TÜRKİYE'DEKİ  GÖÇLER  VE  GÖÇMENLER

           

            Göç güçtür.Hem güç ve zor bir iştir hem de güç katan bir iştir.

            Göç yani hicret dini bir vazifedir.İnsanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

            İlk Müslümanların önce Habeşistana sonra da Medineye göç etmelerini göz önünde bulundurarak,nereye ve niçin göç etmeleri gerektiğini önceden tayin etmelidirler.Elbette göç daha kötü durumdan daha iyi duruma yapılır.

            Göç gerek sosyal açıdan gerekse psikilojik olarak kişiye güç ve kuvvet kattığı hem Türkiyedeki durumları itibariyle hem de dünya açısından görebiliriz.

            Nitekim üçüncü asırda gayrı Müslimlerin islama girmesiyle oluşan farklılıklar gibi,asrımızda da gerek savaş sebebi,iş sebebi gibi durumlardan dolayı dünyanın bir çok yerinden gelme insanları memleketimizde bulabiliriz.Bir çok dönme adını değiştirerek eski yaşantılarını aynen,çoğu zaman daha özgürce devam ettirmektedirler.

Bunlardan o zamanlarda oynanan aynı oyunlar oynanmakta,islamiyetin safiyeti bozulmaktadır.Bu işte de şüphesiz Yahudi-mason işbirliğiyle sürdürülmektedir.Çünki düne kadar devlet olmayan tek millet olan Yahudi milleti dünyanın her tarafında vardır.Özellikle İstanbul da tüm zengin işler onların elindedir.

Buda göç neticesinde devletin onlara olan yardımları değerlendirmeleri,sıfırdan başlamanın verdiği hırsla bir anda zengin olmaları,yeri geldiğinde tüm karanlık işlerde bulunmaları,atak,girip çıkan,serbest hareket edip herkesle tanışmaları önemli noktalara sahib olmalarında bu cesaretleri rol oynamıştır.

Göç kabuğunu kırmaktır.

Kendi bulunduğu memlekette kişi bir çok noktada çekingenlik göstermektedir. Belkide öyle de gerekmektedir.Fakat bir göçmen kimsenin kendisini tanımamanın verdiği ve de manevi bir boşluğunda oynadığı rol ile rahatlıkla sanat alanında her türlü sanatsızlık ve ahlaksızlıklara adapte olabilmekte,yer altına dünyasına ısınabilmektedir.

            İstanbul Emniyet müdürlüğüne kadar yükselen Şükrü balcı hakkında söylenip yazılanlar –www.atin.org-sitesinde mit-ten emekli Mehmet Eymür tarafından belgelenmektedir.Bu şahıs bir göçmendir.

            Sanatçılar arasında da bir çok göçmene rastlanır.

            Zenginler arasında isminden çokça bahsedilen Mehmet Çağlar bir göçmendir.

            Şüphesiz memleketimiz bir çok göçlere maruz kalmıştır ve hala da kalmaktadır.Herkesin birkaç kuşak gerisinde özellikle bir asır öncesinden bu yana bir yerlerden göç ettiğine rastlarız.

            Bugün dünyanın özellikle ABD’nin holiwood film şirketlerinde zencilerin ve Çin-Japonların memleketlerinden göçme sonucu elde ettikleri maddi manevi imkanlar göçün bir sonucudur.

            Dünyanın önemli şöhret-para yeri olan sporda da bir çok zenciyi görmek mümkündür.Oysa bunların kendi memleketlerindeki durumları malumdur.Göç ile bu imkana kavuşmaktadırlar.

            Çünki göç bir güçtür.

            Göç kendi kabuğunu kırıp çıkmaktır.

            Bugün özellikle memleketimizden Almanya ya iş bulmak,ekmek parası kazanmak için giden göçmenler,oralarda fabrika sahibi olmuşlardır.Devletin yönetiminde önemli rol oynamaktadırlar.

            Bugün devleti şekillendiren Atatürk bir Selanik göçmenidir.Bunun gibi devletin idare ve şekillenmesinde önemli rol oynayanlar göçmenlerdir.

            Kendi oturduğunuz küçük yörenin insanlarına dahi baktığınızda kaçta kaçı yerlidir?

            Bir zamanlar pkk belası ile doğudan göçenler Türkiyenin başta büyük şehirleri olmak üzere her yere dağılmışlardır.

            Oralarda meydana gelen doku uyuşmazlığı sebebi ile problemler çıkmaktadır.Kültürleri,her türlü yaşayışları âdeta farklı dünyanın insanları olarak yaşamaktadırlar.Zamanla oranın yerlileri orayı terk etmek zorunda kalmaktadır.

            Köylerden şehirlere olan göçlerde de aynı sıkıntılar yaşanmaktadır.Âdeta köy hayatı şehirde yaşatılmak istendiğinden sıkıntılar büyümekte,yeni çareler alınması yoluna gidilmektedir.Buda zamanla bir çok boşlukları doğurmaya sebeb olmaktadır.

            Göçmenlik bir aşağılık durum değildir.Belki güçlenmektir.Ancak doku uyumunun uygun ayarlanması gerektir.

            Bir yandan kendi değerlerini kaybetmemekle beraber,başkalarına da değerlerini kaybettirmemek,değersizlikleri değer addetmemektir.

            Bugün duyulan ve görülen gerçekler odur ki;büyük şehirlerin –başta İstanbul gibi- uyuşturucu,silah,mafya işleri,gazinoların işletilmesi gibi kirli işleri göç etmiş oranın yerlisi olmayan insanlar işletmektedirler.

            Göç insanlık tarihi itibariyle başlamış,insanlığın sonuna kadar da devam edecektir.Engellenmesi mümkün olmayan bir vakıadır.Ancak bunun belli bir statüye bağlanıp,standartlarının belirgin olarak uygulanması gerekir.

            Göçler ile ilgili olarak yaptığı araştırmada,Prof. Dr. Kemal Karpat Göç-le ilgili olarak;”1830’lardan sonra göçlerin hızla artması, 1850’lerden itibaren kapitalizmin Osmanlı topraklarına girmesi, ulaşım imkânlarının çoğalması ve diğer sosyo—ekonomik faktörler, Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yeni bir sosyal yapının ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. Bu yeni toplumun kimliği, her ne kadar din birliğine dayanıyor olsa da, siyasî gücünü onun çok ötesinde tarihî tecrübe, siyasî kültür ve dilden alıyordu.”

            “Türkiye’de, çok rahat bir kaynaşma olduğunu dile getiren Karpat, nüfus hareketleri sonucu Anadolu ve Rumeli’ye yerleşenlerin, içine girdikleri topluma kolayca uyum sağladığını ve o toplumu güçlendirdiğini söylüyor. Prof. Karpat’a göre, Türkiye’nin bu kadar toplumsal sorunla karşılaşmasına rağmen ayakta kalmasının sırrı burada yatıyor.”

Yani bir kurda bağlanamıyacağı veya bağlayıcı ve bütünleştirici basit bir unsur değil,daha büyük olan inanca dayalı din ve kültür unsuru bütün bu unsurları ayakta tutmaktadır.

“Türk toplumu, iç ve dış göçlerin mahsulü”

“18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarında Osmanlı devletinde Müslüman nüfusun sayısında bir azalma oldu. Bunun ana sebebi, uzun yıllar Rusya ve Avusturya ile devam eden savaşlar. 1830’a kadar yaklaşık 50 yıl süren savaşlar sırasında çok sayıda Müslüman erkek hayatını kaybetti. Ancak, bu tarihten sonra Müslüman nüfusta önemli bir artış göze çarpıyor. Sebebi de göçler. Osmanlı devleti toprak kaybedince orada yaşayan Müslüman nüfus göç etmeye başlıyor. Mesela, Kırım’da yaşayan Müslüman halk Anadolu ve Rumeli’ye geliyor. 1862—65 yılları arasında Kafkaslarda yaşayan Müslümanlar da tercihlerini Anadolu’ya göç etmekten yana kullanıyor. Balkanlardan, Orta Asya’dan, Kafkaslardan, Kırım’dan gelen bu göç dalgası zaman zaman çoğalarak zaman zaman da azalarak, ama hiç duraksamadan devam ediyor. 1932—37 yılları arasında Balkanlardan 1 milyon insan, Anadolu’yu yurt edinmek için eski topraklarını terk ediyor.Neden Anadolu tercih ediliyor?Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Müslüman ahalinin neden Anadolu’yu tercih ettiğini Prof. Karpat şöyle açıklıyor: “Gelenler, Türkiye’deki toplumla kendisi arasında tarih, kültür ve din birliği görüyordu. O devirde, Bulgaristan’da, Bulgarca konuşan Müslüman bir Pomak, vatanı olarak Türkiye’yi görüyordu. Balkanlardan gelen muhacirlerin, Pomak, Boşnak, Arnavutların hemen hepsi ‘Türk’ değildi. Ama bunlar kendilerini siyasî olarak ‘Türk’ görüyordu. Oradaki Hıristiyan ahali de onları, Türklerin ve Osmanlının bir devamı şeklinde kabul ediyordu.”

“Her yerde olduğu gibi Osmanlı devletinde de göçmenler fakirdir, geldiği toplumun yabancısıdır. Sosyal sınıf olarak da en alt tabakada yer alırlar. Halbuki Osmanlıda muhacirler iyi karşılanmıştır. Bunun temel sebebi İslam kültüründe yer alan muhacire iyi muamelede bulunma felsefesinin özümsenmesidir.”

“Kaynaşma sürecinde muhacirin ana amacı alt tabaka yaşamından kurtulmak ve toplum içinde yükselmektir. Karpat’a göre bunun iki yolu vardı: Ya müteşebbis olarak zengin olacak ya da tahsil görerek makam ve mevki sahibi... “Bundan dolayı her muhacirde müteşebbislik ruhu vardır” diyor Prof. Karpat ve ekliyor: “Amerika’nın en büyük zenginlerinin muhacirler olduğu unutulmamalı. Yine Türkiye’de ilk endüstri kurucuları arasında muhacirlerin yer alması, fabrikalar kurması tesadüf değildir.”[1]

Ayrıca muhacirlerin gittikleri bölgenin dilini öğrenmek mecburiyetinde bulunmaları da başarılarını arttıran sebebler arasında olmaktadır.

Her devlet asimilasyon yani bir başka dinde ve ırkta bulunanı kendi arasında eritmek için orayı ya ilhak eder veya ilhak olunur.Yunanlar ve Bulgarlar gibi

 

 

                                                                                                          Mehmet ÖZÇELİK

                                                                                                                04-08-2003


 

[1] Aksiyon.16-08-2003.. Mehmet Yılmaz