Evet;Çanakkale
imanın ve imanlının küfre ve küfranı dağıtıp savunanlara tarih boyunca hiç
unutamıyacakları bir tokat,bir şamardır. Osmanlı şamarı...
Kur’an-ı Kerim-de cihad,Allah
yolunda savaşmak ile ilgili olarak yüzden fazla ayete rastlamaktayız.[1]
Savaşların diyalog için olduğunu
söyleyen Dr. M. Daryal şöyle der:”Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra müşriklerle
aralarındaki diyalog kesildi. Çünkü gelen vahiy artık Medine’ye geliyor,Mekke
vahiyden mahrum kalıyordu. Bu sebeble Mekke’liler bundan sonra nasıl müslüman
olacaklardı veya müslümanlarla müşrikler arasındaki diyalog nasıl devam
edecekti? Bence müslümanlarla müşrikler arasındaki diyalog ancak Medine’ye
hicretten sonra harblerle sağlanmıştır.”[2]
Sırtlanların Çanakkale’ye
saldırısından bir hafta sonra,Başkumandan vekili Enver Paşa’nın daveti üzerine
Osmanlı başkentinde bulunan Amerikan büyük elçisi yahudi Morgenthau
hatıralarını hayret ve dehşetle anlatarak:”Topların çoğu 1895 modeli Alman ve
Fransız silahları idi. Oysa,denizden ve havadan bombar-duman edilmişti bu
topraklar. Peki,nasıl olmuştu da,İngiliz ve fransız amiralleri bu istihkamları
yok edememişlerdi?
İngiliz ve fransızların boşa ateş
ettiklerini yani Türklerin toprağa soba borularını yerleştirip onları
ateşlediklerinden ingiliz ve fransızları yanıltmadan dolayı boşa ateş
edildiğini ve dünyanın en güçlü armadasında sulara gömülerek,kaçırtmayı Türk
ordusunun kahramanlığını ifade ediyordu...[3]
-Fahrettin Altay;Çanakkale de Arı
burnuna Atatürk’ten önce 2.3 alayın düşmanı durdurmak üzere gidip
durdurduğunu,Atatürkün ise ondan sonra gecikmeyle düşmanın Conk bayırında
tesadüf edip geri püskürttüğünü,belirtmektedir.[4]
Ve Altay devamla:”Atatürk’ün kendi
komutanı olan 3. kolordu komutanı Esad Paşanın yanına gidiyor. Esad
Paşa,Atatürk’e neden geldiğini,neden geri döndüğünü sorunca oda;”Düşmanın büyük
kuvvetlerinin Kaba tepe kumsalına çıkmaya başladığını haber aldığını”belirtir.
Esad Paşa,bir yanlışlık olduğunu,düşmanın bu bölgeye çıkmadığını belirtir.
Gerçek de Esad Paşanın belirttiği gibi olmuştur. Atatürk,yanlış rapora kanıyor.
Bir subay merkez tepeyi kumsal tepe zannetmiş. M. Kemal cepheye gidince merkez
tepeye düşmanın çıktığını görüyor. Elindeki 72. alayla saldırıya geçiyor.
Başarılı olamıyor,geri çekiliyor.[5]
Mikusch,yazdığı eserinde Atatürk’ün
düşmanın çıkacağı yerleri bilmeyip,askeri tatbikata çıkardığında bir
askerin,ingilizlerin geldiğini söylemesi üzerine M. Kemal kurmay
başkanına;”Savaş cephanesi var mı?”diye sorar oda;””var” demesi üzerine;”Haydi
öyleyse”karşılığında bulunur.[6]
Atatürk’ün Çanakkale’de emir aldığı
Esad Paşa uzun boylu hatıralarındaki açıklamalarını özetle şöyle belirtmektedir:”İngilizlerin
Arı burnu ve Seddül bahire karşı kat’i surette çıkarma yapmaya karar verdikleri
anlaşılmış olduğundan, (Atatürk’ün tümeni olan 19. tümene) 11. tümenden 33.
alay ile Anadolu yakasındaki 64. alay,Arı burnuna sevk edilerek 19. tümen
kumandanının emrine verilmiştir.” Ve;”19,tümen ise,kendisinden umduğum
kahramanlığı bu defa gösteremedi ve bir adım ilerlemedi.”der.[7]
-F. Altay:” 19 Mayıs
başarısızlığından sonra M. Kemal,in emrindeki kuvvetlerin bir kısmı elinden
alınıyor.”[8]
Esad Paşa hatıralarında:”M. Kemalin
29 Haziran günü saat 21.00’de düşmana şiddetli bir gece taarruzu yapmaya
teşebbüs etti ise de başarısız”oldu demektedir.[9]
Aynı hatanın;”Anafartalar savaşı”nda
da olduğunu söyleyen Esad Paşanın[10]
bu ifadeleriyle beraber askerlerimizin gayretleriyle ve o kadar imkansızlıklar
içerisinde azmimiz bizi ayakta durdurmuştur.
Mehmetçik Çanakkale’nin
geçilmezliğini zulümle değil,kahramanlıkla,adaletle göstermiştir.
Yani Moorehead’ında belirttiği
gibi;”Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri,kendilerine dağıtılan gaz ve
maskelerini kullanmayı reddediyorlardı. Bunun sebebi sorulduğunda,şöyle cevap
veriyorlardı:”Türkler gaz kullanmazlar. Onlar temiz,mert savaşçılardır.”
Ancak İngiliz,yani Çörçil şöyle
düşünmüyor ve zehirli zehirini savurmayı emrediyor. Ancak kader müsaade
etmiyordu. Zira rüzgar geçici de olsa karadan denize esiyordu.[11]
-Çanakkale İngiliz ve tebaaları
(Avustralya,yeni Zelanda,Kanada,Yunanistan,Hindistan) toplam dört yüz bin
askerle,fransanın 80 bin,toplam 500 bine yakın askerleriyle,denizde
yüzdürdükleri batan dağlarına karşı,batmayan kalelerin mücadelesinde;bir defa
daha iman küfre meydan okumuştu.
Nusret gemisinin döşediği mayınların
belirlediği sonuç ile,ilâhi nusretin desteği birleşmiş;gerçek nusret ve zafer
tecelli etmişti.
Ve ilahi Nusret Seyyid Çavuş eliyle
de tecelli ediyordu. Zira Muhammed oğlu Seyyid 215 okkalık yani 276 kiloluk
mermiyi beş basamak sırtında taşıyıp topun ağzına yerleştirerek Allah’ın adı ve
izniyle son kurşun,son koz ve imkan idi.Savaşın sonunu belirleyecek son an idi
ve öyle oldu. İngiliz zırhlı gemisi Ocean bacasından giren bu mermi ile,zırhlı
bir yandan batarken,bir yandan da şaşkına dönen ingiliz ve fransızlar
şaşkınlığı kaçmakla teskin ediyorlardı.
Düşmanı şaşırtan olay ise;Kimle
çarpıştıklarının,karşılarındakinin görünenler mi,yoksa görünmeyenler mi?
olduğunun bilinememe ve çözülememesinde saklı idi.
Vehbi Vakkasoğlu bir Çanakkale
ilgili hatırada:” Binbaşı
Ömer Lütfi Bey'in 'Yetiş ya Muhammed; kitabın gidiyor!' feryadı Medine-i
Münevvere'ye öyle bir ulaşmış ki Efendimiz'in geldiğini, ilahi yardımların
yağmur gibi Mehmetçikler'in üzerine yağdığını idrak edememek mümkün değil.
Rivayet o ki; 1915'de Hindistan'dan Peygamber sevgilisi bir zat, bölgedeki
savaşa aldırmaz ve doğruca Medine'ye gider. Ama gider görür ki; Peygamber'in
ruhaniyeti orada değildir. Ağlayıp sızlanır. Türbedarın kapısında bekleyen
yaşlı bir adam, yolcuya üzülür. O gece rüyasında Peygamber'i görür. Ona der ki,
"Hindistan'dan gelen ümmetime söyle. Ona görünmemem, adımı taşıyan asker
evlatlarım Çanakkale'de zor durumda; onları yardım için orada
bulunuyorum."
Binlerce yıldır bizi tanıyan
düşman,başta ingiliz ve fransız;Çanakkale’de daha iyi tanımış oldu.
Çanakkale ordumuzun tarihi seyrinde
tüm imkansızlıklar ve –bitti- denilen noktada yeniden sünbüllenebildiğimizin
ifadesi olarak görünmemizi göstermiştir.
Ve hırsla dolu olan düşman;ne kadar
büyük olursa olsun,manen,ruhen ve içinin boş olmasından dolayı yıkılabileceğini
bir defa daha görmüş,görünmüş ve de tüm dünya ve tarih isbatlayarak göstermiştir.
Bizim için vatanın en küçük bir
ferdi,düşmanın en büyük fertlerinden ve komutanlarından daha büyüktür.
Binaenaleyh;bu savaş bizim için bir
“Yedek Subay” savaşı olmuştu.
Yılların emeği gelecek nesillere müstakbel
yemeği hazırlamış,düşmana bu yemeği ve nimetleri zehir etmişti.
Ve yıllardır,belki de asırlardır o
zehirin etkisiyle kıvranmış ve de kıvranacaklardır.
Güçler,diğer ifadeyle sıkletler eşit
olmamasına rağmen bizler 253 bin şehid vermiş,düşman ise;252 bin ölüsünü
bırakarak kaçmıştı...
Çünkü bizimkiler ölüme
gülerek,düğüne koşar gibi giderken,düşman ölmemeye ve ölmemek için gidiyordu.
Fark gayet net ve açık...
Çanakkale kilit noktası olduğundan
çok önemliydi. Çünkü o şifre çözülürse,her şey çorap söküğü gibi sökülecekti.
İngiltere başbakanı Çörçil’in dediği
gibi;bunun çözülememesi,birinci dünya savaşının iki sene daha uzamasına sebeb
olmuştur.
Bu Müslüman Türklere bu ruh,dinin
bağlayıcı,kopma ve dağılmadan koruyucu esasından kaynaklanmaktaydı.
Yani;1. dünya harbinde tüm
Müslümanları bir fetva cihada çağırmaya yetiyordu.[12]
-Bu arada ingiliz siyaseti ve
ingiliz kini de,kinini kusmaktaydı.
Yani Anzakları da kendi hilelerine
alet etmekteydiler. İşte bakınız;bir Anzak asker;”Bir gün çok susamıştım,su
içmek için dereye indim. Bir Türk subaya başımda bir anda beliriverdi. Ödüm
koptu. Fakat susuzluktan oraya geldiğimi anlayınca;”Haydı iç ve çekil,git
buradan”dedi,bana dokunmadı.”
Bir diğer anzak da:”Biz kaçarken
ayaklarımıza çaput bağlıyorduk. Çünkü Türk askerinin ölüsüne (şehitlere)
ayakkabımızla basarız da uyanırlar diye korkuyorduk.”[13]
İki anzak,İngilizlerle Çanakkale’ye gidecek olan iki tümen anzak
askerini,200 kişilik süvari birliğine karşı koyarak geciktirmeyi başardılar.[14]
Peki neden savaşa gidip,İngilizlere
katıldıklarına gelince;bir çok sebeble beraber,-Halifeyi kurtarma- bahanesi
onları sevk eden önemli faktörlerden idi.[15]
Nitekim bunu teyiden Nezih Uzel’in
konu ile ilgili yazısında:”Haydar paşa İngiliz mezarlığında,tesbit edilen 31
müteveffayı sıralarken bunların bir kısmı –isimsiz- büyük bir kısmı ise İslami
isimlerdir.[16]
Madalyonun diğer yüzü,işin gerçek
mahiyetini ortaya koyuyor olsa gerek...
-Asıl işin esas ve hakikatı bu
hadiseleri yaşayanlardan ve canlı şahitlerinden dinlemektedir. Binlerce canlı
şahid,aynı zamanda olmuşken şehid ve de gazileri,bunları konuşturmak,dinlemek
ve de tekrar yaşattırmak...
-Olayın şahidi Alman Mareşal Liman
Von Sanders,şahit olduğu olayları şöyle anlatıyor:” Çanakkale’yi bir asker
olarak anlatmak imkansızdır. çelikten,manevi kudretten,vatan aşkından bir insan
yapısı ne demektir? Bu sualin cevabı,işte bu gösterişsiz,mütevekkil ve sessiz
Anadolu çocuğunun kendisiydi.
Saadet,Türklerle beraber aynı safta
dövüşmektir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım.”diyordu.[17]
Bedrin arslanları gibi Çanakkale’nin
arslanlarına kimler yardıma koşmuyordu ki...
Askere denilir:”Derler ki muharebede
bizim askerlerin gözüne yeşil sarıklı askerler görünürmüş;siz de gördünüz mü
onlardan?
-Hayır Efendim,biz görmedik. Yalnız
kuşlar vardı.Yeşil yeşil. Ateşin arasından geçerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına
konarlardı. Başka bir şey görmedik. İşte o zeytin ağaçlarını kurşun,gülle
kırmış,yıkmış,dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı.
Kurşun murşun,Allah tarafından,onlara dokunmuyordu.”[18]
Yahya çavuşun 11 arkadaşıyla,3000
düşman askerini yok ettiği siper. Ve düşmanın gemiyle çıkartma yapıp,kan gölüne
döndüğü kıyı. Çanakkale zafer abidesi...
Bir kahraman takım ve Yahya
çavuştular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen tümen sanırdı bu şahane
erleri
Allah’ı arzu ettiler,akşama
kavuştular...
Evet,Çanakkale geçilmez.
Doğru,geçilmez. Çünkü karşılarında duran Kim? Bilen kim? Kim biliyor? Melek mi?
Cin mi? İns- mi? Dünyalıklar mı? Başka yurtların,ülkelerin mahlukları mı?
Düşman;”Meçhul orduyla” savaşıyor. Meçhule kurşun sıkıyor,bombar duman yapıyor.
Asker meçhul.. anıt meçhul.. Aman Allahım! Biz asırlarca meçhul askerler
tarafından korunmuşuz da haberimiz yokmuş! Demek biz yalnız değilmişiz! Kimmiş
bu meçhuller???
Çanakkale geçilmez. Çünki Stalin’in
ilk hedefi Çanakkale boğazını ele geçirmek idi.[19]
Eğer gayb perdesi açılsaydı,savaşın
tüm safhalarının harikalarla dolu olduğu daha zahir ve net görülecekti.
Nitekim:”Batan düşman gemisinden ayağı
yaralı yüzerek sahile çıkmaya çalışan düşman subayı,karşısına çıkan Türk
neferinin kendisine yaptığını özetle şöyle anlatıyordu:”Türk askeri yanıma
yaklaştı,yere diz çöktü,cebinden çıkardığı sargı bezi ile yaramı sardı,kaputunu
çıkardı,titreyen ıslak vücuduma sardı. Mermi yağmuru altında koluma girdi.
Yavaş yavaş geriye doğru yürüdük. Türkler siperlerinde bana sıcak çay ikram
ettiler. Kendime geldim.”[20]
Evet,bu ne ilk idi,ne de sondu ve
nede son olacaktı. Nitekim bataryayı ateşe tutan ve sonunda tayyarenin
düşmesiyle denize atlayan tayyarecileri mıntıka kumandanı süvari kaymakamı
Mahmud beyin emriyle kurtaran erimizin bu hareketi,birinin ölüp ancak diğerinin
kurtarılmasına karşı ingiliz şunu diyordu:”Türkleri şöyle cesurdurlar,böyle ali
cenaptırlar diye kitaplarda okudum. Bu defa da cephede gördüm. Fakat böyle
şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini
bir ingiliz bile yapamaz.”[21]der.
-22 kişilik Yeni Zelandalılarla üçü
adresini ve isimlerini de vererek anlatmaktadırlar ki;267 kişilik ingiliz
taburu tırmandıkları tepede bir bulut tarafından yutuluyor.
Hatta ingilizler yurdumuzu işgal
ettiklerinde 267 kişinin iadesini istemişlerdir.
Osmanlılar ise böyle esir
almadıklarını söylemişlerdir.
-İ. E. Şumnu’nun eniştesi Gazi
Zeynel hatırasında,yaralanıp baygın düşüyor,uyandığında tepede yalnız,açlık
hissediyor. O anda; beyaz sakallı,nurani biri belirip,heybesinden çıkardığı
somunu vererek –iyileşeceksin evlat-diyerek,kayboluyor.”[22]
-3.Kasım-1710’da istişare amacıyla
İstanbula çağrılan Kırım hanı Devlet Giray’ın Rusya’nın sulh istemeyeceğini
(gerek onların,gerekse de tüm batı alemi de dahil):”Bu kafirin kasdı
İstanbuldur. Bu caniblere yürümesine şek-ü şüpheniz kalmasın.”diyerek,gerçek
niyetlerini net[23]
olarak ifade etmiştir.
Çanakkale de bu hainane niyet
yatmaktadır.
Ya Rusya bizim boğazımızı
sıkıp,canımıza okuma yoluna gidecek veya başkalarını üzerimize gönderecektir.
Ya da;bizler sürekli askeri,siyasi
ve ekonomik yönden hazır olacağız. Savaş için değil,kendimizi savunma,müdafaa
ve caydırmak için...
Çünkü biz boğazları boğazımızda
tutmakla,kendisi için nefes borusu olan gerek Çanakkale,gerekse de İstanbul
boğazlarına Rusya sürekli el atma yoluna giderken,İngiliz ve fransız da gözü
gibi gördüğü bu yerlerden gözünü esirgememektedir.
Bedelsiz hiçbir şey olmuyor. İşte
bir bedel:
“Çanakkale alay karargahında bulunan
Muzaffer,vazifeli olarak İstanbul’a gönderilir. Malzeme temin edecektir.
Gereken para ise,İstanbul’daki erkan-ı harbten istenecektir.
Muzaffer,malzemeleri ve yedek parçaları
bulur. Fakat idarede para yoktur.Çanakkale’ye,yani cepheye bu malzemelerin ne
kadar elzem olduğunu bilen Muzaffer,acılar içinde kıvranır. Dolaşır,dolaşır ve
aklına gelen bir fikirle tüccara geri dönerek der ki:
“Resmi muamele akşam üstü bitecek. Vapur
yarın öğleden evvel Çanakkale’ye kalkıyor. Onun için sabah ezanında geleceğim.
Malları mutlaka hazır ediniz.” Sonra durur ilave eder:”Altın para vermiyorlar.
Kağıt para verecekler.”
Sabah ezan vakti,Muzaffer resmi araç
ve eratla gelir. Bir”Yüzlük kaime”verir ve acele Sirkeci İskelesine yetişilir.
O gün, piyasa açılınca
elindeki”Yüzlük kaime”yi Osmanlı bankasına götüren yahudi tüccar,şu cevabı
alır: Sahtedir.
Mesele şudur:Muzaffer,o devir kağıt
paralarının kağıdından temin etmiştir. Çini mürekkeb ve boya ile bütün gece
uğraşarak ayırt edilmeyecek kadar güzel bir taklid para yapmıştır.
Muzaffer,sadece şu farkı bilerek
meydana getirmiştir: Eskiden paraların üzerinde”Bedeli dersaâdette altun olarak
tevsiye olunacaktır.” Yani,”Bedeli İstanbul’da altun olarak vardır.”yazısı
bulunur.
Muzaffer ise,kendi imalatı olan
paraya şöyle yazar:”Bedeli Çanakkale’de altun olarak tesviye olunacaktır.”
Para,daha sonra Şehzade Abdulhalim
Efendi tarafından satın alınarak İstanbul Emniyeti’ne teslim edilir. Halen
müzededir.
Mehmed Muzaffer ise,yirmi yaşında
iken katıldığı ikinci cephe olan Gazze’de şehid olur. Tarih 07-3-1917’dir.
Fatihalar onun içindir.”[24]
-Mehmet Geçcan’ın:”Çanakkale
savaşlarından menkıbeler”adlı kitabında da belirttiği üzere:”14-15
yaşlarında,Eceabat köyünden Zeynel isminde bir çocuk,ihtiyar bir ninenin,oğlum
Zeynel,Maydos’a git de,biraz aş getir yiyelim.”demesi üzerine Zeynel gider. Bir
de ne görsün;mutfakta kazanlar kaynıyor. Ancak aş kazanlarının başında yaşlıca ihtiyar kişiler oturmuş. Kazanın altına
uzattıkları parmak uçlarından alevler fışkırıyor. Kazanlar da fokur fokur
kaynıyor. Yemek piştikten sonra aşçı başı kazanların başında:”Bârekallah ve
berekâtı kelâmullah”duasının bereketiyle millet doyuyor,kaplarındaki bitiyor.
Ancak karavanalar dop dolu.
Zeynel bu durumun,üzerinde icra
ettiği tesirden yanlarında kalmayı istiyor,ancak kabul edilmiyor.
Bu Zeynel daha sonra çavuş olarak
istiklal savaşına katılıyor.
-18-Mart-1915 günü;her zaman olduğu
gibi yine imanın tekniğe,mananın maddeye,hakkın batıla,imanın küfre;düğüne
gidercesine ölümün yüzüne gülüp,ölüme gidenlerle,ölümden ve ölmekten kaçanların
buluştuğu muhteşem bir gündür.
Düşman kumandanlarını hayrette
bırakan manzaralar. Yer gök ölü püskürdüğü halde gelişmeler sadece santim
santim. Çanakkale geçilmemekte. Zira Mehmetçik et ve kemiğinden duvar
örmüş,kanını da harç yapmış. İlahi terkibli bir kale...
-Çanakkale gazilerinden Mülazım
Halit Üngör’ün ifadesi üzere:”Siperde iken düşman tarafından bir asker sıçraya
sıçraya bize doğru geliyordu. Eratlar ateş ettiği halde vurulmuyordu. Anlaşılan
bomba atma mesafesine girince el bombası atacaktı. Nişan aldım ve vurdum.
Sürüne sürüne yanına gidip üstünü aradığımda üzerinden bir Kur’an çıktı.
Müslüman olduğunu anlamıştım. Ah bu sömürgeci ingilizler,fransızlar... Bu
Kur’an Çanakkale abide altı müzesine tarafımdan hediye edilmiştir. Yıl ise
15-Nisan-1915 idi.
(Devamla);22-Haziran-1915 saat 10’da
tel örgüleri önünde yaptığımız bir hücum esnasında yaralandım. Mitralyöz
kurşunu ile olduğunu zannederim. Kurşun,omuzumda asılı çantayı delerek geçti.
Bu çanta ve kanlı gömleğimi bir hatıra olmak üzere sakladım.”der.
-Çanakkale askeri bedrin
arslanlarını hatırlattığı gibi,bir cihetle Yavuz’un askerlerini de
hatırlatmaktadır: İşte bir Çanakkale şehidi olan Hasan Etem’in 17-Nisan-1915’de
annesine yazdığı uzun mektubun bir bölümü:
İşte bu geçen dakikalar
anında,hizmet eri!
-Efendim,çayınız,buyurunuz
içiniz,dedi.
-Pekala,dedim. Aldım baktım,sütlü
çay...
-Mustafa bu sütü nereden
aldın?dedim.
-Efendim,şu derenin kenarında yayıla
yayıla giden sürü yok mu?
-Evet,dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya
aldım. Bağlardan üzüm alıp,asmalarının altına Yavuz’un askerleri de parasını
koymuştu. Ruh aynı ruh...
-Başta ingiliz olmak üzere dünya devletlerinin
harb sahasında –her ne kadar imkansızlıklar söz konusu olsa da- bizlerden
almaları gereken çok ders ve ibretler vardır.
İşte hatıralar, Mehmet
Niyazi-Çanakkale Mahşeri-kitabından:”Şerifali Arslan-Çan/Mallı Köyü: "Seddülbahir'de Şeytandere'ye geldik.
Bulunduğumuz yer açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor
ortalığı kafir. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyası'ndan yürüdü asker. Biz
ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker, postalık yapıyordu. Ermeni
posta bağırıyor; "Atmayın, bizim askerler" diye. Ateşi kestik. Bir
takım asker kalmış koca 26. Alay'dan. 26. Alay'ı karıştırıvermiş daneyle
(bomba) kafir. 26. Alay'ın yerini aldık 25. Alay olarak. Bir de Seyyar Jandarma
Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler. Orada bir burunda
kaldık bir akşam üzeri. Üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi
kaldık koca takımdan."
- Mehmet Yavaş, Çan-Göle Köyü: "16 yılda geldim köyüme. Balkan'a, Rus'a gittim. Çanakkale'de çarpıştım. Sabaha karşı bir vapur geldi Seddülbahir önüne. Geminin etrafı fırdolayı kayık. Manga kolunda kayıklar siperlere doğru geliyorlar. Tüfeklerin mesafesine girince, ateşe başladık. Öğleye kadar kayık kırdık orada. Ne kayığı bitti, ne askeri bitti kafirin. Denizin üzeri hep gemiydi. Gavurun zırhlısı çoktu. Atılan mermiler üzerimizden geçip gerilerimize düşüyor. Sonra Eşek Adaları tarafından ateş açtılar üzerimize, 26. Alay'ı toprağa gömüverdiler. Biz 25 kişi bir sıçanyolu bulup çıktık. Bir baktık Seddülbahir önlerindeyiz. Gökyüzünde bir mermi patlıyor. Lapır lapır dolu gibi kurşun yağıyor üzerimize. Bir binbaşı bizi orada bir derenin içine götürdü. "Arkadaşlar vatan elden gidiyor, namus gidiyor, ırz gidiyor" diye konuştu. Binbaşıyla 26 kişi olmuştuk. Soğandere'de hücuma kalktık. Denizden gavurun makinalı tüfek ateşi geliyordu. Biz ateş ediyoruz. Gavur da askerini kılıçla döve döve üzerimize yürütüyor. Ama askeri yürümüyor gavurun. Yatsıya kadar ateş yaptık. Soğandere'de belimden ve bacağımdan yaralandım.
"Çanakkale içinde bir dolu sandık
Alayların içinde dört asker kaldık
Çanakkale içinde bir top kestane
Kalan gazilere çalı dibi hastane."
Gavur kaçtıktan sonra bir kısmımız Mekke tarafına gitti. Bizim alay Rus'a gitti. Ruslar'la ve Ermeniler'le harp ettik. Cenk için dolaştık dünyayı şöyle bir çevirdik. Hamdolsun."
- Mehmet Öztürk, Biga - Gürçeşme Köyü:
"10 senede geldim askerden. İlkin Çanakkale'de girdim savaşa. Çanakkale'de
topçu ayırdılar beni. 5. Bölük'e düştüm. Üç gün sonra geçirdiler bizi karşı
yakaya. Arıburnu tarafına.. Üç ay ateş ettik düşmana. Ne Boğaz'dan geçebildi,
ne karadan. Geri gitti. Biz Ali İhsan Paşa cephesindeyiz. Seferberlikte 80 kişi
gitti bizim köyden. Ben Arabistan'a gittiğim için geç geldim köye. Çanakkale'de
kırıldı bizim bu köyden gidenlerin çoğu, birkaç kişi ancak gelmişler. Onlar da
ya kolu yok... Ya bacağı."
- Ali
Demirel, Biga-Gündoğdu Bucağı: "Köyden bir çıktım 8 senede geldim.
Arıburnu Cephesi'nde 27. Alay'daydım. Alayın o meşhur aynalı tüfeklerini ben
yapardım. Düşmanın çıktığı sabah, 1 ve 3. Taburlar Maydos (Eceabat)'taydılar.
Biz yalnız İkinci Tabur vardık Arıburnu'nda. Arkadan 1. ve 3. Taburlar da
yetiştiler. Gavur bizim üzerimize çıktı. Bütün alayca hücum ettik düşmana.
Bizim bölükte bütün subaylar vuruldu. Lapsekili Eyüp Sabri kaldı bölüğün
başında, başçavuştu.. Düşman mevzileri bize çok yakındılar. Bomba atarlardı
bizim mevzilerimize. Düşman kaçarken, tünel kazıp içine dinamit doldurmuş.
Patlatınca bizden bir bölük gitti. Kimse kurtulamadı. Toprak minare gibi havaya
çıktı. Düşman mevzilerine yaptığımız bir hücumdan, bir aynalı tüfek ele
geçirmiştik. Tüfeğe baka baka bizim tüfeklere ayna siper yaptım. Kafanı
çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görürdün. Gavur üzerimize çıkınca hücum
ettik. O ara ateşe tuttu bizi kafir. Kalçalarımdan yaralandım. Üç ay yattım.
Sonra mevzilere döndüm."
BİR
YOLCUYA
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu
toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir
vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can
veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son
vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek
kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin,
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.( NECMETTİN HALİL ONAN)
ŞEHİTLER
ABİDESİ İÇİN
Gökkubbenin altında yatar, al kan
içinde,
Ey yolcu, şu toprak için can veren
erler.
Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye
girmez,
Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.
ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE
Şu boğaz harbi nedir? Var mı dünyada
eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü
beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir
karaya.
Ne hayasızca tahaşşüd ki,ufuklar
kapalı!
Nerde,gösterdiği vahşetle,bu bir
Avrupalı
Dedirir,yırtıcı,his yoksulu,sırtlan
kümesi,
Varsa gelmiş,açılıp mahpesi,yahut
kafesi.
Eski dünya yeni dünya,bütün akvam-ı
beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer
mi,hakikat mahşer,
Yedi iklim-i cihanın duruyor
karşısında,
Avustralya’yla beraber bakıyorum
Kanada
Çehreler başka,lisanlar,deriler
rengâ renk
Sade bir hadise var ortada,vahşetler
denk.
Kimi hindu,kimi yamyam,kimi bilmem
ne bela,
Hani,tauna da züldür bu rezil
istila.
Ah o yirminci asır yok mu? O mahluku
asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle
sefil.
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup
karşısına,
Döktü karnındaki esrarı
hayasızcasına
Maske yırtılmasa hala bize afetti o
yüz,
Medeniyet denilen kahpe,hakikat
yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müekkel
esbab,
Öyle müthiş ki,eder her biri bir
mülkü harab...
**********
Sana dar gelmeyecek makberi kimler
kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem
sığmazsın
hercü merc ettiğin edvara da yetmez
o kitab
Seni ancak ebediyetler eder istiâb.
-------
Türbedarın gibi ta fecre kadar
bekletsem:
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz
etsem;
Tüllenen mağribi,akşamları sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem
hatırana.
--------
Sen ki,son ehli salibin kırarak
savletini,
Şarkın en sevgili sultanı
Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin
hayran...
Sen ki,İslâmı kuşatmış,boğuyorken
husran,
O demir çemberi göğsünde kırıp
parçaladın;
Sen ki,ruhunla beraber gezer ecramı
adın;
Sen ki,a’sara gömülsen taşacaksın...
Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar,seni almaz bu
cihat...
Ey şehid oğlu şehid isteme benden
makber
Sana ağuşunu açmış duruyor
peygamber.
*******
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Çanakkale içinde sıra sıra selviler
Binbaşılar oturmuş,asker öğütler
Çanakkale içinde bir kırık testi
Anneler ve babalar ümidi kesti
Arı Burnu’ndan çıktık,yan basa basa
Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa
kusa...
********
Gök kubbenin altında yatar,al kan
içinde,
Ey yolcu,şu topraklar için can veren
erler.
Hakkın bu veli kulları taş türbeye
girmez
Gufrana bürünmüş,yalnız Fatiha
bekler....
12-3-1996
MEHMET ÖZÇELİK
ADIYAMAN
[1] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. (Terc.Heyet) 2 / 40,153,166,Konularına göre Kur’an-ı Kerim fihristi. N. Yüksel.sh.183-192 arası.
[2] Zaman gaz. 15-3-1991.
[3] Agg.18-3-1991.
[4] Agg.18-3-1991.
[5] 10 yıl savaş.agy. 90-91,bak . Zaman gaz.18-3-1991.
[6] Agg.18-3-1991,19-3-
[7] Agg.19-3-1991 ve age.
[8] Agg.19-3-1991.
[9] Agg.19-3-1991.
[10] Agg.19-3-1991.
[11] Agg.17-3-1993.
[12] Agg.18-19-Mart-1991.
[13] Agg.18-3-1991.
[14] Agg.19-3-1991.
[15] Agg.17-3-1992.
[16] Agg.19-3-1991.
[17] Agg.17-3-1992.
[18] Agg.18-3-1992. Hatıralar ışığında çanakkale. İ. Refik.
[19] Rusya askeri bilimler akademisi üyesi Prof- Lev Alexandroviç Bezimenski-yenin arşiv belgesindeki plana göre,hedef bu idi.Bak.Türkiye gazt.10-5-1996.
[20] 10 yıl savaş.Agg.19-3-1992.
[21] Agg.19-3-1992.
[22] Zafer derg.Mart.1990.
[23] Yeni Asya gazt.30-8-1980.
[24] Zaman gazt. 18-19-Mart-1992,20-3-1992.N. Şahiner,21-3-1992.