BİNBİR DAMLA Yusuf Yavuz
SEPETLE GİDEN HURMALAR
Ashab-ı Kiram’dan Abdullah İbnü’z-Zübeyr r.a. Hazretleri anlatıyor:
Bir gece Mescid-i Haram’a gitmiştim. Baktım ki bir grup kadın Kâbe’yi tavaf
ediyor. Tavaflarını bitirince kapının birinden çıkıp gittiler. Hallerinde bir
gariplik sezdiğim için, şunları bir takip edip yerlerini öğreneyim, dedim.
Akabe’ye kadar yürüyüp oraya çıktılar. Ben de çıktım. Sonra aşağı doğru indiler.
Onların peşi sıra ben de indim. Vadide bir harabeye girdiler. Onların ardından
ben de girdim. Bir de baktım, bir toplantı. Bana sordular:
- İbnü’z-Zübeyr, neden geldin?
Ben de onlara sordum:
- Söyleyin hele, siz kimsiniz?
- Bizler cin cemaatiyiz.
- Ben Kâbe’yi tavaf eden bir kadın topluluğu gördüm de onlara hayret ettim.
Peşlerine takılıp buraya girdim.
- Ha, onlar bizim kadınlarımız. Sen dilediğin şeyi bizden iste!
- Ben taze hurma isterim, dedim.
O günlerde Mekke’de taze hurma yoktu. Bana bir miktar o hurmadan verdiler, ben
de yedim. Sonra dediler ki:
- Artanı da yanında götür!
Kalan hurmaları alıp döndüm. İstiyordum ki bunları Mekke halkına göstereyim.
Evime geldim ve hurmaları kapaklı bir sepete koydum. Sepeti de bir sandığa
kapattım. Sonra başımı yaslayıp kestirmeye başlamıştım ki, vallahi uyku ve
uyanıklık arasında iken evde bir gürültü duydum. Birbiriyle şöyle
konuşuyorlardı:
- Onu nereye koydu nereye?.. Sandığa koydu sandığa!..
- Açın sandığı açın! (Sandık açıldı) Hani o nerede?
- Sepetin içinde. Sepeti de açın!
- Onu açamayız ki. Onun üstüne Allah’ın ismi (besmele) okunmuş.
- Öyleyse onu olduğu gibi alıp götürün!
Böylece hurma sepetini alıp götürdüler. Cinler evden hurma sepetini aşırırken,
onlara saldırmadığıma çok pişmanım.
İbn Asâkir: Tarîhu Medineti Dimaşk (Beyrut, 1995), 28/125
BİR EV TAPUSU
Meşhur velilerden Habib-i Acemî k.s. (ö. 120/739) zamanında, benzeri görülmemiş
şöyle bir hadise yaşanmıştır:
Horasanlı bir adam, evini onbin dirheme satarak, ailesiyle Basra’ya geldi.
Oradan hacca gidecekti. Habib-i Acemî’yi buldu ve ondan şöyle bir istekte
bulundu:
- Ben eşimle hacca gidiyorum. Şu onbin dirhem parayı al da, Basra’da benim için
uygun bir ev alıver.
Horasanlı ve eşi Mekke’ye doğru yola koyuldu. O günlerde ise Basra’da müthiş bir
kıtlık ve açlık başgösterdi. Habib-i Acemî Hazretleri ise elindeki emanet
parayla gıda maddeleri alıp, sahibinin hayrına muhtaçlara dağıtmak zorunda
kaldı. Adamın rızası olmazsa, parasını geri verecekti.
Horasanlı, hac dönüşünde kendisine ev alınıp alınmadığını sordu. Habib-i Acemî
dedi ki:
- Rabbimden sana Cennet’te bahçeli bir ev alıverdim!
Adam bu durumu eşine haber verdi. Kadın buna memnun oldu, fakat evin tapusunu da
istedi. Horasanlı bu isteği iletince, Habib-i Acemî ona şöyle bir senet yazıp
eline verdi:
“Bismillah.. Bu senet, Habib’in Horasanlı için Rabbinden aldığı evin tapusudur.
Allahu Tealâ bu evi Horasanlı’ya verecek ve Habib’i de borcundan
kurtaracaktır...”
Bu senedi aldıktan sonra adamcağız ancak kırk gün daha yaşadı. Ölmek üzereyken,
bu tapu senedinin kefenine konulmasını vasiyet etti. Öyle yaptılar. Bir zaman
sonra da kabrinin üzerinde, bir levhaya parlak bir yazıyla yazılmış şöyle bir
yazı buldular:
“Habib Ebu Muhammed’in falan Horasanlı için onbin dirheme aldığı evin beratıdır.
Rabbi, Habib’in istediği evi Horasanlı’ya verdi ve Habib’i de borcundan
kurtardı.”
Habib Hazretleri bu yazıyı alıp okuyunca, levhayı öperek ve ağlayarak
dostlarının yanına koştu: “Bu Rabbimin bana olan beratıdır!” diye sevincini
ifade etti.
Ebu Nuaym: Hilyetü’l-Evliyâ (Beyrut, 1997), 6/162; Tarîhu Medîneti Dimaşk,
12/54-55.
BİR BOSTAN BEKÇİSİ
Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem k.s. Hazretleri (ö. 162/779)
anlatıyor:
Babam Horasan – Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım.
Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses
duydum:
- Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın!
Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da
pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana
Allah’tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam.
Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi
kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak
ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal
kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu.
Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi
tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus’ta iken nice günler bostanlarda
bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki:
- Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir.
Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi
ki:
- Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun.
Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun?
- Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam!
Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi:
- Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın.
Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde
bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım.
İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim...
Hilyetü’l-Evliyâ, 7/426 vd.; Tarihu Medîneti Dimaşk, 6/284 vd.