ÇOBANIN ÖĞÜDÜ
Padişah,hafta geçmez,ay geçmez ki hasta olup yatmasın...En çok ilgilendiği şeylerin başında ilaç ve doktorlar vardı.
Bu hal ile geçen günler içinde zihnini kurcalayan konulardan birisi de karşı kıyılarda sürüsünü otlatan yaşlı çobandı...
Yıllar yılı,aralıksız olarak,sağlık ve sıhhatle dolaşıp,yeşil bayırlara ve mor ufukları süsleyen sürüsünün başından bir gün olsun ayrılmaması;kendisine o derece tesir etmişdi ki...Her gün sabahleyin,sarayın türlü çeşit güllerle örtülü geniş balkonuna çıkınca ilk işi karşı ufuklarda çoban ve sürüsünü aramıştı.
Onları bir nebze hayranlıkla,hatta birazda hayretle seyreder:”Yine çoban sürüsünün başında...”diyerek günlük işlerine planlar ve tükenmeyen yurt konularına yönelirdi...
Bu halin canına tak ettiğini bir gün emir verip,yaşlı çobanı huzuruna getirtti...
Yaşlı,fakat dinç ve sıhhatli...halinden umulmayan canlı ve manalı gözler...çevrildiği istikametten ziyade kendi iç güzelliklerine ve başka bir aleme bakmakta...irfan ve hikmetler yüklü bir kişi ile karşı karşıya bulunduğunu tesbitte gecikmeyen padişah çobanın hal ve hatırını sorup,gönlünü aldıktan sonra sözü konu üzerine getirir ve:
-“Sormak ayıp olmasın çoban dede.Yıllar var ki buradan seyrederim...Biz hastalıksız hafta ve ay geçirmeyiz...Tabiblerimiz ve yardımcılarımız eksik olmadığı halde...Sen ise nice yıllardır sürünün başından bir gün ayrılmazsın.Bu işin hikmetini anlayamayız;merak ettik,onun için yorduk,buraya dek sizi?”der padişah.
İhtiyar çoban vakar ve tevazu ile:
-“ Sultanım,emir buyurursanız sizin bir günde yediğiniz yemeklerden birer tabak buraya getirip dizsinler”der.Ve çobanın isteği hemen yerine getirilir.Önüne otuzu aşkın türlü yemekten ikişer kaşık alarak bir kâsenin içinde bunları birleştirip kendisi ve yanındaki torbadan bir tutam ekmekle iki baş kuru soğan çıkararak başka bir kâsenin içine koyar.Padişaha dönerek:
-“Emir buyurursanız bu iki kâseyi bir emin yere kaldırıp saklasınlar ve ben birkaç gün sonra gelince beraber yine bunları göreceğiz”der.Kâseler saklanmak üzere kaldırılır.
Çoban ağa da,birkaç gün sonra işin hikmetini arzetmek üzere,müsaade isteyerek sürünün başına döner...Üç gün sonra,çoban kâselerle beraber padişahın huzurundadır...Manzara şudur:Padişah yemeklerinin konduğu kâse ekşimiş,kokmuş ve taşmış...Çoban dedeye aid olan ekmek ve soğan ise aynen durmaktadır...Sadece ekmek biraz daha kurumuş olarak...
Çoban padişaha:
-“İşte sultanım.Bu,sizin yediğiniz pahalı ve çeşitli yemekler,bu da benim yediklerim...Bozulup taşan sizin yemekleriniz.Çok defa vücudunuz da aynı hale girmekte ve sizi zehirlemektedir.Benim yediklerim de gördüğünüz gibi bozulmamaktadır.Ayrıca ben günün beş vaktinde abdest alıp namaz kılarım.Bu hizmetimin yirmi dört saat için de bir saat kadardır,namaz hem ruh ve hem de bedenimizin sağlık kaynağıdır.Netice olarak bendeniz:
1)Az ve sade yerim.
2)Günde beş defa abdest ile temizlik yaparım.
3)Toplam olarak her gün bir saat ruh ve bedenimi türlü hayat neşeleri bahşeden Allah kapısına yönlirim.Ben bu alışkanlığa yedi yaşında başladım.
4)Bu konuya kır ve bayırların temiz havasını eklerseniz daha iyi olur.
Bugün yaşım 73-dür.Aralıksız olarak devam etmeyi,hastalık ve sıkıntı benim semtime hiç uğramamıştır.Elhamdülillah...”der.
Padişah inançlı ve dürüst bir kişi olan çobanı hayret ve hayranlıkla dinledikten sonra kendisine takdir ve şükranlarını bildirir...İkramda bulunur.Tavsiyelerine de o günden itibaren uyarak kısa zamanda sıhhat ve huzura kavuşur...Sonra da birbirlerini sık sık ziyaret eden iki dost olurlar.”(Din Bilgisi.II.Şamil yayn)