ABDÜL’AZÎZ HÂN
Osmânlı pâdişâhlarının otuzikincisi ve
islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân ikinci Mahmûdun ikinci
oğludur. 1245 [m. 1830] de tevellüd edip 25 Hazîran 1277 [m.
1860] de halîfe oldu. 1293 [m. 1876] de Dolmabağçe serâyından
alınıp, Topkapı serâyına habs edildi. Beş gün sonra Midhat pâşa ve
serasker [savunma bakanı] Hüseyn Avnî pâşa, Süleymân pâşa ve
arkadaşları tarafından, Fer’ıyye serâyında Kur’ân-ı kerîm okurken
bilek damarları kesdirilerek şehîd edildiği, sultân Vahîdeddînin baş
kâtibi, Alî Fuad beğin hâtıralarında yazılıdır “rahmetullahi teâlâ
aleyh”. Fer’ıyye serâyı, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Galata-serây
lisesinin orta kısmı olan yalıdır. Sultân Mahmûd türbesindedir.
Sultân Murâd, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu.
(Belgelerle Türk târîhi dergisi)
nin 1967 Kasım ve 2 sayılınüshasında diyor ki: İstanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler
arasında, İbnül-Emîn Mahmûd Kemâl beğin [3310] numaralı
defterinde, sultân Abdül’azîz hânın annesi Pertevniyâl vâlide
sultânın söyleyip yazdırdığı (Sergüzeşt-nâme) vardır. Yıldız evrâkı
arasında görülüp, İbnül-Emîn Ahmed Tevfîk beğin, 1336 [m. 1918]
de sûretini çıkardığı bu sergüzeştnâmede Pertevniyâl sultân diyor
ki: 1293 [m. 1876] senesi, Cemâzil-evvelin yedinci [30 Mayıs] günü,
sabâha karşı sâat sekizde, vâlide sultânı yatakdan kaldırıyorlar.
Sultân, oğlu Abdül’azîz hânı uyandırıyor. Halîfe, (Anne bunu bana
kim yapdı? Beni sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne
etdim?) diyor. Vâlide sultân (Avnî pâşa etdi) diyor. (Yalnız Avnî
etmedi. Rüşdü pâşa ile Ahmed ve Midhat pâşalar da, bu işe dâhil.
Ben bu felâketi otuz kırk def’a rü’yâmda gördüm. Bundan sonra,
Cebrâîl gökden inse, devlet reîsi olmam. Cenâb-ı Hakkın takdîri
böyle imiş) diyor. 30 Mayıs 1876 Salı günü kayıkla Topkapı
serâyına götürülüp, üçüncü Selîm hânın şehîd edildiği odada, habs
olunuyor. Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne
nasıl koyayım?) diyor. Bir kırık tahta kaşık veriyorlar. Halîfe, biraz
içiyor. Abdest almak için, na’lın aratıyor. (İzn yok) diyerek
vermiyorlar. Abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta
üstünde aç, susuz bırakılıyor. Kayıkda yağmurdan ıslanmış olan
elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. (İrâde yokdur) diyerek
vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve acıklı mektûblar
gönderip yalvarıyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhı) sultân
Murâdın irâdesi ile diyerek, Fer’ıyye serâyına götürüyorlar. İçeri
hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem
nerede?) diyor. Annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. Askerlerin
saygısızca konuşdurulduğunu görünce, (Aman anneciğim. Bunlar
beni öldürecekler) diyerek ağlıyor. İki gün sonra, eski, yırtık eşyâ
gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücûm ediyor.
- 282 -
Vermiyor ise de, Vâlide sultân, gizlice vermek zorunda kalıyor. 4
Hazîran sabâhı Vâlide sultân içeri gelip, kapının açık olduğunu ve
halîfenin kanlar içinde yatdığını görünce, feryâd ediyor. Halîfe,
ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor.
Gelenler, Vâlide sultânı başka odaya götürüyor, kulağındaki
küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. Halîfeyi eski bir perdeye
sarıp, Ortaköy karakoluna götürüyorlar. Cân çekişirken Rüşdü,
Midhat ve Avnî pâşalar ve yardakçıları gelip, (Bizi azl et!) diyerek
alay ediyorlar. Vâlide sultân, (Arslanım şehîd oldu. Beni de şehîd
etsinler) diye feryâd ediyor. Asker gelip, (Sultân Murâd irâde etdi.
Seni Beğlerbeği serâyına götüreceğiz) diyorlar. Vâlide sultân,
(Benim yerim, Yeni-serâydır) diyor. Vâlide sultânın kollarından
çekip yalın ayak, yaşmaksız ve ferâcesiz karakola götürüp,
pâşalara seyr etdiriyorlar. Halîfenin zevcelerinden Tıryal hânım
efendi gelip, (Cânım, Allah rızâsı için nâmûsu ile oynamayın. Hiç
olmazsa araba ile götürünüz) diyor. Pâşalar, başarılarından pek
keyfli kahkaha atmakdadırlar. Tıryal hânımın arabasına bindirilerek
yeni-serâya (Topkapı serâyına) götürülüyor. Başka araba ile Tiryal
hânımı da, zorla oraya götürüyorlar. Üç gün sonra kızlar ağası
Topkapı serâyına geliyor. İki sultânın ayrı odalarda baygın
yatdıklarını görüyor. Altı gece sonra, odalarına birer kandil
gönderiliyor. Otuzsekiz gün sonra Fer’ıyye serâyına götürülüyorlar.
Kapı ve pencereleri çivileniyor. Sekiz gün Vâlide sultâna eziyyet
ederek (Mallarının yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu gün, pencereler
açılıyor. 31 Ağustos 1876 da beşinci Murâd tahtdan indirilip,
Dolmabağçe serâyından Çırağân serâyına götürülüyor. Sultân
Abdülhamîd hân tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, râhata
kavuşuyorlar. Sultânlara yapılan işkencelerin, sultân Murâdın emri
ile olduğunu söylerlerdi. Hâlbuki sultân Murâdın birşeyden haberi
yokdu. Sultân Abdül’azîzin tebrîklerini ve yalvarmalarını pâşalar
sultân Murâda göstermiyor. Sultân adına kendileri cevâb yazıp
aldatdıkları, [m. 1959] târîhli askerî târîh mecmû’asında uzun
yazılıdır.
[m. 1967] de İstanbulda basılmış olan T.Yılmaz Öztunanın
(Türkiye târîhi)
nin onikinci cildinde özetle diyor ki: (SultânAbdül’azîzin hal’ edilmesi, birkaç ahlâksız veyâ sâfdil devlet
adamının, şahsî ihtirâsları uğruna oldu. Bunların başında, eski
sadr-ı a’zam Hüseyn Avnî pâşa geliyordu. Kurmaylıkdan yetişmiş,
üç def’a serasker olmuşdu. Bir uşağın oğlu idi. (Kînim dînimdir)
diyen kindâr adamlardan biri idi. Mason Fuâd pâşanın yetişdirmesi
idi. Meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur, sonra
entrikalarla yine bir makâm kapardı. Mahmûd Nedîm pâşa
tarafından azl edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişânları alındığı için,
- 283 -
pâdişâha kin bağladı. Sultânı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe
karâr verdi. Londraya gidip, ingilizlerle bu işi plânlaşdırdı. Fâci’anın
ikinci adamı Midhat pâşanın batı kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de
yokdu. Tuna ve Bağdâd vâlîliklerinde yapdığı işler, Avrupa
basınında alkışlanmış, bilhâssa ingilizler tarafından şımartılmışdır.
Hislerine kapılan, acele ve yanlış karârlar veren, bu yüzden iyi iş
görmeğe müsâid olmıyan bir adamdı. Âli pâşa gibi, ölünciye kadar
sadâretde kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini,
gurûruna yidirememiş, hükmdâra düşmân olmuşdur. İçki
masalarında, devlete âid karârlar alırdı. İngilteredeki parlamento
idâresini aynen alırsa, Türkiyenin aynen İngiltere olacağını sanırdı.
Böyle bir idâreyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı.
Midhat pâşanın, meşrûtiyyeti te’sîs edebilmek için hal’ işine
karışdığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamakdadır. Avnî pâşa,
hal’ projesini Midhat ve Şirvânîzâde Muhammed Rüşdü pâşalara,
sonra zemânın sadr-ı a’zamı mütercim Rüşdü pâşaya açdı.
Şirvânîzâdeden yüz bulamayınca, onu Tâife sürdürdü ve orada
zehrletdi. Midhat pâşa, sadr-ı a’zam Mahmûd Nedîm pâşanın,
kendisini merkezden uzaklaşdıracağını vehm ederek, hal’ işine
karışmışdır denilebilir. Hal’ işine Midhat pâşanın emri ile, uydurma
fetvâ veren şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendi de, bu
makâmından, önce azl edilmiş, bu yüzden sultâna kin bağlamışdı.
Sultân Abdül’azîz, bunun için, (O, serâyda iken, müfsid imâm
denirdi. Rüşdü pâşanın tavsıyesi ile şeyh-ul-islâm yapdık, Allah
vere de, bir halt etmese) demişdir.
Sultân Abdül’azîzin hal’inin bir vatanperverlik olacağına inanan
tek adam, harb okulu nâzırı [kumandanı] Süleymân pâşa idi.
Yirmibeş Mayıs gecesi, Redîf ve Süleymân pâşalar, Avnî pâşanın
Kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüz (300) harbiye talebesinin
Dolmabağçe serâyını kuşatmasına karâr verdiler. Talebeye, Sultânı
korumak için gidiyoruz denildi.
Avnî pâşa sultânı öldürmeği çokdan plânlamış ve nihâyet bu
cinâyeti işlemişdir. Uzun zemân serâyda casûsu olan, ikinci
mâbeynci Fahri beği bu işde kullandı. Cezâyirli Mustafâ pehlüvânı
ve Yozgadlı pehlüvân Mustafâ çavuşu ve Boyabatlı hâcı Mehmed
pehlüvânı Fer’iyye serâyına bağçıvan yapdılar. Fahri beğle bu
pehlüvânlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip
pencereden bağçeye kaçdılar. Avnî pâşa, çığlık seslerini
duyarduymaz, Kuzguncukdaki yalısından, kayıkla, hemen
Fer’ıyyeye geldi. Ölüm raporunu imzâlamak istemiyen iki doktordan
birini, Avnî pâşa hemen Trablusgarba sürdü. İkincisi olan Ömer
beğin apoletlerini [formalarını] hemen orada sökmüşdür. 1293 [m.
1876] Hazîranın 4. cü günü sabâhı, sultân Abdül’azîzin Ortaköy
- 284 -
sâhilinde Fer’ıyye serâyındaki odasından garîb sesler gelmeğe
başladı. Sâat dokuz buçukda odaya girenler, eski hâkanı kanlar
içinde buldular. Ertesi gün yayınlanan hükümet teblîği, şöyle
diyordu: (Sultân Abdül’azîz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük
makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihâr etmişdir.
Serasker Avnî pâşa cesedi karakola nakl etdirmişdir.) Bu teblîğ ve
ekli tabîb raporu, hiç kimseyi inandıramadı. Doktorlara yalnız
bilekler gösterilmişdir. Avnî pâşa, birkaç sene önce de, sultân
Abdül’azîzi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. Midhat pâşa, ölümü
işitince, (Hâkanın muhâfazası pek müşkil ve tehlükeli olduğundan,
bu vech ile vefâtı pek iyi oldu) demişdir. Mâliye nâzırı Yûsüf pâşa
ise, (Mel’ûn herif [Avnî pâşa] pâdişâhın başını yidi. İnşâallah
yakında o kâtil de katl edilir) demişdir. Sadr-ı a’zam mütercim
Rüşdü pâşa da, (Na’şı karakola çıkardıkları zemân canlı imiş.
Hekimler de, canlı olduğunu tasdîk eylediler) demişdir. Üç
pehlüvâna yüzer altın mâ’aş bağlanarak, sırrı ifşâ etmeleri önlendi.
Sultân Abdül’azîzin na’şını yıkayan sekiz imâm, Yıldız
muhâkemesinde, sultânın iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı
yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir.
Pehlüvânlar da, yapdıklarını sonradan i’tirâf etmişlerdir. İntihâr
edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de
tıp ilminde meydândadır. Hüseyn Avnî pâşa, sultân Abdül’azîzin
hal’ edileceğini birkaç sene önce Londrada İngiliz nâzırlarına
söylemek cesâret ve hiyânetinde de bulunmuşdu. Bunun için,
(Encyclopaedia Britannica)
intihâr tezini ileri sürmekdedir. Sonçıkan,
(Grand Larousse) ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. 1940târîhli
(Larousse illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katledildi) yazılıdır. 5 Hazîran günü cenâzesi büyük merâsimle
kaldırıldı. Topkapı serâyında yıkandı. Pederi sultân ikinci Mahmûd
hânın Çenberlitaşdaki türbesine defn edildi.
Süleymân pâşa, bu inkılâbın meşrûtiyyet için yapıldığını
söyleyince, Avnî pâşa, sen sus! Asker siyâsete karışmaz demişdir.
Hâlbuki, kendisi, askeri çokdan siyâsete karışdırmış. Balkanlarda
felâketli hâdiselerin patlak vermesine sebeb olmuşdu. Nitekim, 2
Temmuzda Sırb ve Karadağ prenslikleri isyân etdi. Balkanlar
karışdı. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de Rusyanın arabulucu teklîfi red
edilerek, 93 harbi başladı. Hemen müşîr yapılan Süleymân pâşa,
Şıpka geçidini ruslara kapdırınca, mağlûbiyyete sebeb oldu.
Plevnede üç kerre zafer kazanarak gâzî ünvânını alan Osmân
pâşayı kıskandı. Maçka meydân muharebelerini de gayb ederek,
Edirneye kadar kaçdı. Böylece, Edirne de, harâb oldu. Ruslar
Ayastefanosa [Yeşilköye] kadar geldi. İngilizler, bu mağlûbiyyeti
fırsat bilerek, 20 Mayıs 1878 de, İstanbulda Alî Süâvî vak’asını
- 285 -
çıkarıp, ikinci Abdülhamîd hânı devirmek, hilâfeti lağv etmek istedi
ise de, muvaffak olamadı. Alî Süâvî mason idi. Karısı ingiliz idi.
(Yeni Türkiye târîhi)
diyor ki, (İkinci Abdülhamîd hânın diplomasisi[Aklı ve zekâsı] olmasaydı, 93 harbinin zararları dahâ büyük
olacakdı). Süleymân pâşa, sefîh ve zelîl bir hayât sürerek, 1309 [m.
1891] de Bağdâdda öldü.
Abdül’azîz hânı şehîd etdiren pâşalar, başarılarının zevki içinde,
Midhât pâşanın Bâyeziddeki konağında, 15 Hazîran gecesi
toplanmışlardı. Odaya giren erkân-ı harb kolağası, 26 yaşındaki,
Hasen beğ, Avnî pâşayı ve sonra hâriciyye nâzırı Râşid pâşayı
vurup öldürüyor. Midhat pâşayı kovalıyor ise de, pâşa mutbaha
kaçıp, aşçının dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. Yaralı
yakalanan Hasen beğ, ertesi gün Bâyezîd meydânında şehîd
ediliyor. Edirnekapıdan Topkapıya giderken, sağ köşede,
parmaklıklı mezârının büyük taşında (Ümerâ ve guzât-i
çerâkiseden İsmâ’îl beğin oğlu olup, Harb okulunu bitirip, kolağası
rütbesinde iken, genç yaşında, velîni’meti uğrunda fedây-i cân
eden, Çerkes Hasen beğin kabridir) yazılıdır. Sultân Abdül’azîz
hân, Çerkes Hasen beğin eniştesi idi. Halîfenin fecî’ şeklde şehîd
edildiğini ve annesi Pertevniyâl sultâna çok çirkin işkenceler
yapıldığını işiten sultân Murâdın üzüntüden ve bu felâket yolunun
sonunu düşünmekden aklı bozuldu.
Sultân Abdül’azîz hân, onbeş senelik saltanat zemânını
Dolmabağçe serâyında geçirdi. Bu serâyda iken hal’ edildi. Beşinci
Murâd da üç aylık saltanatını bu serâyda geçirdi. İkinci Abdülhamîd
hân, bu serâyda yedi ay oturdukdan sonra, Yıldız kasrlarına
yerleşdi. Sonra Yıldız serâyını yapdı. Sultân Muhammed Reşâd da,
Dolmabağçe serâyında oturdu.
Sultân Abdül’azîz hân, [1278] de yeni askerî elbiseleri kabûl
etdi. [1279] da posta pulu kullanıldı. [1286] da Süveyş kanalı açıldı.
[1288] de İstanbulda tramvay işletilmeğe başladı. [1292] de Galata
tüneli yapıldı ve askerî rüşdiyye mektebleri açıldı. [1279] da
Osmânlı bankası açıldı. [1280] de sâhillere deniz feneri konuldu ve
devlet şûrâsı [Danıştay] kuruldu. [1284] de sultânî mektebleri
[liseler] açıldı. [1285] de Sanâyi mektebleri açıldı. [1286] da Fransa
imperatöriçesi İstanbulu ziyâret etdi. [1287] de Avusturya
imperatörü, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi. [1287] de şark demir
yolları yapıldı. [1287] de tıbbiyye-i mülkiyye açıldı ve orman ve
ma’den mektebleri açıldı ve Eski serây dış kapısı, ya’nî
üniversitenin Bâyezîd meydânına açılan giriş kapısı yapıldı. [1288]
de itfâiyye alayı teşkîl edildi. [1289] da seyyâr havz yapıldı ve
Dârüşşefeka lisesi açıldı. [1290] da Îrân şâhı, sultân Abdül’azîzi
ziyârete geldi ve İzmit demir yolu yapıldı.
- 286 -
Abdül’azîz hân, kardeşi gibi, memleketin idâresini Alî ve Füâd
pâşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. Bunlar
da, İngilizin siyâsetine göre hareket etdiler. Dağıstanlı şeyh Şâmil,
yirmi sene ruslarla kahramanca cihâd yaparak, ordularını perişân
ederken, seyrci kaldılar. Bu mücâhidin 1283 [m. 1866] de esîr
düşmesine sebeb oldular. Rusların 1290 [m. 1873] de, Semerkand,
Buhâra ve Hiveyi işgâl etmelerine de sebeb oldular. Ömrlerini
Avrupada geçirdiler. Memleketde kaldıkları zemân, Tanzîmât
fermânındaki mason plânlarının tatbîk edilmeleri için çalışdılar. Bu
hiyânetlerinin sebebi mes’ûlü elbette Halîfenin gafleti idi. Bu
gafletinin netîcesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından
şehîd edildi.
Sultân Abdül’azîz, Çırağan ve Beğlerbeği serâylarını yapdırdı.
Muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. Beykoz kasrı bunlardandır.
Çırâğân yalısını ilk olarak Nevşehrli Dâmâd İbrâhîm pâşa yapdırdı.
Sonra üçüncü Selîm hânın hemşîresi Beyhân sultân tarafından
yeniden yapıldı. Ahşâb ve çok zînetli idi. Sultân, bunu, kardeşi
sultân Selîme satdı. Sonra, ikinci Mahmûd hân, 1252 [m. 1836] de
yıkdırarak ahşâb serây yapdı. Sultân Abdülmecîd hân bu serâyda
oturdu. 1271 [m. 1855] de yıkdırdı. 1288 [m. 1871] de Abdül’azîz
hân, son muhteşem serâyı dört milyon liraya yapdırdı.
Beğlerbeği serâyının yerinde, tepede birinci Ahmed hânın
(Şevk-âbâd)
kasrı vardı. Sâhil serâyını ikinci Mahmûd hân ahşâbyapdırdı. Moltekeyi burada kabûl eylediği zemân, çubuk içiyordu.
Abdülmecîd hân, 1249 [m. 1833] de bu serâyda merâsimle hatm-i
şerîf indirmişdi. Sultân Abdül’azîz hân, 1282 [m. 1865] de, bu
ahşâb serâyı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serâyı yapdırdı.
Sultân, 1865 Nisânının yirmibirinci Cum’a günü serâya yerleşdi.
Yaz mevsimlerini burada geçirirdi. Balkan harbi bozgununda, Enver
ve Talât pâşalar, ikinci Abdülhamîd hânı “rahime-hullahü teâlâ”
Selânikden
(Lorley) Alman vapuru ile İstanbula getirtip, Beğlerbeğiserâyına koydular. Boğaziçi tarafında, alt katda, arka tarafda, bir
odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zâtürrie hastalığından vefât
etdiği, 10 Şubat 1336 [m. 1918] gününe kadar, burada yaşadı. 294,
368.(Eshabı-ı Kiram)