ERMENİLER KENDİ KAZDIKLARI KUYUYA DÜŞTÜLER!


Ermeni Taşnak Partisi'nin şu tarihi raporu, Ermeni çetelerinin nasıl ayaklanma hazırlığı yaptığını ele veriyor.
29 Mart 2005 Salı 13:27

 

Ermeni Taşnak Partisi'nin, 1910 yılında Sosyalist Enternasyonal'e sunduğu raporda, Ermeni çetelerin nasıl kurulduğu ve ayaklanma hazırlıkları anlatılıyor.

Popüler Tarih dergisinin nisan 2005 sayısında yer alan raporda, ''Bitlis ve Van'ın köylerinde, 1908'de bütün Ermeni halkı bayrağımızın altında örgütlenmişti'' deniliyor.

Dergide, araştırmacı Orhan Koloğlu imzasıyla yer alan yazıda, raporun, 'Brüksel'deki Vandervelde Sosyalist Enternasyonal Arşivi'nde, B.579238 numara altında kayıtlı' olduğu belirtiliyor.

Yazıda, Cenevre'de 1910 yılında basılan Fransızca raporun, Sosyalist Enternasyonal'in o yıl Kopehnag'da toplanan kongresine sunulmak üzere, M. Warandian (Varandiyan) tarafından hazırlandığı kaydediliyor.

Dergide açıklanan ve ''Enternasyonal'in bir şubesi Türkiye Asyası'nda, Ermenistan'da kurulmuştur'' cümlesiyle başlayan raporda, 1905'de Yıldız Sarayı'nda II. Abdülhamid'e yapılan suikast girişimi ile Van Valisine suikast, şöyle anlatılıyor:

''Bir araba içinde Yıldız'a taşınan Taşnak'ın ölüm makinesi, 8 haziran 1905 günü Selamlık'ta infilak edip 40 kişiyi öldürdü; ama asıl hedefi olan Abdülhamid'e ulaşamadı. ... Doğu Anadolu'nun, bu talihsiz bölgenin felaketi sayılan Kürt haydutlarıyla mücadele ettik... Van valisine suikast düzenleyip öldürdük.''

 

Ayaklanma hazırlıkları

 

Taşnak sözcüsü M. Warandian (Varandiyan), raporda, ihtilalci örgütlerinin nasıl silahlandığını ve hazırlandığını ayrıntılı şekilde,aynen şöyle anlatıyor:

''Bitlis ve Van'ın köylerinde, 1908'de bütün Ermeni halkı bayrağımızın altında 'siyasi gruplar' halinde örgütlenmişti. ... Bu gruplar savunma ve saldırı için talimliydiler. Her köyde, en deneyimlive en cesurlardan -çoğu 45 ile 50 yaşları arasında- güvenilir beş ila sekiz kişi seçiliyor ve bunlar yoğun bir gözetimle görevlendiriliyordu. Bu gruplar, fedailerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak, onları bir yerden diğerine aktaracak, kovalanma durumunda kaçmalarını sağlayacak ve özellikle Kürt çetelerince tehdit edilen komşu köylere yardım edecek, seyyar çetelerdi.''

 

Ermeni çetelerin örgütlenmesi

 

Raporda, bu 'seyyar çeteler'in yanında her köyde bulunduğu belirtilen başka gruplar şöyle sıralanıyor:

Militan grup: Daima köyün içinde kalmakla yükümlü 30-50 kişi; görevleri, saldırı anında vurmayı sağlamak.

Yardımcı ya da 'maliyeci' grup: Maddi kaynakları bulmakla yükümlü olanlar.

Askeri grup: Silah sağlayanlar.

Kadınlar grubu: Mektup taşımak, değişik mahalleler arasında haberleşmeyi sağlamakla görevliler.

Orhan Koloğlu, yazısında, Ermeniler için, ''... herhalde bu yüzden, olayların tarihçiler düzeyinde değerlendirilmesine de yanaşmıyorlar'' diyor.

 

Van'da katliam

 

Dergide yer verilen kronolojide ise şunlar yer alıyor:

''Mart 1915'te Rus kuvvetleri Van'a doğru harekete geçtiler. 11 nisan günü Van Ermenileri isyan etti ve Müslüman halka saldırdı. 21 Nisan günü, Çar II. Nikola, Van Ermeni Devrimci Komitesi'ne bir telgraf çekerek, 'Ruslara hizmetlerinden dolayı' teşekkür etti. ... 1915 şubatında başlayan Van Ermeni ayaklanması, nisanda doruk noktasını yaşadı. Ayaklanmanın ilk birkaç gününde, 30 bin Müslüman öldürüldü. Amerika'daki Ermeni gazetesi Gochnak, 24 mayıs tarihli sayısında, Van'da sadece bin 500 Türk kaldığını bildirdi. Osmanlı kuvvetleri Van'a 22 temmuz 1915'te girebildiler.''

 

'Ermeni sorunu' nasıl yaratıldı?

 

'Ermeni terörü' konusunu bir dosya olarak ele alan Popüler Tarih dergisinde ayrıca, 'Ermeni taburlarının, Batılı devlet adamlarınca yaratıldığı' belirtiliyor.

Dergide, bu konuda özetle şöyle deniliyor:

''Önce Ruslar, sonra da İngiliz ve Fransızlar, Birinci Dünya Savaşı'ndan Kurtuluş Savaşı'na uzanan dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak için, 'Ermeni sorunu'nu her seviyede kullandılar. ... 19'uncu yüzyılın ikinci yarısından sonra yavaş yavaş dillere yerleşen 'Ermeni Sorunu' tabiri aslında hiçbir devlet için 'sorun' olarak görülmemiştir... Bu konuyu 'sorun' sayanlar ve 'dava'yı takip edenler, Ermeni Kilisesi, Ermeni terör örgütleri ve Batılı ülkelerin 'tuzu kuru' diasporaları olmuştur. Ama bu 'sorun' yaratılmıştır ve sorunu yaratanlar da Sevr'den çok önce Skyes-Picot Antlaşması'nı yapan Batılı devlet adamlarıdır... ''

 


İşte Ermeni itirafının BELGESİ


30 Mart 2005 Çarşamba

ANKARA - Ermeni Taşnak Partisi’nin, 1910 yılında Sosyalist Enternasyonal’e sunduğu raporda, Ermeni çetelerin nasıl kurulduğu ve yaptıkları katliamlar tek tek belgeleniyor. “Popüler Tarih” dergisinin “Nisan 2005” sayısında yer alan raporda, “Bitlis ve Van’ın köylerinde, 1908’de bütün Ermeni halkı bayrağımızın altında örgütlenmişti” deniliyor. Dergide, araştırmacı Orhan Koloğlu imzasıyla yer alan yazıda, raporun, “Brüksel’deki Vandervelde Sosyalist Enternasyonal Arşivi’nde, B.579238 numara altında kayıtlı” olduğu belirtiliyor.

Padişaha suikast

Yazıda, Cenevre’de 1910 yılında basılan Fransızca raporun, Sosyalist Enternasyonal’in o yıl Kopehnag’da toplanan kongresine sunulmak üzere, M. Warandian (Varandiyan) tarafından hazırlandığı kaydediliyor. Raporda, 1905’te Yıldız Sarayı’nda II. Abdülhamid’e yapılan suikast girişimi şöyle aktarılıyor: “Bir araba içinde Yıldız’a taşınan Taşnak’ın ölüm makinesi, 8 Haziran günü Selamlık’ta infilak edip 40 kişiyi öldürdü ama asıl hedefi olan Abdülhamid’e ulaşamadı. Sonra Van valisine suikast düzenleyip öldürdük.” Taşnak sözcüsü M. Warandian (Varandiyan), ihtilalci örgütlerinin nasıl silahlandığını ve hazırlandığını ise şöyle anlatıyor:

Ayaklanma hazırlığı

“Bitlis ve Van’ın köylerinde, 1908’de bütün Ermeni halkı bayrağımızın altında ‘siyasi gruplar’ halinde örgütlenmişti. Bu gruplar savunma ve saldırı için talimliydiler. Her köyde, en deneyimli ve en cesurlardan -çoğu 45 ile 50 yaşları arasında- güvenilir 5 ila 8 kişi seçiliyordu. Bu gruplar, özellikle Kürt çetelerince tehdit edilen komşu köylere yardım edecek seyyar çetelerdi.” Raporda, her köyde bulunduğu belirtilen başka gruplar şöyle sıralanıyor: “Militan grup: Daima köyün içinde kalmakla yükümlü 30-50 kişi; görevleri, saldırı anında vurmayı sağlamak. ‘Maliyeci’
grup: Maddi kaynak bulmakla yükümlüler. Askeri grup: Silah sağlayanlar. Kadınlar grubu: Mektup taşımak, mahalleler arasında haberleşmeyi sağlamak.

Van’da katliam

Dergide yer verilen kronolojide ise yapılan katliam şöyle anlatılıyor: “Mart 1915’te Rus kuvvetleri Van’a doğru harekete geçtiler. 11 Nisan günü Van Ermenileri isyan etti ve Müslüman halka saldırdı. 1915 Şubatı’nda başlayan ayaklanmanın ilk birkaç gününde, 30 bin Müslüman öldürüldü. Amerika’daki Ermeni gazetesi Gochnak, 24 Mayıs tarihli sayısında, Van’da sadece 1500 Türk kaldığını bildirdi.” ‘Ermeni terörü’ konusunu bir dosya olarak ele alan dergide ayrıca, ‘Ermeni taburlarının, Batılı devlet adamlarınca oluşturulduğu’ belirtilerek şöyle deniliyor: “Önce Ruslar, sonra da İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için, Ermeni meselesini her seviyede kullandı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra yavaş yavaş dillere yerleşen bu tabir, aslında hiçbir devlet için mesele olarak görülmemiştir. Bu ‘dava’yı takip edenler, Ermeni Kilisesi, Ermeni terör örgütleri ve Batılı ülkelerin ‘tuzu kuru’ diasporaları olmuştur. Ama bu ‘sorun’ oluşturulmuş ve sorunu çıkaranlar da Sevr’den çok önce Skyes-Picot Antlaşması’nı yapan Batılı devlet adamlarıdır.”

Türkiye Gazetesi.30-03-2005

26.04.2005
Talát Paşa’ya göre 1914 yılındaki Ermeni nüfus 1 milyon 256 bin 403  
 

Murat BARDAKÇI

Dönemin Sadrazamı Talat Paşa, 1914 itibarıyla Osmanlı'daki Ermeni nüfusunu saptamak için geniş bir araştırma yaptırmış ve sayıları da kara kaplı özel defterine yazmıştı.

Sadrazam Talát Paşa, 1915 tehciri sırasında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler’in kesin sayısının belirlenmesi maksadıyla geniş bir çalışma yaptırtmıştı.

Paşa’nın özel evrakı arasında bulunan belgelerde ‘1914 itibariyle 1 milyon 187 bin 818 Gregoryen ve 63 bin 967 Katolik Ermeni vardır ve toplamları 1 milyon 256 bin 403 eder’ deniyor, daha sonra ‘sayımda eksiklikler yapılmış olabileceği için, bu sayının 1.5 milyon civarında olabileceği’ söyleniyor.

TALÁT Paşa’nın kara kaplı defterinin yanısıra, özel arşivinde bulunan diğer bazı belgelerde, 1915 tehcirinden önce ve hemen sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler’in kesin sayısının belirlenmesi maksadıyla geniş bir çalışma yaptırıldığı görülüyor. Dizinin dün yayınlanan ilk bölümünde, Paşa’nın tehcir edilen Ermeni sayısını 924 bin 158 olarak verdiğini yazmıştım. Tehcirin viláyetlere ve sancaklara göre dağılımını gösteren belgelerde hangi viláyetten nereye ne kadar Ermeni’nin gönderildiği gösterildikten sonra, genel nüfus değerlendirilmesine geçiliyor. Bu fasılda İstanbul Ermenileri’nden de söz ediliyor ve İstanbul’da 1914’te 68 bin 422 Ermeni’nin yaşadığı, bu sayının bir yıl sonra 80 bine çıktığı ama hiçbirinin alınmadıkları söyleniyor. Bütün bu uzun listelerden sonra, bu sayfada orijinal metninin fotoğrafını gördüğünüz tek paragraflık

bir yorum yapılıyor: ‘1330 (1914) icmálinde (sayımında, toplamında) Ermeni Gregoryen nüfus-ı umumisi (genel nüfusu) 1 milyon 187 bin 818 ve Ermeni Katolikler’in mikdarı 63 bin 967 ki, her ikisinin mecmuu (toplamı) 1 milyon 256 bin 403’ten ibaret olarak gösterilmiştir. (Toplamın fazla çıkmasının sebebi sayılara yabancı uyruklu Ermenilerin de dahil edilmesidir.) Nüfus-ı mevcude (mevcut nüfus) tamamen tahrir olmadığından (yazılmadığından), mikdar-ı hakiki (gerçek mikdar) 1 milyon 500 bin kadar olacağı gibi, bugün mevcud olarak báláda (yukarıda) görülen yerli ve yabancıların 284 bin 157 mikdarına da ihtiyáten yüzde 30 kadar iláve eylemek iktiza eder ki (gerekir ki), bu takdirde mevcud-ı hakiki (hakiki mevcud) 250 bin ile 400 bin arasında bulunmuş olur.’ Bu cümlelerde, daha basit bir ifadeyle şöyle deniyor: ‘İmparatorlukta 1914 yılında yaşayan Gregoryen ve Katolik Ermeniler’in sayısı 1 milyon 256 bin 403 idi. Bazı eksikliklerin olabileceğini gözönüne alarak, bu sayıyı 1.5 milyona yükseltebiliriz. Tehcirin uygulandığı viláyetlerde şu anda 284 bin 157 Ermeni kalmıştır ama bu mikdarı da her ihtimale karşı yüzde 30 oranında arttırdığımız takdirde, tehcir bölgelerindeki Ermeniler’in 250 ilá 400 bin arasında olduğunu söyleyebiliriz.’ Talát Paşa, yani Ermeni tehcirinin başındaki kişi kendi notlarında ‘Toplam Ermeni nüfusu en fazla 1.5 milyondu. Bunun 924 bin 158’i tehcir edildi ama tehcirin yapıldığı viláyetlerde hálen 400 bin kadar Ermeni yaşıyor’ derken, diaspora Ermenileri bugün ‘1.5 milyondan fazla Ermeni öldürülmüştü’ iddiasında bulunuyorlar.

Hesaplamayı bir de siz yapın ve hangi tarafın matematiğinin daha zayıf olduğuna kendiniz karar verin!

Yetim kalan 6 bin 858 Ermeni çocuğu Müslümanlar büyütmüş

TALÁT Paşa’nın kara kaplı defterinde, tehcir sırasında çeşitli sebeplerle hayatlarını kaybeden Ermeniler’in kimsesiz kalan ve devlet tarafından koruma altına alınan çocuklarının da bir listesi var. ‘Ermeni Eytámı’ yani ‘Ermeni Yetimleri’ başlığı altındaki listeye 10 bin 314 çocuk kaydedilmiş ve bunların bir kısmının Müslüman ailelere dağıtıldığı yazılmış. Listeye göre, en fazla sayıda Ermeni yetim, Halep’te bulunuyor. Talát Paşa’nın ‘kara kaplı defteri’nin ‘Ermeni Eytámı’ başlıklı sayfasında yeralan liste, yan tarafta.

Cemal Paşa, Mustafa Kemal’e ‘Enver’i durdurmalısın’ diyor

İTTİHAD ve Terakki Partisi’nin Talát Paşa gibi önde gelen bir liderini yazarken, partinin diğer önemli isimlerinden de bahsetmek ve bu kişilerin o yıllarda İstiklál Savaşı’nı sürdürmekte olan Mustafa Kemal Paşa’ya yazdıkları bazı mektupları da yayınlamak istedim.

İşte o mektuplardan biri: İttihad ve Terakki’nin Talát ve Enver Paşalarla beraber üç liderinden biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın, Bakû’dan trenle Tiflis’e giderken 1922’nin 9 Temmuz’unda Ankara’ya, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği ve eski dává arkadaşı Enver Paşa’dan yakındığı oldukça uzun mektubunun bazı bölümleri...

Cemal Paşa, şu anda bende bulunan ve aşağıda günümüz Türkçesi’ne naklettiğim mektubunu kaleme almasından sadece 13 gün sonra, 22 Temmuz’da Tiflis’te Talát Paşa gibi Ermeni kurşunlarıyla can verecektir.

‘Sevgili kardeşim Mustafa Kemal Paşa,

...Şimdi iki gözüm, Orta Asya için, daha doğrusu bütün Müslüman Asya’sı için bugünün en mühim meselesi, Enver’in Buhara’da teşebbüs ettiği işlerdir. Enver, avantüriyelerin (maceracıların) yapabilecekleri en son işi de yaptı, kendisini Buhara emiri ilán etti. ...Bináenalyh şimdi bizim Enver, ...şimdi Buhara hükümeti aleyhine harbediyor, Sovyet Rusya hükümeti de, Buhara cumhuriyet hükümetinin müttefiki sıfatıyla ordusuyla o hükümete yardım ettiğinden, tabii, onlarla Enver arasında muharebe ilán edilmiş bulunuyor.

Orta Asya’daki ve Rusya’daki İslam álemi, Enver’in bu teşebbüsü karşısında büyük bir ümide kapıldı. Herkes, Enver’in bu hareketinde haklı olduğunu teslim ediyor ama vakitsiz davrandığını söyleyenler de az değil!

...Enver onların başına geçti ve Ruslar ile hoş geçinmek hakkındaki kesin kararına, kendi öz vatanının Ruslar’dan ümid ettiği maddi ve manevi yardımlara rağmen, Sovyet Rusya aleyhine mücadeleye karar verdi. Enver, şimdi, Orta Asya’da ve Afganistan’da böyle bir şahsiyet olarak kabul olunup müjdeleniyor.

... Acaba Enver bu hareketinde muvaffak olabilecek mi?

Bence hayır, bin kerre hayır!.. Enver kat’iyyen başaramaz ve Enver’in giriştiği hareket ne kadar çok direnirse, sonuçta uğrayacağı harap vaziyet, o kadar şiddetli olacaktır.

...Siz, Mustafa Kemal Paşa, bu zavallı Müslümanlar’a Enver’in teşebbüsünün fenalıklarını şimdiden söylemeye ve onları merhametsiz sonuçların doğacağı çılgınca teşebbüslerden kaçınmaya davete mecbursunuz. Böylece Ankara’nın kurtuluşu mücadelesini takip etmekte olan ben ve arkadaşlarım daha büyük bir kalp kuvvetiyle çabamıza devam ederiz ve İslam álemi, Ankara’nın peyki (uydusu) haline gelir. Daha da önemlisi, Ruslar Ankara’nın ve gölgesinde bulunan İslam áleminin hakikaten dost olduğunu görerek Anadolu’ya yaptıkları yardımları en yüksek seviyeye çıkartırlar.

...Gözlerinizi öperim kardeşim. Ahmed Cemal.

‘Beni böyle üzmen için acaba ne günah ettim?’

BİRİNCİ
Dünya Savaşı’ndan sonra İttihad ve Terakki’nin lider kadrosuyla beraber Türkiye’den ayrılıp Berlin’e yerleşen Sadrazam Talát Paşa, Almanya’da ‘Ali Sái’ takma adını kullanıyordu. Eşi Hayriye Talát Hanım, kendisine büyük bir aşkla bağlı olan Paşa’sını sürgün günlerinde yalnız bırakmamış, İstanbul’dan gizlice çıkıp Berlin’e gitmişti.

Talát Paşa’nın burada yayınladığım kartpostalı, Berlin’den kısa bir seyahat için Macaristan’a giden hanımından günler boyu bir haber alamamasının yarattığı üzüntüyü aksettiriyor. Paşa, eşi Hayriye Hanım’a Budapeşte’deki Osmanlı Konsolosu Abdullah Hulusi Bey vasıtasıyla 1920’nin 24 Ekim’inde gönderdiği kartpostalda, sitem üstüne sitem ediyor:

‘İki gözüm Hayriyeciğim,

Beni ne kadar merakta bıraktığını tasavvur edemezsin. Daha yoldan bana iki kart gönderen karıcığım elbette bu kadar çabuk beni unutmaz, beni habersiz bırakmaz diyorum ve cidden merak ediyorum. Bununla beş kart oldu, gönderiyorum. Senden on gündür bir tek haber almadım. Hastalandın mı? Öyle olsa Abdullah iki satır birşey yazar diyorum. Beni bu kadar üzmek, azába sokmak için acaba günahım nedir? Bu kartımı alır almaz sıhhatine ve vakt-i hareketine dair bana derhal telgraf yaz. İstanbul’dan bugün hem Şefkati’den, hem İsmail Bey’den mektup aldım. Anam, ablalarım, Vasfıdil hepsi iyi imiş. Vasfıdil’in verem olduğunda bazı doktorlar mütereddid imiş, bazıları da birinci derecedir diyorlar imiş. Gel de, onu getirtmek için düşünelim. Burhan’ı ..... tarikiyle (yoluyla) göndermişler. Burada başka havadis yok. Teyze hanıma, Mebrure Hanım’a hürmetler. Abdullah’ın, çocukların gözlerinden öperim. Ali’ 

Hürriyet.26-4-2005

Öteki Ermeniler

Sayı: 543  |   Haşim Söylemez - h.soylemez@aksiyon.com.tr

BEYRUT - Lübnan’da yaklaşık 100 bin Ermeni yaşıyor. Mecliste temsil edilen Ermenilerin yaşadıkları mahalleler adeta Türkiye’yi andırıyor. Çoğu Türkçe konuşan ve Türk malı ürünler alıp satan Ermeniler, Türk televizyonlarını izliyor, Türk takımlarını tutuyor.
Yeghisapet Kesabiyan 105 yaşında. Lübnan’da yaşıyor. Tehcirin son tanıklarından... Türkçe’yi unutmamış; hatta Türkiye’den gelen misafirlerini Musa Dağı Türküsü’nü söyleyerek karşılıyor.


1915 yılında gerçekleşen tehcir sırasında Hatay’dan o dönemde Osmanlı toprağı olan Suriye’ye gelmiş. Yola çıktıklarında 15 yaşındaymış. Seyahat sırasında çok zorluk çektiklerini anlatıyor. “Günlerce yürüdük. Askerler hep başımızdaydı. Kimse saldırmasın diye bizi koruyorlardı. Yürümekte zorlanıyorduk. Zaman zaman aramızda bundan kaynaklanan tatsızlıklar çıktı. Çok zor bir yolculuktu.” sözleriyle anlatıyor, başından geçenleri.

Yolculuk yaklaşık üç ay sürer. Kesabiyan ve akrabaları Bekaa Vadisi’nin Ancar (Anjar) bölgesine yerleşir. Fakat, burada kalmaları uzun sürmez. Bir yıl sonra memleketi Hatay Samandağı’na geri döner. Burada evlenir. O günü hiç unutamadığını söylüyor Kesabiyan: “Çok mutluydum. Komşularımız, akrabalarımız herkes oradaydı. Düğünde yağmur yağması berekettir. Benim düğünümde yağmur yağmıyordu. Komşumuz yağmur yağsın diye dua etti. Bir süre sonra yağmur yağmaya başladı. Düğün elbisem ıslandı. Başka kıyafetim olmadığından kaynanam onu kurutup tekrar bana giydirdi.”

1939’da Hatay Türkiye’nin bir parçası haline gelir. Bunun üzerine Kesabiyan, bir grup Ermeni ile tekrar Bekaa’nın yolunu tutar. Bu noktada bir gerçeğin altını çiziyor; “O tarihte Türkler bize bir şey yapmadı. Tamamen kendi isteğimizle Lübnan’a döndük.”

Satır arasına sızan hakikatler

Konuşmanın satır aralarından Ermenilerin Lübnan’a dönmelerini teşvik edenlerin Fransızlar olduğu da ortaya çıkıyor: “Fransızlar bize gelin dedi. Biz de gittik. Ayrılmak isteyince Türk askerleri bizi arabalara bindirip Şam’a kadar götürdü. Sonra Fransızlar aldı bizi.” Türkiye’yi çok özlediğini; özellikle çocukluğunun geçtiği ve evlendiği köyü görmek istediğini söylüyor. Şimdiye kadar gerçekleşmeyen bu hayali için kızı ve torunlarından bir ricası var: “Ölmeden önce Hatay’a bir kez olsun gitmek istiyorum.”

Yeghisapet Kesabiyan’ın kısa hikâyesinde, son günlerde gündemi işgal eden “soykırımı” iddialarının ne kadar temelsiz olduğunu görmek mümkün aslında. Tehcir sırasında daha güvenli bir bölgeye Osmanlı askerlerinin korumasında yapılan bir seyahat, bir yıl sonra eski vatanına dönüş, ardından Fransızların teşviki ile yeniden Lübnan’a gidiş... Üstelik, 1939’da Türklerin birlikte yaşadıkları Ermenilere herhangi bir müdahalesi olmadığı halde... Lübnan’daki Ermeni mahallelerini gezince burada yaşayanların Türklerle çok fazla sorunları olmadığı da ortaya çıkıyor zaten. Elbette küçük bazı istisnalar hariç.

Bugün Lübnan’da yaklaşık 100 bin Ermeni yaşıyor. Cemaati temsil eden üç siyasi parti var. En güçlüsü Taşnak grubu. Mecliste üç vekil görev yapıyor. Ermeniler iki yerde yoğun olarak yaşıyor; Bekaa Vadisi’ndeki Ancar ve Beyrut’un güneyinde, merkeze yakın Borj Hammoud bölgesi. İkincisi onlar için bir merkez konumunda.

İbo ile müzik, Hakan Şükür’le futbol keyfi

Yaşadıkları mahallelerin isimlerini Maraş, Adana, Antep, Dörtyol, Urfa, Hacın vermeleri, geldikleri topraklardan kopmadıklarını gösteriyor. Ancar’da yaşayanların büyük bölümü 1939 yılında Hatay’dan gelerek buraya yerleşmiş. Ellerinde hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği pasaportlar var. Ancar’ın belediye başkanı bir Ermeni. Başkan Sebout Sekayan 10 bin nüfuslu Ancar’ın yarısının Ermeni olduğunu söylüyor.

Lübnan’daki Ermeniler Türkiye ile birlikte nefes alıp veriyor dense, herhalde abartı olmaz. Türkiye’deki diziler, filmler, eğlence programları en büyük tutkuları. Türk sanatçılarına hayran geniş bir kitle var burada. Borj Hammoud’da Türk televizyon kanalları seyrediliyor. Ama, bu yayınlar 24 Nisan’da Taşnaklar tarafından geçici olarak durduruldu. Sebep ise “soykırımı” anma günü olduğu için... Kablolu yayında Türk televizyonları olunca ister istemez Türkiye ligi de takip ediliyor; özellikle de gençler arasında. Ermeni gençler bir dünyadan bir de Türkiye’den futbol takımı tuttuklarını söylüyor. Real Madrid ve Barcelona’nın yanına Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi koyuyorlar. Örneğin, Artin Taursarkisyan (15) tam bir Galatasaray hayranı. Maçlarını televizyondan takip ettiğini söylüyor. Taursarkisyan’ın tuttuğu diğer takım ise Real Madrid. Ancak, hayalindeki futbolcu ne Zidane ne de Figo. O Hakan Şükür hayranı...

Sadece insanlar değil, sokaklar da Türkiye kokuyor sanki. Borj Hammoud’un en büyük mahallesi Yeni Maraş, Kahramanmaraş’ın herhangi bir semtinde çok da farklı değil. Dar sokaklar çocukların bağrışmalarıyla çınlıyor; dükkanlardan buram buram baharat kokusu yükseliyor. Vitrin camlarında Adana’dan, Mersin’den, Kilis’ten getirtilen ve üzerinde “Maşallah, Allah Korusun” yazılı nazarlıklar süslüyor. Burada Ülker bisküvilerini de bulabilirsiniz, dut kurusunu da, üzüm pekmezini de... Hatta, el emeği göz nuru dantelleri, oyaları ve masa örtülerini de...

Evlerde Türk yemekleri yeniyor

Türkçeyi Adana şivesiyle konuşan Mano Lenbeliyan, Türk ürünlerini pazarlayan esnaflardan biri. Sık sık Türkiye’ye gittiğini söylüyor. Kuru gıda ve süs eşyası üzerine ticaret yapan Lenbeliyan, “soykırımı ve tehcir” gibi kavramların kendisini ilgilendirmediğini söylüyor. Ona göre, geçmiş geride kalmalı. “Türkiye ile benim bir problemim yok. Artık barış olmalı, diyalog kurulmalı.” diyor. Ermeni esnaflardan bir diğeri ise Nazlı Taursarkisiyan. Dükkanında Türkiye’den gelen genç kız kıyafetlerini, şalları, dantelleri, masa örtülerini satıyor. “Nazlı” ismini babası koymuş. Bir Ermeni olarak bu isimden çok memnun olduğunu söylüyor: “Geçmişte yaşananlar beni üzüyor. Türkiye’ye geldim, Kapadokya’yı gezdim ve çok beğendim. Tekrar gelmek isterim. 18 yaşındaki kızım Türkçe öğrenmek istiyor. Oğlum Galatasaray yenince seviniyor. Bugün, Türklerden bu şekilde nefret ederek sorun çözülmez.”

Lübnan’daki Ermeniler Anadolu’daki pek çok geleneği yaşatıyor. Örneğin, yemek kültürü. Herhangi birinin evine gittiğinizde çiğ köfte, lahmacun bulmanız mümkün. Ya da zeytinyağlı dolmalarla, mantılarla; hatta baklavalarla karşılaşmanız da... Setrak Avedisyan bir Türk yemeği hastası. Neredeyse her gün eşine sarma yaptırıyor. “Ermeniler Anadolu yemeklerinden vazgeçmez. Dolmaları, çiğ köfteleri atalarımızdan öğrendik. Bu böyle devam ediyor.” diyor.

Türk yemek kültürünün burada yaşadığının en güzel örneği “Urfalı Levon’un Yeri” olarak bilinen, bir Ermeni’nin işlettiği küçük lokanta. Urfa dürüm ve lahmacun yapan Levon’un müşterileri arasında Türk Konsolosluğu’nda çalışan görevliler de var. Mesleğini babasından öğrendiğini söyleyen Levon Restokyan, “Kendisi çiğköfte, lahmacun ve dürümü çok iyi yapardı. Otellerde başaşçılık yaptı. Ben Urfa’yı görmedim. Babam oradan gelmiş.” diye anlatıyor duygularını... Levon Restokyan, dükkanına dışarıdan gelen Türklerden para almıyor. “Türklerle olan dostluğumuzun arasına para giremez.” diyor.

Eski dost düşman olmaz

Sadece yemek mi? Müzik de Anadolu kültürünü yansıtıyor. Udla Sarı Gelin türküsü çalınıyor, “Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur” tınısı bir Ermeninin dilinden dökülüyor. Sarkis Topalyan, yıllardır Türkçe müzik yapıyor. Sarı Gelin türküsünü bir grup arkadaşıyla birlikte Türkçe ve Ermenice çalıp söylüyor. Anton Zeytinyan ve Sarkis Sağıryan da Türk müziğinden kopamayanlardan... İki Ermeni genç, Lübnan’da ünlü sanatçılarla beste yapıp onların arkasında çalıyor. Sarkis Sağıryan, Türk müziğini, ud ve neyi buradaki sanatçılara tanıttıklarını söylüyor.

Anton Zeytinyan ise duygularını “Türk müziği çalgı olarak çok iyi. Biz bunları buradaki insanlara öğretiyoruz. Ben aslında org çalıyorum ancak diğer çalgıları da biliyorum. Şu anda yabancı bir şarkıcıya ney’le müzik yapıyoruz. Tanıtırken de Türk müziği diyoruz. Türkiye ve Türklerle bir sorunumuz yok; hatta çok seviyorum. Hepimiz aynı toprağın insanlarıyız. Biz kardeşiz.” sözleriyle dile getiriyor.

Arti Kaloğyan’ın (77) anne babası da buraya tıpkı Yeghisapet Kesabiyan gibi göç ederek gelmiş. Maraş Caddesi’nde gülsuyu ve gülyağı satıyor. “Eski dost düşman olmaz” diyerek söze giriyor. Türklerle Ermenilerin dost olduğunu, yıllarca birlikte yaşadığını hatırlatıyor. “Annem babam buraya geldi. Ben onlardan Türkçe öğrendim. Evimizde Türkçe konuşulurdu. Oradaki Türk komşularımızla ilişkilerimiz devam etti. Birbirimizi çok sevdik. Tekrar bir düşmanlık olmazsın.” diyor.

Aynı duygulara Lübnan’da yayımlanan Meraat Al Khalej dergisinin müdürü Natali Restokiyan (31) da katılıyor: “Dedelerimiz birbirini öldürmüş olabilir. Biz de mi birbirimizi öldürelim? Ben Türkçe biliyorum ve Türkleri seviyorum. Hayat devam ediyor.”

Siyasetçiler elini çekmeli

Kendini Urfalı olarak tanıtan Restokiyan’ın bu düşünceleri, genç nesillerin Taşnak’ın menfi propagandasından fazla etkilenmediğinin bir göstergesi. Antalya’da bu yaz düzenlenecek iş adamları toplantısına katılacağını söyleyen Restokiyan, “fanatik” siyasetçilerin Ermeni-Türk konusunu artık kullanmaması gerektiğini belirtiyor: “Ortada iki yol var. Ya Türkiye’ye gidip alışveriş yapmayacaksın, Ülker’in ürünlerini yemeyeceksin, Türkiye’yi hiç düşünmeyip tamamen savaş açacaksın ya da diyaloğa geçip sorunu çözeceksin. Birincisi mümkün değil. Artık biz Türkiye’yi bir Türk gibi yaşıyoruz. Türk televizyonlarını izliyoruz. Ülker mamullerini tüketiyoruz, İbo’yu dinliyoruz, Türk giysilerini giyiyoruz. Bence ikinci şık için çalışmamız lazım. Kardeşlik ve barış istiyorum, kavga değil.”

Elbette farklı düşünenler de var. Van’ın Sesi Radyosu Müdürü ve Taşnak grubunun önemli isimlerinden Armen Abdaliyan bunlardan biri. Başta Türkçe konuşmayı bile reddeden Abdaliyan, kendilerine “soykırımı” yapıldığını iddia ediyor. “Halklar arasında bir sorun yok. Siyasilerin bu işi çözmesi lazım. Bize yapılan soykırımıdır ve bu kabul edilmeli.” diyen Abdaliyan, devlet ve toprak istemediklerini, sadece ayrımcılığa karşı olduklarını söylüyor. Ancak, hangi konuda ayrımcılık yapıldığını açıkça söylemiyor. Toprak değil, diyalog istediklerini hatırlatıyor ve bu sürecin başlaması için de Türkiye’nin bazı şartları kabul etmesini istiyor.

Türkiye ve Türkler hakkındaki kafa karışıklığına en güzel örnek Tehertikiyan ailesi belki de... Baba Agop Tehertikiyan Türkiye’yi ve Türkleri çok sevdiğini söylüyor. Türkiye’ye gidip geldiğini, orada Türk arkadaşları olduğunu belirtiyor. Hatta, kendini Türkiye’nin bir parçası olarak gördüğünü vurgulayarak, Recep Tayip Erdoğan’ın “Başbakanımız çok iyi biri. Ermenilerle irtibata geçiyor.” diyor.

“Türkiye’de Ermeniler mi yaşıyor?”

Oğlu Vartan Tehertikiyan ise farklı düşünüyor. Taşnakçı olduğunu ve onun faaliyetlerine katıldığını belirterek, Ermenilerin soykırımına uğradığını, Türkiye’nin bunu kabul etmesi gerektiğini dile getiriyor. Dedesinin toprağını istediğini belirterek, “Benim ülkem burası değil. Benim büyük bir ülkem var ve ben orada olmalıyım. Ama şimdi buradayım.” diyor. “Halen Türkiye’de yaşayan Ermenilerin huzur içinde olduklarını biliyor musun?” diye sorduğumuzda şaşırıyor ve “Ben Taşnak okullarında okudum. Çocukluğumdan beri böyle öğrendim. Türkiye’de Ermenilerin yaşadığını, onların kiliselerinin olduğunu bilmiyordum. Aslında bizim sorunumuz çözülebilir. Politika bizi birbirimizden ayırıyor.” diye cevap veriyor.

Lübnan’daki Ermenilerin düşünceleri böyle. Yıllar önce geldikleri topraklarda Türkiye ile yatıp kalkıyorlar. Yoksa 105 yaşındaki Yeghisapet Kesabiyan, bizi niye Musa Dağı Türküsü’nü söyleyerek karşılayıp uğurlasın ki...

ALAN TABURYAN*: TÜRK YETKİLİLERİ GÖRÜŞMEYE DAVET EDİYORUZ

Türkiye, her şeyden önce ‘soykırımı’ kabul etmek zorunda. Ortada tarihe geçmiş bir tablo var. Bunu kimse inkar etmesin. Türkiye ‘soykırımını’ kabul ettikten sonra aradaki sorunlar ortadan kalkar. Bizim Türk halkıyla bir problemimiz yok. Onları seviyoruz. Halklar birbirlerini bu kadar severken çözülmeyecek sorun yok. Biz Ermeniler olarak 90 yıldır bir tek şey istedik. O da bize yapılanı Türkiye kabul etsin. Biz her zaman Türk yetkililerle oturup konuşmaya hazırız. Bir masa etrafında makul şartlarda bir araya geldiğimizde çözemeyeceğimiz sorun olmaz. Türk yetkilileri konuşmaya, görüşmeye davet ediyoruz.
* Taşnak Milletvekili ve Devlet Bakanı

MIGIRDİÇ KARAGÖZYAN*: ARTIK DİYALOG ZAMANI



Ben din adamıyım, politikaya girmem. Ama Türkiye ile Ermeniler arsında ciddi ilişkilerin başlaması lazım. İyi bir diyalog sürecine girmek için birtakım şartların oluşması gerekiyor. Tehcir mi soykırımı mı? Bu konunun netleşmesi şart. Bu olduktan sonra artık birtakım adımlar atılmalı. Ortada bir soykırımı var. Bunu tarafların oturup düşünmesi ve sorunu çözmesi lazım. Artık ilişkilere geçilmeli. Konuyu tartışıp yıllarca bir kimlik meselesi ve rant haline dönüştürmeye gerek yok. Bundan iki taraf da zarar görüyor. Biz dini bir kuruluşuz; ama kendimizi bu tür tartışmaların içinden alamıyoruz. Herkes bir açıklama ve bir görüş istiyor. İnsanları ikna edip sakinleştirmek güç. Barış ve karşılıklı diyalog her şeyi çözebilir. Ama önce siyasi olarak anlaşmak lazım. Beyrut’taki Ermenilerin hepsi Türkiye’den geldi. Bazılarının akrabaları halen orada yaşıyor. Bu tartışmalar bu insanlara da zarar veriyor.
* Protestan Ermenileri Kiliseleri Ortadoğu Başkanı

HİZBULLAH-ERMENİ İŞBİRLİĞİ

24 Nisan’da Lübnan’da yaşayan Ermeniler Beyrut Kilikya Kilisesi’nde bir anma programı düzenledi. Yapılan konuşmalarda Türkiye’nin soykırımına kabul etmesi gerektiği üzerinde duruldu. Anmanın en ilginç tarafı ‘Soykırımı Kemikleri’ denen yerde yürüyüş yapılmasıydı. Yürüyüş sırasında gençlerin elindeki kurt başı maketleri dikkat çekti. 90’ıncı yıl programlarının rutinin dışındaki gelişmesi ise Hizbullah ile Taşnak mensuplarının bir araya gelmeleri oldu. Hizbullah’ın Güney Beyrut’taki karargâhında Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah ve Taşnak Partisi Genel Başkanı Ovik Muhtariyan işbirliği için bir araya geldi. Taşnak mensupları Hizbullah liderinden hem Lünban’daki seçimde işbirliği hem de soykırımına destek istedi. Ancak Hizbullah lideri Nasrallah’ın, seçim için “evet” soykırımına destek içinse şimdilik “hayır” dediği öğrenildi. Bu görüşme iki grubun liderlerinin ilk kez bir araya gelmesi bakımından dikkat çekiciydi.


Aksiyon.05-05-2005