Bu vatan taşıyla toprağıyla
mübarektir. Mübarek toprağın mübarek insanlarıdır evliyalar. Cenâb-ı Hakkın has
rahmetine mazhar olan bu zatlar için ne korku vardır,ne de hüzün...[1]
İlahi tecelliye mazhar olmalarıyla rahmetinde celbine vesile olmuşlardır bu
zatlar.
Maddi
alemin mana erleri,gönül sultanları olan bu zatlar dünyada değil
gönüllerde,Cenâb-ı Hakkın rızasında taht kurmuşlardır. İman[2]
ve Takva[3]
cihetiyle Mü’minlerin ve Allah’ın dostudurlar.[4]
Bu
büyük zatlar bir deniz ve okyanus gibi öyle bir büyüklüğe sahiptirler ki,ihata
edilip,hakkıyla kavranamazlar. Herkesin dehşete kapıldığı tufan ve tipide onlar
sakindir,baharı temaşa etmektedirler.
İşte
Anadolumuzun dört bir diyarı Cündullah yani ilahi erler olan bu zatlarla
çevrilidir. Bu topraklar ne mübarek topraklardır ki,ya bir şehid kanıyla
sulanmış veya bir evliya bedeni ve toprağıyla mayalanmıştır. Toprağımız mayalıdır.
Toprağımız dualıdır. Toprağımız rahmetlidir. İlâhi rahmetin tecellisine mazhar
bu toprak nice mayalı insanları da içinden çıkarmıştır. Mayasız topraktan veya
bozuk mayalı topraktan bozuk insanlar çıkmıştır. İşte batının önemli bir kısım
mayasız insanlarındaki bir sır buradan ileri gelmektedir. İnsanların mayasızı
toprağı da mayasız kılmıştır. Budur ki,rahmetin değil,zulmetin celbine vesile
olmuştur. Nur değil,zulmet yağmıştır.
Anadolumuzu
gezdiğimizde her bir karış toprağının tütsülendiğini ve oranın bir köşesinde ve
kalbinde manevi erlerden bir erin medfun olduğunu görürüz. Paratoner gibi
oranın hıfzına vesile olur. Manevi bir muhafızdır.
Bunca
entrikalara rağmen Anadolu küffârın çizmesinden mahfuz kalıyorsa işte bunun
sırrı bundandır. sınır boylarında nöbet tutan bu mana adamlarının,bu vatan
çiçeklerine bağbanlık yapmalarından ileri gelir.
Kur’an-ın
ifadesiyle şehidler ölmez.[5]
Yunus’un ifadesiyle insan ölmez,ölen hayvandır. Yerin altında büyük bir cemaat
oluşturan bu zatlar,yerin üstündeki biz insanları korumaktadırlar. Her an
bizle,bizden fazla alakadardırlar. Cisim ve beden kafesinden azade olarak...
IV. Murad’ın ifadesiyle:
Leşker-i
mâle istinad etmem.
Asker-i
gaybe istinadım var.
Bizler
bu gayb erleri ve erenlerince korunmaktayız. İstinadım bu erenlerdir. Bu
erenler her beldeye bir ziyaret-gah olmuş,o beldenin insanları onlarla teneffüs
etmiştir. Bu erenler o beldenin kalelerine birer burç,burçlarına da bayrak
olmuş,o beldeyi semavi ve arzi musibetlere karşı kollamaktadırlar.
Türkiye’ye
şöyle biz göz gezdirecek olursak:
-İstanbul
hem sahabe,hem de evliya yatağıdır.
-Ankara’nın
kapkara hali Hacı Bayram-ı Veli gibi zatlarla tenvir edilir.
-Şanlı
Urfa peygamberleri bağrında barındırmakta,peygamberler şehri sıfatına hak
kazanmaktadır.
-Konya’ya
manevi bir atmosfer gibi Mevlâna hakim olmaktadır.
-Kayseri’ye
Seyyid Burhaneddin hazretleri sahiblik yapar.
-Eskişehir’de
muhabbet eri Yunus’umuz terennüm etmektedir.
-İsparta’ya
Bediüzzaman hazretleri ev sahibliği yapar,asrında manevi bir mutasarrıftır.
-Kahraman
Maraş’a sahabe Ukkaşe hazretleri sahabet ve velayetde bulunur.
-Erzurum’da
Nene Hatunlar vardır.
-Adıyaman
sahabe Ebu Zerri Ğıfari,Mahmud-el Ensari,Zeynel Abidin ve Zey gibi yerlerdeki
zatları bağrında barındırır. Muhiddin-i Arabi gibi zatlara ev sahibliği
yapar,duasıyla korunur.
Her
beldede bunlara şahid oluruz.
Ayriyeten
Afgan cihadında görülen yüzlerce gaybi yardımlar ve atılan taşların birer bomba
gibi patlayıp düşmanı hezimete uğratması başlı başına birer kitaplık konusudur.
Yavuz
Sultan Selim zamanındaki veli Sivaslı Çoban Dede bilinmeyen milyonlarca veliler
zincirinin birer halkalarıdırlar.
Bunlar
Hz. Ali’nin velayetine ve vesayetinde;peygamberlik dönemindeki
silsilenin,velayet dönemindeki devamı ve silsileleridirler.
MAHZENLİ ALİ
EFENDİ
Kıbrıs
savaşı sırasında ibrenin benzin deposunun bitmekte olduğunu göstermesi üzerine
bombardımanda bulunan subay pilot geri dönmek ister. Birden omuzuna bir el
dokunur. Dönüp baktığında görür ki,bir ak sakallı ihtiyar. –Devam et
oğlum-diyerek atması gereken yerleri gösterir. Bombardıman saatlerce süre.
Ancak hala çoktan bitmesi gereken benzin bitmemektedir. Pilot ak sakallı
ihtiyara kim olduğunu sorduğunda ihtiyar;Mahzenli Ali Efendi olduğunu söyler.
Kıbrıs
savaşı başarıyla bitmiştir. Ancak pilot şaşkın kaldığı durumu çözmek üzere
Mahzeni araştırır. Ve neticede Kırşehir’in Mahzenli köyüne varır. Ali Efendiyi
sorar. Ancak kimse bilmemektedir. Öyle birinin bulunmadığını söylerler. Gördüğü
şekliyle tarif edince,öyle birinin çok seneler önce vefat etmiş olduğunu
söyleyerek akrabalarının yanına götürürler. Pilot tarif ettiğinde onlar pilotu
doğrularlar. Mezarına götürürler. Bu durumdan etkilenen pilot Mahzenli Ali
Efendi’nin kabri üzerine bir türbe yapar,Fatiha hediye ederek oradan ayrılır.
Aynen
buna benzer bir olayda Kıbrıs harbinden 150 sene önce vefat etmiş olan
Abdurrahman Arvasi Hazretleri için anlatılır. Şöyle ki:
-1974
Kıbrıs harekatından sonra Van’ın Hoşab (Güzelsu) kazasına ailesi ile birlikte
bir hava binbaşısı gelip Seyyid Arvasi hazretlerinin kabrini sordu. Kabrin
bulunduğu yere varıp,orada bir koç kesib fakirlere şeker alıp çocuklara
dağıttı. Kendisine bu yaptıklarının ve ziyaretinin sebebi sorulunca,şöyle
anlattı:
Kıbrıs
harekatı sırasında adanın üzerinde uçuyordum. Beşparmak dağlarındaki Rum
yuvalarını,oyuklarını,mazgallarını ve müstahkem mevki ve mevzilerini bombalayıp
dönecektim. Omuzumda iki el hissettim. Korktum. Baktım ki sarıklı,sakallı,nur
yüzlü ihtiyar bir zat.”Evlat,filan mevzileri de bombala.”buyurdu. “Benzinim
dönüşe yetmez.”dedim.”Korkma ben tekeffül ediyorum.”deyince döndüm. Gösterdiği
mevzi ve hedefleri de bombaladım. Mersin’e doğru gelirken:”Gördün mü benzinin
yetti.”buyurdu. Ben merak edip o zata;”Siz kimsiniz?”diye sordum.”Van’ın Hoşab
kazasından Seyyid Abdurrahmanım.”buyurdu.”Sağ mısınız?”dedim. Değilim ama böyle
savaşlarda ve sıkıntılı durumlarda yardıma koşarım.”buyurdu.[6]
Z E Y
Adıyaman’ın
Zey köyünde medfundur Şeyh Abdurrahman kızıyla birlikte. 4. Murad Bağdada
giderken buradan geçer. Bu zat bir sokuya hayvanlarına yedirmek için arpa ve
saman doldurur. Askerlere de bir tencerede bulğur pilavı yapar ve verir. Ancak
bir tencere pilav bitmemektedir. Bu hal padişaha bildirilir. Bu zatı çağırarak
ona,-Bağdatı fethedip edemeyeceğini sorar. Bu zat’da askerin bitkin oluşu
ile,hayvanların açlığından dolayı fethedemiyeceğini söyler. 4. Murad 6 ay daha
kalıp baktıktan sonra sorar. O hazrette,yolda bir genç karşılarına
çıkacağını,onu da yanlarına aldıklarında fethedeceklerini söyler.
Padişah
yola çıkar. Aynen denildiği gibi karşılarına bir genç çıkar. Genç de onlarla
beraber gelmek istediğini söyler. Padişah ise,daha bıyığının bile terlemediğini
söyleyerek almak istemez. Genç (Osman) tarağı bıyığına geçirince padişah hemen
hatırlar,onu da yanlarına alırlar. Ve Bağdad fethedilir.
Yine
aynı zat,Padişah 3. Mustafa içmektedir. Vezirleri vaz geçirmeye çalışır,ancak
başaramazlar. Padişah bir keramet istemektedir. Vezirler araştırır,biri bu zatı
duyar ve gelir Zey’e. Sakallı ihtiyar bir zata Şeyh Abdurrahmanı sorar. Oda evi
gösterir. (Ev kendisinin,sorulanda kendisidir.) Adam içeri girer. Adet olduğu
üzere bir aşir okur. O sırada evin kadını ekmek pişirmekte,kızı da hamur
açmakta ve beşikteki çocuğu da sallamaktadır. Kur’an okununca çocuk ağlamaya
başlar. Kızda hızla beşiği sallayarak der:
Sus,yoksa
adamın (yanlış okuduğundan) Kur’an-ı parçaladığı gibi,bende seni parçalarım.
Adam şaşırır. Kızı böyle ise kim bilir babası nasıldır?diye düşünür.Yolda
rastladığı adam gelir,buna ekmek ve bazlama ikram eder,arkadaşlarına da vermek
üzere uğurlar. Gözünü kapatıp açmasını söylediğinde adam kendisini İstanbul’da bulur. Durumu arkadaşlarına
söyleyip,sıcak ekmeği de onlara verir.
Bu
zat geleceğini söylediği zamanda,padişahın yanına gelir. Şerbet getirilir.
Birden padişah içerken bağırır. Sebebini de şöyle anlatır:Birden bire bir dağ
başında olup,kadın şeklinde bulunduğunu,birisinin kendisini gelip
aldığını,birden kendisini şerbeti içerken bulduğunu söyleyerek vaz geçib,eski
adetini terk eder.
HAYDARANLI MUHAMMED
(Babam
anlatmıştı.)Adıyaman’da 1977 yıllarında köy hizmetlerinde çalışıyorduk. Bir
amcada bizle beraber çalışmaktaydı. Haydaranlı Abuzer dayı. Anlatacağım olay
ise Abuzer dayının kardeşi Haydaranlı Muhammed. Bir Kore şehidi.
Bu
zat hakkında geniş bilgi ve madalyalar Adıyaman Valiliğinde bulunmaktadır.
Türkiye’nin
her tarafından inkarı ulûhiyete karşı koymak üzere devlet Kore’ye asker
gönderir. Haydaranlı Muhammed’de ilçesi olan Besni’nin Tut köyünden bir
arkadaşıyla beraber onlarda gidenler arasındadır.
Bu
iki kahraman asker Kore’de bir çok başarılar gösterir. Arkadaşıyla beraber
cepheden bir çok esir önlerine katarak gelirler. Ve neticede ikisi de aynı
yerde şehadet şerbetini içerler.
Bir
sabah Haydaranlı Muhammed sabah gusül abdesti almak üzere dereye gider. Derede
yıkanırken etrafı askerler tarafından sarılır. Ancak hayret karşısında kalan
askerler kendisine dönük ve elleri de havada kalkıktır. Hemen sudan çıkarak bu
askerleri önüne katar,doğru karargaha getirir. Komutanda şaşkındır. Nasıl
olurda bir kişi bunca askeri esir alır?
Düşman
askerlerine nasıl olurda bir kişiye esir olup,teslim oldukları sorulduğunda
askerler:”Durumun öyle olmadığını,başta kendilerinin de bir kişi olduğunu ancak
daha sonra arkasında silahlı,atlar üzerinde çok kalabalık kimselerin de
olup,bir kişiye değil de,bir orduya teslim olduklarını ifade ederler.
Kişi
ve yer belirtmeksizin aynı buna benzer bir Kore olayı da Şule Yüksel Şenler
tarafından kitabında işlenmiştir.
İşte
bizler maddiyatı ile değil,mâneviyatı ve manevi destekçileri ile,imanın teknik
ve sürülere meydan okumasıyla galib ve üstün gelen bir milletiz.
19-2-1993
MEHMET ÖZÇELİK