Ermeni
soykırımı iddiaları yeniden gündemde. Bu kez Prof. Dr. Halil Berktay ve
Prof. Dr. Taner Akçam gibi Türk akademisyenler, Orhan Pamuk gibi tanınmış
Türk yazarlar soykırımı iddialarını doğru bulduklarını açıktan ifade ediyor.
1915 olaylarının üzerinden 90 yıl geçmiş olmasına rağmen halen netlik
kazanmamış olan iddiaların doğru olup olmadığını, konunun uzmanı Prof. Dr.
Hikmet Özdemir’e sorduk.
Türk Tarih Kurumu’nun Ermeni Araştırmalar Merkezi’nin başında bulunan
Özdemir, üç yılı aşkın bir süredir bütün mesaisini Ermeni olayları üzerine
ayırmış, yurtiçi ve yurtdışında arşiv incelemeleri yapmış. “1915 olaylarının
her gününün hesabını verebiliriz. Elimizde her türlü belge ve bilgi mevcut.”
diyecek kadar alanında iddialı.
“Salgın Hastalıktan Ölenler” kitabı yeni yayımlanan Özdemir, aslında yakın
tarih uzmanı; Turgut Özal ve Erdal İnönü’ye danışmanlık yapmış. Ermeni
meselesi üzerine araştırmaları bilimsel merakının ürünü. Özdemir, “Eğer
araştırmalarımda soykırımı olduğu neticesine varsaydım, bilim adamlığının
gereği olarak bunu açıktan söylemekten de kaçınmazdım.” diyor. Özdemir’e
göre, iddialar ya bilmemekten ya da kasıtlı çarpıtmalardan ibaret.
Röportaja başlarken, “Sizin sorularınız karşısında konuşmam içerisinde zaman
zaman Ermeniler ifadesi geçecek. Bundan kastım, Birinci Dünya Savaşı’nda
Türklere karşı çeteler oluşturan, Müslümanları katleden Ermenilerdir. Yoksa,
şu anda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşayan insanlarımızı
kastetmiyoruz.” diyerek, bu konuda hassasiyetini ortaya koyuyor.
Uzun süre medyadan uzak kalarak araştırmalarını bilimsel ciddiyetle sürdüren
Özdemir, suskunluğunu Aksiyon’a bozdu. İngiliz, Rus ve Fransızların
Ermenileri nasıl kullandıklarını delilleri ile birlikte anlatan Özdemir,
çarpıtılan gerçekler ve Ermenilerin Atatürk ve İsmet İnönü’ye suikast
girişimleri konusunda da çarpıcı açıklamalar yaptı.
-Ermeni soykırımı iddialarının kaynağı nedir?
Bu türden iddialar Birinci Dünya Savaşı başlarken, İngiltere merkezli savaş
propagandası olarak gündeme getirildi. Savaş boyunca da sürdürüldü.
-Yani tehcir hadisesi olmadan önce mi gündeme getirildi?
Tehcirden önce başlıyor bu iddialar. Çünkü, zorunlu göçten önce Anadolu’da
Ermeni ayaklanmaları var. Bazı meslektaşlarımız konuyu iyi bilmedikleri için
ya da bilip de gizlemek niyetiyle olabilir, ayaklanmalara işaret etmeden
açıklama yapıyor. Oysa, Anadolu’da ayaklanmaların nerelerde olduğunu, nasıl
bir seyir izlediğini biliyoruz. Muş’ta, Maraş Zeytun’da, Şebinkarahisar’da
ve değişik yerlerde ayaklanmalar var. Van’da ise, çok kapsamlı bir isyan ve
Ermenilerin kendileri için yönetim oluşturmaları söz konusu.
-Peki, İngiliz propagandasının hedefi ne?
Biliyorsunuz birkaç ay sonra, Mart 1915’de İngilizler Çanakkale’ye asker
çıkardı. İngilizlerin Çanakkale’ye asker çıkarmasıyla özellikle Zeytun’daki
ayaklanma arasında birebir ilişki var. İkisi de aynı gün, 18 Mart’ta
başladı.
-Bu ilişki nasıl oluştu?
Savaş öncesine dayanan bir ilişki bu. 1914’te Maraş’ın Zeytun Ermenilerini
temsilen bir heyet Rusya’nın St. Petersburg şehrine gidiyor. Rusya Dışişleri
Bakanlığı ile birlikte Fransız ve İngiliz dışişleri bakanlıklarından,
ayaklanacaklarını belirterek silah ve cephane yardımı yapılmasını
istiyorlar. Bu talep, Rus Dışişleri Bakanlığı’nın yazışmalarında yer alıyor.
Paris ve Londra’ya da yansımış.
İzmir’i Yunan’a vermeyi 1914’te planlamışlar
-Sadece Zeytun Ermenileri ile mi bir bağlantı söz konusu?
Van’daki, İstanbul’daki Ermenilerin de özellikle Rusya ile ilişki kurmak
suretiyle kapsamlı bir ayaklanma planladıkları görülüyor. Burada dikkat
etmemiz gereken bir diğer önemli nokta, Osmanlı hükümetinin savaşa
katılacağı henüz belli değilken, Ermeni Taşnak Komitesi’nin Erzurum’da
yaptığı kongrede aldığı karardır. Söz konusu kongrede Taşnak Partisi, bir
dünya savaşı çıkarsa kendilerinin tarafsız kalmak istediğini karara
bağlıyor. Şimdi siz bir devletin parçasısınız, o devlet bazı ittifaklar
yapıyor ve siz bağımsız bir karar alıyorsunuz. Biz bu savaşa devletin
safında katılmayacağız diyorsunuz.
-Propagandaların mimarı İngiltere’nin rolünü biraz daha açar mısınız?
İngiltere’de yaptığımız çalışmalarda başka bazı sonuçlara vardık. Daha savaş
başlamadan evvel, İngiliz devletinin yetkili birimleri Anadolu’da Osmanlı
toprakları üzerinde başka tasarruflarda bulunmuşlardı. Ki bunlardan bir
tanesi çok önemlidir. Biz hep Sevr Anlaşması ile İzmir’in Yunanlılara terk
edildiğini sanıyorduk. Oysa yaptığımız çalışmalarda gördük ki, savaş
başlamadan önce İngiliz Savaş Kabinesi’ne sunulan rapor ve haritalarda
İzmir’i Yunanlılara bırakmışlar. İstanbul ve Boğazları da Rus bölgesi olarak
kabul etmişler. Daha savaş başlamadan Osmanlı topraklarını paylaştırma söz
konusu.
-Bu paylaşımda Ermenilere de toprak tahsisi var mı?
Evet. Kilikya diye bilinen bölgede Çukurova’da bir Ermeni krallığı
öngörülüyor. Van bölgesinde de bir Ermenistan cumhuriyeti. İki ayrı Ermeni
devleti planlanmış.
-Neden birisi krallık, diğeri cumhuriyet?
Bunu kendi aralarında tartışmışlar. Maraş bölgesindeki, Kilikya’daki
Ermenilerin dağlı, kaba saba insanlar oldukları ve cumhuriyeti
beceremeyecekleri düşünülmüş. Bunların başına Avrupa’dan soylu bir kral
atanmasının daha iyi sonuç vereceği tasavvur edilmiş. Van bölgesindeki
Ermenilerin okuryazar oldukları ve cumhuriyeti yürütebilecekleri öngörülmüş.
Sanatçı değil, isyanın liderleriydiler
-Bu görüş, Rus Çarlığı’nın yaklaşımı ile de uyumlu mu?
Rus Çarlığı’nın durumu son derece ilginç. Ruslar, sınırın öte tarafındaki
Ermenileri de içine alacak şekilde genişlemeleri şartıyla Kafkasya’daki
Ermenilere özerklik vereceğini telkin ediyor. Şimdi tabii, tehcir veya
zorunlu göç kararının nasıl verildiğini anlayabilmek için Rusya, İngiltere
ve Fransa’nın bölge ile ilgili faaliyet ve planlarını birlikte düşünmek
gerekiyor.
-Tehcir kararı bunlardan dolayı mı alındı?
Tehcir kararı doğrudan doğruya ordunun güvenliğini sağlamak üzere alınmış
bir karar. Belirli birtakım vilayetlerde Ermeniler askeri birliklere
saldırmaya başlıyor. O dönemde, askeri sevkıyatlar var. Ordunun mühimmat
sevkıyatlarına pusu kuruyorlar. Askerin sevk edildiği bölgelerde
demiryolları istasyonlarına, cephane ve evrak taşıyan konvoylara
saldırıyorlar.
-Tehcir talebinin ordudan gelmesi bundan mı kaynaklanıyor?
Esasında, Başkumandanlık Vekaleti’nden hükümete gelen yazıda iki öneri var.
Güvenlik nedeniyle Doğu Anadolu’daki Ermenileri Kafkasya’ya doğru
yöneltelim. Bizce uygun olan budur diyorlar.
-Kafkaslar o sırada Osmanlı toprağı değil, ama...
Evet, değil. Ermenilerin yaşadıkları bir bölge var Kafkasya’da, işte bugünkü
Ermenistan Cumhuriyeti. Oraya yönlendirelim diyorlar. Kafkasya tarafına
gönderilmeleri halinde, gerçek anlamda ‘sınır dışı etmek’ (deportasyon)
olurdu.
-İkinci önerileri nedir?
Ermenileri savaş alanlarının dışında bir bölgeye aktaralım diyorlar.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Ermenilerin yine Osmanlı toprakları içinde,
yeniden iskan edildikleri yerlerde yüzde 10’u geçmeyecek şekilde
dağıtılmalarını kabul ettiriyor. Yeni yerleştirme bölgesi olarak da Suriye
ve Mezopotamya seçiliyor. Bu bölgelerde o zaman pek Ermeni yaşamıyordu.
Gittikleri yerlerde de bunlar kendi yaşamlarına uygun hayat sürdürebilsinler
diye, kırsal kesimden olanlar tarım bölgelerine, meslek erbapları da
şehirlere yerleştirildi.
-Peki tehcir ‘etnik temizlik’ kastıyla yaptırıldı denebilir mi?
Eğer kafanızda önyargı varsa, ‘bu bir etnik temizliktir’ diye bu olayı
kullanırsınız. Ama, bu hastalıklı bir düşünce tarzı. Dikkat edilmesi gereken
husus şu: Ayaklanma halindeki Ermeni topluluklar göçe tabi tutulmuştur.
Diğerlerine kati suretle dokunulmamıştır. Doğu Anadolu’daki Protestan
Ermenilere dokunulmamıştır.
-İstanbul’dan da tehcire tabi tutulanlar yok mu?
O dönemde, İstanbul’da 100-120 bin civarında Ermeni varken, zorunlu göçe
tabi tutulanların sayısı 2 bindir. Bu kişiler için yayınlarda müzisyen,
akademisyen deniyor. Ama bir özellikleri daha var. Silahlı gizli örgütlerin
merkez yöneticiliği. Kimse bunları söylemiyor.
-Eskişehir’den de Ermeniler sürülüyor. Onlar niçin?
Çünkü bütün asker sevkıyatı oradan yapılıyor. Daha önce Dörtyol’da,
Eskişehir’de sabotajlar söz konusu. Almanya’dan cephane geliyor. Pozantı’ya
kadar bu götürülüyor. Tehcirde gaye, geri hatları ve sevkıyat hatlarının
güvenliğini sağlamak zaten.
Tehcirin dünyada örnekleri var
-Tehcirin tarihte başka örnekleri var mı?
Maalesef örnekleri var. Bu iyi bir şey değil tabii. Bunun trajik sonuçları
oluyor. Nakil esnasında yaşanabilecek bir dolu dramatik olayı göz ardı
edemezsiniz. Yeniden yerleştirme, Osmanlı’da bir devlet politikası olarak
her zaman uygulanmış. İsyan eden gruplar, başka bölgelere zorla iskan
edilmişler.
-Bu politika Cumhuriyet döneminde de sürmüş galiba?
Evet. Cumhuriyet dönemi örnekleri de var. Şeyh Sait isyanı ve ondan sonraki
isyanlarda, isyan eden topluluklar, bir önlem olarak yeniden iskana tabi
tutulmuş. İsyancı gruplar etkisiz hale getirildikten sonra, yardımcı olan
topluluklar zorunlu iskana tabi tutuldu. Eğer burada ‘etnik temizlik’ kastı
bulunsa, tehcir sonrası onlara tarımla uğraşma, hayvancılık yapma gibi
imkanlar tahsis etmezsiniz.
-Dünyada da örnekleri mevcut mu?
İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika, Pearl Harbour’daki Japon asıllı
vatandaşlarını tehcire tabi tutmuş. 1941-42 yıllarında Doğu Polonya’da
Ruslar uygulamış. İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin’in, Sovyetler
Birliği’ndeki Türk topluluklara yönelik benzer uygulamaları söz konusu.
-Etnik temizlik nedir, o zaman?
Sırplar, birkaç yıl önce Bosnalı Müslümanlara etnik temizlik politikası
uyguladı. Silahlı grupların, silahsız sivil insanları önlerine katarak
sürmeleri ve yok etmeyi amaçlamalarıdır, etnik temizlik. Etnik temizlik,
Türklere ve Müslümanlara karşı Birinci ve İkinci Balkan savaşlarında
yapıldı. ‘93 Harbi ve Birinci Dünya Savaşı öncesi Kafkaslar’da Türklere
karşı yürütüldü. Oysa Osmanlı, sadece savaş sırasında ve geçici olarak
tehcir kararı aldı.
-Tehcirin geçici olduğu kaydı çok net mi?
Güvenlik gerekçesi ile yapılan tehcir, Mart 1916’da durdurulmuştur. 1917’de
de Geri Dönüş Kararnamesi yayımlanmıştır. Söz konusu şahısların mal ve
mülkleri satılmış ise, bunlar defterlere kaydedilmiş ve iade edilmek üzere
devletin ilgili birimlerine teslim edilmiştir.
-Tehcirin yok etme kastı taşımadığını gösteren başka ne gibi uygulamalar
mevcut?
Herkes şunu kesin olarak bilmeli. Tehcirin hiçbir şekilde yok etme kastı
yok. Her kim var diyorsa, iki nedenden dolayı diyordur. Ya Halil Berktay
gibi bilgisizlik sebebiyle ya da Ermeni tarihçiler gibi kasıtlı olarak.
Kurulabilecek bütün platformlarda, tehcirin imha amacı taşımadığını
kanıtlayabilecek durumdayız. Zaten, bir yok etme kararı olsaydı, 1918’de
İstanbul işgal altındaydı. Bütün Osmanlı arşivleri kontrolleri altındaydı
ki, bunların bir kısmını da götürdüler. Hangilerini götürdüklerini bugün
artık biliyoruz. Çünkü fotokopilerini geri getirdik. Meclis-i Mebusan’ı
basıp önde gelen şahsiyetleri Malta’ya götürdüler. Orada soruşturmalar
yapıldı. Amerika’dan da söz konusu şahıslarla ilgili deliller istendi. O
şahıslarla ilgili delil olmadığı için İngiliz hükümetinin kararı ile esirler
serbest bırakıldı. Uluslararası açıdan da o dönemde konu her türlü yargıya
açıktı.
-Ama deniyor ki, işgal altında İstanbul’da mahkemeler kuruldu. Söz konusu
kişilerin suçlu olduğuna karar verildi ve buradaki ifadeler de imha kastını
ortaya koyuyor?
Bu Taner Akçam ve Halil Berktay tarafından kamuoyuna yönelik yapılan yanlış
bilgilendirmeler. Bir kere Osmanlı döneminde, 1918-19 yıllarında yapılan
yargılamalar tehcirle ilgili ilk ve tek yargılamalar gibi gösteriliyor. Bu
çok büyük bir aldatmaca. Tehcirle ilgili ihmali görülen görevliler hakkında,
Talat Paşa dahiliye nazırı iken 1915-16 yıllarında soruşturmalar
yapılmıştır.
-Bu soruşturma kapsamında yargılananlar da oldu mu?
Dahiliye Nazırı Talat Paşa, zorunlu göç sırasında merkeze ulaşan bazı rapor
ve duyumlardan hareketle, dört güvenilir ismin başkanlığında dört ayrı
tahkikat heyeti kuruyor. Bu nasıl bir iş ki, hem hükümet etnik temizlik
kararı almış olacak hem de birkaç ay içerisinde tahkikat heyetleri kurarak,
kusuru olan kişileri mahkemeye çıkaracak. Heyetlere, kusuru olan kişileri
saptadığınızda bize bildirmeden, bulunduğunuz bölgedeki askeri mahkemeye
sevk edin deniyor. Bu şekilde 1347 kişi yargılanıyor. Aralarında ceza
alanlar ve görevden uzaklaştırılanlar da oluyor.
Ermeni mebusları öldüren iki kişi idam edildi
-Tahkikat sonucu haklarında idam kararı verilenler var mı?
1915’te Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Ermeni kökenli mebuslar var. Olayların
gelişim sürecinde anlaşılıyor ki, bu mebuslardan birkaçı Osmanlı ordusuna
karşı ayaklanmayı bizatihi örgütleyen kişiler. Silahlı Ermeni gönüllülerini
örgütlüyorlar. Ama çoğunluk görevlerine devam ediyor. Hükümeti eleştirseler
de yasama görevini yürütüyorlar. Bu Ermeni silahlı ayaklanmasını örgütleyen
Ermeni mebuslardan iki tanesi, çete rolü üstlenmiş katiller tarafından
Diyarbakır’a sevk edilirken öldürülüyor. İşte bu iki katil, yakalanmış,
yargılanmış ve idam edilmiştir.
-Tehcir kararı da, kusurluları soruşturma, yargılama ve infaz da aynı
hükümet döneminde oluyor o halde?
Bazı akademisyenlerin söylemek istemedikleri, bilmedikleri veya ihmal
ettikleri hususlardan birisi de budur. Diğeri, ayaklanmayı söylemiyorlar.
Dilleri onu söylemeye varmıyor. Ayaklanma olması, Türklerin katledilmesi
demek. Nitekim Muş bölgesinde 90 bin Müslüman tehcir kararından önce
katledilmiştir. Çetelerin öldürdüğü iki Ermeni mebusu, bu katliamların
örgütleyicisi olmuştur.
-Çetelerin, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından kullanıldığını iddia edenler var?
Fakat, medyanın da aşırı bombardımanı altında, birtakım olaylar tamamen sis
perdesi altında kalıyor. Bunlardan biri Teşkilat-ı Mahsusa meselesidir.
Teşkilat-ı Mahsusa, Trablusgarb ve Balkan Savaşı sırasında ortaya çıkmıştır.
Bir vatanseverler birliğidir. Bir ihtilal örgütü değildir. Batı Trakya Türk
Cumhuriyeti’nin kurulması onların gayretleriyledir. Teşkilat-ı Mahsusa
içerisinde öyle isimler var ki, onların eli kanlı katiller olduğunu hiç
kimse düşünemez ve iddia edemez. Haddine de değildir. Bunlardan biri Mehmet
Akif’tir. Biri Bediüzzaman’dır. Askerlere cepheye gitmeleri konusunda
telkinlerde bulunmuşlardır. Bediüzzaman, Başkumandanlık Vekaleti’nin
başvurusu üzerine Hamidiye Alayları’na telkinde bulunur. Buradan devletin
kadrolu memurları anlaşılmasın, zaten Teşkilat-ı Mahsusa vatanseverler,
gönüllüler örgütüdür.
-Teşkilat-ı Mahsusa’nın kendinden çok Yakup Cemil’in alayı üzerinde
duruluyor. O da bir üyesi değil mi?
Doğrudur. Yakup Cemil’in alayına verilen insanlar, o dönemde Çankırı ve
Çorum hapishanelerinden şartlı aff-ı umumi ile salıverilenler. Belli kısım
mahkumların, kalan sürelerini cephede savaşarak tamamlayabilecekleri ifade
ediliyor. Mahkum da olsa, bir insanın vatanı için savaşmaya hakkı yok mu?
Çok önemli başka bir şey daha söyleyeyim. Halil Berktay ya da onunla aynı
düşünceyi paylaşan sözgelimi Taner Akçam, Osmanlı ordusuna afla katılan
mahkumları çok büyük bir suç olarak dile getiriyorlar. Ama şunu hiçbir zaman
söylemiyorlar veya bilmiyorlar. Aynı tarihte, Çarlık Rusyası’nda da, Ermeni
mahkumlarla ilgili özel af çıkarılıyor ve Kafkas Cephesi’nde görev
veriliyor. Sizler, Osmanlı’ya karşı savaşacaksınız diyorlar. Gelin, dürüst
bir şekilde her iki taraftaki kararları birlikte inceleyelim. Bir bilim
adamı olarak ben bu kararları çok normal karşılıyorum. Her iki taraf da
elindeki imkanları sonuna kadar kullanmak istiyor.
-Tehcir sırasında çok sayıda Ermeninin hayatını kaybetmesi neden?
Kafilelerdeki insanların zorunlu göç sırasında hayatlarını kaybettikleri
doğru. Gerek işgüzarlık yapan mülki görevlilerin, gerek çetelerin, gerekse
birtakım aşiretlerin saldırıları sonucu hayatını kaybedenler var. Ve en
fecisi ise, salgın hastalıklar nedeniyle azımsanmayacak sayıda insan göç
sırasında veya gittikleri yerlerde hayatını kaybetmiş. Bu şüphesiz çok büyük
bir faciadır, çok büyük bir dramdır. Bu trajedi karşısında kayıtsız kalmak
düşünülemez. Bir bilim adamı olarak, bir dünya savaşının ölülerinin
dinlerine ve milliyetlerine göre ayrılarak yad edilmesini sureti katiyetle
kabul edemiyorum. Ama bu ölülerin bir kısmı üzerinden, Ermeni diasporasının
yaptığı budur, 90 yıldır siyaset ve ticaret yapmak bizim kabul
edebileceğimiz bir şey değil.
-Tehcir sırasında ölen Ermenilerin bir milyonu aştığı söyleniyor. Yaşanan
trajedinin boyutu bu kadar büyük mü?
Rakam konusunda kişisel olarak sürdürdüğüm bir çalışma var. Henüz
sonuçlanmadı. Sadece şu kadarını söyleyeyim. Ermenilerin, 1915-1922
arasındaki savaşlardaki toplam kayıplarının tehcire fatura ediliyormuş
izlenimi var. Toplam kayıplarının ne kadar olduğunu bilebilmemiz için,
1914’te dünyada ne kadar Ermeni olduğunu bilmemiz gerekiyor. Rusya’da,
Osmanlı’da, Fransa’da, Amerika ve Kanada’da ne kadar Ermeni yaşıyordu? Bizim
elimizdeki verilere göre, 1909’a kadar Amerika ve Kanada’ya ekonomik sebepli
büyük göçler oluyor. Mesela, 1909 yılında Erzurum’daki İngiliz Ermeni
Konsolosu, Erzurum’un köylerinde hiç Ermeni erkek kalmadığını bildiren bir
rapor yazıyor.
Kayıp rakamları abartılı
-Rus ve Fransız ordusuyla işgale katılan ve ölen Ermenileri de mi
hesaplıyorlar?
Evet. Dolayısıyla, kayıp sayısını tam tespit için Rus ordusunda kaç Rus kaç
Osmanlı Ermenisi’nin savaşa katıldığını ve hayatlarını kaybettiklerini
bilmemiz gerekiyor. Cenevre’de, Birleşmiş Milletler arşivinde yaptığım
araştırmalarda, sadece Rus ordusunda Birinci Dünya Savaşı’nda çarpışırken
hayatını kaybeden Ermenilerin sayısı 200 bin. Bunu ben değil, BM yetkilileri
söylüyor. Paris görüşmelerinde, Ermeni delegasyonunun açıklamaları var. “Biz
Ruslar için, Fransızlar için, İngilizler için, Osmanlılar ile savaşırken
öldük. Bizim hukukumuzu korumuyorsunuz.” diyorlar.
-Bu serzenişlerin etkisi oluyor mu?
Olmuş olmalı ki, Fransızlar 1919 ve 1920’de Çukurova’yı işgal edince,
ordusunda asker ve subay olarak çok sayıda Ermeni yer almıştır. Düşünün
Ermeniler, birlikte yaşadıkları insanları katletmek için Fransız üniforması
ile geri dönüyorlar.
-Osmanlı Ermenileri mi bunlar?
Evet. Tehcir ile Suriye’ye sürülen Ermeniler. Maraş’ta, Urfa’da savaşlar
oluyor. Artık düzenli ordu savaşı söz konusu. Çatışmalar oluyor ve
ölüyorsunuz. Dolayısıyla, Fransız üniforması altında ölen Ermenilerin sayısı
da tam olarak bilinmeli ki, tehcir kayıpları tam olarak ortaya çıkarsın.
-Tehcir ve savaşları ayrı safhalar olarak mı kabul ediyorsunuz?
Türk-Ermeni ihtilafını incelerken farklı evreler vardır. Bunlardan
birincisi, ayaklanma evresi. Bu ayaklanmanın önüne geçebilmek için 1915’te
Ermeniler Ruslara yakın bölgelerden alınarak tehcire tabi tutuldular. İkinci
evre ise, 1916-17 sonuna kadar Doğu Anadolu’da bazı vilayetlerimiz Rus
işgaline maruz kaldı. Bu işgal sırasında daha önce Kafkaslara iltica eden
400 bin kadar Ermeni, Erzincan ve Erzurum’a geri dönmüştür. Üçüncü evre,
Osmanlı’nın yenilgiyi kabul ettiği Mondros’la başlamıştır. Suriye’deki
Ermeniler, Fransız ordularıyla beraber geri dönmüş ve katliamlara
başlamışlardır.
-Bugün Fransa’da yaşayan Ermeniler, askerlik yapanlar mı?
Evet. Burada savaşan Ermeniler büyük oranda Fransa’ya yerleşiyor. Bunların
sayıları 67 bindi. Bugün orada güçlü bir lobi oluşturmuşlardır. Fransa,
onları yarı yolda bıraktığı için diyet ödemektedir. Tarih yeniden
yazılmalıdır. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Fransa da tarihi ile yüzleşmek
zorundadır.
-İttihat Terakki’nin Anadolu’yu Türkleştirmek gayesiyle, tehciri
uyguladığını iddia eden isimler de var. Ne dersiniz?
Bu bir önyargı. Bunu çürütecek ilginç bir bilgi var. Kasım 1918’de Talat,
Enver ve Cemal paşalar bir Alman zırhlısı ile İstanbul’dan ayrılmak zorunda
kaldıktan sonra, “İttihad-ı İslam Cemiyeti” adıyla bir örgüt kuruyorlar
Almanya’da. Bu örgütün Türklükle alakası yok. Tamamen İslam coğrafyasının
İngiliz emperyalizmine karşı nasıl birleştirileceği üzerinde duruyorlar. Ne
savaş öncesi ne de sonrasında İslam, birinci öğe olmaktan çıkmıyor.
İmparatorluğun farklı unsurlardan oluştuğunun bilincindeler. Avrupa’da
faaliyet gösterirken, eski Osmanlı İmparatorluğu yerine ayrıca bir Türk-Arap
Federasyonu kurma projeleri de var. Enver Paşa’nın bizzat makale yazdığı ve
desteklediği derginin ismi de ‘El İslam’dı. Kaldı ki, 1908 ihtilali olduğu
zaman Talat, Ermeni Komitesi’nin lideri ile “kahrolsun padişah” diye
bağırıyor. 1909’da İttihat Terakki, Ermeni komiteleri ile bazı yerlerde
ittifak yaparak seçimlere giriyor. Hakeza, 1913 yılına kadar İttihatçı
hükümetin hariciye Nazırı da Naradukyan isimli bir Ermeni.
-Tehcir ile ilgili dile getirilen tezlerden biri, Ermenileri de intikam
saldırılarından korumak. Peki kimden?
Ermenilerin belli bölgelerden uzaklaştırılmasının önemli bir nedeni bu.
Osmanlı ordusuna ve halka yönelik Ermeni saldırılarının Müslüman tebaayı
galeyana getirmesinden de endişe edilmiş. Zorunlu iskana tabi tutuldukları
bölge de, bu açıdan özelliklere sahip. Biliyorsunuz. Osmanlı’ya Balkanlar ve
Kafkaslardan yoğun Müslüman göçü söz konusu. Türkler, Anadolu’ya sığınmak
zorunda kalmıştır. Kötü anıları mevcuttur. Mal ve mülklerini bırakıp
gelmişlerdir. Sadece 1916’da Kafkasya’dan gelen mültecilerin sayısı 830
bindir. Ermeni toplulukların ayaklanma sürecindeki faaliyetleri kontrol
edildikten sonra, Balkanlar ve Kafkaslardan gelen bu toplulukların yer
almadığı bölgelere tehcir gerçekleşti. Bu da hükümetin başarısıdır.
ERMENİLER, ATATÜRK’E SUİKASTE GİRİŞTİ
1926 ve 1927’de Türkiye’ye Ermeni suikast çeteleri güneyden sızdırıldı.
Görevleri Atatürk’ü öldürmekti. Saldırıların bazılarını İngiliz istihbaratı
tespit edip MAH’a bildirmiş. Onlar da Köşk’e.
Atatürk’ün Ermeni iddiaları karşısında sessiz kalmayı tercih ettiğini iddia
edenler var. Doğru mu?
Aksine, Atatürk Ermeni soykırımı konusunda en sert tepkiyi verenlerden
birisidir. Ermenilerin savaş sırasında katliamları ve Rus ordusu saflarında
oynadıkları fevkalade kötü rolle ilgili, bir asker olarak Atatürk’ün çok
kesin değerlendirmeleri var. Bunları bilmiyorlar. Atatürk’ün Ermeni Sorunu
ile ilgili değerlendirmeleri İsmet Görgülü tarafından koca bir cilt olarak
yayınlandı. Bunu okusunlar.
–Lozan’a giden heyete de bu konuda bir talimatı var galiba?
Evet. Lozan’a giderken de heyete verdiği kesin talimat var. “Eğer Ermeni
Meselesi ile ilgili talepler gündeme getirilirse, bize sormadan derhal geri
geleceksiniz.” diyor. Kamuoyumuzun bilmesi gereken başka şeyler de var.
–Ne gibi şeyler bunlar?
Birinci kuşak suikastler yapıldığında Sait Halim Paşa, Talat Paşa, Bahattin
Şakir, Cemal Paşa... Maalesef, bu Ermeni çeteleri Türkiye Cumhuriyeti’nin
lideri Atatürk’ü de öldürmek için çeşitli çabalar içine girdi. Şahsen,
Atatürk’ün cumhurbaşkanı olarak hiç yurtdışına çıkmayışını da buna
bağlıyorum.
–Atatürk’e yönelik somut suikast girişimleri söz konusu mu?
Elimizdeki bulgulara göre, 1926 ve 1927’de Türkiye’ye Ermeni suikast
çeteleri güneyden sızdırıldı. Görevleri Atatürk’ü öldürmekti. Ayrıca bir
Romen şilebinden de İstanbul limanına adam sızdırmak suretiyle, İsmet
İnönü’nün öldürülmesi düşünüldü. Zaten daha önce de, İsmet İnönü’nün
öldürülmesine ilişkin Lozan görüşmeleri sırasında İsviçre polisine
ulaştırılan bilgiler var. Yani Ermeniler yoğun bir intikam arayışı
içindeler. Bunlarla ilgili belgeler de mevcut elimizde. İnşaallah kısa bir
süre sonra Atatürk’e yönelik suikast girişimlerini, belgeleriyle birlikte
yayımlayacağız.
–Ne gibi belgeler bunlar?
Atatürk’e yönelik çok ciddi suikast girişimleri mevcut. Bunlar, İngiliz
arşivlerinde de yer alıyor. Benim elimdeki belgelere göre, İngilizlerin
haber verdiği tespit edilmiş girişimler de var. Daha doğrusu İngiliz
istihbaratı milli emniyet MAH’a bildiriyor, onlar da Köşk’e haber veriyor.
SALGIN HASTALIKTAN ÖLEN SADECE ERMENiLER DEĞiL
Ermeni kafilelerin salgınlarla ölecekleri bilindiği için zorunlu göçün
uygulandığını iddia edenler var?
Bu beylik bir iddia. Ağız birliği yapmış gibi herkes bunu tekrarlıyor.
Dolayısıyla da soykırımı yapılmıştır kanaati ortaya konuyor. “Salgın
Hastalıklardan Ölümler” çalışmam bu konuda çarpıcı bir gerçeği ortaya
çıkardı. Aynı tarihte, Osmanlı ordusunun kendisi de bu salgınların
pençesinde. Askeri kayıtlara göre 400 bin asker hayatını kaybetmiş. Bu
mantığa göre, Osmanlı kendi ordusunu da bile bile ölüme göndermiş oluyor.
– Zorunlu göçlerin yürüyerek yapılması bir başka eleştiri noktası.
Alternatifi var mıydı?
Yoktu. O hatta, demiryolu yok. Askerler de yürüyerek sevkıyat
gerçekleştiriyor. Ama dikkat edin. Hükümet, kafilelerin güvenliğinin
sağlanması ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması için çok ayrıntılı
birtakım çabanın içine girmiş. Açıkça söylüyorum. 1915 yılının her gününün
hesabını vermeye hazırım.
– Tedbir alındığı halde mi, açlıktan ölen Ermeniler oldu?
Ermeni kafilelerin nasıl, nerede ve kimler tarafından açlıktan öldürüldüğünü
açıklayayım. Lübnan bölgesinde, ki o zaman Anadolu’nun birçok bölgesinde,
çekirge istilaları yaşanıyor. Meclis–i Mebusan zabıtlarında bunlar yer
alıyor. Bu, o sene mahsulün yok olması demek. Ordunun ambarlarındaki
zahireler de bitmek üzeredir. Çünkü, sivil halka ve Ermeni mültecilere de
dağıtıyor. Cemal Paşa, bu sırada Papa’ya, Amerikan Başkanı’na ve
uluslararası yardım kuruluşlarına çağrıda bulunuyor. İspanya Kralı bir gemi
dolusu patatesi bölgeye gönderir. Ancak bölgeyi abluka altında tutan İngiliz
savaş gemileri, yardımın ulaşmasına izin vermiyor. Savaş Kabinesi’nin
gerekçesi, yardım ulaşırsa Osmanlı ordusunun savaş kapasitesi sürer, yardımı
kesip ordu ambarlarının boşalmasını sağlayalım. Ermenilere de gidecek yardım
ulaşamaz, ama gemi İngilizlere yardım eden Arapların bölgesine
yönlendirilir.
ERMENİLER SANAL BELLEK OLUŞTURDU
Gerçekliği olmadığı halde, soykırımı iddiaları nasıl bu kadar geniş kabul
görür hale geldi?
Diaspora Ermenileri dediğimiz topluluğun tamamına yakını Osmanlı Ermenileri.
Bunlar öyle bir kin ve garaz duygusuyla kuşaktan kuşağa öyküler anlattılar
ki, bugün 1915 ve 1916 ile ilgili bir sanal bellek oluşmuş durumda. Böylesi
bir sanal bellek karşısında çok yeni bir yöntemle, çok yeni bir söylemle
ancak mücadele edebileceğimizi düşünüyorum. Bu sanal belleğin oluşumu
sırasında, Ermeni olmayan dünya kamuoyunu da adeta biz onların eline
bıraktık. Sesimizi çıkarmadık. Hatta başlangıçta, bu olanlar Osmanlı
dönemine ait, Türkiye’yi bağlamaz diye düşünenler dahi vardı.
–Soykırımı iddialarının gerçek olmadığını gösterebilmek için nasıl bir
açılım söz konusu olabilir?
Bugün geldiğimiz noktada, başta Cumhurbaşkanlığı ve Meclis olmak üzere tüm
kurumlar, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı uyum içinde hareket etmekte.
Muhalefet ve hükümet de bu konuda mutabakat sağlamış durumda. Türkiye
önümüzdeki dönemde, bütün kamuoyumuz da dış kamuoyu da şahit olacak. Bu
işbirliğinin meyvesini almaya başlanacak. Gelecek için hiçbir şekilde
karamsar değilim. Emin konuşuyorum, çünkü tarihi gerçekler bizim yanımızda.
Böyle bir soykırımı işlenmemiştir. Bunu dünya kamuoyuna ve uluslararası
kuruluşlara anlatmak bizim görevimiz. Durduğumuz yerde, kimse biz haksız
ithamlarda bulunmuşuz, özür dileriz demeyecektir. Bunu başarmaya da
mahkumuz.
|