İÇENLER ATILMADI
Bugüne kadar YAŞ kararlarıyla TSK'dan 1000'in üzerinde subay atıldı. Aydın
Yılmaz ise bunlardan sadece birisi. Yılmaz, göreve ilk olarak başladığı
Doğubeyazıt'ta yaralanmış, Van Çatak'ta ve Mardin Dargeçit'te teröre karşı
başarılı operasyonlar yapmış, bunun yanı sıra Foça'daki Jandarma Komando
Okulu'nda 4 yıl eğitim vermiş vatanperver bir yüzbaşı... Operasyonlarda şehit
verince gözyaşlarını tutamayan bu kahraman asker, ödüllendirilmek yerine
uzaklaştırıldı. Aydın Yüzbaşı'yı esas yıkan ise ordudan uzaklaştırılmak değildi,
kendi deyimiyle "disiplinsizlik"le yaftalanmaktı. Aydın Yılmaz, ordudan
atılmasaydı şimdi Kıdemli Binbaşı olarak vatanına hizmet etmeye devam edecekti.
Adapazarı'nda görüştüğümüz Yılmaz, TSK'dan ayrıldıktan sonra zor günler yaşamış.
Kamu kurumlarında çalışmasına izin verilmeyen Yılmaz, özel sektörde de iş
bulamamış. Bir taraftan ailenin geçimini sağlamaya çalışırken diğer taraftan
topluma disiplinsiz bir asker olmadığını anlatmaya çalışmış. Dininin gereklerini
yerine getirdiği için ordudan uzaklaştırılmış olan Yılmaz, "Namazı bıraksaydım,
oruç tutmasaydım, içki içseydim, eşimin başını açsaydım ordudan atılmayacaktım"
diyor. Başörtülü eşiyle gazinoya alınmayan, lojmandan çıkarılmaya zorlanan ve
sonunda TSK'dan atılan Yılmaz, "Bir devlet nasıl milletin değerlerine böyle bir
tahammülsüzlük gösterir" diyerek hayretini ortaya koyuyor.
İşte Yılmaz'ın sorularımıza verdiği çarpıcı cevaplar:
- Göreve ilk nerede başladınız?
- İlk olarak 1990 yılında Doğubeyazıt'a gittim. Burası ilk çatışmaya girdiğim ve
ilk yaralandığım yerdi. Sonra Van Çatak'a tayin oldum. Burda da bir yıl kaldım.
Komando Bölük Komutanıydım. Daha sonra Foça'daki Jandarma Komando Okulu'nda 4
yıl rütbeliler ile özel timlere eğitim verdim. Harita bilgisi, patlayıcı
maddeler, hayatî idame derslerine girdim. 1996 yılında Mardin Dargeçit'e İlçe
Jandarma Komutanı olarak gittim. Orda da çok hizmetlerimiz oldu.
- Ahmet Çınar, "Ben Bir Kaymakamım, Her Şeyi Yazmadım" isimli kitabında sizinle
Dargeçit'te geçen anılarından bahsederken sizden çatışmalardan korkmayan
kahraman bir asker olarak söz ediyor. Dargeçit'te neler yaşadınız?
- Mardin olağanüstü halden çıkan ilk il. PKK, Mardin'de terörün bitmediğini
göstermek için burdaki eylemlerini artırmıştı. Gabar'dan gelirdi gruplar, bunlar
Dargeçit'te çok yüklenirdi. İlk hedefleri bizdik. Terörü önlemenin yanı sıra
Kaymakam Ahmet Çınar'la birlikte halkın eğitiminden tutun da ilaç ihtiyacına
kadar, telefonundan açlığının giderilmesine kadar her şeyiyle ilgilenirdik. Biz
gittiğimizde hayalet bir şehirdi Dargeçit. Hiçbir faaliyet olmayan, kimsenin
doğru dürüst dışarıya çıkamadığı bir şehirdi Dargeçit. Yani terörden çok ağır
darbe yemiş bir yerdi.
Cehennem Deresi'ne terör gruplarının geçeceğini duyuyorduk. Oraya, teröristlere
operasyonu hissettirmemek için küçük bir grupla gitmemiz lazımdı. Bir bölükle
gittiğiniz zaman operasyon açığa çıkıyor. Kimse gitmek istemiyordu. Çünkü orda
bir çatışma olsa 7-8 saat kimse yardıma gelmez. Oraya gönderdiğim askerin başına
bir şey gelse hesabını veremem, vicdan azabından ölürüm. Bu yüzden kendim gitmek
zorunda kaldım. 5 asker ve 10 korucu ile birlikte orda 3 gün pusuya yattım. Tüm
bunlara rağmen bana sakıncalı asker olarak bakılıyordu. Ben Cehennem Deresi'ne
giderken YAŞ toplantısına 2 gün vardı. Ben masamdan kalkmasam hiç kimse 'Sen
neden pusuya yatmıyorsun' diyemezdi bana.
- İrtica ile mücadelede sizden neler isteniyordu?
- Operasyonlardan dönünce de otururdum birkaç saat evraklarla uğraşırdım.
Evrakları karıştırırken, 'Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı, çağdışı,
tesettürlü olanlar lojmanlara misafir olarak alınmayacak, varsa böyle personel
lojmanlardan çıkacak.' İşte ben bu evrakı okuyunca şok oldum. Yani nereye
gideceğiz kardeşim biz, Dargeçit karmakarışık bir yer zaten. O zaman Kaymakam
Bey'e de 'Bu çok ağrıma gidiyor, böyle bir emir var, ne yapacağız?' dedim. Ben
Aydın Yüzbaşı, benim yaptığım hizmetler ortada, ama bana 'Eşin başörtülü, sen
lojmandan çık' diyorlar. Eşi başörtülü olan rütbeliler geldiler bana 'Komutanım
biz ne yapacağız şimdi, lojmanların dışına mı taşınacağız?' dediler. Ben de
onlara ben burda olduğum sürece kimse sizi çıkaramaz dedim.
- Sizi gazinoya da mı almıyorlardı?
- Evet. Bu olay yaşandıktan sonra Mardin'e gittim. Eşim ve çocuklarıma beni
gazinoda beklemelerini söyledim. Bizim hanım da başörtülü olduğundan dolayı
tereddütlüydü. Görüşmelerimi yaptıktan sonra karım ve çocuklarımı bıraktığım
yerde değil, arabada beni beklediklerini gördüm. Bir astsubay, eşim başörtülü
olduğundan dolayı gazinoda beklemesinin yasak olduğunu söylemiş. O kadar canım
sıkıldı ki, sonra çocukları tekrar içeri aldım ve bekledim birisinin gelmesini.
Bekledim ki, birisi gelip 'Başörtülüler burda duramaz' diyecek ve ben de ona
orda hak ettiği cevabı vereceğim. Yani o kadar sinirlenmişim. Müslüman bir
memlekette, böyle bir uygulama olur mu?
- Üstleriniz size bir şey diyorlar mıydı?
- Ayrılırken Alay Komutanı beni çağırdı, 'Aydın, eşinin başını aç, batıda sana
böyle müsamaha göstermezler' dedi. Ben de 'Komutanım benim hayat tarzım bu, ben
hiçbir şeyi gizlemiyorum ki. Bakın ben namaz kılıyorum, orucumu tutuyorum. Benim
bir gizlim saklım yok. Namaz Allah'ın emri. Eşim de başörtülü olduğunu kimseden
saklamıyor' diye cevap verdim.
Eşim örtülü olmasaydı
- Adana'da 1998'de Bir tanışma toplantısına katıldım. Alay komutanı yemek verdi.
25 tane personel vardı, hepsi de rakı içiyordu. Bir ben bir de yanımda bir
üsteğmen vardı. Çok iyi tanıdığım bir başka üsteğmen ise içki içiyordu. Ona
neden içtiğini sorduğumda 'Vallahi komutanım, irticacı demesinler diye içmek
zorunda kaldım' diye cevap verdi. Yani bu ağlanacak bir durum. Bir millet bu
hale düşürülür mü? Benim eşim başörtülü, adam bana 'Eşi başörtülü olan, çağdaş
olmayan kaymakam var mı sizin bölgenizde? Bunları bana rapor et?' diyor.
- Namaz kılan, eşi başörtülü olan subayların TSK'dan atılmasını neye
bağlıyorsunuz?
- Eşim başörtülü olmasaydı, ben namaz kılmasaydım, içki içseydim beni ordudan
atmazlardı. Bir millet başkalarını taklit ederse şaklabanlık yapar. Hiç taklit
orijinal gibi olur mu? Her millet kendi orijinal değerleriyle ayaktadır. Biz
kendi orijinal değerlerimize sahip çıkmıyoruz, ondan sonra diyoruz 'Bu millet
elden gidiyor' diye feryat ediyoruz. Bakın bir gençliğe; hiçbir ahlâkî değer,
hiçbir sorumluluk ve idealistlik yok. Nereye kadar böyle gideceğiz?