İlm-i
siyasetten devr-i necasete-Hasan Celal Güzel
İlm-i Siyasete Dair
Efendim, vakti zamânında bir molla, hocasından icâzet alıp destûr istemiş.
Hocası, iki sene daha kalıp "ilm-i siyaset" öğrenmesini tavsiye etmiş ammâ
bizim molla dinlememiş ve hocasına vedâ ederek ayrılmış. Yolda bir köy
camiinde vaaz dinlerken, cahil hocanın yanlışlıkları karşısında itiraz
edince, hocanın da tahrikiyle cemaat mollayı bir güzel pataklayıp caminin
dışına atmış. Bunun üzerine bizim molla, "Hocam haklıymış..." diyerek
medresesine dönüp "ilm-i siyaset" tahsilini ikmal eylemiş ve iki yıl sonra
aynı köye gelmiş. Gene vaaz etmekte olan hocayı dinleyip ayağa kalkarak "Ey
cemaat, sizin ne kadar mübarek, âlim, fâzıl bir hocanız var; kim bu mübarek
zâtın sakalından daha çok kıl koparırsa cennetlik olur" der demez, daha önce
mollaya dayak atan cemaat, bu defa hocaya hücum ederek sakalını yolmuş.
Hoca, kendini camiden dışarı zor atıp, kan revan içinde köyü terkedip
gitmiş...
Bendeniz, yıllarca siyaset ilmi okudum ve okuttum. Bunca yıl politika ile
meşgul oldum. Lâkin bir türlü "ilm-i siyaset"ten icâzet alamadım. Daha
doğrusu, Türkiye'deki şekliyle "ilm-i siyaset"i, Ecevit'in deyimiyle bir
türlü içime sindiremedim. Aslına bakarsanız, bundan şikayetçi değilim. Bizim
AK Partili arkadaşlar da, "ilm-i siyaset"e pek âşinâ değiller. Eski ANAP'lı
birkaç dostumuzu saymazsak, "ilm-i siyaset"e bîgâne olduklarını rahatlıkla
söyleyebilirim.
Ben Varım Ya Arkadaşlar!
Türkiye'de "ilm-i siyaset"in en fazla kullanıldığı alan, ne yazıkki dinî
konular ve gruplar olmuştur. CHP gibi jakoben, dayatmacı, sözümona sol
partiler, önce dinî muhafazakârlığa karşı politika yapmışlar, daha sonra
bunun yanına "mezhep ayrımcılığını" ilâve etmişlerdir. Deniz Baykal'ın ve
birçok CHP sözcüsünün TBMM kürsüsünde bile bu istikamette yaptıkları
konuşmalar hatırlanacaktır. Diğer taraftan, Ecevit'in "tarihî yanılgı"
deyimi ile dindar halk kitlelerinin gönlünü alması, 1999 Genel Seçimlerinde
bir kısım dinî cemaatten oy istemesine kadar uzanmış; Deniz Baykal ise, "ilm-i
siyaseti"ne türbelerde el açarak başlamış ve 1 Mart tezkere oylaması
öncesinde CHP Grup Sözcüsü Önder Sav'ın AK Parti Grubu'na "Bırakın ABD'yi
Allah'tan korkun Allah'tan!..." ikazına kadar devam etmiştir. Yani, "din
istismarı" ve dinin politikaya âlet edilmesi, maalesef hangi görüşte olursa
olsun bütün politikacıların başvurduğu bir "ilm-i siyaset" silâhı olarak
kullanılmıştır.
Özellikle sağdaki politikacılar, solun halkın değerlerine yabancılığını çok
iyi bildikleri için, halka yakın olabilmek ve halkın oyunu alabilmek
amacıyla dinî motifleri kullanma kolaylığından kendilerini
kurtaramamışlardır. Erbakan Hoca'nın "Oy alma değil, Müslüman sayma"
mantığı, bazen kendisini de şaşırtan neticelere sebep olmuştur. 1977 Genel
Seçimlerinin sonuçları açıklanmaya başlandığı sırada kendisini ziyarete
gittiğim Erbakan Hoca, yüzde 8,5'lik netice ortaya çıkınca, bana, büyük bir
yeis ve üzüntü ile "Yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede bu netice nasıl
ortaya çıkar, anlamıyorum..." demişti. Erbakan Hoca, en çok da "ehl-i
cemaat" oldukları halde kendi partisine oy vermeyenlere kızardı...
Atatürkçü ve laik bir yapıda olan merhum Türkeş de, "Tanrı Dağı kadar Türk
ve Hira Dağı kadar Müslüman" bir politikayı yürütürken halkın ilgisini ve
değerlerini iyi teşhis eden bir siyaset adamı olarak, yanından cemaat ehli
meşayihi ayırmaz; onlara hürmette kusur etmezdi. Nitekim, bir dönemde ülkücü
gençliğin sloganlarından birisi, "Kanımız aksa da, zafer İslâmın!..."
olmuştur.
Lâkin bu konudaki "ilm-i siyaset"i en başarılı şekilde uygulayan, hiç
şüphesiz Demirel'dir. Yeri geldikçe "Şer-i Şerif"ten dem vuran, başta Nur ve
Süleymancı cemaatleri olmak üzere bütün dinî cemaatler, tarîkatlar ve dinî
gruplarla dirsek teması içinde bulunan Demirel, bazen bu cemaatlere birkaç
milletvekilliği vererek gönüllerini almış ve oylarını toplamıştır. Nurcu
dostlarımın anlattığı şu anekdot, muhterem üstâd Demirel'in "ilm-i
siyaset"te nasıl müderrislik pâyesine eriştiğini gösteren çok hoş bir
hikâyedir: 1969 Genel Seçimlerinden önce Nur cemaatinin büyükleri ile
görüşmesinde, Demirel cemaatten gene destek ister. Cemaatin ileri gelenleri,
"Destekleriz ama bu defa bizden birini Bakan yapacaksınız" derler. Demirel
söz verir. Seçimlerden sonra Bakanlar Kurulu açıklandığında, Demirel'in
sözünü tutmadığı görülür. Kırgın ve kızgın bir şekilde Güniz Sokağa gidip,
niye sözünü tutmadığını sorduklarında, Demirel pişkinlikle sözünü tuttuğunu
söyler ve "Bakan değil Başbakan var, ben varım ya arkadaşlar..." der.
Hülâsâ, bizim politikacıların hemen hepsi dinî cemaatlerle ilgilenmiştir.
Bazıları, her gördüğü şeyhin önünde diz çökerek ders almış ve hangi tarikata
mensup olduğunu, kendisi bile unutmuştur. Mesut Yılmaz, muhterem validesinin
cemaatine yakınlık gösterirken, son seçimlerde Süleymancı oylarının hesabını
yapmış; zavallı Tansu Çiller ise bu dünyanın tamamen dışında olduğu için,
dindar görünmeye çalışırken devamlı potlar kırmış, çamlar devirmiştir.
Mesutçuğun, büyük kongre arefelerinde ve seçim sath-ı mailinde -yanlış
yapmamaya özen göstererek- kıldığı Cuma namazlarını hatırladıkça içimden hep
"Ey büyük Allahım, sen nelere kâdirsin..." demişimdir.
Devr-i Necâset
Rahmetli Özal, daha önce de yazdığım gibi dindar bir Müslüman ve samimî bir
Nakşibendî idi. O'nun tarikat ehli olmasından, yıllarca Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı yaptığı Türkiye'ye, milletine ve devletine zerre kadar
zarar gelmemiştir. Tam aksine, O'nun zamanında Türkiye, en verimli, dinamik
ve güzel yıllarını idrâk etmiştir. Şöyle dönüp de bir arkanıza bakınız;
merhum Menderes'ten, Demirel'e, Erbakan'dan, Özal'a; hattâ Evren ve Ecevit'e
kadar, hakkında "gerici" ve "irticacı" ithamında bulunulmamış tek bir
siyaset adamı var mıdır?... En az dörtte üçü dindar bir seçmene sahip Türk
siyaset demografisinde, hele antidemokratik baskılar sürüp giderken,
siyaseti dinden soyutlamak mümkün değildir. Siyaseti ve devlet yönetimini
dinî faktörlerin dışına çıkarabilmenin yegâne yolu, bu hayâli "irtica
paranoyası"ndan vazgeçmektir.
Son günlerde, milletçe hepimizi üzen İstanbul'daki terör olaylarını fırsat
bilerek CHP, gene CHP'liliğini yapıyor. Bir yanda, Hungtingtoncu Batı'nın
"İslâm Terörizmi" iftiraları, bir yanda bizim kalemşorların işi İslâm'a,
Kur'ân'a dil uzatmaya kadar varan edepsizlikleri ve bir sürü cühelânın
yâveleri... Hatırama, "Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür" sözü
geliyor. Bir bakıyorsunuz, bir ay önce kuyruk acısı olan bir holdinge ait
gazetenin manşetindeki, R. Tayyip Erdoğan'ı Hikmetyar'ın yanında oturmuş
gösteren fotoğrafı kastederek, "mal bulmuş mağribî" gibi saldıran Deniz
Baykal, terörle mücadele konusunda yardımcı olacağına fırsatçılık peşinde...
Kendisi de çok iyi biliyor ki, fotoğraftaki Hikmetyar, Rus işgaline karşı
direnen ve ABD tarafından da desteklenen, o günkü gençliğin sevdiği bir
liderden başkası değildir.
Bir bakıyorsunuz, aslında çok olgun ve tecrübeli bir politikacı olan CHP
Grup Başkan Vekili Ali Topuz, Başbakanı, "İBDA-C" terör örgütünün
kurucularından olmakla suçluyor. Sonra anlaşılıyor ki, "Büyük Doğu Fikir
Kulübü" ile "Akıncılar Derneği" birleşmiş; bugünkü İBDA-C ile hiç ilgisi
olmayan bir dernek kurulmuş; Başbakan da 25 yıl önce Akıncılar Derneği
dolayısıyla bu derneğin içinde olmuşmuş... Türkiye'nin içinde bulunduğu bu
"terör girdabı"nda hangi akıl, iz'an ve insaf sahibi, ülkenin Başbakanı
hakkında böyle bir iddiada ve "Sen de teröristsin!.." imâsında
bulunabilir?... Şimdi biz de kalksak, Baykal'ın ve CHP'deki başka bir
siyasînin veya Türkiye'de medyada, iş âleminde önemli mevkilerde bulunan
bazı kişilerin, bir zamanlar "Fikir Kulüpleri", "Sosyalist Fikir Kulüpleri"
üyesi olduğundan yola çıkarak "Dev-Genç", "Dev-Sol", "Dev-Yol" mensubu
olduklarını ileri sürsek, doğru olur mu?!... O takdirde CHP yöneticilerinden
kaçı kendini bu tip terörist olma ithamlarının dışında tutabilir?...
"İlm-i siyaset" başka, "ilm-i necâset" başkadır... "İlm-i siyâset"i bir
dereceye kadar anlamak mümkündür. Lâkin beyler, bu yaptığınız ancak "devr-i
necâset"te görülebilir. On parmağınızda on kara "ilm-i siyâset"ten bîgâne AK
Partililere pislik atmaktan vazgeçin de, bu mazlum millete nasıl katkıda
bulunacağınızı düşünün... Yarım asırdır bu yanlış muhalefet politikasını
uyguluyorsunuz. Millete ve kendinize ne kadar zarar verdiğinizi hiç
düşündünüz mü?...
Hz. Ali'nin şu sözleri bütün siyaset adamlarının kulaklarına küpe olsun:
"Siyaseti güzel olanın riyaseti devam eder."
hcguzel@tercumangazete.com-7-12-2003 |