BURUK TANIŞMA
II. Murat ilim meclislerinin yabancısı değildir. Molla Yegân, Molla Gürâni,
Molla Hüsrev gibi büyüklerden çok şey kapar. Hani altının değerini sarraf bilir
derler ya, Hacı Bayram Veli hazretlerinin kırata vurulamayacak elmas olduğunu
konuşmanın başında anlar. Hele tasavvufa dair sorduğu suallere aldığı şaşırtıcı
cevaplar onu bu veliye daha çok bağlar. Evet hadise tatsız başlar, ama tatlı
biter.
İşte sohbetin şekerleştiği demlerden birinde “Ah Efendim!” der, “Şu İstanbul’u
fethetmeyi çok isterdim lâkin... Bilmem nasip olur mu bize?”
Hacı Bayram Hazretleri bir müddet sessiz kalır, tefekküre dalar. “Hayır
sultanım!” der, “Bunu ne sen görürsün, ne de ben!” Sonra ayağa kalkar, bir
köşede mışıl mışıl uyuyan şehzadeyi (Fatih’i) işaret eder. “Ama!” buyururlar,
“Şu beşikte yatan yiğit ile bizim köse (Akşemseddin’e öyle derler) görse gerek!”
BİRBUÇUK MÜRİD
Hacı Bayram Veli padişahın ısrarına rağmen dergâhına döner. Sultan ilk günün
ezikliği ile bir ferman çıkarır. Onu ve onun talebelerini askerlik ve vergiden
muaf tutar. Ancak bir zaman sonra Ankara’nın mali dengesi bozulur. Zira
tahsildar hangi kapıyı çalsa, muhatapları “Biz Hacı Bayram Hazretlerine
intisaplıyız” derler.
Bu sahte müridlerden Hacı Bayram Hazretleri de bizârdır. Nitekim Kanlıgöl
mevkiine büyücek bir çadır kurar ve ahaliyi toplar. Mübârek o gün celalli ve
heybetli görünür. Elinde koca bir bıçak vardır. “Ey benim sadık dervişlerim!”
diye haykırır, “Şimdi sizleri kurban etsem gerek. Haydi sıraya dizilin, girin
çadıra!” Ortalık bir anda boşalır. Sadece biri kadın, iki âşık gelir, takdire
şâyan bir teslimiyetle boyunlarını uzatırlar. Hacı Bayram hazretleri memurlara
döner “bu ikisini yazın” der, “başka talebem yok!”
Gerisi vergilerini de öderler, askere de giderler.