Bakınız -Bazı tesbitler için...... http://www.tesbitler.com/kitaplar/Muhtelif%20Kitaplar/%C3%B6zl%C3%BC%20s%C3%B6zler/tesbitler.htm
Mehmet Özçelik- www.tesbitler.com
http://www.tesbitler.com/hikayeler/bedeli.htm
http://www.tesbitler.com/hikayeler/anzak.htm
Çanakkale Şehidinin Mektupları
2 Haziran 1915 tarihinde yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastahanesi'nde
şehitlik rütbesine ulaşmıştır.
Sebebî hayatım, feyz-ü refikim,
Sevgili Babacığım, Valideciğim,
Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan
kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra göreceğim
muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere
şu yazılarımı yazıyorum.
Hamdü senâlar olsun Cenab-ı Hakk'a ki beni bu rütbeye kadar isal etti.
Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı. Size de ebeveynim olmak
dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek
mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım
oldunuz. Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkür ederim.
Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etme zamanıdır. Vazife-i
mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete suudedersem
Cenab-ı Hakk'ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum
için bu her zaman benim için pek yakındır, sevgili babacığım ve
valideciğim. Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğimi evvela
Cenab-ı Hakk'ın saniyenin size himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında
ne mümkünse lütfen yapınız.
Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.
Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem,
istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen
kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü izale
edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabii teselli ediniz.
Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatın hakkında refikam
mektubunda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında
veyahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım
mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.
Sevgili baba ve valideciğim.
Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulnumuşumdur. Beni
affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şadediniz, işlerimizi
tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.
Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim.
Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayimin yettiği nisbette ne
yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni
affet mukadderatı ilahiye böyleymiş hakkını helal et, ruhumu şadet,
yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et, sizi de Cenab-ı
Hakk'ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.
Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda, cümleniz hakkınızı helal
ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda elveda
cümlenizi Cenab-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.
Ebediyen Allah'a ısmarladım.
**Sevgili babacığım ve valideciğim.
Oğlunuz Mehmet Tevfik
--------------------------------------------------
Mektubu Yazan: İhtiyat Zabit ( Yedek Subay ) namzedi Edhem, İstanbul Hukuk
Fakültesi son sınıfına devam ederken, aynı zamanda Beyazıt Numune
Mektebi'nde öğretmendi ( 1912 ).
Gönüllü olarak katıldığı Çanakkale Savaşı'nda bu mektubu yazdıktan bir
süre sonra şehitlik mertebesine yükselmiştir.
Valideciğim,
Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken
aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye
etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve
mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım,
uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek
eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selâmlıyor gibi geldi. Hepsi benden
tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek
tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem ça.
ağaçları kendilerine mahsus bir sedâ ile beni tebşir ediyorlardı.
Nazarlarımı sola çevirdim çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen
mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım,
gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim
sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer
bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni tebşir ediyor ve
hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek
istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar ânında, hizmet eri:
- Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
- Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
- Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
- Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
- Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
- İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan
şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para
ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
dedim.
Fakat yukardaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım.
O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu
ekinlerin secdelerini görecek ve derenin âheste akışını tetkik edecek ve
çıkardığı sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin,o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka
buralara getireceğim. Ve şu tabiî manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de
senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf
saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allahım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu,
ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes,
herşey, bütün mevcudât onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O
dereden ben de abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık. O güzel yeşil
çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım,
gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:
- Ey Alemlerin Rabbı olan Allah’ım! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen
koyunun,
şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Hâlıkı! Sen
bütün bunları bize verdin. Yine bize bırak. Çünkü böyle güzel
yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Müslümanlara mahsustur.
" Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri: ismi-i
celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği
ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana
dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin
ya, bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar
mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün
olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de dotürürler, bir düğün
yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve
sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya
böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani
nasıl aldık. Yalnız zaman ister.Valideciğim, çamaşır filan istemem, paralarım
duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun Hasan Edhem - 4 Nisan 1331 ( 17 Nisan 1915 )
*******************
Çanakkale Hatıraları
----------------------------------------------------------
Muhterem ziyaretçilerimiz 18 Mart "Çanakkale Zaferi" dolayısıyla sizlere
Çanakkalede yaşanan hadise/hatıralardan birkaçını nakledeceğiz. (Allah
Şehidlerimizden razı olsun.)
GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ...
O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli
Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi
iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı
Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp
Çimenlik İskelesinden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan
tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada
bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip
" Ne var evlat ?" diye sordu.
Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı.
Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.
" Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?"
O zaman nefer tok sesiyle " Üzülmeyin efendim" diye cevap verdi. "benim gözlerim
göreceğini gördü" ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve "Ocean"
destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.)
Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu.
----------------------------------------------
SAĞ KOLUMA KAYBETTİM...
Seddülbahir ve Conkbayırın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş
tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el
bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını
kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç
sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş un iadesini önlemeye çalışmışlardı.
İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden
kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastahaneden tabur
kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş
görebilirim.
***********
ÇANAKKALE BOĞAZI EFSANESİ
Abidos kenti, Çanakkale'de Anadolu Miletliler tarafından kurulmuş çok eski bir
kentti. Boğazın Anadolu kıyısında, Nara Burnu'nda idi. Boğaz Nara'da sekiz yüz
adım genişliğindedir.
Abidos'un karşısında, Gelibolu kıyısında, İsa'dan yedi yüz yıl önce, yine
Miletliler'in kurduğu Sestos kenti yükseliyordu.
Sestos'ta duru ve tertemiz sevginin ve masum güzelliğin tanrıçası Afrodit
Anadiyomen'in ya da Gökler Afroditi'nin, yani Uraniya'nın genç ve güzel
papazçalarından Hero yaşardı. Abidos'ta ise Leandr (Leandros)adlı bir delikanlı
otururdu.
Bir ilkbahar, delikanlı "Afrodit ve Adonis"bayramında Hero'yu tepeden tırnağa
çiçeklerle bürünmüş görür... Hero'nun aklığına karşı,karın aklığı kömür karası
kalırdı. Işık saklıyordu o aklık. Dört yanı duvarlarla kapalı odada soyunsa,
aklığın aydınlığı duvarlara vururdu.
Leandr, bu ak kıza, kara sevdayla vurulur. Kızın Leandr'a vuruluşu da
Leandr'ınkinden aşağı kalmaz.
Kızın Afrodit Anadiyomen papazçası olmasından mı, yoksa baba ve anaların
evlenmelerine izin vermemelerinden mi, delikanlı ile kız evlenemezler.
Evlenemeyince de sevgilerinin gizlice tadına varma kararı alırlar.
Leandr, her gece dalgaların gece ağaran köpüğü gibi karşı kıyıya yüzerdi.
Söylerler ki ;Hero da her gece bir kulenin tepesine çıkar ve elinde tuttuğu
meşale aleviyle, denizde yüzmekte olan canının canına nereye geleceğini
belirtirdi.
Başkaları derler ki ;Hero, deniz kıyısındaki evinin penceresinden ışık tutardı.
Fırtınalı bir gece,boğazın suları kudurmuş. Gözünü budaktan sakınmayan Hero'su
uğruna kılıç çekip cehenneme atlamayı göze almış olan Leandr, şiddetli aşkının
hızıyla denize fırlar. Tam kıyıya yanaşacağı zaman öküzün boynuzlarını bile,
alında tüy imişler gibi uçurabilecek bir sağanak meşaleyi söndürüverir.
Anaforlar, akıntılar, burgaçlar çıldırışı arasında kalan genç, suların içinde
kaybolur ve boğulur.
Meşalesini güç bela yeniden yakan Hero, orada sabaha dek meşalenin biri söndükçe
yenisini oluşturur,ellerini yakarcasına...
Herkes sevginin ve gençliğin ne olduğunu bilir. Hero, içinden;"Galiba bu havayı
görmüş ve sevgilim buluşmamızı yarına bırakmıştır. " diye düşünür, ama yine de,
"Ben bu meşaleyi sabaha dek yakıp duracağım. Çünkü Leandr'ı görmedikçe
karanlıktan tiksiniyor, istemiyorum hınzır karanlığı..." diye ekler.
Bir aralık göğün ucundan gün ışımaya başlayınca, bırakmış meşaleyi elinden. Ama
bütün canı gözlerinde, bakıyormuş da bakıyormuş denizlere...Bir ara dalgaların
kıyıya ittiği bir karaltı görür gibi olmuş.. Yüreği ağzında koşmuş ona, ham de
öyle bir hızla ki, bacaklarıyla ayaklarından rast geldiği engellere bıraktığı et
parçalarının, yırtılan, etleri olduğunun farkına bile varmamış.
Bakmış, karaltının Leandr olduğunu görmüş. Tek bir acı hıçkırıkla sarsılmış.
Dudaklarını yapıştırmış Leandr'ın dudaklarına, Merhametli sular ikisini de
koynuna almış. Hero'nun acısına son vermiş, dalalar unutturmuş Leandr'la Hero'yu...
O çağda Milet'in o dolaylarda bastırdığı madalyaların kabartmalarında Leandr
yüzerken, Sevgi Tanrısı Eros da elinde meşaleyle gösterilmiştir.
Batının bir çok ozanları bu konuyu şiirlerine konu geçmişlerdir. Lord Byron,
burada Leandr gibi yüzmeyi denemiş ve başarmıştır da. Hellenistan seferinde
Kurus buradan geçmeye çalışmış, akıntılar kurduğu köprüleri süpürüp götürünce
de, denizi kamçılatarak dalgalara dayak attırmıştır.
Abidos kenti, Makedonya Kralı Beşinci Filip'e karşı koyması ile de ünlüdür.
*******
|
********
"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA
SOL KOLUM VAR"
Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş
'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el
bombalarını korkusuzca hemen yakalar,karşı tarafa fırlatır ve zararını
kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç
sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye
çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ
elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla
hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş
görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama
mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır.
Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz,
affedeniz muhterem kumandanım.."
***
1915'te üç lise tek mezun
veremedi çünkü bütün öğrencileri şehitti
Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk vatan savunmasında kahramanlık örnekleri sergiledi. Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Galatasaray, Konya ve İzmir liseleri 1915'te tek bir mezun veremedi Çanakkale ve İstiklal Savaşı'na katılan çok sayıda çocuk, vatan savunmasında destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergileyerek, "meçhul çocuk askerler" olarak Türk tarihinde yerini aldı. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Türk milletinin vatan savunması verdiği dönemlerde erkek ve kadınlar kadar çocukların da çok önemli görevler üstlendiğini söyledi. Türk çocuklarının milli bir sorumluluk şuuru içinde gösterdikleri fedakarlıklar, çektiği çileler ve eziyetlerin tam olarak bilinmediğini vurgulayan Köstüklü, Anadolu'nun hemen her köşesinde, özellikle işgal gören yörelerde, çocukların da bir destan niteliğinde kahramanlık örnekleri sergilediğini anlattı. Çocuk askerler üzerine bir araştırma yaptığını ve elde ettiği bilgileri bazı seminerlerde sunduğunu dile getiren Köstüklü, bunlardan bazılarını şöyle sıraladı: "Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa'nın oğlu küçük Mehmet, Şahin Bey'in oğlu Hayri, şehit Yolağası'nın oğlu Mehmed Ali gibi 11-12 yaşlarındaki çocukların özverisi göz yaşartıcı boyuttadır. Bu çocuklar Arslan Bey'in başında bulunduğu milis kuvvetlerinin içinde diğer Kuvayi Milliyeciler gibi silahlı olup yeri geldiğinde çatışmalara katıldılar ve çoğu zaman da istihbarat hizmetinde bulundular. KAHRAMANLIĞI TÜRKÜ OLDU Adanalı çocukların da İstiklal Savaşı'nda milli heyecan içinde hareket ettiğini dile getiren Köstüklü şöyle dedi: "Urfa'da 14 yaşındaki Bozan, Fransızlar kaçarken Kuvayi Milliye önünde harbe katıldı. Bu yavrunun kahramanlığını gören halk, Bozan için türkü bile yazdı. Sebeke dağından indim dereye/Atılıyor bombalar, bilmem nereye/Türk çeteleri dönmez geriye/Be yürü! yürü Bozan Yavrum yürü!/Vursun kırsın Fransızları, aslanım yürü!..." Köstüklü, Maraş savunması sırasında kendisine verilen köprü uçurma görevini yerine getiren Sarıca Köyü'nden 14 yaşındaki Ali ile milis kuvvetler arasında bir çok yeri dolaşmak suretiyle bilgi alışverişini sağlayan 10 yaşındaki Osmaniyeli Niyazi Aykan'ın da tarihe adını altın harflerle yazdırdığını ifade etti. YÜZLERCE GAZİ ÇOCUK Köstüklü, Çanakkale Savaşı'na katılan Galata-saray, Konya ve İzmir Liseleri gibi birçok okulun öğrencisinin şehit düştüğünü belirterek, savaşın olduğu dönemde bu üç lisenin mezun bile veremediğini söyledi. Türk milletinin kadını erkeği ve çocuğuyla tek vücut olarak düşmana karşı koyduğunu ve yabancı unsurları Türk topraklarından attığını belirten Köstüklü, "Türk çocuğu yeri geldiğinde omzunda silahla cephede savaştı, yeri geldi istihbarat için haber taşıdı, yeri geldi Türk askerine mermi götürdü" dedi. 12 YAŞINDAKİ NEZAHAT ONBAŞI Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey'in kızı 12 yaşındaki Nezahat onbaşının da, elinde silahı asker kıyafetiyl e çeşitli muharebelere katıldığını anlatan Köstüklü, "Ata binmesini ve silah kullanmasını çok iyi bilen bu kız çocuğu Milli Mücadele boyunca 70. Piyade Alayı'nın bir mensubu olarak tam bir asker gibi, cepheden cepheye koştu. Hatta bu Alaya, o bölgede 'Kızlı Alay' denmişti" diye konuştu. FAKÜLTE SİYAHA BOYANDI Çanakkale destanında bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi eski adıyla Darul Fünun öğrencilerinin ise ayrı bir yeri var. 1915'te Darül Fünun 1. sınıfta öğrenim gören 2 bin 500 tıbbiyeli, okullarını bırakarak Çanakkele'ye koştu. İki tümen hâlinde Gelibolu'ya gelen gençler, bir Anzak baskını sonucu şehit oldular. Bu nedenle sonraki yıl açılışta siyaha boyanan Darul Fünun, 1921 yılında hiç mezun veremedi. TEK BACAĞIYLA SAVAŞTI Çocuk askerlerden Mehmet ve İsmail, şehrin durumu ile ilgili orduya dilenci kılığında bilgi götürürken düşman askerlerine yakalandılar ve hiçbir konuda düşman kuvvetlerine bilgi vermediler. Serbest bırakıldıktan sonra ateş açılması nedeniyle küçük Mehmet 4, İsmail ise 9 yerinden yaralandı. Mehmet'in hastanede ayağı kesilerek kurtarıldı. Ancak İsmail hastanede şehit oldu. Bir ayağı kesilen Gazi Mehmet, geri döndükten sonra tek ayağıyla Milli Mücadelede yine görev aldı. İngiliz askerlerini bulut aldı götürdü Kahramanlıkların tarih kitaplarına yazıldığı, ardında binlerce dramatik hikayelerin anlatıldığı Çanakkale Savaşları, 91 yıl sonra bile bazı bilinmeyenleriyle anılıyor. Çanakkale Boğazı'nı geçip, İstanbul'a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri, binlerce askerle Gelibolu Yarımadası'na ayak atmış, vatan topraklarını işgal etmişti. Her karış toprağında kanlı savaşların yaşandığı, anaların oğullarının başına kına yakarak savaşa gönderdiği bölgede, İngiltere'den gelen 4. Norfolk Taburu'nun Anzak Koyu'nda, bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu söylentileri, 91 yıldır hala konuşuluyor. Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşa katılan İngiliz Kraliyet Ordusu'na ait 4. Norfolk Taburu'nun, 12 Ağustos 1915 tarihinde Anzak Koyu mevkiindeki 60. Tepede büyük bir bulut kütlesinin içinde kaybolduğu iddia edilmiş, bu olay savaştan sonra çeşitli tarih kitaplarında yerini almıştı. Yeni Zelanda Kıtası'nın 1. Sahra Birliği'ne bağlı 3. Bölükte savaşa katılan F. Reichardt, R.Nevnes ve J.L. Newman adlı üç asker, bu olaydan 50 yıl sonra olayın görgü tanığı olduklarını iddia etmiş, güneyden esen 70 kilometre hızındaki rüzgara rağmen, yaklaşık 250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeki bulut kültesinin yer değiştirmeden 60. Tepe üzerinde durduğunu ve İngiliz askerlerinin bu kütlenin içinde kaybolduğunu anlatmışlardı. Bu olay, kimilerine göre gerçek, kimilerine göre rivayetten başka bir şey değildi. Ancak, bu tür olaylar, tek bir gerçeği değiştirememişti; o da, "Türk'ün vatan ve millet sevgisi uğruna verdiği binlerce candı..." Şehit torunları onur belgesi istiyor Dedesi Çanakkale'de şehit düşen işadamı Arif Sarıgül, Çanakkale Savaşı'nda şehit olan Mehmetçikler için "Onur Belgesi" verilmesi yönünde yasa çıkartılması talebiyle TBMM Başkanlığı, Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı'na başvuruda bulundu. Sarıgül, kendi adını taşıyan dedesinin Çanakkale Savaşı sırasında Alçıtepe yakınlarında şehit düştüğünü söyledi. Babası Süleyman Sarıgül'ün de İstiklal Savaşı'na katılarak çeşitli cephelerde savaştığını ve 'gazi' olarak İstiklal Madalyası aldığını anlatan Sarıgül, ancak Çanakkale Savaşı'nda şehit düşen dedesi için günün koşullarında herhangi bir belge verilmediğini söyledi. "Dedem için Şehitlik Beratı verilip verilemeyeceğini araştırdığımda, askeri makamlar, (Çanakkale Savaşı'nın Osmanlı Devleti döneminde olması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti tarafından böyle bir belge verilmesinin mümkün olmadığını, bunun için TBMM'den yasa çıkması gerektiğini) söylediler " diyen Sarıgül, bunun üzerine konuyla ilgili yasanın çıkartılması için TBMM Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'e dilekçe gönderdiğini belirtti. Sarıgül "Çorum'daki 3240 Çanakkale şehidinin torunları, parlamenterlerimizden bu tarihi görevi yerine getirmelerini bekliyor" dedi. Şehitler dualarla yad ediliyor 18 Mart Çanakkale Zaferi'ni anma törenleri ve Şehitler Günü dolayısıyla Türkiye'nin dört bir yanından birçok kişi Çanakkale'ye akın etti. Çanakkale'deki şehitlikleri ziyaret edenler bu vatan için kendilerini feda eden atalarımızı dualarla yad ediyor. Bu arada İstanbul'da Edirnekapı ve Sakızağacı Şehitliklikleri'nde de çok sayıda Çanakkale şehidi yatıyor. Sadece Çanakkale değil, 16 Mart, Balkan, 1. Dünya Savaşı ve Sarıkamış savaşlarında yaralanıp, tedavi için İstanbul'daki hastanelere getirilip hayata veda eden şehitler ile son yıllarda Güneydoğu'da terör örgütü ile çarpışmalarda şehit düşen Mehmetçikler Edirnekapı ve Sakızağacı 'nda yan yana yatıyor. Şehit yakınları gözyaşlarını tutamadı Yurtdışında görevli oldukları sırada uğradıkları saldırılar sonucu hayatlarını kaybeden Dışişleri şehitleri, Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki Dışişleri Şehitliği'nde düzenlenen törenle anıldı. Törende, saygı duruşunun ardından Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ali Tuygan, bir konuşma yaptı. Dışişleri Şehitliği'ndeki bakanlık mensuplarının 1973'ten beri Ermeni terörü, 17 kasım militanları ya da bazı başka terör örgütlerince katledildiğini anımsatan Tuygan, 17 Aralık 2004'te Musul'da öldürülen 5 güvenlik görevlisi de dahil olmak üzere toplam 39 bakanlık mensubunun bu şehitlikte yatmakta olduğunu belirtti. Tuygan'ın konuşmasının ardından Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bir din görevlisi Kuran-ı Kerim okudu. Törende şehit yakınlarının gözyaşlarını tutamadığı görüldü. |