700. YILINDA OSMANLI VE TÜRKİYE
İlk insan hz. Ademle
başlayan insanlık,ikinci Adem denilen Nuh peygamberle devam etmiştir.
Onun üç oğlundan
olan Ham ve Sam-dan Afrika ve Arap kavmi,Yâfes-den de Türk adındaki oğluyla tarih sahnesine
çıkmıştır.
Farklılıklar,tarih boyunca
farklılıklarını da farkettirmiştir.
Şamanizm inancı hakim
olub,bütün tanrıları gök tanrıya izafe gibi bir ilah inancına
yatkınlıkları Onların İslâmiyete
girmelerini kolaylaştırmıştır.
Hz. Ömer döneminde başlayan
sıcak yakınlık,Emevi döneminde yerini durgunluğa bıraksa da Abbasiler döneminde
bu durum hız kazanmıştır.
Abbasilerin bir yandan dışa
açılımı,Hz.Ömer-in torunu Ömer bin Abdulaziz dönemindeki mali
zenginlik,Nizamiye medreselerinin oluşturulması ve Türklerinde Ebu Müslim
komutasındaki bir Ordu ile 751 yılındaki
Talas savaşında Türklerin Araplara
yardımı müslüman olma alt yapılarının Oluşumunu ve önemli bir
görevi üstlenmenin adımı atılmış oluyordu. Adeta vagonlar hazır,onları
toparlayıb,bağlayarak çekecek bir lokomotife ihtiyaç vardı.
Kur’an-ın övgüsüne mazhar
olan yani;”Allah,sevdiği ve kendisini seven,mü’minlere karşı alçak
gönüllü,kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar)Allah
yolunda cihad ederler ve hiçbir
kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu,Allah’ın dilediğine verdiği lutfudur.
Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.”[1]
Hakikatını İ’la-yı kelimetullah ile Allah yolunda,Allah’ın adını bir bayrak
gibi dalgalandıran Türk milleti şahlanışını 1071’de Malazgirt te Alparslan’ın
Romen Diyojene karşı galibiyetiyle sıtart vermiş oluyordu.
Zirveye giden yolun anadolu
kapısı böylece açılmış oldu.
Selçukluların hizmeti
gözlerin açılıb o yöne çevrilmesine,kültür ve sanat değerlerinin taşlara
kazınarak mühürlenmesi bir yandan dünyanın manen arzusunu celbediyor ve manen
fethine zemin hazırlıyordu.
Ertuğrul Gazinin oğlu Osman
bey,Osmanlı imparatorluğuna bir çekirdek olmak üzere toprağa düşüyordu. Belki
yer Söğüt gibi bir küçük kasaba idi. Ancak yollar açılmıştı.
Maddi iskeleti eline alan
Osman bey,manevi ruhla birleştirerek yola çıktığı cihan-şümûl devlet düşünce ve
idealini gerçekleştirme hedefini hazırlıyordu.
O baştan kazanmıştı. Çünki
madde ile manayı,ruh ile cesedi,dünya ile ukbayı,güç ile değerleri birbirinden
ayırmadığı gibi ,ayrılmaması içinde canı uğruna mücadele veriyordu.
624 yıl sürecek adilane ve
gâlibane bir devletin temelleri atılıyordu.
Evet. Osmanlılar
siyasi,kültür ve Dini çerçeve içerisinde dilleri ayrı,dinleri ayrı,ırkları ayrı
ve farklı milletleri bir şemsiye altında toplamayı başarmıştı. Ve bunu İslâmın
hukuk sistemi içerisinde gerçekleştirmişti.
Osmanlı elbetteki tüm
doğrularıyla yüzde yüz değildi. Ancak bu onun eksikliğini değil,mükemmeli
yakalaması için bir kamçıydı. Onun en
önemli özelliği devamlı yanında
bulundurub taşıdığı,mihengiydi. Her şeyin mahiyetini, iç yüzünü onunla ortaya
koyuyordu;Bu Hilafet ve Meşihat sistemi idi. Yani yapılan işler ve alınan
kararlar padişahın onayından çıkmadan evvel. İslâmiyetin esasına uygun olub
olmadığı o hilafet ve meşihat mihengine vurularak
değerlendiriliyordu.
Böylece rıza-yı ilâhiye
uygunlulukla,halkın rızasına uygunluluk arasında bir kopukluk değil,bir
bağlılık ve güven oluşturuyordu. Bulunduğu çağda hep gündemde olan
Osmanlı,yıkıldığı çağda ve ondan sonrada gündemden eksik olmadı,eksikliği
hissedildi. Onun yıkılışı birçok devletlerinde yıkılışına sebeb oluyordu.
Madden padişahın ve sultanın
gücünün arkasında meclisin kararı,hilafetin manevi desteğinin yer alması;sadece
müslüman olanını değil,ğayr-ı müslimini de memnun ediyordu.
Bu
hakimiyet coğrafi alanda da hakimiyetini sürekli sürdürmekte,insanlığın
huzuruna vesile
olmaktaydı.
Allah onların eliyle
insanlara adaleti ulaştırıyor,insanların gözlerini ve akıllarını açıyordu.
İnkişaf ve keşifler her alanda yaygınlaşıyordu.
Fitne ve anarşiye yol
vermiyor,kendi hükmü kol geziyordu.
Dışarıdan ve içeriden
yapılan yıkma entrikaları onu hasta adam durumuna getiriyordu. Yinede
düşündürmesi bakımından şu kıyas onun gücüne ışık tutsa gerek.
Dönem II. Abdulhamid han
dönemi..entrikaların dıştan ve içten ayyuka çıkıb,hareket etmesini engelleyecek
bağlarla bağlandığı dönem. BUNA RAĞMEN 33 YIL SÜREN saltanat dönemi.
Diğer yandan 1923-den 1998 yılına kadar ki Cumhuriyet hükumetin
de 57 tane kurulan hükûmet..ibret verici..
Hasta adam ölürken dahi
geleceğinin tohumunu bırakarak gidiyordu. Tıpkı doğum yapan annenin bir yandan
ölmesiyle,diğer yandan kazandırdığı çocuk...
Ancak çocuk farklı
ortamlarda büyütülüyordu.
Ecdadının dilini
bilmiyordu..dili devrilmişti, dil inkilâbıyla. Kültürü yoktu,çünki geçmişten
habersizdi. Haber ağını kuran arşivler,belgeler ve bilgiler ya yakılmış,ya
atılmış,yada vagonlarla kağıt fiyatına bulgaristana satılmıştı.
Olanlar; korkudan
saklanmış,kalanları da okuyub anlayanlar pek kalmamıştı. Buda yetmiyormuş
gibi,batıda batının değerleriyle büyütüldüğü bu çocuk,çocuk bakıcıları
tarafından öldürülmemişti, ancak ondan beter yapılmıştı.
Kendilerine gerçekleri
getiren bu insanlara adeta –Neden getirdiniz?-Hesabları soruluyordu.
İlerlemesi soyulmasında,eski
sahib olduğu değerleri atmasında aranıyordu..aldanılıyor ve aldatılıyordu.
Nitekim,asrın başında her
soruya cevap veren İstanbul şekerci iş hanına tabela asan Bediüzzamana büyük
bir bilgin olan ve İstanbula gelen ŞEYH BAHİD hazretlerinin de cevab vermesini
arzulayanların arzusu üzerine bu zat bir namaz çıkışında Bediüzzamana koca
Osmanlıyı özetleyen hali, haline ışık tutup geleceğini belirleyen şu soruyu
sorar:
“ Avrupa ve Osmanlı devleti hakkında fikrin
nedir?”Bu kısa soruda uzun manayı anlayan Bediüzzaman veciz ifadesinde:”Osmanlı
devleti Avrupa devletine hamiledir. Günün birinde onu ve onun gibi bir
devleti doğuracaktır. Avrupa da bir
Osmanlı devletine hamiledir,bir gün oda bir Osmanlı –yani bir İslam
devletini-doğuracaktır.”
Ve işin birinci yönü olan ve
ölürken Avrupaya hamile kalan Osmanlı;sefahette ve rezalette ileri
boyutuyla bir Avrupa’yı ve Avrupa’lıyı
doğurdu. Avrupalıya bile parmak ısırtarak onu geçmeye çalıştı.
İkinci yönü olan Avrupalının
ise;Osmanlıya diğer ifadeyle İslâmı temsilciliğine hamile kalan Avrupalıda
bunun sancılarını çekmekte,ancak bu durumunu bizlerin islâmı temsil rolünü
gösteremememizden kaynaklanan sebeble,herkesin ehli tahkik olamadığından sadece
ehli ilim tarafından benimsenmiş olmaktadır. Buda münferit kalmaktadır.
Bu konuda Bediüzzaman şöyle
der:”Eğer biz islamiyeti ef’alimizle ve ahvalimizle göstermiş olsa idik,diğer
dinlerin mensubları fevc fevc,bölük bölük islâmiyete gireceklerdi.”
Gecikme;Osmanlının geriye
bıraktığı çocuğunun dedesinden kalan emaneti,temsil rolünü üstlenememesinden
kaynaklanmaktadır.
En büyük hatamızın kaynaklandığı ana nokta
ise şuydu;1789 Fransız ihtilaliyle katolik mezhebin katılığının üzerine
protestanlıkla set çekilmesinin getirdiği başarıyı,hak din olan,dünya ve ahiret
saadetinin teminatı olan islâm dini içinde uygulamadaki gafleti ve yanlışlığı
olmuştur.
Fransadan alınan ve dünyada
sadece bir onda ve birde bizde bulunan laikliği oradaki gibi de
uygulamıyarak,adeta din düşmanlığı şeklinde uygulanıb,bir asırdır da bir netlik
kazanmamış olması bizi durduran sebeblerden olmuştur.
Batının güzel
meziyetlerini,teknik ve teknolojisini almak yerine,onun işine yaramayıb çöplüğe
attığını,sefahet ve rezaletini,tanzimatla beraber batıya adam olması için
gönderilen bir nesille kara bir sayfa açmış olduk.
Bugün Amerikayı süper devlet
yapan faktör,dün Osmanlının uyguladığı uygulamanın bir örneğidir.
Her milletten insanları ve
bilginleri toplayıb,onlara müsamaha göstererek adeta kendisine olan beyin
göçünü mıknatıs gibi çekmektedir. İçine aldığı milletleri hazmetmektedir.
Biz ise bir asırdır
kendimize müsamaha göstermediğimiz gibi;kendimizi de,değerlerimizi de
hazımsızlıktan geri teptik.
Yapılacak iş ise;geçmiş de
bıraktığımız değer ve bilgilere sahib çıkıb,yeni tecrübelerle bunların ıslah ve
tekmiline çalışarak geleceğe köprü kurmaktır.
Bin
yıllık tecrübenin üstüne oturarak,onlardan ders alıb,geleceğe bakmakla maddi ve
manevi başarı yakalanabilir ve bizi orta çağda bırakanlar ancak böyle
geçilebilir...
30-01-1999