BEDİ ASIRDA BEDİÜZZAMAN
Bediüzzaman asırla asırlaşmış,asrın muasırı bir zat.Asır onun asrı..asrın yetkilisi,sözcüsü.Asrı dolduracak hatıralara imza atmış bir şahsiyettir.Asrı şekillendiren dahi.
*” Abdülmecid, 1967 yılı geldiğinde herkes ile vedalaşmaya başladı. Ona göre ölüm vakti gelmişti. Çünkü, Bediüzzaman son buluşmalarında kardeşine, kendisinden yedi yıl sonra öleceğini söylemişti. Abdülmecid, Bediüzzaman'ın her söylediğinin gerçekleştiğini müşahade edenlerden biri idi ve buna bütün kalbi ile inanıyordu. Nitekim de öyle oldu. 11 Haziran 1967 Cuma günü vefat etti. Kaderin garip bir cilvesidir ki, oğlu Fuat da 23 yıl evvel 9 Haziran 1944 Cuma günü vefat etmişti.”[1]
*Türkiye gibi dünyada bundan ayrı kalamaz,kaçamaz.
Türkiyeden dünyaya Nur Hizmeti referans gösterilecektir.Adeta Türkiye bununla kendi bir asırlık geçmişini aklamış olacaktır.Kusuratını bu suretle affettirecektir.Tıpkı başta asırlardır islama bayraktarlık yaptığı gibi…
*Kendisi bu asır için seçildiği gibi,talebeleride seçilmişlerdendir.Fıtri ve cibilli bir taraftarlık ve hizmet.
7.Bediüzzaman sempozyumunda Mustafa Sungur ağabey konuşmasında, üstaddan naklen;Nur talebelerinin Seyyid sayıldığını ve Nurların Seyyidler cemaatıyla yayılacağını söylemiştir.
*Bu hizmet hep fakirler tarafından üstlenilmiştir.Çaycı,çoban,bakkal,oranın esnafı…Tam bir acz ve fakr içinde bir kudret ve muvaffakiyet.
*Hizmet hep ibret ve hikmetlerle doludur.Fedakarlığın örnekleri görülmektedir.
Malatya’nın eşrafından rahmetli Hüseyin Boza tabi bazı hatıralarını şöyle anlatmıştı:
-Nurun avukatı Bekir berk ağabeyin sadakat ve tebliği o ki;Malatya ve Elazığdaki mazlumlar risale-i Nurları okumaktan dolayı mahkemeye çıkarılmak üzere belli bir tarih verilir.Ancak iki mahkemenin de tarihleri aynı ve sabah ilk duruşma.Bekir abi Malatyaya haber göndererek duruşmanın en sona alınmasını söyler.
Mahkeme günü gelir ve hakim bunları çağırır.Hüseyin abi hakime davalarının sona alınmasını,avukatlarının Elazığdaki duruşmada bulunması sebebiyle gelemediğini bildirirler.
Hakim ise,dosyayı okuduğunu ve beraatlarına karar verdiğini açıklar.Bunlar ise kabul etmeyib,avukatlarının gelerek kendilerini savunacağında ısrar ederler.Hakim ise;evladım avukatınız sizi beraat ettirmek için savunma yapmıyacak mı,işte ben sizi beraat ettiriyorum.
Mazlumlar ise diretmeye devam ederler.Hakim ise dayanamayarak;Ya avukatınız gelsin,burada va’z etsin,sizle dinleyin,değimli?der ve zorlada olsa,istemeselerde onları beraat ettirir.
- Malatyada bir Deli Veli vardır.Hüseyin Bozat abi bir gün,Mustafa Sungur ağabeyle çarşı camiinde abdest alırken bu deli,Sungur ağabeyin hürmetle eline uzanıp öper.Bu duruma şaşıran Hüseyin abi iki gün sonra gördüğü o deli veliye,o elini öptüğü kimsenin kim olduğunu biliyormusun,diye sorar.
Deli cevaben:Akılsız,sen daha kiminle arkadaşlık yaptığını bilmiyorsun,o mehdinin talebesidir.der,
-Bir iş adamına küçük eserlerden bir eser verilir.Bu iş adamı bu kitabı alıp,evinde masanın üzerine bırakır.
Bir zaman sonra bu iş adamı iflas eder.Ve çocuklarını bir bahaneyle komşuya gönderir.Niyeti intihar etmektir.Herşeyi hazırlar ve ipi boğazına geçirir.O sırada masanın üzerindeki kitap gözüne ilişince,bari bunu bir okuyayım da öyle,diye düşünür.
Tekrar iner ve rast gele açar.Cümle şudur:
”Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”[2]
Din intihardan men mi ediyormuş diyerek vaz geçer.Kısa bir zaman içerisinde de ailesi eve gelir.
*Asırlar önce okunmuş,zaman içerisinde unutulmuş büyük bir dua ve dua mecmuasını Bediüzzaman hayatımıza kazandırır.Cevşen ve Cevşen-ül Kebir.
Abdulkadir Badıllı:” Me'hazleri ise Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak’ta tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.”
Marovitch,Vatikan-Katolik İstanbul temsilcisi.tevhid inancına sahib olduğunu,sürekli cevşen okuyup,Üstadı ve Fethullah hocayı övmektedir.
*Nurun birinci talebesi,ihlas kahramanı Hulusi Yahyagilin Karsa tayini çıkar.O sırada trenin geçtiği yerde müridleriyle oturan bir şeyh hemen ayağa kalkar,tren geçene kadar saygıda durur.Tren gittikten sonra müridleri anlamadıkları bu işin sebebini, neden ayağa kalktığını sorar.
Şeyh de;Tren de mehdinin bir talebesi bulunduğunu söyler.
*Sungur abi Dursun Kutlu ağabeye risalede geçen –Sarıklı gencin,kendisi olduğunu söylemiş,Kemal Karabıyık abide duymuştur.
“Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusi'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat'î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır.”[3]
-Adamın biri bir gün intihar etmeye teşebbüs ediyor ancak başaramıyor, berberde yine deneyeceğini söyleyince bir abide ona;gel kardeşim hayat kazandıran bir yer var deyip dersaneye getiriyor ve hayatı kurtuluyor.
*Bu hizmet kolay kazanılmış bir hizmet değildir.Zorluklarla elde edilmiştir.28 sene hapis hayatı,19 kere en ağır zehirlerle zehirlenme.
”1935'te Eskişehir, 1943'te Denizli, 1947'de Afyon ve 1952'de İstanbul'da mahkemelere çıkarıldı. Kastamonu ve Emirdağ'da gözetim altında tutuldu. Hayatının yaklaşık 30 yılını hapiste veya sürgünlerde geçirdi. Risale-i Nur Külliyatı'nı bu zor şartlarda tamamlamaya çalıştı. 1952'de tamamladı da, Allah'ın lütfuyla. Risale-i Nurlar 8 sene süren Afyon Mahkemeleri sonucunda Diyanet İşleri Danışma Kurulu tarafından teker teker incelenerek, imani ve İslami eserler olduğuna ve yayınlanmasında herhangi bir sakınca olmadığına karar verilerek beraat etti. Beratından sonra Risale-i Nur Külliyatı, Adnan Menderes'in talimatıyla harekete geçen Demokrat Parti Isparta Milletvekili Tahsin Tola tarafından yeni harflerle basıldı. Kur'an yolunda mücadeleyle geçmiş olan 87 yıllık hayatı, 1960'da Şanlıurfa'da Rahmet-i Rahman'a kavuşmasıyla sona erdi”
*Risale-i Nur hizmeti alışılmışın fevkinde farklı bir hizmet tarzı ortaya koymuştur.Bir tarikat değildir.
Tarikatta önce keramet sonra istikamet,risale-i nurda önce istikamet sonra keramet bile aranmaz.
*Riale-i Nur bahçesine teslimiyetle girmek,sadakatle sürdürmek gerektir.
Üstadı ve eserlerini anlamak veya anlatmak için ya onun kadar büyümeli veya onu ve serlerini komprime hülasalarla vecizelendirmeliyiz.
*Önceki kitaplarla risale-i nurun farkı şudur;Risale-i nur proğramın son versiyonudur.Herşeyin son çıkanı tercih edilir çünki gelişmiştir ve modeli farklıdır.
*Ahmet Gümüş hatırasında anlatıyor:
“Mustafa Polat,trafik kazasında vefat etmişti.Defin hazırlıkları yapılıyordu.Zübeyir ağabey,benden definle ilgili bilgi istedi,”Eyüp kabristanında yer varmış,oraya defnedilecek”dedim.”Kardeşim”dedi,”Ben bir gün Eyüp kabristanında dua edip geziyordum.Orada beni tanıyan meczub bir veliyle karşılaştım.Bana,”Zübeyir efendi,mareşalın mezarının etrafındaki mevtalar,onun azabından bîzar oluyorlar.”demişti.Sakın onun mezarına yakın bir yerden almayınız”dedi.”[4]
*Mustafa Birlik anlatıyor:"Ben tarikat meselesini sormadan Üstad Hazretleri, 'Canım kardeşim, Cenab-ı Hakk'a hamd olsun. 12 tarikattan ders verme iznimiz vardır. Ama kasem ederim ki hayatımda hiçbir tarikat dersi vermedim. Tarikat meyvedir, iman ekmektir' dedi.
*” Mustafa Sungur, Bediüzzaman’ın askeriye ile ilgili bir hatıratını da şöyle
anlatmaktadır: “Eskişehir’de Yıldız Oteli’nde idik. 1951 Eylülünde beş tane jet
uçtu. ‘İnşaallah bunlar bir gün böyle âlem—i İslam’a büyük hizmet edecekler’
dedi. Sonra da ‘Sungur’ dedi ‘askeriyede bir ruh var, o ruh benimle dosttur,
bilmiyorum, ya o bir ferddir, ya bir topluluktur. Ya sağdır veya ölüdür, ya
velidir veya kutubdur. Bilmiyorum; fakat bir ruh var ki o ruh benimle dosttur.’
Bir de Üstad, 1957’de Cahit Erdoğan’a söylemiş Kıbrıs konusunda ‘İnşaallah bir
zaman tamamı bizim olacak’ demiş.”
Mehmet ÖZÇELİK
28-01-2006