İNCİLİ ÇAVUŞ

16. asrın sonu ile 17 . Asrın başlarında yaşadı. Saray'da meddahlık yaptığı için üne ulaştı. Kendisinin hazır cevaplılığı, nükteleri ve hareketli kişiliği döneminde vazgeçilmez adam olmasına sebep oldu. Elçilik göreviyle İran'a gönderildiği de rivayet edilmektedir. İncili Çavuşla çeşitli bölgeler sahip çıkar. Kayseri'nin Travşın köyünde doğduğu rivayeti daha yaygındır.
Bunun için de Tomarza yakınındaki bu köyün adı İncili olarak değiştirilmiştir. Dönemin padişahından kendisine himmet istenmesi söylenince, köyüne su İstediği ve bunun da yerine getirilerek Travşın köyüne büyük çaplı su kanallarının yapıldığı söylenir. Kavuğundaki inci süsü taşıdığı için bu adı aldığı rivayet edilir. Asıl adı ise Mustafa'dır. İstanbul Edirne Kapı Mezarlığı'nda yatmaktadır. Mezar taşında H. 1 040 (M. 1630) ölüm tarihi olarak yazılmıştır.

İncili Çavuş, Türk siyasi ve kültür hayatında esprilerini üstün İnsan zekasının imkanlarıyla donatarak kendisini kabul ettirmiş bir büyük mizah ustasıdır. 0, sözde kara mizah yapmadan ama espriyi Türk İrfan hayatı içerisinde kendi yerine oturtarak vermesini bilen bir halk adamıdır. Saraydaki önemi de buradan ileri gelmektedir. Nasrettin Hoca, nasıl kendi çağında toplumun hiciv duygularını temsil etmişse, İncili Çavuş da bunu espriyle dile getirmiş ve kültürümüzdeki yerini almıştır. Biz İncili Çavuş'un hazır cevaplılığında Kayserilinin aynı özelliklerini bulmaktayız.

İNCİLİ ÇAVUŞ'TAN BİR KAÇ ÖRNEK

Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek İçin, .ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi :

-Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin Ne yapacaksan yap şu haline engel ol

İncili, ''Çaresini buluruz'' dedi. Bir süre düşündü. Sonra atın- inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemedi:

-Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi?''

İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı :

- Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermezle.Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi...

PARASIZLIK

İncili Çavuş, İstanbul'da bir ara peş parasız kaldı. Karşıya geçip bir arkadaşından borç para istemeye karar verdi. Ama geçmek için kayıkçıya verecek parası da yoktu. Evinden çıktı, düşünceli bir şekilde iskeleye vardı. Bir kayıkçı, bunu kayığına aldı. Nereye gideceğini sordu. İncili Çavuş sağır ve dilsiz numarası yaparak, eliyle karşıyı işaret etti. Kayıkçı, bunu alıp karşıya geçirdi. Buda başka bir yeri işaret etti. Oraya götürdü. Bir başka yeri gösterdi. Kayıkçımızın da sabrı tükenmişti. İnciliye verip veriştirmeye başladı. Ama onu da ineceği yere götürdü. incili, kayıktan inerken. konuşmaya başladı

Gel bakalım kayıkçı evladım. Sen buraya getiresiye kadar bana verip veriştirdin Şimdi Karakola gidelim de şu sövdüklerinin hesabını ver Ondan sonra da ben senin hesabını ödeyeyim. . .

Kayıkçı baktı pabuç. pahalıya mal olacak, kıyığı da bıraktığı gibi kaçmaya başladı. İncili de böylece, parasızlığını belli etmeden, arkadaşına ulaşmış oldu. [1]

 

YAMA
İncili Çavuş, Osmanlı elcisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral, bunları görünce dayanamayıp:
* Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mi? diye sorunca,
İncili Çavuş:
* Osmanlılar, adama göre adam gönderirler, cevabini vermiş. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek.


 

**ASSANIZ OLMAZ MI?

Padişahın isteği üzerine bir gün İncili Çavuş, vezirlerden birinin taklidini yapmış.
Taklidi yapılan vezir bunu duyunca çok kızmış ve:
"Ben onu öldüreyim de aleme ders olsun," demiş. İncili Çavuş vezirin bu sözlerini işitince
can derdine düşmüş ve Padişaha gidip durumu anlatmış. Padişah İncili Çavuş'a:
"Sen korkma, o seni öldüremez, eğer o seni öldürürse ben de ona kısas uygularım," demiş.
Bunun üzerine İncili Çavuş, şöyle bir istekte bulunmuş:
"Aman Padişahım, o beni öldürmeden önce siz onu assanız olmaz mı?"

**BOYNUZ
İncili Çavuş, bir harem ağası ile birlikte kurbanlık koyun almaya gitmiş. Ağa sürüleri dolaşıyor, fakat koçları boynuzsuz diye beğenmiyormuş. Sonunda İncili Çavuş dayanamamış ve demiş ki: "Ağa hazretleri, bunları da alalım zararı yok. Harem dairesinde iki gece kalırlarsa, hemen dallı budaklı boynuzlanırlar."

 

 

**Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti.
Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek İçin; ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi.
Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi :
-Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin Ne yapacaksan yap şu haline engel ol. İncili,
"Çaresini buluruz" dedi. Bir süre düşündü. Sonra altın - inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu.
Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemedi:
-Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi?'' İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı :
-Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermez.
Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi...

 

**İncili Çavuş, Osmanlının bir zamanında yaşamış, padişahın çok sevdiği, çok akıllı, çok kurnaz bir devlet adamı...

Birgün padişah ondan, kendisi kadar akıllı ve kurnaz adamları bulup getirmesini, dolayısıyla tüm anadoluyu dolaşmasını ister...

Yolu Domurköy'e düştüğünde bizim köyden bir köylü ile muhabbeti olur.

Bugün de olduğu gibi köylümüz gerçekten nüktedan ve hoşsohbet bir insandır. Kurnazlığı da ayrı bir konudur ki Domurköy'e "incili çavuşu aldatan köy" nitelemesini kazandırır...

 

**DOLANDIRICININ DOLABI

Bir gün azam-ı devletten biri esna-yı musahabette, yani sohbet esnasında iken İncili Çavuşa sorar:

-Ağa hazretleri İstanbul'da bazı adamlar dolandırıcılık ederler. Ötekini berikini dolandırırlar imiş. Bunlar nasıl adamlardır, insanı nasıl dolandırırlar?

-Efendim bunlar şeytan gibi adamlardır, dolandırıcılık için bir çok alet edavatları vardır. Onlar vasıtası ile dolandırırlar.

-Bunlardan biri görmek ve nasıl dolandırdıklarını anlamak isterdim. Rica ederim bana bir dolandırıcı gösteriniz.

-Baş üzerine efendim, yarın gösteririm.

İncili Çavuş, o zamanın en meşhur dolandırıcılarından birini bulup o zata götürür:

-Efendim dün emrettiğiniz gibi işte size en meşhur dolandırıcıyı getirdim.

-Memnun oldum ağa hazretleri, (dolandırıcıya dönüp)

-Sen dolandırıcımısın?

-Evet efendim

-İnsanı nasıl dolandırıyorsun?

-Bu bizim sanatımızdır. İcra-yı sanat ve maharet için bir takım dolaplar kurarız. Alet ve edavat hazırlarız.

-Görmek ister idim, beni dolandırsana.

-Baş üzerine efendim, ancak geçende hasıl olan bir zaruret dolayısıyla dolaplarımı, alet ve edavatımı birisine satmış idim. Şimdi emrinizi icra etmek için bunları tedarik ve bunu için de paraya ihtiyaç vardır.

-Kaç kuruş lazım?

-Efendim, zat-ı devletleri gibi birini, öyle sade dolaplar ile dolandırmak mümkün olamayacağından, icabeden alet ve edavat ancak bin altına alınabilir. Sonra yine satarız.

-Pekala işte sana bin altın!

-Bendeniz de emrinizi iki gün sonra ifa ederim.

Dolandırıcı bin altını alıp gider. Hazır bulunan İncili Çavuş gülmeye başlar, sahib-i hane sorar:

-Ağa hazretleri niçin gülüyorsunuz?

-Sizi ne güzel dolandırdı, ona gülüyorum.

-Ne demek? Beni kim dolandırdı?

-Giden herif.

-Canım ben dolandırılmadım, öyle bir şey görmedim.

-Efendim, dolandırılmak öyle zannettiğiniz gibi dolaba koyup fırıl fırıl çevrilmek değildir. İşte size bir takım sözler söyleyerek kandırdı, bin altını alıp gitti. Dolandırılmak işte böyledir!

Hane sahibinde derin bir HAYRET !

 

 

**Padişah ile İncili Çavuş bir yerde giderlerken yeni doğmuş gayet kibar,  gösterişli bir eşek yavrusu görür. Padişahın hoşuna gider. Eşek yavrusunu okşar.

- Ne kadar kibar, ne kadar sevimli, ne kadar akıllı değil mi? İncili Çavuş:

- Evet padişahım! Çok kibar, çok iyi, bende onun gibisini görmedim, der ve ayrılırlar. İncili Çavuş'un çenesi durmaz. Eşek yavrusunu göstererek:

- Padişahım bu eşek yavrusu o kadar kabiliyetli, o kadar akıllı ki eğer emek verilse okumayı da öğrenir. Padişah, İncili'ye dönerek:

- Eşek yavrusunu sahibinden satın alalım, sen buna okuma öğret, der. İncili Padişah'a verdiği sözü yutamaz. Padişah eşeği yavrusu ile beraber satın alır. Çünkü yavru süt emiyor. Padişah eşeğin okuyamayacağını biliyor. Maksadı İncili bunun altından nasıl çıkacak. Çünkü İncili'nin her işinde, sözünde, hareketinde bir muziplik (güldürücülük, şakacılık) vardı. Eşeği yavrusu ile beraber İstanbul'da İncili'nin evine teslim ederler.

İncili defteri açar, defterin arasına arpa döker, hayvan onları yer. İncili diğer sayfayı açar, onun arasına da arpa döker, böyle böyle eşek yemi defter yaprakları arasında yiye yiye yemliğe, torbaya değil de deftere alışır. Bu sefer İncili defterin her sayfasının arasına arpa döker, hayvan dili ile sayfaları çevirip arasındaki arpaları yer. Hangi kitabı, hangi defteri getirsen hayvan arpa aramak için defterin, kitabın sayfalarını dili ile çeviriyor. İncili Padişah'a:

- Eşek okumayı öğrendi der. İncili eşeği aç bırakır, Padişahın sarayının avlusuna getirir. Bütün vezirler, kumandanlar toplanırlar. Kitap okuyan eşeği seyredecekler. Eşeğin önüne bir tarih kitabı getirirler. Eşek kitabın sayfalarını diliyle çevirip kokluyor, içinde arpa arıyor. Sonuna kadar çevirir, tekrar bu tarafa çevirir yine çevirir koklar içinde arpa yok. Eşek, İncili'den tarafa döner anırır, yem ister. İncili:

- Padişahım tamam okudu, manasını da verdi der. Padişah:

- Biz bir şey anlamadık, deyince İncili:

- Eşek lisanınca manasını verdi, tabii anlamazsın, der.

 

 

**Padişahın canının sıkkın olduğu bir sırada yanına gelen İncili Çavuş, şu soruyu sormuş:

- Padişahım, siz hiç Kars’a gittiniz mi?

- Hayır gitmedim. Sen gittin mi?

- Ben de gitmedim.

- Ee! Ne diye sordun, öyleyse?

- Hiç!.. Laf olsun diye..

Yüzü asık padişah, bu cevap üzerine gülmüş ve rahatlamış...”

**"Padişah İncili Çavuş’u çağırıp bir at vermiş. ‘-Bu atı al, iyi bak. Sana her ay bir kese altın. Ama ata iyi bakmazsan, öldü dersen kellen gider’ demiş. İncili Çavuş atı alıp mahalleye gelince komşuları, ‘-Yahu niye aldın bu atı, yarın nasıl olsa ölecek, kellen gidecek’ demişler. Birkaç ay işler iyi gitmiş. Bir gün at yatmış, kalkmamış. İncili Çavuş varmış padişahın huzuruna. Padişah, ‘-At nasıl İncili?’ diye sormuş. ‘-At çok iyi padişahım. Boylu boyunca yerde yatıyor. Ayaklarını hiç oynatmıyor. Kafası kalkmıyor. Kuyruk da sallamıyor. Gözleri de kapandı. Karnı da yukarı çıkıp inmiyor’ deyince padişah ‘-Öyleyse bu at öldü’ diye bağırmış. İncili, ‘-Ben demedim, sen dedin padişahım’ karşılığını vermiş."

**Üçümüz İçin

İncili Çavuş, eşeğine binip pazara gidiyormuş. Yolda şakacı bir köylüye rastlamış. Köylü eşeğini göstererek sormuş:
- Hemşehrim ikiniz nereye gidiyorsunuz böyle? İncili Çavuş lafın altında kalır mı:
-Üçümüz için pazardan arpa ve saman almaya

 

 

**PADİŞAH MADİŞAH

Padişah bir gün İncili Çavuş'a sorar:

- Yahu İncili, yemek memek derler. Yemek nedir, memek nedir?
- Padişahım, yemek zât-ı şâhânenizin yediği, memek bizim yediğimiz.
- Peki kürk mürk derler o ne?
- Efendimiz, zât-ı şâhânenizin giydiği kürk, bizim giydiğimiz mürk.
- Ya padişah madişah?
- Padişah cedd-i a'lânız, madişah da zât-ı şâhâneniz.

** ADAMA GÖRE

İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış.

Kral, bunları görünce dayanamayıp:

- Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı? diye sorunca, İncili Çavuş:

- Osmanlılar, adama göre adam gönderirler, cevabını vermiş. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek.

****İncili Çavuş zamanında Acem’den elçi gelmiş, nâme getirmiş. İncili Çavuş’u elçiye nedim tayin etmişler. Bir gün elçi ile İncili bir aradayken ezan okunmuş. İkisi de aptes almak için ayağa kalkmışlar. İncili Çavuş ayağını yıkarken, elçi “Ayağını ne yıkarsın, ayağında poh mu var” demiş. Meğer elçi de bu sırada yüzünü yıkamaktaymış. İncili Çavuş da “Ya sen yüzün yıkarsın, yüzünde poh mu var “ diyerek cevap vermiş. (M.Sabri Koz, bkz. Letâif metni)

  **Latife 32:

İncili Çavuş Acem’e gittiğinde, Şah İsmail’in fermanıyla bozuk yumurta ile yapılmış bir yemek ikram ederler. Sohbet sırasında İncili Çavuş, elinde olmadan bir zarta çeker. Ancak derhal makadına dönüp, “Eğer şah-ı âlişana elçiliğe sen gelmiş isen biz sükût edelim, sen şahım ile dilleş, eğer biz gelmiş isek sen biraz sükût eyle, biz konuşalım” demiş. (M.Sabri Koz, bkz. Letâif metni)

**İncili Çavuş Acem Şahı’na vardıkta Şah İsmail sualden sonra “İslambol’da Farisi bilir kimse var mıdır” demiş. İncili de “İslambol’un köpekleri bile Farisi bilip söylerler” diye cevap vermiş. Şah da “Köpekler nasıl Farisi bilip söylerler” diye sorunca Çavuş da şöyle konuşmuş: “Ortalıkta bir laşe görüldüğü zaman köpeklerin büyükleri harrum, harrum deyü bağırır. Küçükleri çend, çend deyü sual ederler. Tekrar büyükleri heft, heft deyü cevap verir. İşte böyle Fârisi söylerler” deyü Şahı mat etmiş. (M.Sabri Koz, bkz. Letâif metni)

Mehmet   ÖZÇELİK

 


 
[1] http://www.kayseriliyim.com/kayseri/sahsiyetler.php?islem=19