HAYRİYENİN HAYIRSIZLIĞI

 

            Hayriye kadın hayırsız bir kadındı.Değil başkasına kendi oğluna bile,oda bir tek oğluna dahi hayrı değil şerri dokundu.

            Büyü,muska ve cin insan üzerinde maddi ve manevi etki bırakmaktadır.İlk bunu insanların faydası için öğreten Harut ve marut adındaki iki melek olup ancak daha sonra  insanların zararına kullanılmıştır.

            “Allah’ın kitabında olanlara inanmaları gerekirken, O’nu kaldırıp arkalarına atarak gündemden kaldırınca, onun yerine Süleyman’ın hükümdarlığı ve peygamberliği konusunda, şeytanların uydurup söyledikleri şeylere uydular. Oysa Süleyman, kesinlikle küfre sapmamıştı. Ama o şeytanlar, hakikatleri örtbas edip kâfir olmuşlar ve halka sihir öğretiyorlardı. Ve onlar, Babil’deki iki melek Hârut ve Mârût vasıtasıyla ortaya konulan yüce bilgileri kötüye kullanarak halka öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: “Biz, ancak imtihan aracıyız. Sakın bizim Allah’tan getirdiğimiz vahiy bilgilerini sihir ve büyü yaparak, hakkı örtbas eden kâfirlerden olmayınız” demedikçe hiçbir kimseye birşey öğretmezlerdi. Ama, Allah’ın kitabını bırakıp şeytanlara uyan bu insanlar o iki melekten öğrendiklerini, karı ile koca arasını ayırmada kullandılar. Halbuki sihirbazlar Allah’ın izni olmadıkça, onunla hiçbir kimseye zarar veremezler. Onlar ancak kendilerini zarara sokacak bir fayda vermeyecek şeyleri öğrenmekteydiler. Oysa onlar, bu bilgiyi edinenlerin ahiret hayatının güzelliğinden nasipsiz kalacaklarını da iyi biliyorlardı. Canları pahasına aldıkları şey ne kötüdür, keşke bunu bilselerdi.”[1]

            “Yahudi bilginleri. Şeytanın, Süleymanın iktidarı hakkında uydurup riva­yet ettikleri sihire tabi oldular. Oysa Süleyman sihir yapmamış, zaten onu öğ­renmemişti de. O, sihirbaz da değildi. Zira sihir yapmak kâfirliktir. Fakat Şey­tanlar, insanlara sihiri öğretmeleri sebebiyle kâfir olmuşlardı. İnsanlara sihiri öğretip onu nakledenler Şeytanlardı. Yoksa Süleyman değildi. Yine Yahudiler, Babil şehrinde bulunan Harut ve Marut isimli iki meleğe indirilen sihire tabi oluyorlardı. Halbuki bu iki melek, hiçbir kimseye, bu sihirin bir imtihan ve bela olduğunu, onu öğrenmenin ve onunla amel etmenin yasaklandığını peşinen söylemeden onu kimseye öğretmiyorlardı. Fakat insanlar bu iki melekten, kişi ile karısının arasını açacak, onları birbirinden ayıracak sihiri öğreniyorlardı. Gerçekte ise onlar bu öğrendikleri sihir ile hiçbir kimseye zarar verecek değil­lerdi. Ancak, Allah'ın zarar görmesini takdir ettiği kimseler müstesna. Bu kim­seler, dinlerine zarar verecek ve âhiretlerine hiçbir faydası olmayacak sihiri öğreniyorlardı. Bunlar, o sihirin, âhirette kendilerine hiçbir faydası olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. O sihiri öğrenmenin karşılığında kendilerini satmaları ne kötüdür. O sihirin sonucunun kötü olduğunu bir bilseler.

            Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:

"Resulullah'a sihir yapıldı. Öyle ki o, yapmadığı bir şeyi yapmış zannedi­yordu. Bir gün benim yanımdayken Allah'a çokça dua etti sonra şöyle dedi: "Ey Aişe hissettin mî? Allah bana neden şifa bulacağımı bildirdi. (Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, o nedir?) Resulullah dedi ki: " Yanıma iki kişi geldi. Biri baş ucuma diğeri de ayak tarafıma oturdu. Sonra biri diğerine: "Bu adamın ağrısı nedir. " diye sordu. Diğeri: "Kendisine büyü yapılmış." dedi. O da : "Kim büyü yapmış?" dedi. Diğeri: "Züreyk oğulları Yahudilerinden Lebid b. El-A'sam yapmış" dedi. o "Ne ile yapmış?" dedi. Diğeri: "Tarak, tarak dişinde kalan saçlar, burmanın erkek tomurcuğunun kapçığı ile yapmış. " dedi. O, "Şimdi onlar nerede." dedi. Diğeri: "O, Ziervan kuyusundadır (Başka bir rivayette Zervan kuyusu şeklindedir) diye cevap verdi.

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Dûmetül Cendel halkından bir kadın Resulullah'ın vefatından sonra geldi ve içine sürüklendiği bizzat kendisinin yapmadığı bir sihir hakkında Resulullah ile konuşmak istediğini söyledi. Fakat derdine çare olmasını istediği Resulullah'ı bulamayınca ağlamaya başladı. Ben ona acıyor ve kendisini teskin etmeye çalı­şıyordum. O ise: "Ben helak olduğumdan korkuyorum." diyordu. O kadın, ba­şından geçeni şöyle anlattı: Kocam vardı, o, bir ara yanımda değildi. İşte o sırada yanıma bir kadın geldi. Ben  kocamı ona şikayet ettim. Kadın bana "Eğer dediklerimi yaparsan ben onu sana getiririm." dedi. O gece olunca kadın benim yanıma iki siyah köpekle geldi. Birine o bindi birine ben. Birden Bâbil şehrinin kapısında bulduk kendimizi. Bir de ne görelim, orada ayaklarından bağlı iki adam. Onlar bana: "Seni buraya getiren sebep nedir?" dediler. Ben de: "Sihir öğrenmek" dedim. Onlar bana: "Bizler ancak bir imtihan vasıtasıyız, inkâra düşme, geri dön dediler. Fakat ben ısrar ettim ve: "Hayır dönmüyorum." dedim. Bunun üzerine onlar bana: "Git şu tandıra idrarını yap." dediler. Tandıra gittim  fakat korktum bir şey yapmadan onların yanına döndüm. Bana "Yaptın mı?" diye sordular. Ben de "Evet" dedim. Bana "Bir şey gördüm mü?" dediler. Ben "Hayır bir şey görmedim." dedim. Onlar: " O halde sen idrarını yapmamışsın, dön memleketine git, inkara düşme." dediler. Ben yine ısrar ettim: Hayır dön­mem." dedim. Onlar bana: "Git o tandıra idrarını yap." dediler.Beıı yine gittim, korkumdan bir şey yapamadım ve geri döndüm. Onlar sorduklarında da "Yap­tım" diye cevap verdim. Onlar bana "Bir şey gördün mü?" diye sorunca yine "Hayır" dedim. Onlar yine bana "Memleketine dön.İnkârcılığa düşme. Zira sen daha işin başındasın." dediler. Ben yine ısrar etlim. Onlar da yine bana, gidip o tandıra idrarımı yapmamı söylediler. Bu defa gidip oraya idrarımı yaptım. Bir de ne göreyim, yüzüne demirden yaşmak çekmiş olan bir süvari içimden çıkıp göğe doğru yükseldi. Sonra gökte kayboldu gitti. Sonra dönüp o iki kişiye gel­dim? Durumu onlara anlattım. Onlar: "Şimdi doğru söyledin işte..Bu senin ima­nındı. Senden çıkıp gitti. Şimdi git." dediler. Ben dönüp ihtiyar kadına dedim ki: "Vallahi ben bir şey öğrenemedim. O iki adam da bana bir şey söylemedi. Ka­dın bana: "Evet öğrendin,istediğin herşey artık olacak." dedi. Ben de şu buğ­dayları al da etrafa serp." dedim buğdayları serpti. "Şimdi buğdayları bitirip çı­kar." dedim. Bitirip çıkardı: "Onları biç" dedim. Biçti, "ovalayıp tanelerini çı­kar." dedim. Ovalayıp çıkardı. "Kurut" dedim. Kuruttu. "Öğüt dedim öğüttü. "Ekmek pişir" dedim pişirdi. İstediğim her şeyin olduğunu görünce pişman ol­dum, üzüldüm. Vallahi ey müminlerin annesi ben şimdiye kadar hiçbir şey yap­madım. Şimdiden sonra da asla yapmayacağım." dedi.”[2]

            Yani okumanın insan üzerinde büyük etkisi vardır.Ancak sadece öğrenmede ve iyi yönde kullanmak üzere öğretilen bilgi faydada kullanılabilir.

            Rasulullah kendisine yapılan büyüden Allaha sığınılan iki sure olan Felak ve Nas surelerini okuyarak sığınmıştır.

            Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) cinlerin ve insanların gözlerinin şerrinden Allaha sı­ğınırdı. "Kul Euzü" sureleri inince (dualarında Allaha sı­ğınmak için) bunları aldı ve bunların dışındakileri bıraktı.”

İşte bunlardan birisi de Hayriye hayırsızıdır.

Hasud bir kadındı.Gelinini çekememekteydi.Tek de oğlu vardı.

Hoca geçinen hoca bozuntusu,maddi gözü de kör belikli manevi gözü olan kalbide kör,hocanın kendi ifadesiyle;

-Bu Hayriye bana geldi,oğlumla gelinimin arasını ayırmak için bana muska yapmamı söyledi.Bende kendisine o zamanki paranın değeri olarak beş yüz lira vermesini söyledim.Hiç üstelemeden kabul etti.Ben de muskayı yaptım.Eğer onun sizin kızınız olduğunu bilseydim,bunu yapmazdım.

Belikli ahirete gitmeden vicdan azabı cehennem gibi onu şimdiden yakmaktaydı.

Gerçekten de muskadan kısa bir süre sonra ayrıldılar.Bir tane de oğulları vardı ve birbirlerini severlerdi.

Bu ayrılan kişi memlekette çok iyi motorsıklet kullanan bir kişiydi.Adıyamana da ilk motoru getiren o idi.150 km-lik komşu il Gaziantebe gider,oradan aldığı lahmacunu soğutmadan yiye yiye Adıyamana gelirdi.

Bu kişi üzüntüsünden kısa bir süre içerisinde kasıtlı olarak bir kamyona hızla arkadan vurarak,intihar etti.Okunan dua yerini bulmuş ve gelini tek çocuğuyla ortada kalıp madur olmuştu.Oğlunun gidiş acısı ise ölene kadar kendisine yeterdi.

 

MEHMET   ÖZÇELİK

19-02-2006

 

 


 

[1] Bakara.102.

[2] Bakara.102.Taberi tefsiri.