş Güner’e, gençlikle meşgul olması gerektiğini, kendisinin bir ayağının çukurda olduğunu, sonra bu partinin başına geçmesi gerektiğini anlatır. Güner, “Yani sizi MHP’nin başına mı geçirecekti?” sorumuza şu cevabı veriyor: “Evet. Hatta sonraki yıllarda ben Anavatan Partisi’nde genel başkan başyardımcısıyken de Türkeş bana bu teklifi yaptı. Onun canlı iki şahidi vardır. Birisi Türkeş’in Paris’teki dostu, Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’dan randevu alan, onları görüştüren işadamı. İkincisi de Libya’da büyük işler yapan Ankaralı müteahhit Oktay Bey. Onlar büroma geldiler. Bizi Sayın Türkeş gönderdi, gelip sizinle görüşecek dediler. Ne demek, bizim töremizde böyle bir şey yok, ben gider kendisi ile görüşürüm dedim. Sonra Alparslan Bey, MHP’ye gelmenizi istiyor dediler. Ben de telefon açıp Sayın Türkeş’le görüştüm.”

ÖZAL: MESUT’U DEVİRMEME YARDIM ET

Güner, Anavatan Partisi’ne Mesut Yılmaz’ın genel başkanlığı döneminde girer. Partiye yeni girdiği dönemde, Cumhurbaşkanı Turgut Özal bir gün kendisini Çankaya Köşkü’ne çağırır. Hemen söze giren Özal şöyle der: “Konya meydanında kalabalığı Mesut gelinceye kadar beş buçuk saat tutmuşsun. Kırıkkale’de de birbirlerine düşmüşler, seni davet etmişler orada da beş saat konuşmuşsun. Beni dinle, ben bu Mesut’u devireceğim.” Şaşıran Güner’in, “Niye devireceksiniz?” sorusuna Özal’ın cevabı şöyledir: “Bu adam değil, buna güvenilmez.” Güner, “Güvenilmez dediğiniz adam babasının dükkânında servis yapan bir kişiydi. Onu alıp piyasaya çıkaran, bakan yapan siz oldunuz. Size yakışan şudur: Siz ağabey olursunuz, biz de yardım ederiz ve arkadaş partinin başında kalır.” sözleriyle Özal’a karşı çıkar. Özal’ın “Yani ağabeyine karşı mı geliyorsun?” sorusuna “Evet” karşılığını verip kalkan Güner’i Köşk çıkışında bir sürpriz beklemektedir.

Arayan kişi ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’dır: “Mesut Bey, benim Çankaya Köşk’üne çıktığımı öğrenmiş. Çok iyi istihbaratı vardı. İki kişinin bir araya gelip dost olmasını çok ustalıkla öğrenirdi. Ben Köşk’ten çıktım, Mesut Bey telefonla aradı, Agâh Bey bir öğlen yemeği yiyebilir miyiz. Ne zaman? Bu gün. Buluştuk. Yemek içinde Mesut Bey bana enteresan şeyler anlattı. Birincisi Turgut Bey Amerika’da hastanede iken ziyaretine gidiyor, Turgut Bey Houston’da hastanede bana yatağın kenarına gel dedi. Elimi iki elinin içine aldı, Kürtlerle federasyonu düşün dedi. Tarihî bir sır bu. Bush da böyle istiyor, ben de buna sıcak bakıyorum. Siz ne dediniz dedim. Hastane tepeme yıkıldı Agâh Bey, ben buna şiddetle karşı çıktım. Eğer sen buna şiddetle karşıysan, biz seni ölümüne savunuruz dedim. Mesut Bey bana o gün çok milliyetçi ve namuslu bir portre çizdi.”

YÜCE DİVAN’A GİT ÇAĞRISI

Ancak kısa süre içinde Güner, Mesut Yılmaz ile köprüleri atar. Bir gün ANAP grubunda Mesut Yılmaz aleyhine yaptığı bir konuşmadan sonra Erkan Mumcu ve Mehmet Keçeciler’in hücumuna uğrayan Güner, o anda Yılmaz’a dönüp, “Sayın Genel Başkanım şövalyelerin bana kılıç salladı, ama hiçbiri bana değmedi. Benim sende açtığım yara ise sende tamir ve tedavi edilmesi mümkün olmayan sonuçlar doğuracak, hep beraber göreceğiz.” karşılığını verir. Bülent Ecevit hükümetinde Milli Eğitim ve Kültür bakanlıklarının DSP’ye verilmesine karşı çıkarak o gün ANAP grubunda “Kültür bakanı olamadığı için konuşuyor diyenler varsa bunlar ancak kubur fareleridir.” sözleriyle sert çıkış yapan Güner, asıl bombayı ANAP’ın Abant’ta yaptığı toplantıda patlatır: “Mesut Bey Bolu’da bir toplantı yaptı. Konuşmama şöyle başladım. Vicdanım sultanım, ben de onun kölesiyim. Bu şuurla konuşuyorum. ANAP’ın gölgesi artık dürüstlük değildir. Bir politikacının en büyük talihsizliği hakkındaki hırsızlık dedikodularıdır. Bu dedikodular ayyuka çıktı. Siz ve enerji bakanı derhal Yüce Divan’a gidin. Hakkında şaibe iddiası olan bütün bakanlar Yüce Divan’a gitsin. Neden korkuyorsunuz dedim. Bir buçuk saat süren konuşmamdan sonra Mesut Bey kalktı, bana cevap verdi. Dediklerinin hepsine katılıyorum, ama Yüce Divan’a hayır diyorum. Yüce Divan’a gidip gelmemek de var dedi. Yüce Divan’a gidip gelmemek de var diyorsanız sizin kendinizden şüpheleriniz var, ben idam sehpasının gölgesinden kültür bakanlığına, genel başkan başyardımcılığına geldim. Bir müddet daha bekledim. Baktım ne Yüce Divan’a gidiyorlar, ne partide bir değişme var. Partiyi yine evinden idare ediyor. Bir basın toplantısı ile istifa ettim.”

Özal’ın, Yılmaz’ı devirme projesine karşı çıkan, ama yıllar içinde Yılmaz ile yollarını ayıran Güner’in Özal ile çarpıcı birkaç konuşması daha vardır. Güner, 1983 seçimleri ile başbakan olan “müsteşarı” Turgut Özal’ı Başbakanlık Konutu’nda ziyaret eder. Özal’ın uygulamaya koyduğu bazı ekonomik kararlara Türkiye’nin sosyal dokusunun henüz hazır olmadığını anlattıktan sonra şöyle devam eder: “Bu kadar güvenliksiz bir başbakanlık konutu olmaz. Sizi bir gün vururlar dedim. Nitekim Kongre’de vuruldu ve beni aradı. Agâhçığım senin dediğin oldu dedi. Allaha şükür ki netice kötü olmadı dedim.”

1989’daki belediye seçimlerinden önce ve sonra da Özal ile Güner arasında ilginç diyaloglar yaşanır: “Seçim olacak. Saat tam sekiz beni aradı. Seçimi nasıl görüyorsun, senin dediklerin doğru çıkar dedi. Büyük bir hezimete hazır olun dedim. Ankara’da durumun çok kötü olduğunu, seçimi bizzat sizin götürmenizi arz etmiştim sayın başbakan. İstanbul’da kaybedeceksiniz, her yeri kaybedeceksiniz. Ne demek o yahu? Başbakanlıktan ayrılırım dedi. Şak, şak bütün belediyeleri kaybettiler. Kendi arkadaşları bile Turgut Bey’e ibret olsun diye çalışmadı. En yakınları bile. Seçimden sonra Şükrü Yürür beni evine balık yemeğe davet etti. Abi Turgut Bey’i bir arasan. Aradım. İstifa ediyorum dedi. Olmaz dedim. Şimdi anaç bir tavuğun civcivlerini toplaması gibi, civcivlerinize sahip olun, direnin dedim. Valla düşüneceğim dedi, hayır bırakmayın dedim. Politika harp meydanı gibidir, galibiyeti de var, mağlubiyet de var.”

EVREN’İN ÖLÜM YORUMU

Güner’in siyaset hayatında, 12 Eylül 1980’in özel bir yeri var. Çünkü ihtilalden sonra MHP lideri Alparslan Türkeş ile birlikte idamla yargılandı. Oysa ihtilalin lideri Kenan Evren’e Genelkurmay Başkanlığı yolunu açan Güner’di. Çünkü 1977’de dönemin Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren’in Genelkurmay Başkanı olmasını tetikleyen kişi oydu. 1977’de kurulan 2. Milliyetçi Cephe hükümetinde Ticaret Bakanı olarak görev alan Güner, açılışına gittiği İzmir Fuarı’ndan sonra üç gün kaldığı İzmir’de Kenan Evren’le beraber olur. Ankara’ya dönünce de, Evren’in kararnamesi çıkar:

“Ankara’ya döndüm. Alparslan Bey’le görüşüyorum. Dedim ki sayın genel başkanım, Genelkurmay başkanı arıyorsunuz. Ege Ordu Komutanını düşünmez misiniz? Çok iyi aklına geldi dedi. Efendi adam, çok zarif bir insan dedi. Süleyman Bey’le bir görüşeyim dedi. Süleyman Bey, sen güveniyor musun demiş. Alparslan Bey, güveniyorum demiş. Evren, Genelkurmay başkanı oldu. Bakanlar Kurulunda Evren’in kararnamesini elden ben dolaştırdım. 30 Ağustos törenleri için Genelkurmay’a gittik, tebrike gidiyoruz. Kenan Evren’in Alparslan Bey’e bakışı hiç hoşuma gitmedi. Böyle bir hasma bakar gibi bakıyordu. Bir şey söylemedim. Daha sonra, darbeden bir gece önce, Sadi Somuncuoğlu dedi ki, sayın genel başkanım Genelkurmay’da çok hareket varmış. Türkeş Bey dedi ki ne hareketi yahu. Bu Tilki Kenan bizim sınıfın en kabiliyetsiz adamıydı. Lakabı ‘Tilki Kenan’mış. Bunu duyunca benim içim yandı, eyvah dedim. Peki bu sizin en kabiliyetsiz adamınızın, Tilki Kenan’ın Genelkurmay başkanı olmasını sağladınız. Ben ne bileyim? İzmir’de üç gün beraber oldum. Karakteri ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Ben sivil bir adamı tanırım. Ama Alparslan Bey’in sınıf arkadaşıydı. O gece saat dörtte darbe olduğunu öğrendik.” Yıllar sonra, Evren ile Agâh Oktay Güner, ilk defa bu yılın kurban bayramında İzmir’de Crown Plaza Oteli’nde asansörde karşılaştılar. Güner, Evren’e Genelkurmay başkanı olduğu günleri hatırlayıp hatırlamadığını sordu. Evren “Hatırlamaz mıyım?” cevabını verdi. 12 Eylül’ün beş komutanından biri olan Nurettin Ersin Paşa yeni ölmüştü. Güner, Evren’e “Başınız sağolsun; Nurettin Ersin Paşa da vefat etti.” deyince Evren’in ağzından şu çarpıcı cümle çıkar: “Evet bir esrarlı gidişe herkes gidiyor, hiçbir ses seda yok.” Güner, Evren’e “Onların sesi var da biz duymuyoruz.” karşılığını vermiş.

BÜLENT ULUSU’DAN KUR’AN İZNİ

Güner, 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra Mamak Askerî Cezaevi’nde büyük işkencelerden geçen siyasi tutukluların cemaatle namaz kılma ve Kur’an-ı Kerim bulundurma yasağının nasıl kalktığını ise şöyle anlatıyor: “1982’de tahliye edildim. Başbakan Bülent Ulusu beni davet etti makamına. 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ben Ticaret Bakanlığı Müsteşarı iken, o da oramiral rütbesiyle Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarıydı. Kıbrıs’ta yaraları sararken sırt sırta verdik. Sayın Başbakan dünya işkence tarihinde Mamak birinci sırayı almazsa, ikinci sırayı hiç kimseye bırakmaz dedim. Biz dil okulundaydık, işkence görmedik; ama Mamak gençliği çok büyük bir işkence gördü. Ulusu’nun büyük insanlığıyla arkadaşlarımız aileleriyle demir parmaklıklar arkasında değil, masalarda görüşmeye başladılar. Haftada bir kere ailelerin yemek getirme hakkını her güne çıkardılar. Mamak’taki gençlerin cemaatle namaz kılmalarına müsaade, Kur’an-ı Kerim’e müsaade Ulusu’nun izni ile sağlandı. Bu izinleri aldıktan sonra evimde gözlerimden yaş boşandı. Yahu biz Rus işkencesi altında mıyız, Mamak’ta gençlere Kur’an-ı Kerim okumaları ancak bu adamın izni ile verildi. Ulusu insan bir adamdır. Hiçbir aşırılığa gitmemiştir.”

Faruk Mercan - f.mercan@aksiyon.com.tr - Sayı: 600 - 05.06.2006