Türkiye
de ve de İslâm aleminde anarşiler ve gerilemeler ve dahi çırpınmalar neden baş
göstermişti? Çünkü,artık müslümanların başı olan halife ve hilafet
lağvedilmiş,yok idi.
Tıpkı
başsız kalan kurbanlık koyunun çırpınışları gibi... Çırpındıkça kan çıkıyor,her
çırpınış kanların daha fazla çıkmasına sebeb oluyordu. Artık öyle bir durum
olmuştu ki,çırpınamıyordu. Can-sız,kan-sız ve de kansız bir ceset haline
gelmişti. Baş-sız bir cesetten ne farkımız var? O halde bu cesedin ihya ve
inşası,onun cesedine uygun bir baş ve de taze kan verilmesi gerekiyordu.
İstanbul
da yapılan uluslar arası basın enstitüsü genel kurulunda:”İslâm raporu”konulu
bir de panel düzenlendi. Panelde konuşan Londra yüksek ekonomi Prof-larından
Elie Kedouire İslâm dünyasındaki dağınıklıkla ilgili olarak şunları
söyler:"İslâm dünyası bir dağınıklık arz etmektedir. Bu durumda
halifeliğin kaldırılması ile mümkün olmuştur.”[1]
Halifeliğin
kaldırılmasıyla meydana gelen büyük boşluğun meçhullerle doldurulub,alternatif
sunulması gerekti.
İşte
meçhul laiklik meşhurlaştırılarak yerine ikame edilmeye çalışıldı.
Ancak,heyhat!!.. Eynes serâ mines süreyya... Bu gün doğu ve güneydoğudaki
anarşi ve kürtçülük ve kürt devleti düşüncelerinin tek sebebi Şeyh Said-in de
dediği gibi:”Halifeliğin kaldırılışıdır.”
Batı
alemini şok edip,İslâm alemini dahi kaldırılması hayal mahsulu kabul edilen
hilafetin kaldırılışı[2],artık
İslâm temelleri üzerine oturtulan tüm inançların,batı temelleri üzerine
oturtulacağı kabul edilmiş oluyordu.
Âyet’de:”Toptan,Allah’ın
ipine sarılın”[3]
Hilafet’de,İslâm alemi için bir hablullah,maddi-manevi bir ip idi. Onun
kopmasıyla İslâm alemi maddi manevi bir tedenni içine girmişti. Ancak bu giriş
ve düşüş,yükseliş gibi değildi. Zira her şeyiyle bir inişe ve bitişe gidiyordu.
Şu anda yaşamaları ise tam bir mucize idi.
Osmanlıdan
önce yaşamış olan Muhyiddin-i Arabi Sultan Abdulhamid tarafından yıldız sarayına
asılmış olan bir arabi beyitte:”İnne
eslahad düvele eb’ades sahabete-d Devletel Osmaniyyete,Fela İnkarada-d devlete
ila zuhuril hatmi vel kıyam.”,”Devletlerin en salih,iyi ve uygun olan Osmanlı
devletinin sahibleri uzaklaştırılmadıkça devlet yıkılmaz,tâ kıyamet ve kıyamet
alametleri zuhur edinceye kadar...”[4]
Nitekim
son Osmanlı halifesi de hilafetin ilgasıyla kendi ve ecdadının memleketinden
uzaklaştırılmış,sefalet içerisinde başka yerde yaşamaya yani ölüme
terkedilmişlerdir.
Bu
bir asır önce başlamış ve devam etmekte olan kıyamet alametidir.
Ahmed
bin Hanbel’in Müsned’in de:”Nübüvvet devri Allah’ın istediği zamana kadar devam
edecektir. Ve Allah istediği zaman onu kaldıracaktır. Sonra hilafetün ala
Minhacül Nübüvve yani hilafetür-rasul devri kaim kılınacak ve Allah’ın istediği zamana kadar devam
edecek. Allah istediği zaman buda kaldırılacaktır. Sonra mülkün hadde,yani
ısırıcı sultanların devri ve bundan sonra Mülkün Cebriyyen yani cebir eden
(zorba) hükümetler kurulacaktır. Daha sonra Hilafetün ala Minhacül Nübüvve yani
Hilafetür rasul yeniden kurulacaktır.”Bunları söyledikten sonra Rasulullah
sustu. Bunun üzerine sahabi beşinci devrin nihayetinde dünyanın sona ereceğini
tahmin etti.”[5]
Mısırlı
Muhammed Gazali bir konuşmasında:”Şu bir hakikat ki,müslümanlar Osmanlı hilafet
devletine hıyanet ettiler. İngilizler bir milyona yakın Mısırlıyı hilafet
devletini parçalamak için aldılar ve
müslüman Türklere karşı onları kullandılar. Ve müslüman Türkler
perişan oldu. Türkleri,ihanet eden araplar perişan
etti ve biz bu yaptığımız hıyanet ve ihanetin cezasını Filistin ve Mescidi aksa
topraklarının İngilizlerin eline geçmesiyle çok pahalı ödedik,filistin ve kudüs
elden çıktı.”diyordu bu zat.
Bu
kopukluktan istifade eden İngiliz,casuslaru Lawrensin tahrikiyle arap aleminde
isyanlar başlamış,Arap milliyetçiliğe teşvik edilmişti.
Lawrensin
dediği gibi:”Şerif Hüseyin Mekke emiri olduktan sonra kendisi ile arap
milliyetçiliği ve isyan konusunda
anlaştık. Bu isyana karşı ayda kırk bin altın vermiştik.”
Resmen
sabittir ki;hilafetin ilğasını ilk isteyen ve tervic edenlerin başında İngiliz
ve ikinci olarak Rusya gelir.[6]
Bediüzzaman
elden kaçırılmaması gereken hilafeti:”Daire-i İslâmın merkezi ve rabıtası...”[7]olarak
değerlendirir.
Hilafet
merkezleri:[8](Halifenin
oturduğu şehirler ki)Evvela sırasıyla
Medine, Kufe, Şam,Enbar, Bağdad, Kahire,en sonra İstanbul Dar-ul Hilafe
olmuştur.
Hilafet
Devreleri:[9]
Hz.Ebubekir:İki
sene üç ay.
Hz.
Ömer: On sene altı ay.
Hz.
Osman :on bir sene,on bir ay,on sekiz gün.
Hz.
Ali : Dört sene,dokuz ay.
Hz.
Hasan : Altı ay,yirmi iki gün.
Toplam
: otuz yıl.
Hilafeti
ortadan kaldırmak için her yol denenmiş,her oyun oynanmıştır. Mesela,vatanı
terk ettiğinden Vahdettin-i vatan haini diye itham edenlere karşı Mareşal Fevzi
Çakmak şöyle der:”... Malumunuz vechiyle o fetva ingiliz süngüsüyle alınmış...”[10]
O
fetva ise:”Mondros mütarekesinin imzalanması idi.”(4-7-1918)
Vahidettin
kendisine isnad edilen”Vatan haini”diyenlere ithafen şöyle der:”... Şimdi bana
biğayri hakkın (haksız olarak) ihaneti vataniye isnad edenler,hilafeti hukuk ve
nüfuzundan tecrid ve tadil ederek bu “Saltanat-ı Muhammediye”[11]yi
yıkmışlar ve yalnız vatanlarına değil,bütün alem-i islâma ihanet etmişlerdir.”[12]
Hilafet;[13]Osmanlıdan
ayrılmaz bir parça olduğundan,Osmanlının ve neslinin bitmesi ve bitirilmesiyle
hilafetin de biteceği düşünülerek,kan dökerek ortadan kaldırma yoluna gidilmiş.
Sultan Abdulazizin durumu gibi...
-İntihar
süsü verilip ancak öldürülüp,iki bileğinden kesilen Abdulaziz için ölüm raporu
çıkartmaya çalışan Avni Paşa,samimi arkadaşı olan Gülhane kumandanı olan Dr.
Marko Paşaya yazdıramayıp,sebebini sorduğunda ise Marko Paşa:”Bir fiili cerh
(yaralama fiili) var,fakat bunun merhum tarafından yapıldığını gösterecek bir
şey yok,diyerek paşanın vermeye çalıştığı intihar süsünü reddeder.
Sinirlenen
Avni paşa askeri doktorlardan albay Ömer beye de Marko paşanın bilekleri
gördüğünü,intihar raporu yazdığını,raporu hemen,emrindeki Ömer beye
imzalamasını emreder.
Bileklere
bir göz atan Ömer bey,elle temas etmeye lüzum görmeden,raporu imzalamayacağını
söyleyince;edepsizlik ediyorsun,der ve tehditleri geçersiz olunca rütbelerini
söküp,hapseder ve arkasından da Libya ya sürer.
(Daha
sonra 2. Abdulhamid tarafından getirtilip generalliğe yükseltilir ve 2. ordu
sıhhiye reisliği ve Edirne askeri hastahanesi baş hekimliğine getirilir.)
Bu
olay olurken odada,başta sadrazam Rüştü ve Mithat paşalar olmak üzere
nazırlardan haylisi aynı odada olup,sessiz kalmışlardı. Odasında iki bileği
kesilmiş,sağ tarafına yatmış bulunan sultanın bileklerinden kanlar boşalıyordu.
Kur’an-ın Yusuf suresi de açık bir vaziyette idi. Hazin son,bir tertip ile
böyle bitiyordu.[14]
Bir
bileğini kestikten sonra ikinci bir bileğini kesmesi ve kesmiş olması cidden
şaşılacak bir şey doğrusu...
Oğlu
Abdulmecid babası Abdulazizin kalbinden vurulduğunu,bunun içindir ki vücudunun
gösterilmemeye çalışılıp elinin bileğinin gösterilmesindeki sebebin –intihar-
süsünden ileri gelir.
Böyle
bir insanın İntihar etmenin dince büyük bir günah olduğunu ve Hadiste de
cehennem de sürekli kalacağının belirtilmiş olduğunu [15]bilmemesi
de elbetteki düşünülemez.
Bu
milletin dininin ve onun meselelerinin el atılmadık hiçbir meselesi
bırakılmamış,mahremiyeti olan Harem dairesine kadar girilmiştir.
Bundan
özellikle ecdadın saray hayatına da el atarak harem hayatına gölge ve leke
sürülmeye çalışılmıştır.
Batılı
bile bu konuda yazı yazıp dil uzatmaktan haya ederken,bizdekilerin –cahil cesur
olur- kaziyesince hareket etmeleri tam bir hayasızlıktır.
Batılı
bir yazar Gerard de Nerval Osmanlı da saraydaki kadınların durumu
hakkında:”Saray kadınlarına gelince,onların gerçekten birer bilgin olduklarını
söyliyebiliriz ve bu sözümüzde mübalağa yoktur. Çünkü saraya giren her
kadın,edebiyat,müzik,resim ve coğrafya konularında çok ciddi bir eğitime tabi tutulur. Bu kadınların bir
çoğu,sanatkar ya da şairdirler.”
İngiliz
asıllı Lody Mar’da şöyle der:”Buradaki kadınların bizlerden daha fazla
hürriyete sahib oldukları kolayca görülecektir.”diyerek müşahede ettiği onların
giyim-kuşamdaki itinalı ve güzel yaşayışlarına olan hayran ve hasretlerini de
dile getirmiş olur.
Savaşta
esir erkek köle olduğu gibi esir olan kadın da Cariye hükmünü alır. Bunun
hükümleri de fıkıh kitaplarında mufassalan izah edilmiştir.
Köle
ve Cariye konusunda da devletin başı olan saray sahabet etmekte,bunlara
sahiblik yapmaktadır. Her ikisi içinde hayırla muamelede bulunmaktadır.
Binaenaleyh,cariyeler
ya layık oldukları yerlere verilmekte,ya sarayda korunmakta veya bunlardan
bir-ikisi Padişahın hanımı durumuna geçmesi veya bir başkasından hamile kalması
halinde otomatikman cariyelikten çıkıp
hürriyetine kavuşmuş olmaktadır. Yoksa bunlar padişahın hevesini tatmin için
kullanılmamaktadırlar.
Cariyeler
sarayın hizmetinde bulunan hizmetçilerdir. Cumhurbaşkanının veya başbakanın
hizmetinde bulunanlar gibi...
Osmanlı
sarayında yaşayanların ittifakı şu merkezdedir ki:”Hiç şüphe yoktur ki,Osmanlı
sarayı her şeyden evvel bir terbiye,edeb ve ahlak müessesesi idi. Bu
durum,sarayın bütün kısımları için böyle idi. İşte haremlik kısmı da bunlardan
biri idi.”derler. Dr. Abdulaziz eş-Şennevi-nin eserinin adında da dediği
gibi:”Osmanlı iftiraya uğrayan bir İslam devletidir.”der.
Gramer
olarak haram kökünden çıkan Haremlik,umumi olarak en az anne-baba ve
evlatlardan müteşekkil bir ailenin
beraberce yaşadıkları evlerinin özel bir kısmıdır. O kısma kendilerine hizmet
eden erkek hizmetçiler dahi giremezler.
Her
şeyden evvel o bölümlerin manen çok ehemmiyet arz etmesi,daha sonra müslüman
ailelerin çok mühim addedip ihtiram
duydukları hallerin o kısımlarda
gerçekleşmesi ve hanımların oralarda bulunub kendilerine dinin nikahı düşen
yabancı saydığı erkeklerin o bölümlere girmesinin haram (yasak) olmasıdır.
Osmanlıda
Haremlik;Sultanın hanımları,evlatları ve bulunması muhtemel olan annesi
(validesi) ve torunları ile beraber yaşadığı özel ailevi kısımdır.
Harem’de
iki kısım bulunur:Biri istirahat için,diğeri umumi olup oturup görüşmek
içindir.
Eğer
sultanın birkaç hanımı varsa her biri için birer daire tahsis edilirdi.
Çocukları için de aynı durum geçerlidir.
Sultan
ayağına madenden yapılan bir ayakkabı giyerek sanki,geldiğini ses yapmasıyla
sinyal edip haber verirdi.
Diğer
taraftan her bir hanımın hizmeti için ikinci dereceden hanım hizmetçiler
(cariyeler) tayin edilirdi.
Sultanlar
da;dindarlık,dinin emirlerini uygulama,dini-tarihi bilgisinin,odalarında
bulunan kütüphanelerin de istifade etmesiyle ilim ve kültür sahibi kişiler
olmaktadırlar. Zira bu evlatlarının eğitim ve terbiyesi için de gerekli idi.
II.
Mustafa’nın dönemine (1695-1703) rastlayan ilk cariye “Fatıma Şahin hanım”dan
itibaren cariyeler özel eğitimden geçirilmektedirler.
Cariyelere
dini hükümlere göre muamele edilmiştir. Kölelere olduğu gibi... Cariyeler hür
olarak salınma ile sarayda kalma
arasındaki tercihlerini,sarayda kalma yönünde kullanmışlardır. Zira hanımlara
yapılan yeme-içme-giyme gibi iyi muameleler aynen onlara da yapılmaktadır.
Cariyenin
sarayda kalma müddeti 3-9 yıl arasında olup eli boş dışarıya bırakılmadığı
gibi,gerektiğinde devletin ileri gelenleriyle de evlendirilmişlerdir.
Mesela;Sultan II. Mustafa’nın çıkarttığı nâme’de:”Haremlikten bir cariye ile
şer’i bir şekilde bir erkek evlenirse fakat o erkek çok yaşlı olursa veya
sıhhati itibariyle çalışmaya müsait değilse o aileye yevmiye kırk akçe
verilecek. Şayet o erkek vefat ederse aynı yevmiye hanımı hesabına devam edecek
ve hanımında vefatı halinde evlatlarına intikal edecektir.”[16]
Fıkhi
hüküm itibariyle,kadın köle olan cariye eğer kocasıyla beraber esir düşen
kadının nikahı fesholmaz.
-Evli
ğayrı müslim bir kadın esir olunca,kocası olmadığından nikahı bozulur. Bundan
dolayı bir müslümana verilebilir.
-Âyet-de:”Sizden,hür
mü’min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse,ellerinizdeki Mü’min
cariyelerden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz.
Onlarla zinadan kaçınmaları,iffetli olmaları ve gizli dost edinmemeleri
halinde,velilerinizin izniyle evlenin. Ve marufa uygun bir şekilde mehirlerini
verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa,onlara hür kadınlara verilen cezanın
yarısı verilir.”[17]
-Padişahların
sorumsuzca,diledikleri gibi,diledikleriyle yatması için düzenlenmiş bir yer
değildir Haremlik... Padişah kendi bölümünde,onlar kendi bölümlerinde.. Harem
bir üniversite,cariyeler ise öğrenci. Cariyelerin yaşadıkları bölümün kapısında
ise;”Allahım bize hayırlı kapılar aç.”yazmakta...
-Bunların
çoğu evlendirilirken çeyizleri padişah tarafından verilmiştir. Bir derece
padişahın evlatlığı durumunda...
Meydan
Larousse’de:”Sanıldığı gibi padişah,haremde bütün cariyelerle ilişki kurmazdı.
Bundan başka,has odalıklarının da çoğunu kendi kızları imiş gibi devlet
memurları ve onların oğullarıyla evlendirirdi. Cariyeler belli bir süreyi
tamamladıktan sonra haremden ayrılabilir,bunlara saraylı denilirdi. Bir kaçı
dışında padişahlar kadınlarını genellikle cariyelerden seçtiler.”
-İslâmiyet
bu kurumları tedricen kaldırdı. Dinimiz bu konuda:”Yediğinizden onlara
yedirin,giydiğinizden onlara giydirin”buyurur.[18]
Cevdet
Paşaya göre:”Müslümanlıkta köle almak,köle olmak”derecesine çıkmıştır,der.
Buhari
ve Müslim’de:”Kim kölesini öldürürse,onu öldürürüz. Kim kölesini hapseder ve
gıdasını keserse,onu hapseder ve gıdasını keseriz.”buyurulur.
Keffâretlerde
ilk sırayı köle azad etmek alır.”Kim hata ile bir mü’mini öldürürse,mü’min köle
âzad etsin...”[19]
-Bedir’de
esir olanlara,on çocuğa okuma yazma öğretmeleri halinde hürriyetleri sağlandı.
-Mükâtebe
denilen anlaşma ve yazışma[20]
neticesinde serbest bırakılmakla kalınmamış,serbest olmalarını sağlamak
amacıyla da,zekat verilmesi gereken yerlerden biri olarak[21]
bunlar belirlenmiştir.
-Batıda
kölelik 19. yüz yıl sonlarına kadar bile deniz aşırı ülkelerden getirip
pazarlamışlardır. İslâmiyet ise,her yönüyle hürriyeti teşvik etmektedir.
-İngiliz
casusu Hempher’in 1710’da aldığı şu kararda
köleliğe bakışlarını açıklar:”Devlet adamlarının etrafına kendi
adamlarımızı yerleştirmeliyiz. Köle ticaretinden de faydalanarak,çok iyi
seçilmiş genç ajanlarımızı onlara köle ve cariye olarak satacağız. Bir müddet
sonra bu casuslarımız,onların anneleri ve müsteşarları olacak ve bileziğin
bileği sarması gibi,müslüman devlet adamlarını sım sıkı ihata edeceklerdir.
Onları
zulme,diktatörlüğe,içki,kadın ve kumara iteceğiz. Hazine mallarını nefisleri
uğruna boşa sarf ettirmeğe alıştıracağız.”[22]
Osmanlıda
ve hayatındaki mahremiyet ile,şimdiki mahremiyetsizliğin mukayesesi yapılacağı zaman;açıkça
görülecektir ki,Osmanlının cariyeye kıymet ve muhafaza yönünden yaptığını,bugün
hiçbir devlet kendi öz halkına yapmamaktadır. Veya Osmanlının cariyesine bile
reva görmediği mahrumiyeti,bugün kadınların harcanması ve her yerde alet olarak
kullanılmalarında görmekteyiz. Oda hür olanlara yapılmaktadır bunca
haksızlıklar,onların sırtından geçinme yöntem ve uygulamaları...Oysa onlar
salınmaya değil,sahiblenmeye layıktırlar.
-Harem-[23]de,kadını
koruma ve barındırma söz konusudur. Başıboş bırakıp,tüm yükleri yükleyerek –git
hayatını kendin kazan-sahte yüzlü felsefe yoktur. Öyleleri hayatını kazanmak
şöyle dursun,kaybetmekte veya ağzını açmış bekleyen kurtlara
kazandırmaktadırlar.
Prof.
A. Akgündüz’ün de belirttiği gibi:”Haremdekilerin çoğu cariye dediğimiz hizmetçilerdir. Haremin hizmetini
gören cariyeler –bazılarının iddia ettiği gibi- padişahlarla karı-koca hayatı
yaşamazlardı. Afedersiniz ama,siz evinize hizmetçi kadın çağırdığınızda,onunla
karı-koca hayatı mı yaşıyorsunuz? Veya bu gün cumhurbaşkanlığında çalışan bir
çok bayan var. Cumhurbaşkanı bunların hepsiyle karı-koca hayatı mı yaşıyor?
Elbette,hayır. Üstelik bu cariyelerin bir kısmı,aynı zamanda başka kölelerin de
hanımı idi. Sarayda 75 kadar cariye bulunurdu. Çok değil,24 milyon km-karelik
bir alanı yöneten Osmanlı padişahının müsaade edin de bu kadar cariyesi
–hizmetçisi-olsun. Bu hizmetçilerin hepsinin de bayan olmasının sebebi hareme
erkek girmesini önlemekti. Bunlar müslüman bir aile,elbette böyle bir tedbir
alacaklar.”[24]
Bu
gün baktığımızda cumhurbaşkanlığı köşkünde yüzlerce hizmetçinin ve devletinin
hazineden en büyük payı ayırmış olduğunu görürüz. Normal bir bakanlık
dahi,padişah gibi haşmetli değil midir?
30-05-1994
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Nokta derg.11-Mayıs-1988.
[2] Bak.zaman gaz.3-3-1996.
[3] Al-i İmran.103.
[4] Zaman gaz. 30-8-1991.
[5] Agg.4-11-1992.
[6] Bak.zaman gaz.29-8-1991.
[7] Tarihçe-i Hayat.66.
[8] Mesnevi Şerhi. Tahirul Mevlevi. 4 / 1298.
[9] Sahih-i Buhari. 1423,1425,1667,1915,2167.
[10] Zaman gaz.27-8-1991.
[11] Saltanat için bak. Din-Devlet ilişkileri. H. H. ceylan. 2 / 60-203.
[12] Bak.zaman gaz.27-8-1991.
[13] Bak.Din-Devlet ilişkileri.age. 2 / 9-10,age. 1 / 121-123,127,141,144-145,160,163-164,171,201,227,422.
[14] Bak. Bir darbenin anatomisi. Y. Öztuna. 176-182.
[15] Bak. İlmihal –İSAM_ II / 182-184,Kütüb-ü Sitte.Prof. İ. Canan. 14 / 145-148,Barla Lahikası. B. Said Nursi.327,15. Nota. 3. Mesele.
[16] Bak zaman gaz.18-19-Ağustos.1989.
[17] Nisa.25.
[18] Bak.Köprü derg.Şubat-1991.
[19] Nisa.92.,bak.Maide.89,Nur.33,Mücadele.3,Beled.12-13.
[20] Nur.33.
[21]Zekatın verileceği 8 yer,Tevbe.60.
[22] Zafer derg. Mart-1991.
[23] Agd.Ekim-1991.
[24] Köprü derg. Aralık. 1993.